• İstanbul 25 °C
  • Ankara 26 °C

Mustafa Kara: Hz. Abdülkâdir Belhî

Mustafa Kara: Hz. Abdülkâdir Belhî
Sernâyî Niyazi Sayın Üstadımıza..*Vefatının 100. Yılında

Dervişlerin meşhur cümlesiyle söze başlayalım: “Allah’a doğru giden yollar, yaratıkların sayısıncadır”  İslâm kültür ve medeniyetine bir bütün olarak bakıldığında, bütün mezhep, meşrep ve tarikatları içine alan  bu cümle şöyle bir benzetme ile şerhedilebilir: İslâm kültür tarihi yüz şeritli bir otoyol gibidir. Bu şeritlerden biri de tasavvuftur. Tasavvuf ta kendi içinde yüz şerittir, bu şeritlerden biri de melamîliktir. “Yolcu”lar için hazırlanan bu  yollar aynı zeminde oldukları  için birbirlerine  etki etme ve etkilenme kapıları daima açıktır.  Tarikatlar ve tekkelerdeki eğitim  sisteminin bazı unsurları  melamî neşveye uygun değilse de alışverişler/geçişler daimidir. Mesela Kuşadalı İbrahim Efendi, Bosnalı Mehmet Tevfik  Efendi, Tırnovalı Ahmed Amiş Efendi , Halvetiyye tarikatının Şabaniyye koluna mensupturlar  ama melamî neşvededirler.  Konumuza gelelim: Abdülkadir Belhî , Nakşibendiyye’nin Müceddidiye koluna mensuptur ama İstanbul’da, melâmî  zevk ve neşveyi en üst seviyede terennüm eden ve yaşayan bir derviştir.

Buhara Bursa İstanbul gönül yolunun yolcularından biri de Abdülkadir Belhî’dir. Bugünkü Afganistan’ın kuzeyinde bulunan Kunduz kentinde Nakşî-Müceddidî yoluna mensup Süleyman Efendi’nin oğlu olarak 1839 tarihinde doğmuştur. İlk bilgilerini aile ortamında  tamamlarken  bazı sıkıntılar sebebiyle tıpkı  hemşehrileri  Sultanu’l-ulema ve   oğlu Calâleddin gibi “Batı yolculuğu” başlamış, İran Irak üzerinden Konya’ya oradan da Emir Buharî’nin memleketi Bursa’ya ulaşmışlardır. Sultan Abdülaziz’in daveti üzerine müridleriyle birlikte  İstanbul’a geçen  Süleyman Efendi[1]  1867 de Eyup Nişancasında  Murad Buharî dergâhına[2] şeyh olmuştur.[3] Yirmi yıl süren bu görev 1887 tarihinde vukubulan vefatıyla oğlu  Abdülkadir Belhî’ye intikal etmiştir.

Tasavvufî terbiyede ilk mürşidinin, babası olduğu  bilinmektedir. Uzun seyahatlarda tanıştığı  ve farklı meşrebleri temsil eden insanlar bir tarafa, İstanbul’da Bayramî /Hamzavî melâmîlerinin kutbu kabul edilen Mora’lı Bekir Reşad Efendi’nin sohbetleri onu daha farklı bir “yol” ile tanıştırmıştır. Mürşidinin 1875 tarihinde âlem-i cemale intikaliyle birlikte  yolun rehberliği  , 27 Receb 1341/15 Mart 1923  tarihine  kadar Hz. Belhî’nindir[4]. O farklı meşreplerden beslendiği gibi farklı tarikatlara mensup zatlar da ondan feyz almıştır.

Bunlardan biri de Erzurum’lu Osman Kemalî Efendi’dir (ö. İstanbul, 1954)  Hayatının iniş ve çıkışlarını özetleyen “idim” redifli uzun şiirinde  şöyle diyor:

Eyup civarında buldum selamet

Orada parladı nûr-ı hidayet

İmam-ı zamana ettim  inâbet

O ulu dergâhın hasiri idim

*

Orada verildi cümle mevâhib

Orada kesildi her bir metâlib

Orda tamam oldu menzil merâtib

Yukub-i zamanın Beşiri idim

On sekiz yıl hizmet ettiği mürşidinin son anlarını anlatan şiiri ise  Aşk Sızıntıları isimli eserindedir[5]:

Bir mübarek gündü gecesi Regâib’den ayân

Hâce-i hikmet dediler istiyor seni şu an

Acz ile vardım huzûr-i pâke yüz koydum yere

Bekledim emr-i şerifi n’olduğun oldu ayân

Sûre-i Tahâ kıraat etmemi emrettiler

Okudum Esmâ-yı hüsnâya yetişmiştim heman

Tuttuğum el düştü elden hayrete daldım tamam

Sanki gâibden haber verdi edip teslim-i cân

Öyle bir gün oldu kim gündüz gece halk-ı bilâd

Şeyh Murâd Dergahı’nı hep eylediler âşiyân

Tâ sabah ol pir önünde eyledik zikr u niyaz

Ölmemişdi hep görenler gördüler yoktur yalan

Belh’de Kunduz ilinde doğdu ol mâh-ı cemâl

Arz-ı İstanbul’da erdi aslına Sâhib-zaman

Aşk ile Kur’an’ı Hafız Sami[6] tertil eyledi

Vecde saldı cümleyi ol bülbül-i bâğ-ı cinân

Seyyid Abdülkadir’in Seyyid Süleyman babası

Cedd-i pâkini Hüseyn-i pâk etmekçun beyan

Geldi Oniki imam hüsn-i şehâdet eyledi

Allah Allah dedi, oldu  Rahmet-i Hakka revân

*

Oğlu Ahmet Muhtar 1933 tarihinde vefat etmiştir[7].

 

TANIYAN DOSTLAR

Onu, İstanbul’da bizzat  görenlerin İfadeleriyle biraz daha yakından tanımaya çalışalım:

  1. İbnülemin  Mahmud Kemal

Osmanlı kültürünü Cumhuriyet’e taşıyan sağlam köprülerden biri olan İbnülemin , Son Aşır Türk Şairleri isimli eserinde tanıttığı şairlerden biri de Belhî’dir.

“Seyyid Abdülkadir Efendi,  Özkend hükümdarı Seyyid Burhaneddin Kılıç ahfâdından Şeyh Seyyid Süleyman Efendi’nin oğludur. 1255 te Belh civarında Kunduz denilen mahaldeki hanikahta doğdu. Belh’te mezâlimin tekessüründen dolayı üçyüz kadar tevâbii ile  hicret eden pederiyle –dört yaşında iken- İran ve Irak’a geçip Konya ve Bursa’ya ve bilahare İstanbul’a geldi.

Pederinden tahsil-i marifet ve ahz-i tarikat etti. 1294 te pederinin irtihali üzerine Şeyh Murad Buharî dergâhımeşihatine tayin kılındı.

Son zamanlarda üç sene kadar istiğrak hali zuhur edip söz söylemez oldu. İntikalinden biraz evvel küçük biraderi Seyyid Burhaneddin Efendi’yi celbettirdi. “Burhan Can” diye kucaklayıp parmağı ile yol göründüğünü işaret etti. Efrad-ı aile ağlamaya başlayınca “ Allah’a ısmarladık, Hakk’a emanet ettik” dedi.

27 Recep 1341 de86 yaşında ve meşihatının 47. Senesindeirtihal eyledi. Eyup Hz. Halid cami-i şerifinde namazı cemaat-ı kesire ile eda edilerek dergâhın haziresindepederinin yanına defnolundu.

Âbid, zâhid, hüsn-i zanna layık fazıl bir merd-i ârif idi. Türk, Arap, Fars, Çağatay lisanlarına vâkıf idi”[8]

 2.Hüseyin Vassaf

Sefine-i Evliya isimli eseriyle Osmanlı dönemi Tasavvuf tarihi hakkında  çok önemli bilgileri bir araya getiren derviş Hüseyin Vassaf’ın onunla ilgili tesbitlerinden bir bölüm şöyledir  :

“Naş-i mübareklerini gasleden, Eyup meşayıhı huzuruyla Şeyh Ceylan Efendi’dir. Medfen-i mübarekleri pederinin yanındadır. Onların da üzerine hiçbir şey yapılmamıştır. Vasiyetleri  böyle imiş.

Cenazelerinde bulunmuş idim. Hz. Halid’e[9] getirdiler. Azim kalabalık vardı. Rûhaniyet-i mahsûsaları  herkesin kalbini lebriz etmiş idi.

Orta boylu, buğday renkli, mutavassıt, beyaz ve sık sakallı, kara gözlü, güzel sözlü, pâk özlü idi. Hafif söylerdi.Tab’ı cemâle nâzır, rahm ü şefkatleri galib idi. Dergâh-ı şerifte Cuma geceleri zikr-i şerif cemiyeti olur, erbâb-ı mahabbetle dolar idi. Âdâb-ı Muhammediyye ile müeddeb şeriat-ı mutahhara ile mühezzeb idi.  Sevdiklerine ‘kuzum’ tabirini kullanırlar idi. Sohbetleri daima ilmî , irfânî idi.

Ricâl-i Hamzavî’den[10] olup İdris-i Muhtefî  nâmiyle meşhur ve Tersane arkasındaki tepede mukbûr olan Hace Ali Rumî hazretleri müşarunileyhi manen mazhar-ı feyzi edip esrar tevdi etmekle şiddet-i tesettür neşeşi[11] uyandırmışlardı. Filhakika hal-i hayatlarında müşarunileyhi kimse takdir edememiştir. Meşayıh-ı rüsûm , dergâhlarına gelen meşayıhın tekkelerine giderler, adetleri böyledir. Bir şeyh diğer meşayih tekkelerine gitmezse veliyy-i zaman olsa onun tekkesine kimse gitmez. Abdülkadir Efendi hiçbir yere gitmediğinden ona da kimse gelmezdi.

Burhaneddin Belhî, Fakir’e Hz. Şeyh’in hatt-ı dest-i mübarekeleriyle yazılmış bir Esraru’t-Tevhid nüshası ihda buyurdular.”[12]

3.Abdülbakî Gölpınarlı

Fuat Köprülü’nün danışmanlığında kaleme aldığı  ve 1931 yılında basılan Melamilik ve Melamiler isimli mezuniyet tezinde şöyle diyor:

“ Babasından Nakşibendî icazeti alan Seyyid Abdülkadir Efendi , İstanbul’da  Seyyid Bekir Reşad Efendi’den de Hamzaviyye’ye’ intisab eylemiştir. Suret-i intisabı hakkında Konyalı Muallim Arif Efendi’den şu menkabeyi işittim:

Seyyid Abdlkadir Efendi Konya’da iken rüyasında  Bekir Reşad Efendi’yi görmüş, o da Abdülkadir Efendi’ye  ‘manen kendisini terbiyeye memur olduğunu, zaman fevtetmeden İstanbul’a gelmesini’ söylemiştir. Bu rüya birkaç gece tekerrür etmekle nihayet babasına söylemiş. Hatta Konya’dan hicretlerine de bu rüya sebep olmuş. Bursa’ya geldikleri vakit, Bekir Reşat Efendi tekrar görünmekle beraber Sultan Abdülaziz’ de Süleyman Efendi’yi İstanbul’a davet etmiş. Bu suretle İstanbul’a gelen Abdülkadir Efendi babasıyla beraber evini bilmedikleri Bekir Efendi’yi bulmak için yola düşmüşler… O gün Seyyid Abdülkadir Efendi’nin kalbine bakıp kendisini vahdet neşesiyle sermest eylemiş.. Abdülkâdir Efendi vefatına kadar Hamzaviyye ricaliyle sohbet etmekle  beraber rehberlik hizmetiyle bir çok kimseleri de  Hamzaviliğe idhal etmiştir… Şiirde Belhî ve Kadir-i Belhî tehallus eden Abdülkadir Efendi’nin eş’ârı, şiir nokta-i nazarından değil tasavvuf nokta-i nazarından çok kıymetlidir. Tasavvufun dekâik ve esrarını vüzûh ile anlatan son asrın en büyük sûfi şairi hiç  süphesiz ki bu zattır”[13]

4.Sadeddin Nüzhet Ergun

İstanbul Hallaç Baba dergâhının son şeyhi olan Ergun, çok eser veren dervişlerden biridir. Türk Şairleri isimli tamamlanamayan eserinde şöyle diyor:

“Şairin yakın akrabasından olan muallim Bay Cafer’in verdiği varakada  ‘Abdülkadir Belhî’nin silsile-i nesebi 33. bâtında Hz. Peygamber’e müntehi olur’ diyor… Konya’da iken Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabî’nin bazı eserlerini istinsah ile meşgul oldu. Prof. Bay Şerafeddin’in (Yaltkaya) rivayetine göre Şeyh Süleyman da Şeyh-i Ekber’in el yazısıyla mevcut olan Fütühât-ı Mekkiyye’sini okumuş ve kapağına bu eseri okuduğuna dair bir kayıt koymuştur. Bay Cafer verdiği varakada diyor ki: ‘Abdülkadir Efendi pederi gibi meşâyih-i Nakşiyye’den olmakla beraber Hamzavî meslekine de saliktir. İhtisab Ağası Hüseyin Bey ve Âdile Sultan’ın kahyalıklarından mütekâid  Seyyid Bekru’r-Reşâd Efendi’ye  intisabla Hamzavî olmuş ve Reşad Efendi’nin vefatından sonra kutup tanınmıştır. Doğrudan doğruya ve diğer tarikatlardan bilhassa Mevlevîlerden bir çok mensuba maliktir’… Abdülkadir Belhî, son asrın en çok şöhret kazanan âlim mutasavvıflarından biridir. Vücüda getirdiği eserler de tamamen mutasavvıfânedir. Mevlana’dan sonra onun kadar manzume yazan mutasavvıfa hemen hemen tesadüf edilmez….Şair Türkçe manzumelerini bazen Anadolu lehçesiyle, bazen Çağatay lehçesiyle yazmış ve ekseriyetle aynı manzumede her iki lehçeyi de kullanmıştır. Esasen hiçbir bediî gaye gözetmeyen ve yalnız vâridâtını tesbit etmek isteyen Abdülkâdir Belhî’yi bir sanatkâr olarak değil bir sûfi olarak tetkik etmek icap eder.”[14]

5. Şemseddin Mısrî

Bursa Mısrî Dergâhı postnişini Şemseddin Efendi 16 Mayıs 1907 tarihli  notları nın konumuzu ilgilendiren kısmı şöyledir:  “Perşembe günü biraderle Köprü’ye geldik, Dr. Kadir Efendi ile görüştük. Eyup Sultan’a gittik. Kur’ân-ı Kerim’den sonra indimde  en aziz bildiğim kitap Yenâbiu’l-mevedde ’nin camii olan zatı ziyaret etmek bende bir arzu-yi şedid idi. Kadir Efendi oraya mensupmuş. Her ne ise Nişanca’da Murat Molla Dergâhına geldik. Süleyman Efendi hazretlerini ziyaret ettim. Esnayı teveccühüm kabrinin üstünde nurlar telemmu’ ediyor gibi geldi. Badehu mahdumları Şeyh Seyyid Abdülkadir Efendi hazretlerinin nezdine dahil olduk. Elini öptük, çok iltifat buyurdular. Fakir’in Yâdigâr-ı Şemsî’den  ve bir iki Medhiye-i Şâh-ı Velâyet ’ten bilahere göndermiştim. Artık Bursalılardan kimseyi gördüler mi Fakir’e selam gönderirlerdi. Kendileri muhibb-i Ehl-i Beyt ve Ehl-i Beyt’e ihanet edenlere ve yan bakanlara karşı bizâre-i bî mahabbe idiler. Aramızda bazı sohbetler geçti. Biraderin[15] bazı süallerine cevap verdiler”[16]

Şemseddin Mısrî (Ulusoy) Efendi bir yıl sonra Limni’ye, Niyâzî-i Mısrî’nin kabrini ve oradaki dostları ziyaret etmek üzere Mudanya yoluyla tekrar İstanbul’a  geldiğinde konumuzla ilgili bir not daha düşmüş: “ Pazartesi günü Eyup’e gittik. Nişancı’da Şeyh Abdülkadir Efendi hazretlerini ikinci defa ziyaret ettik, bize sigaralar, çaylar ikram etti. Ekser sohbet esnasında gözlerini kapayarak söz söylüyor.”[17]

Mısrî şeyhi ,“Bursa’da misafir iken tanıdığım insanlar” arasında zikrettiği Abdülkadir-i Belhî’yi  “Tarik-i Nakşiyye-i Aleviyye” mensubu olarak tarif ediyor.[18]

 

MANZÛM ESERLERİ[19]

Eserlerin beyt sayısı  itibariyle  Mevlanâ Celaleddin’den sonra ikinci büyük şair olarak bilinen Belhî’nin kaleme aldığı Farsça  kitaplar şöyle sıralanabilir:

1.Divan. 3380 beyt.

2.Yenâbi’ul-hikem.11000 beyt

3.Künüzü’l-ârifin. 5453 beyt

4.Gülşen-i esrâr. 6876 beyt

5.Sunûhât-ı  İlâhiyye ve İlhamât-ı Rabbâniyye. 2260 beyt

6.Şems-i Rahşân. 7777 beyt.

7.Esrâru’t-tevhid

235 beyitlik  Farsça eser 1907 ve 1912 tarihlerinde iki defa İstanbul’da basılmış,  Belhî’nin sohbetlerinden feyz alan  Selanik Valisi  Nazım Paşa (ö. 1926) tarafından[20] özet olarak(156 beyt)  Türkçeye tercüme edilmiştir.[21]

 

Üç  Nutk-ı Şerifi

Avâlim cümlesidir zıll-ı esmâ

Ki zâhir oldu esmadan müsemma

Sıfatından zuhûra geldi ekvân

Bulardan oldu zâhir sırr-ı esma

Müsemmâsına mazhar oldu Âdem

Bu adem oldu câmi-i cümle esma

Bu mazhar oldu vech-i zâta mirât

Bu mirâttan ki Zât oldu hüveyda

Ki Adem mazhar-ı zât-ı Huda’dır

Ki kadrini ânın Hak kıldı i’lâ

Merâtip ademe buldu nihayet

Nihayetten bidayet oldu peyda

Bidâyetle nihâyet ortasında

Tamamı halk u âlemdir serâpa

Bidâyette nihayet oldu mahfi

Bu mahfide bidayet oldu ahfâ

*

Niyâzî-i Mısrî’ye Nazire

Ârif-i billah olanlar aşka eyler iktida

Muktedâsı aşk olanlar oldu Hakk’a intiha

Ârif-i Hak olsa âdem aşk onun yâridir

Aşk eğer hemrâh olursa olur ona rehnüma

Aşk-ı Hakk’dan gayrisi uşşaka olmadı kabul

Aşk-ı Hakk’dan gayrisi uşşaka oldu mâsiva

Aşk-ı vech-i Yârdan gayrisidir dilde keder

Hâne-i dilden süpür ger olsa dilde mâsiva

Vech-i gayr-i yâre kim âşıklar etmez iltifat

İltifat eylerse her kim bulamaz zerre safâ

Yâr’den bî behre olmuşlar bilin divanedir

Her kim ol divane oldu  akl ona etmez vefa

Cevr-i aşka sabredenler ârif-i dânâ olur

Ârif-i dânâ olana cevreder râh-ı Hüda

Aşk bir nâr-ı şererdir masivayı harkeder

Masiva her ne olursa harkedip eyler heba

Kadir-i Belhî Hüda’nın aşkından olma cüda

Aşk-ı Hak olsa dilinde sana Hak’dandır ‘ata[22]

*

Çağatay Şivesiyle

Özindin bâ haber bolgan kişi insan-ı dânâdur

Ki dânâ bolgan insanlar ki  onlar merd-i ma’nadur

Huda’dın başka bilme cümlyesi anıng zuhurıdur

Tamamı cümle-i âlem heme a’lâ vü ednâdur

Görinen cümle-i ekvân zuhurât-ı ilâhidur

Merâtipten özini eylegan izhâr Mevla’dur

Mezâhir oldı bu ekvân anıng ismi irur mahlûk

Mezâhirden olan zahir biling ol Rabb-i A’lâdur

Mezâhir bi lki zahirdur ki mazhar anla batındur

Ki zâhir sûret-i esma  ki muzhir bil müsemmadur

Hakikat kevn-i câmidur ki insanî durur berzâh

İkisi oldı Hak’dam cem’  anıng kim sırr-ı kübrâdur

Vucûd-i âdemide nakşolubdur sırr-ı Kur’ânî

Ki nakşini vücudunda bulan bulan insan-ı dânâdur

Özini bilmeyen âdem hakikat ârif olmadı

Hakikatte olan ârif ki ol insan-ı ma’nâdur

Derûnun kenzine yol bul ki ol kenz-i Huda’dandur

Derûnun Kâdir-i Belhî bilesin beyt-i Rahmandur

***

Bursa, 15 Mart 2023

 

 

[1] Yenâbi’ul-mevedde isimli eseri vardır.

[2] İlk postnişini Murad Buharî , Müceddidiyyenin İstanbul’daki ilk temsilcisidir. Mürşidi İmam Rabbânî’nin oğlu Muhammed Masumdur. O da Belhî gibi yolu Bursa’ya uğrayanlardandır. Dergâhın tarihi ve  mimarîsi hakkında geniş bilgi için bk. DİA, ilgili madde.

[3] Süleyman Efendi’nin seyahatinin detayları ve aile fertleri ile ilgili geniş bilgi için bk. Yusuf Öz, Afgan Türkistan Muhacirlerinden Süleyman Belhî Ailesi ve Defter-i Kuyûdat” Fihristi, Bilig,  Güz 2002, sy. 23. S.157-187. Defter-i Kuyûdat iki cilt halinde Revak  yayınları tarafından neşredilmiştir.

[4] 27 Receb 1341/15 Mart 1923

[5] Baha Doğramacı tarafından 1947 yılında neşredilmiştir. Kitapta yer alan şiirlerMustafa Tatçı tarafından şerhedilmiştir. İstanbul, 2016.

[6] 1874-1943 yılları arasında yaşayan meşhur hafız ve hanende.

[7] Belhî’nin kardeşi Burhaneddin Belhî’nin Defter-i Kuyudât adlı eserinde aile ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Nşr. Aliye Uzunlar-Arzu Meral, İstanbul 2017.

[8]  Son Asır Türk Şairleri, I/26-27.

[9] Eyüp Sultan’a.

[10] Bosna’lı Hamza Bali ile(ö.1573) oluşmaya başlayan melâmî neşve. DİA , ilgili md.

[11] Gönül zenginlikleri/sırları saklı tutmak.

[12] Sefine-i Evliya, 2/ 401-402.

[13] Melamilik ve Melâmiler, s, 182-183.

[14] Türk Şairleri,  I/ 229 vd.

[15] Seyyid Usûl Dergâhı şehi Ali Haydar Efendi

[16] Şeyh  Mehmed Şemseddin Mısrî, Dildâr-ı Şemsî Niyâzî-i Mısrî’nin İzinde Bir Ömür Seyahat, İstanbul 2016, s.145. Mısrî’nin bazı eserlerini arkadaşlarımla birlikte yeni harflere aktardık  ve sekiz cilt halinde Bursa/Osmangazi Belediyesi tarafından neşredildi.

[17] Age, s.150.

[18] Age,248.

[19] Eserleri, Belhî’nin torunu Neşen  Çağıl tarafından tercüme edilmiş , Yüce Gümüş tarafından  İstanbul Tasavvuf ve Musiki Araştırmaları Derneği yayınları  arasında  neşredilmiştir.

[20] Şair Nazım Hikmet’in dedesidir. Nazım Hikmet de Selanik doğumludur.

[21] Belhî ile ilgili son yıllarda yapılan çalışmalar ve bazı değerlendirmeler için bk. Nurgül Bağcı, Şeyh Murad Buharî Dergâhının Son Şeyhi Abdülkadır Belhî, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 2019, s.1861.

[22] Melamilik ve Melamiler, s. 185-186.

Bu haber toplam 358 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim