Dervişlerin meşhur cümlesiyle söze başlayalım: “Allah’a doğru giden yollar, yaratıkların sayısıncadır” İslâm kültür ve medeniyetine bir bütün olarak bakıldığında, bütün mezhep, meşrep ve tarikatları içine alan bu cümle şöyle bir benzetme ile şerhedilebilir: İslâm kültür tarihi yüz şeritli bir otoyol gibidir. Bu şeritlerden biri de tasavvuftur. Tasavvuf ta kendi içinde yüz şerittir, bu şeritlerden biri de melamîliktir. “Yolcu”lar için hazırlanan bu yollar aynı zeminde oldukları için birbirlerine etki etme ve etkilenme kapıları daima açıktır. Tarikatlar ve tekkelerdeki eğitim sisteminin bazı unsurları melamî neşveye uygun değilse de alışverişler/geçişler daimidir. Mesela Kuşadalı İbrahim Efendi, Bosnalı Mehmet Tevfik Efendi, Tırnovalı Ahmed Amiş Efendi , Halvetiyye tarikatının Şabaniyye koluna mensupturlar ama melamî neşvededirler. Konumuza gelelim: Abdülkadir Belhî , Nakşibendiyye’nin Müceddidiye koluna mensuptur ama İstanbul’da, melâmî zevk ve neşveyi en üst seviyede terennüm eden ve yaşayan bir derviştir.
Buhara Bursa İstanbul gönül yolunun yolcularından biri de Abdülkadir Belhî’dir. Bugünkü Afganistan’ın kuzeyinde bulunan Kunduz kentinde Nakşî-Müceddidî yoluna mensup Süleyman Efendi’nin oğlu olarak 1839 tarihinde doğmuştur. İlk bilgilerini aile ortamında tamamlarken bazı sıkıntılar sebebiyle tıpkı hemşehrileri Sultanu’l-ulema ve oğlu Calâleddin gibi “Batı yolculuğu” başlamış, İran Irak üzerinden Konya’ya oradan da Emir Buharî’nin memleketi Bursa’ya ulaşmışlardır. Sultan Abdülaziz’in daveti üzerine müridleriyle birlikte İstanbul’a geçen Süleyman Efendi[1] 1867 de Eyup Nişancasında Murad Buharî dergâhına[2] şeyh olmuştur.[3] Yirmi yıl süren bu görev 1887 tarihinde vukubulan vefatıyla oğlu Abdülkadir Belhî’ye intikal etmiştir.
Tasavvufî terbiyede ilk mürşidinin, babası olduğu bilinmektedir. Uzun seyahatlarda tanıştığı ve farklı meşrebleri temsil eden insanlar bir tarafa, İstanbul’da Bayramî /Hamzavî melâmîlerinin kutbu kabul edilen Mora’lı Bekir Reşad Efendi’nin sohbetleri onu daha farklı bir “yol” ile tanıştırmıştır. Mürşidinin 1875 tarihinde âlem-i cemale intikaliyle birlikte yolun rehberliği , 27 Receb 1341/15 Mart 1923 tarihine kadar Hz. Belhî’nindir[4]. O farklı meşreplerden beslendiği gibi farklı tarikatlara mensup zatlar da ondan feyz almıştır.
Bunlardan biri de Erzurum’lu Osman Kemalî Efendi’dir (ö. İstanbul, 1954) Hayatının iniş ve çıkışlarını özetleyen “idim” redifli uzun şiirinde şöyle diyor:
Eyup civarında buldum selamet
Orada parladı nûr-ı hidayet
İmam-ı zamana ettim inâbet
O ulu dergâhın hasiri idim
*
Orada verildi cümle mevâhib
Orada kesildi her bir metâlib
Orda tamam oldu menzil merâtib
Yukub-i zamanın Beşiri idim
On sekiz yıl hizmet ettiği mürşidinin son anlarını anlatan şiiri ise Aşk Sızıntıları isimli eserindedir[5]:
Bir mübarek gündü gecesi Regâib’den ayân
Hâce-i hikmet dediler istiyor seni şu an
Acz ile vardım huzûr-i pâke yüz koydum yere
Bekledim emr-i şerifi n’olduğun oldu ayân
Sûre-i Tahâ kıraat etmemi emrettiler
Okudum Esmâ-yı hüsnâya yetişmiştim heman
Tuttuğum el düştü elden hayrete daldım tamam
Sanki gâibden haber verdi edip teslim-i cân
Öyle bir gün oldu kim gündüz gece halk-ı bilâd
Şeyh Murâd Dergahı’nı hep eylediler âşiyân
Tâ sabah ol pir önünde eyledik zikr u niyaz
Ölmemişdi hep görenler gördüler yoktur yalan
Belh’de Kunduz ilinde doğdu ol mâh-ı cemâl
Arz-ı İstanbul’da erdi aslına Sâhib-zaman
Aşk ile Kur’an’ı Hafız Sami[6] tertil eyledi
Vecde saldı cümleyi ol bülbül-i bâğ-ı cinân
Seyyid Abdülkadir’in Seyyid Süleyman babası
Cedd-i pâkini Hüseyn-i pâk etmekçun beyan
Geldi Oniki imam hüsn-i şehâdet eyledi
Allah Allah dedi, oldu Rahmet-i Hakka revân
*
Oğlu Ahmet Muhtar 1933 tarihinde vefat etmiştir[7].
TANIYAN DOSTLAR
Onu, İstanbul’da bizzat görenlerin İfadeleriyle biraz daha yakından tanımaya çalışalım:
- İbnülemin Mahmud Kemal
Osmanlı kültürünü Cumhuriyet’e taşıyan sağlam köprülerden biri olan İbnülemin , Son Aşır Türk Şairleri isimli eserinde tanıttığı şairlerden biri de Belhî’dir.
“Seyyid Abdülkadir Efendi, Özkend hükümdarı Seyyid Burhaneddin Kılıç ahfâdından Şeyh Seyyid Süleyman Efendi’nin oğludur. 1255 te Belh civarında Kunduz denilen mahaldeki hanikahta doğdu. Belh’te mezâlimin tekessüründen dolayı üçyüz kadar tevâbii ile hicret eden pederiyle –dört yaşında iken- İran ve Irak’a geçip Konya ve Bursa’ya ve bilahare İstanbul’a geldi.
Pederinden tahsil-i marifet ve ahz-i tarikat etti. 1294 te pederinin irtihali üzerine Şeyh Murad Buharî dergâhımeşihatine tayin kılındı.
Son zamanlarda üç sene kadar istiğrak hali zuhur edip söz söylemez oldu. İntikalinden biraz evvel küçük biraderi Seyyid Burhaneddin Efendi’yi celbettirdi. “Burhan Can” diye kucaklayıp parmağı ile yol göründüğünü işaret etti. Efrad-ı aile ağlamaya başlayınca “ Allah’a ısmarladık, Hakk’a emanet ettik” dedi.
27 Recep 1341 de86 yaşında ve meşihatının 47. Senesindeirtihal eyledi. Eyup Hz. Halid cami-i şerifinde namazı cemaat-ı kesire ile eda edilerek dergâhın haziresindepederinin yanına defnolundu.
Âbid, zâhid, hüsn-i zanna layık fazıl bir merd-i ârif idi. Türk, Arap, Fars, Çağatay lisanlarına vâkıf idi”[8]
2.Hüseyin Vassaf
Sefine-i Evliya isimli eseriyle Osmanlı dönemi Tasavvuf tarihi hakkında çok önemli bilgileri bir araya getiren derviş Hüseyin Vassaf’ın onunla ilgili tesbitlerinden bir bölüm şöyledir :
“Naş-i mübareklerini gasleden, Eyup meşayıhı huzuruyla Şeyh Ceylan Efendi’dir. Medfen-i mübarekleri pederinin yanındadır. Onların da üzerine hiçbir şey yapılmamıştır. Vasiyetleri böyle imiş.
Cenazelerinde bulunmuş idim. Hz. Halid’e[9] getirdiler. Azim kalabalık vardı. Rûhaniyet-i mahsûsaları herkesin kalbini lebriz etmiş idi.
Orta boylu, buğday renkli, mutavassıt, beyaz ve sık sakallı, kara gözlü, güzel sözlü, pâk özlü idi. Hafif söylerdi.Tab’ı cemâle nâzır, rahm ü şefkatleri galib idi. Dergâh-ı şerifte Cuma geceleri zikr-i şerif cemiyeti olur, erbâb-ı mahabbetle dolar idi. Âdâb-ı Muhammediyye ile müeddeb şeriat-ı mutahhara ile mühezzeb idi. Sevdiklerine ‘kuzum’ tabirini kullanırlar idi. Sohbetleri daima ilmî , irfânî idi.
Ricâl-i Hamzavî’den[10] olup İdris-i Muhtefî nâmiyle meşhur ve Tersane arkasındaki tepede mukbûr olan Hace Ali Rumî hazretleri müşarunileyhi manen mazhar-ı feyzi edip esrar tevdi etmekle şiddet-i tesettür neşeşi[11] uyandırmışlardı. Filhakika hal-i hayatlarında müşarunileyhi kimse takdir edememiştir. Meşayıh-ı rüsûm , dergâhlarına gelen meşayıhın tekkelerine giderler, adetleri böyledir. Bir şeyh diğer meşayih tekkelerine gitmezse veliyy-i zaman olsa onun tekkesine kimse gitmez. Abdülkadir Efendi hiçbir yere gitmediğinden ona da kimse gelmezdi.
Burhaneddin Belhî, Fakir’e Hz. Şeyh’in hatt-ı dest-i mübarekeleriyle yazılmış bir Esraru’t-Tevhid nüshası ihda buyurdular.”[12]
3.Abdülbakî Gölpınarlı
Fuat Köprülü’nün danışmanlığında kaleme aldığı ve 1931 yılında basılan Melamilik ve Melamiler isimli mezuniyet tezinde şöyle diyor:
“ Babasından Nakşibendî icazeti alan Seyyid Abdülkadir Efendi , İstanbul’da Seyyid Bekir Reşad Efendi’den de Hamzaviyye’ye’ intisab eylemiştir. Suret-i intisabı hakkında Konyalı Muallim Arif Efendi’den şu menkabeyi işittim:
Seyyid Abdlkadir Efendi Konya’da iken rüyasında Bekir Reşad Efendi’yi görmüş, o da Abdülkadir Efendi’ye ‘manen kendisini terbiyeye memur olduğunu, zaman fevtetmeden İstanbul’a gelmesini’ söylemiştir. Bu rüya birkaç gece tekerrür etmekle nihayet babasına söylemiş. Hatta Konya’dan hicretlerine de bu rüya sebep olmuş. Bursa’ya geldikleri vakit, Bekir Reşat Efendi tekrar görünmekle beraber Sultan Abdülaziz’ de Süleyman Efendi’yi İstanbul’a davet etmiş. Bu suretle İstanbul’a gelen Abdülkadir Efendi babasıyla beraber evini bilmedikleri Bekir Efendi’yi bulmak için yola düşmüşler… O gün Seyyid Abdülkadir Efendi’nin kalbine bakıp kendisini vahdet neşesiyle sermest eylemiş.. Abdülkâdir Efendi vefatına kadar Hamzaviyye ricaliyle sohbet etmekle beraber rehberlik hizmetiyle bir çok kimseleri de Hamzaviliğe idhal etmiştir… Şiirde Belhî ve Kadir-i Belhî tehallus eden Abdülkadir Efendi’nin eş’ârı, şiir nokta-i nazarından değil tasavvuf nokta-i nazarından çok kıymetlidir. Tasavvufun dekâik ve esrarını vüzûh ile anlatan son asrın en büyük sûfi şairi hiç süphesiz ki bu zattır”[13]
4.Sadeddin Nüzhet Ergun
İstanbul Hallaç Baba dergâhının son şeyhi olan Ergun, çok eser veren dervişlerden biridir. Türk Şairleri isimli tamamlanamayan eserinde şöyle diyor:
“Şairin yakın akrabasından olan muallim Bay Cafer’in verdiği varakada ‘Abdülkadir Belhî’nin silsile-i nesebi 33. bâtında Hz. Peygamber’e müntehi olur’ diyor… Konya’da iken Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabî’nin bazı eserlerini istinsah ile meşgul oldu. Prof. Bay Şerafeddin’in (Yaltkaya) rivayetine göre Şeyh Süleyman da Şeyh-i Ekber’in el yazısıyla mevcut olan Fütühât-ı Mekkiyye’sini okumuş ve kapağına bu eseri okuduğuna dair bir kayıt koymuştur. Bay Cafer verdiği varakada diyor ki: ‘Abdülkadir Efendi pederi gibi meşâyih-i Nakşiyye’den olmakla beraber Hamzavî meslekine de saliktir. İhtisab Ağası Hüseyin Bey ve Âdile Sultan’ın kahyalıklarından mütekâid Seyyid Bekru’r-Reşâd Efendi’ye intisabla Hamzavî olmuş ve Reşad Efendi’nin vefatından sonra kutup tanınmıştır. Doğrudan doğruya ve diğer tarikatlardan bilhassa Mevlevîlerden bir çok mensuba maliktir’… Abdülkadir Belhî, son asrın en çok şöhret kazanan âlim mutasavvıflarından biridir. Vücüda getirdiği eserler de tamamen mutasavvıfânedir. Mevlana’dan sonra onun kadar manzume yazan mutasavvıfa hemen hemen tesadüf edilmez….Şair Türkçe manzumelerini bazen Anadolu lehçesiyle, bazen Çağatay lehçesiyle yazmış ve ekseriyetle aynı manzumede her iki lehçeyi de kullanmıştır. Esasen hiçbir bediî gaye gözetmeyen ve yalnız vâridâtını tesbit etmek isteyen Abdülkâdir Belhî’yi bir sanatkâr olarak değil bir sûfi olarak tetkik etmek icap eder.”[14]
5. Şemseddin Mısrî
Bursa Mısrî Dergâhı postnişini Şemseddin Efendi 16 Mayıs 1907 tarihli notları nın konumuzu ilgilendiren kısmı şöyledir: “Perşembe günü biraderle Köprü’ye geldik, Dr. Kadir Efendi ile görüştük. Eyup Sultan’a gittik. Kur’ân-ı Kerim’den sonra indimde en aziz bildiğim kitap Yenâbiu’l-mevedde ’nin camii olan zatı ziyaret etmek bende bir arzu-yi şedid idi. Kadir Efendi oraya mensupmuş. Her ne ise Nişanca’da Murat Molla Dergâhına geldik. Süleyman Efendi hazretlerini ziyaret ettim. Esnayı teveccühüm kabrinin üstünde nurlar telemmu’ ediyor gibi geldi. Badehu mahdumları Şeyh Seyyid Abdülkadir Efendi hazretlerinin nezdine dahil olduk. Elini öptük, çok iltifat buyurdular. Fakir’in Yâdigâr-ı Şemsî’den ve bir iki Medhiye-i Şâh-ı Velâyet ’ten bilahere göndermiştim. Artık Bursalılardan kimseyi gördüler mi Fakir’e selam gönderirlerdi. Kendileri muhibb-i Ehl-i Beyt ve Ehl-i Beyt’e ihanet edenlere ve yan bakanlara karşı bizâre-i bî mahabbe idiler. Aramızda bazı sohbetler geçti. Biraderin[15] bazı süallerine cevap verdiler”[16]
Şemseddin Mısrî (Ulusoy) Efendi bir yıl sonra Limni’ye, Niyâzî-i Mısrî’nin kabrini ve oradaki dostları ziyaret etmek üzere Mudanya yoluyla tekrar İstanbul’a geldiğinde konumuzla ilgili bir not daha düşmüş: “ Pazartesi günü Eyup’e gittik. Nişancı’da Şeyh Abdülkadir Efendi hazretlerini ikinci defa ziyaret ettik, bize sigaralar, çaylar ikram etti. Ekser sohbet esnasında gözlerini kapayarak söz söylüyor.”[17]
Mısrî şeyhi ,“Bursa’da misafir iken tanıdığım insanlar” arasında zikrettiği Abdülkadir-i Belhî’yi “Tarik-i Nakşiyye-i Aleviyye” mensubu olarak tarif ediyor.[18]
MANZÛM ESERLERİ[19]
Eserlerin beyt sayısı itibariyle Mevlanâ Celaleddin’den sonra ikinci büyük şair olarak bilinen Belhî’nin kaleme aldığı Farsça kitaplar şöyle sıralanabilir:
1.Divan. 3380 beyt.
2.Yenâbi’ul-hikem.11000 beyt
3.Künüzü’l-ârifin. 5453 beyt
4.Gülşen-i esrâr. 6876 beyt
5.Sunûhât-ı İlâhiyye ve İlhamât-ı Rabbâniyye. 2260 beyt
6.Şems-i Rahşân. 7777 beyt.
7.Esrâru’t-tevhid
235 beyitlik Farsça eser 1907 ve 1912 tarihlerinde iki defa İstanbul’da basılmış, Belhî’nin sohbetlerinden feyz alan Selanik Valisi Nazım Paşa (ö. 1926) tarafından[20] özet olarak(156 beyt) Türkçeye tercüme edilmiştir.[21]
Üç Nutk-ı Şerifi
Avâlim cümlesidir zıll-ı esmâ
Ki zâhir oldu esmadan müsemma
Sıfatından zuhûra geldi ekvân
Bulardan oldu zâhir sırr-ı esma
Müsemmâsına mazhar oldu Âdem
Bu adem oldu câmi-i cümle esma
Bu mazhar oldu vech-i zâta mirât
Bu mirâttan ki Zât oldu hüveyda
Ki Adem mazhar-ı zât-ı Huda’dır
Ki kadrini ânın Hak kıldı i’lâ
Merâtip ademe buldu nihayet
Nihayetten bidayet oldu peyda
Bidâyetle nihâyet ortasında
Tamamı halk u âlemdir serâpa
Bidâyette nihayet oldu mahfi
Bu mahfide bidayet oldu ahfâ
*
Niyâzî-i Mısrî’ye Nazire
Ârif-i billah olanlar aşka eyler iktida
Muktedâsı aşk olanlar oldu Hakk’a intiha
Ârif-i Hak olsa âdem aşk onun yâridir
Aşk eğer hemrâh olursa olur ona rehnüma
Aşk-ı Hakk’dan gayrisi uşşaka olmadı kabul
Aşk-ı Hakk’dan gayrisi uşşaka oldu mâsiva
Aşk-ı vech-i Yârdan gayrisidir dilde keder
Hâne-i dilden süpür ger olsa dilde mâsiva
Vech-i gayr-i yâre kim âşıklar etmez iltifat
İltifat eylerse her kim bulamaz zerre safâ
Yâr’den bî behre olmuşlar bilin divanedir
Her kim ol divane oldu akl ona etmez vefa
Cevr-i aşka sabredenler ârif-i dânâ olur
Ârif-i dânâ olana cevreder râh-ı Hüda
Aşk bir nâr-ı şererdir masivayı harkeder
Masiva her ne olursa harkedip eyler heba
Kadir-i Belhî Hüda’nın aşkından olma cüda
Aşk-ı Hak olsa dilinde sana Hak’dandır ‘ata[22]
*
Çağatay Şivesiyle
Özindin bâ haber bolgan kişi insan-ı dânâdur
Ki dânâ bolgan insanlar ki onlar merd-i ma’nadur
Huda’dın başka bilme cümlyesi anıng zuhurıdur
Tamamı cümle-i âlem heme a’lâ vü ednâdur
Görinen cümle-i ekvân zuhurât-ı ilâhidur
Merâtipten özini eylegan izhâr Mevla’dur
Mezâhir oldı bu ekvân anıng ismi irur mahlûk
Mezâhirden olan zahir biling ol Rabb-i A’lâdur
Mezâhir bi lki zahirdur ki mazhar anla batındur
Ki zâhir sûret-i esma ki muzhir bil müsemmadur
Hakikat kevn-i câmidur ki insanî durur berzâh
İkisi oldı Hak’dam cem’ anıng kim sırr-ı kübrâdur
Vucûd-i âdemide nakşolubdur sırr-ı Kur’ânî
Ki nakşini vücudunda bulan bulan insan-ı dânâdur
Özini bilmeyen âdem hakikat ârif olmadı
Hakikatte olan ârif ki ol insan-ı ma’nâdur
Derûnun kenzine yol bul ki ol kenz-i Huda’dandur
Derûnun Kâdir-i Belhî bilesin beyt-i Rahmandur
***
Bursa, 15 Mart 2023
[1] Yenâbi’ul-mevedde isimli eseri vardır.
[2] İlk postnişini Murad Buharî , Müceddidiyyenin İstanbul’daki ilk temsilcisidir. Mürşidi İmam Rabbânî’nin oğlu Muhammed Masumdur. O da Belhî gibi yolu Bursa’ya uğrayanlardandır. Dergâhın tarihi ve mimarîsi hakkında geniş bilgi için bk. DİA, ilgili madde.
[3] Süleyman Efendi’nin seyahatinin detayları ve aile fertleri ile ilgili geniş bilgi için bk. Yusuf Öz, Afgan Türkistan Muhacirlerinden Süleyman Belhî Ailesi ve Defter-i Kuyûdat” Fihristi, Bilig, Güz 2002, sy. 23. S.157-187. Defter-i Kuyûdat iki cilt halinde Revak yayınları tarafından neşredilmiştir.
[4] 27 Receb 1341/15 Mart 1923
[5] Baha Doğramacı tarafından 1947 yılında neşredilmiştir. Kitapta yer alan şiirlerMustafa Tatçı tarafından şerhedilmiştir. İstanbul, 2016.
[6] 1874-1943 yılları arasında yaşayan meşhur hafız ve hanende.
[7] Belhî’nin kardeşi Burhaneddin Belhî’nin Defter-i Kuyudât adlı eserinde aile ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Nşr. Aliye Uzunlar-Arzu Meral, İstanbul 2017.
[8] Son Asır Türk Şairleri, I/26-27.
[9] Eyüp Sultan’a.
[10] Bosna’lı Hamza Bali ile(ö.1573) oluşmaya başlayan melâmî neşve. DİA , ilgili md.
[11] Gönül zenginlikleri/sırları saklı tutmak.
[12] Sefine-i Evliya, 2/ 401-402.
[13] Melamilik ve Melâmiler, s, 182-183.
[14] Türk Şairleri, I/ 229 vd.
[15] Seyyid Usûl Dergâhı şehi Ali Haydar Efendi
[16] Şeyh Mehmed Şemseddin Mısrî, Dildâr-ı Şemsî Niyâzî-i Mısrî’nin İzinde Bir Ömür Seyahat, İstanbul 2016, s.145. Mısrî’nin bazı eserlerini arkadaşlarımla birlikte yeni harflere aktardık ve sekiz cilt halinde Bursa/Osmangazi Belediyesi tarafından neşredildi.
[17] Age, s.150.
[18] Age,248.
[19] Eserleri, Belhî’nin torunu Neşen Çağıl tarafından tercüme edilmiş , Yüce Gümüş tarafından İstanbul Tasavvuf ve Musiki Araştırmaları Derneği yayınları arasında neşredilmiştir.
[20] Şair Nazım Hikmet’in dedesidir. Nazım Hikmet de Selanik doğumludur.
[21] Belhî ile ilgili son yıllarda yapılan çalışmalar ve bazı değerlendirmeler için bk. Nurgül Bağcı, Şeyh Murad Buharî Dergâhının Son Şeyhi Abdülkadır Belhî, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 2019, s.1861.
[22] Melamilik ve Melamiler, s. 185-186.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.