• İstanbul 17 °C
  • Ankara 15 °C

Mustafa Atikebaş: Hazır Leblebi Yahut Ömer Seyfettin

Mustafa Atikebaş: Hazır Leblebi Yahut Ömer Seyfettin

Millet hayatında kolaycılık, telafisi mümkün olmayan sorunlara yol açabileceği gibi bizatihi sorun çözme becerisine de ket vurduğundan başladığımız yerin bile gerisine savrulmamıza neden olur. Hiçbir milletin kültürü, dili ve edebiyatı bir gecede oluşmamış, asırların üst üste yığdığı tabakalar halinde bugüne ulaşmıştır. Her yeni gelen neslin vazifesi tabakalar arasındaki irtibatı keşfetmektir. Ancak bu yolla bu büyük yığına yeni kültür tabakası eklenebilir.

Konya’da – büyük ihtimalle Anadolu’nun pek çok yerinde de – firik/ferik diye bilinen bir yiyecek var. Taze nohutun odun ateşinde, sac üstünde kavrulmasıyla yapılan bir çeşit leblebi. Leblebiyi kuruyemişçiden almayı itiyat edinmişler için tuhaf, hatta lezzetsiz bulunabilir. Fakat öğretici bir yiyecek olduğu şüphe götürmez. Yaşadığımız çağda leblebinin nasıl yapıldığını merak etmemiş, haliyle leblebiyle nohut arasında irtibat kuramayan çocuklarımızın sayısı hiç de azımsanmayacak düzeydedir sanırım. Firik yiyen bir çocuksa yalnızca bu irtibatı kurmakla kalmaz, nohutun yaş halini, hatta daha evvelini de bileceği için onun, yediği yiyecek hakkındaki bilgisi derinleşir. Bilgilerimiz gibi zevklerimiz de derece derece oluşur. Son tahlilde leblebi de firik de lezzetli sayılabilir, fakat alınan lezzetin derecesi aynı olmaz.

Maarif sistemimizin en önde gelen problemlerinden biri öğrencilerimizin okuduklarını anlama konusundaki yetersizlikleridir. Yeni müfredat, yerinde bir tercihle okuma-anlama-dinleme-yazma becerileri üzerine bina edilse de henüz istenen düzeyde sonuç alınamadı. Bu eksikliği gidermenin yolu daha çok kitap okumaktır diyerek meseleyi hallettiğimizi sanıyoruz. Peki, ya sorun kitaplardaysa!

               Geçtiğimiz aylarda, ülkemizin kalburüstü yayınevlerinden bazılarının “günümüz Türkçesiyle” adı altında Ömer Seyfettin hikâyelerini neşrettiklerini gördüm. Bir an için şaka olduğunu düşündüm. Halid Ziya ya da Cenap Şahabettin gibi ediplerimizin kitaplarının günümüz Türkçesine çevrilmesi alıştığımız bir durum. Belki de gerekli; zira Türkçenin 20. Yüzyıldaki değişmesi emsali olmayan bir vakıa. Sıra O’na gelmez diye düşünmüştüm, yanılmışım!

Ömer Seyfettin’in edebiyatımızdaki –hususi olarak hikâyemizdeki–  yeri apayrıdır. Modern Türk hikâyesinin kurucusu ve pek çok yönden hâlâ aşılamamış bir temsilcisidir. Böyleyken onunla ilgili tasarruflarda daha titiz olmak icap eder. Henüz çok erken bir yaşta (36) vefat etmesine rağmen bugün her yaştan okuyucu tarafından zevkle okunan ve pek çoğu kelimenin tam anlamıyla bir Türk klasiği olmuş hikâyeleriyle meşhurdur. Yıllarca –  yanlış demeyelim ama kesinlikle eksik bir tabir olarak – “çocuk hikâyecisi” olarak anıldı. Milli kültür, fedakârlık, yardımseverlik gibi temaları ustaca işlediği için elbette çocuklar onun hikâyelerinden hep istifade etti, ediyor. Fakat o, bundan fazlasıdır. Edebiyatımızda hikâye/kısa hikâye Ömer Seyfettin’le birlikte şahsiyet kazanmıştır. Bu yüzden bahsettiğim yayınlara herkesten önce hikâyecilerimizin ses yükseltmesi beklenirdi. Eğer gözümden kaçan bir değerlendirme olmadıysa ne edebiyat camiası, ne de akademiden bir tepki duymadım. Ülkemizde muayyen bir çevrenin sadeleştirme konusunda hâlâ ifrata varan bir anlayışta olduğu malûm. Şüphesiz onlar “günümüz Türkçesi”ne yapılan çevirilerden memnundurlar. Peki, Türkçenin son asırda geçirdiği buhrandan her fırsatta şikâyetçi olduğunu dile getirenler; onlar niye sus pus?

 Ömer Seyfettin’i farklı kılan nedir? İddiam odur ki günümüz Türkçesine çevrilmesi gereken en son yazarımızdır o. Meşhur “Yeni Lisan” makalesiyle Türkçenin sadeleştirilmesi yolunda en ciddi adımı atanlardan biriydi. Çok değil, yaklaşık bir asır önce Türkçeyi gereksiz terkip ve tamlamalardan kurtarıp sade Türkçenin bayraktarlığını yapmış birinin birkaç nesil sonra anlaşılmaz bulunup sadeleştirilmesi hazin değil mi? Kaldı ki anlaşılmaz olduğuna da inanmıyorum. Bahsi geçen kitapların yayımlanmasından sonra kütüphanemde bulunan külliyatına tekrar baktım. Bendeki kitaplar Prof. Nazım Hikmet Polat tarafından hazırlanan “Ötüken” baskıları. Hikâyelerde, günümüz Türkçesinde anlaşılması zor görünen kelimeler köşeli parantez içinde verilmiş ki doğru ve tabiî olan da budur. İşte “günümüz Türkçesiyle” adı altında yayımlanan kitaplara adını veren iki hikâyeden, Bahar ve Kelebekler ile Perili Köşk’teki misaller: esatir [efsanevi tarih], muharrik [tahrik edici], letafet [hoşluk), şule [alev], mütenasip [orantılı], müebbet [ebedî], esvaplarını [giysilerini], cesim [büyük], tezyinata (süslemelere], sarih [açık], mihanikî [alışkanlıkla yapılan]… 

Kitap okumak her şeyden önce bir keşif işidir. Çocuklarımız kitap okurken sadece edebiyat estetiği ve bilgi edinmez; aynı zamanda yeni kelimeler öğrenirler. Anlama becerisi ancak geniş bir kelime hazinesiyle geliştirilebilir. Elbette her metinde yeni ve daha önce hiç karşılaşmadıkları kelimeler olacak. Bu sayede lugata gidecekler. Lugatların da okunacak kitaplar olduğunu kavrayacaklar ve anadillerini bütün yönleriyle öğrenecek, sevecekler. Şimdi, biz istiyoruz ki çocuklarımız bütün bu çabayı sarf etmesin, onların işini kolaylaştıralım, hazırını verelim. Bunun sakıncaları üzerinde düşünmek gerekir. Kolaycılığa alışan çocuklarımız korkarım ki öğrenme iştiyaklarını kaybedecekler. Neticede sonraki nesiller, metinlerin orijinalleriyle alakalarını büsbütün kesmiş olacaklar. Ömer Seyfettin’i anlayamaz duruma gelmişsek bu vahim; daha vahimi ise bu duruma alışmak, kolaycılığa teslim olmak. Birazcık ısrar ve gayretle henüz can çekişen, fakat hayatta kalmaya direnen kelimelerimizi kurtarabiliriz böylece. Kelimelerin ölümünü izlemeye doymadık mı?

Merhum Cemil Meriç, kelimeler için; “gönülden gönüle köprü, asırdan asıra merdiven” demişti. Biz merdiveni kırmak, köprüyü yıkmak istiyoruz, yazık. Hazır leblebiyi yine yesin çocuklarımız; fakat onları “firik”ten mahrum bırakmaya hakkımız yok.

Bu haber toplam 328 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim