- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
09 Kasım 2025- İstanbul20°C▼
- Ankara12°C
- İzmir19°C
- Konya15°C
- Sakarya19°C
- Şanlıurfa24°C
- Trabzon18°C
- Gaziantep20°C
YUSUF KAPLAN'DAN: İNSANÎ OLAN MI EVRENSEL, İSLÂMÎ OLAN MI?
İslâmî duyarlıkları gelişkin biri, güyâ karşısındakini ikna edebilmek kaygısıyla, cümleyi şöyle kuruyor: "Sadece İslâmî açıdan değil, insanî açıdan bakıyorum meseleye" (!) Böylelikle, "insanî olan"ı, evrensel / aslî; "İslâmî olan"ı, "yerel" / arızî bir ye

* * *
İçinde yaşadığımız çağ, insanı, çağının farkında, çağının sorunlarını özümsemiş bir varlık katına yükseltmek yerine, çağının ve kendi sorunlarının farkına varabilmesini sağlayabilecek algı kapılarını sürgit daraltıyor, bulanıklaştırıyor ve hatta kapatıyor.
Oysa algı kapıları kapanan, düşünme melekeleri yok olmaya yüztutan bir insan, çağdaş değil, tastamam ağdaş bir varlıktır; herhangibiri'dir; hiçbirşey'dir.
İnsanın algılama melekelerini kötürümleştiren, algı kapılarını kapatan şey, doxa'yı / kanaat sahibi olma, düşünme çabası içine girme imkânlarını artırması beklenen ama tam tersi bir sonuç veren medya çağında yaşıyor olma paradoks'udur: Hayatın her şeyine nüfûz eden, dahası medyalar üzerinde/n sürdürülen hayat, hayatı, insanı ve gerçekliği simülatifleştirmekten ve anlamsızlaştırmaktan başka bir şey sunmuyor insana.
İnsan, içinden geçtiğimiz çağda, akl-ı selimini, zevk-i selimini, kalb-i selimini, şevk-i selimini, fikr-i selimini, zikr-i selimini ve şükr-ü selimini yitirmek gibi esaslı bir ontolojik sorunla boğuşmuyor yalnızca. Aklını, zevk'ini, kalb'ini, şevk'ini, fikr'ini, zikr'ini / hatırlama biçimlerini ve kibri yok edecek yegâne varoluş imkânı sunan şükr'ünü de yitirmek gibi bir ontolojik yokoluş sorunuyla da boğuşuyor aynı zamanda.
İnsan, yazılı kayıtlı insanlık tarihinde, daha önceki çağlarda bizatihî insanın varoluşunun metamorfoza ve mutasyona uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir yokoluş sorunu yaşamadı, hiçbir zaman.
* * *
Oysa akl'ın, fikr'in, kalb'in, zikr'in, zevk'in, şükr'ün "selîm" hâli, insanın inanötesiyle, Yaratıcı'yla, kâinât'la, diğer insanlarla ve varlıklarla "bütünleşme" hâlidir: Yani idrak kapılarının sonuna dek açılabilmesi ihtimali.
Dolayısıyla insanın bütün "selîm" hâlleri, insanın derinleşmesi, enginleşmesi, "zenginleşmesi" ve kendini aşarak sâhil-i selâmete çıkabilmesi hâlleridir. İnsanı, sâhil-i selâmete çıkarabilecek bu idrak genişliğini insana kazandıran yegâne kaynak, bütün selîm hâllerini üreten ve selîm'le aynı etmimolojik ve semantik kökü paylaşan İslâm'dır.
"İslâmiyet, insaniyet-i kübrâ [büyük insanlık]dır" diyen Bediüzzaman, bu gerçeği derinlemesine kavrayarak hareket edebilen düşünürlerin başında geliyor ve bu gerçeği enfes bir dille şöyle ifade ediyor 23. Söz'de: "İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. [Çünkü seküler-kapitalist Batı uygarlığı gibi, bütün tabiî varlıkları, cansız, hükmedilecek bir nesne olarak konumlandırarak, tabiatı -ve diğer insanları- yok eden bir sürecin temellerini atmak yerine, Yaratıcı'yı tesbih eden canlı varlıklar olarak kabul eder; insanı, Yaratıcı'yla ve kâinât'la dost hâline getirir; cemâl ve kemâl noktasına ulaştırarak insanın idrak kapılarını sonsuza -kadar- açar]. Küfür, insanı [nefsine, egosuna, arzularına, fetişlerine, araçlara teslim ederek] gâyet âciz bir canavar hayvan eder."
06.01.2012 Yeni Şafak
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.