- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
YUSUF KAPLAN'DAN: KÜLTÜR'ÜN DİLDE VE ŞEHİRDE İŞLEDİĞİ CİNAYET
Şehri, insan olarak veya insanı, şehir olarak düşündünüz mü hiç? İnsanı tabiata, hayata ve diğer insanlara yabancılaştıran kültür'ün icadı modern insanın, böyle bir şeyi düşünebilmesi mümkün mü? Şehri insan olarak düşünen pek çok düşünür, sanatçı ve bilge

Medeniyet dilimizi katleden öztürkçecilerin işlediği cinayetlerin meyvelerini devşiriyoruz gördüğünüz gibi! Latince ve Grekçe gibi Batı uygarlığını kuran dillerin ana kavramları bütün Avrupa dillerinde ortaktır; bu kavramları, Avrupa dillerinden atın bakalım, "dil" diye bir şey kalır mı ortada ve ne yaparlar adama?
Arapça, Farsça, hatta Fransızca, Latince, Grekçe tutmuş, Türkçeleştirilmiş, Türkçe'nin sentaksına uyarlanmış kelimeleri / kavramları Türkçe'den atmak demek, Türkiye'yi tastamam bir zihnî çöle çevirmek demektir: Oysa bu, bir toplumun varolma ve düşünme imkânlarının yegâne vasıtası olan dilin köklerinin kurutulmasıyla, ruhsuzlaştırılmasıyla, semantik intihara maruz kılınmasıyla sonuçlanan bir cinayettir. Hiç kimse, bir toplumun medeniyet dilini yok ederek, o toplumu, düşünme yetilerini yitiren ilkel yaratıklara dönüştürme hakkını kendinde göremez! Çünkü bu, bir totalitarizm biçimidir.
"Medine", "din" ve "medeniyet" sözcükleri arasında etimolojik, semantik ve tarihî bakımdan kopmaz bağlar olduğunu düşünmeniz bile, Türkiye'de dilin, İslâmî anlam haritalarından arındırılması adına nasıl köklerinin kurutulduğunu, çölleştirildiğini, ruhsuzlaştırıldığını, yok edildiğini idrak edebilmeniz için kâfidir.
Son Paris seyahatimde, Meridian Hotel'in 25. katında bir oda vermişti görevli. "25. kat mı? Gerçekten mi? Olamaz!" diye ürküntüyle karışık insiyakî bir tepki verdiğimi hatırlıyorum.
Odanın, Constantin Guys'un tablolarıyla donatıldığını görünce, "şaka mı bu; böyle bir çelişkiyi dünyada arasam bulamam!" diye sevincimden pencereye koşmuştum hemencecik: Paris, 25. kattan çok berbat görünüyordu: Eyfel'in gecenin karanlığında Paris'in üzerine çöken hayaleti hâkimdi kente.
Sabahleyin, gündüz gözüyle bir kez daha baktığımda Paris'e, sadece taş yığınını ve silikleşen ama yine de kente hükmeden Eyfel'in çelikten, korkuluğu andıran hayaletini görünce, "Baudelaire, haklıymış Constantin Guys'un tablolarını bu kadar yüceltmekte" dedim kendi kendime.
Constantin Guys, kim miydi? İkinci sınıf bir ressamdı; "kötü sanat"ın ünü Paris'i çok çok aşan temsilcilerinden biri.
İşte büyük şair Baudelaire, modern kent topoğrafyası ve kent hayatı üzerine bütün modern şehircilik araştırmalarına hâlâ ilham kaynağı olmayı sürdüren, 1845 yılında yazdığı "Modern Hayatın Ressamı" başlıklı önemli makalesinde, modern kentin hayatı ve insanı nasıl öldürdüğünü enfes bir şekilde anlatırken, hayata değen, hayatı göremediğimiz katmanlarıyla, renkleriyle, canlılığıyla, ritmiyle resmeden ender ressamlardan biri olarak gördüğü Constantin Guys'un tablolarına sığınıyordu.
"Hayata, insana ve tabiata saldırının en ürpertici örneklerinden biri bu bina olmalı", demiştim, Meridian Hotel'i dışarından, uzaktan gördüğümde. Hotel'in 25. katına çıkıp da, "Constantin Guys'un, hayatı öldürenlere meydan okuduğu tablolarının böylesine ruhsuz bir otel'in odasında ne işi var?" diye sormadan edemedim kendi kendime.
Şehir, insanca ve insanla "konuşabildiği" zaman, insan da şehrin dilinden anlar, şehirce ve şehirle konuşmaya başlar.
Dil'in bizim klasik edebiyatımızda "gönül" anlamına geldiğini düşünecek olursak, kültür'ün, insanı ve şehri nasıl öldürdüğünü, hem bizim dilimizi yoksullaştıran ve ruhsuzlaştıran çölleşmenin, hem de Paris örneğinde insanı hayattan ve şehirden uzaklaştıran taşlaşmanın insanı da taşlaştıran yegâne kaynak olduğunu görmekte zorlanmayız.
"Dil"lerini yitiren insanlar, elbette "şehir" kurmayacaklardı/r. İnsanın ve tabiatın bir yansıması ve "ruh kardeşi" olması gereken "şehri", insana ve tabiata saldırıya dönüştüren kültür'se elbette sadece büyük varoluşsal paradoksların eşiğine fırlatacaktı/r insanı.
Kültür, şehir ve dil meselelerini tartışmaya devam edeceğiz...
11.07.2011 Yeni Şafak
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.