• İstanbul 21 °C
  • Ankara 24 °C

Mustafa Kara: Ömer Tuğrul İnançer’e İthaf Edilen Bir Eser:

Mustafa Kara: Ömer Tuğrul İnançer’e İthaf Edilen Bir Eser:
BİR RUH MACERASI

Giriş

Bazı insanların hayatı baştan sona ibret, baştan sona derstir. Hele bu insan, hayatının bütün  kılcal damarlarında olup biteni anlatmış, çocukluğuyla birlikte gençlik yıllarının bütün  iniş-çıkışlarını kaleme almış, geçirdiği  yoğun bunalımların sebeplerini seneler sonra –kınayanın kınamasından korkmadan- bir bir  tahlil etmişse  konu tam bir “ibretlik” sahneye  dönüşüveriyor. Bu sahneyi bütün detay ve dekorlarıyla anlatan ise altmışlı, yetmişli yıllar Türkiye’sinin  ünlü senaristi Ayşe Şasa olursa daha farklı yorumlarla karşılaşacaksınız demektir.

Onu önce gıyaben tanıdım, yazılarını/ ruh macerasını anlatan röportajlarını okudum. Vicahen ilk defa nerede ve ne zaman karşılaştığımı tam olarak hatırlayamıyorum. Bu Karagümrük dergâhı veya Dergâh yayınları olabilir. Ama zaman zaman telefon açtığını ve sorduğu sorular sebebiyle uzun uzun konuştuğumuzu hatırlıyorum. Hafif bir sesle, arayış içinde  biraz da yorgun olan tatlı bir ses tonuyla sorularını soruyor, cevapları dikkatle dinliyor, söylediklerimden  yeni sorular çıkarıyor tekrar soruyor.. Hediye olarak gönderdiği ilk kitap Muhyiddin İbn Arabî’nin hizib/düa kitabı. Oxford İbn Arabî derneği’nin1981 tarihli bir yayını. Orijinal yazma nüshası Topkapı Sarayı kütübhanesinde buluhan metnin transliterasyonu da var.  Muhyiddin İbn Arabî ile zaman içinde öyle bir gönül bağı kurdu ki   İngiltere’de yayınlanan  bu kitabı dostları için de getirtiyor ve onlara armağan ediyor. İkinci imzalı  kitap ise 2010 tarihini ve kendisiyle yapılan röportajları ihtiva ediyor: Bir Ruh Macerası.Önünüzdeki  yazıda iktibas edilen bütün cümleler bu kitaptan alınmıştır.

Takdim yazısı şöyle başlıyor: “ Bundan yedi sekiz yıl önce (yaklaşık 2001-2002 MK) bir gün kendisine derin saygı beslediğim bir Allah dostu bana, hatıralarımı kayda geçirmemi buyurunca bir an irkilmiş düşüncelere dalmıştım. Nasıl olacaktı? Geriye dönüp ağır sıkıntılarla dolu çocukluk ve gençlik yıllarımı hatırlamak bile bana bunalım ve daralma veriyordu. Ancak bana bu ödevi veren kişinin sözü benim için buyruktu. Bir süre sonra genç bir arkadaşın yardımıyla anılarımı teybe kaydetmeye başladım” Kitabın oluşmasında emeği olan dört isim ise şöyle:Meryem Atlas, Leyla İpekçi, Berat Demirci, Elif Betül Demirci.

Ders Başlıyor

Öncelikle para kazanmak , spor yapmak ve eğlenmenin dışında bir ideali olmayan zengin bir anne babanın, çocuklarını mürebbiyelere, hem de gayrimüslim mürebbiyelere teslim edişi.. Batı dilini ve kültürünü öğrensin diye Protestan misyoner okulu Robert Kolej’in kollarına teslim edilişiyle birlikte oluşan büyük  bir başka “boşluk”..Lise çağlarında Hümanist, egzistansiyalist, sosyalist bir çizgi..Kırklı yıllarda yaşayan ve dinî değerlerlerle herhangi  bir alışverişi olmayan  anne babanın çocuğu olmak da başlı başına bir çıkmaz sokak…O yıllarda İnsana lazım olan bazı “şeyler” ailede yok, okullarda da yok.Olan tek şey hümanist eğitim..Yıllar sonra  kurulan cümleler şöyle: “ Altmış sekiz yaşındayım. Tasavvuf edebiyatının büyük ürünlerine göz gezdirirken esef ediyorum. Yetişme çağımıza bu büyük ihtişamın bir katresi bile ulaşmadı. Mesela şimdi elimde Ahmed Gazalî’nin Aşkın Halleri adlı olağanüstü bir eseri var. Bunu okurken hayranlık içinde kalıyorum.” (s.81)

“İslâm bizi geri bıraktı, Batı karşısında yenilgilerimizin sebebi İslâm’dır hükmü giderek bir inanç bir yaşama biçimi halini aldı. Bunu da modernlik kisvesi altında hınç ve taassubla dolu telkinler halinde yaydılar. Bu tür ideolojilere ve akımlara neredeyse meşruiyet kazandırıldı..Bu yanılgıların ortasında doğdum ve yetiştim. Gerçeğin ise tam tersi olduğunu pek çok bedel ödeyerek idrak ettim”(s.158)

Dayısı Rauf Orbay, ailenin büyüğü. İstiklâl Mücadelesinin en büyük komutanlarından biri. Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak’tan sonra  ülkenin üçüncü Başbakanı. Fakat ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucularından  olması hayatının en büyük “günah”ı. Bundan dolayı “gerici” damgası hatta idam cezası yemiş bir zat. Bu partinin gerici olarak isimlenmesi ve Şeyh Sait olayından sonra apar topar kapatılmasının ana sebebi parti tüzüğünün altı kelimelik altıncı maddesi:  Terakkıperver Cumhuriyet Fırkası itikâdât-ı diniyyeye hürmetkârdır” Genç Şasa,dayısının fikirleriyle de aklınca dalga geçiyor. “Ben karşısında oturur dayımı kızdırmak için çiğ çiğ solculuk numaraları yapardım. O ise büyük bir ümitle, büyük bir şefkat ve merhametle bakar tebessüm ederdi. Hiçbir şey empoze etmeye çalışmazdı…Bu kez ben öfkelenirdim.Karamsarım ve nihilistim…Onu ancak şimdi anlıyorum” (s. 156-157)

Senaristimiz, lise son sınıfta ilk oyununu yazıyor: Yaşadığımız Odalar.“ Aynı dönemde Selahattin Hilav ve Atilla Tokatlı adında iki arkadaşım beni Kemal Tahir diye adını bilmediğim bir yazarın evine götürüyorlar. Konuşması ilk andan başlayarak çok ilgimi çekiyor. O güne kadar hiç bilmediğim sorunlardan bahsediyor. Yerli olmaktan bahsediyor ve Batıcı okumuşlarımızın züppece eğilimlerini alaya alıyor. Onun tarif ettiği züppelikler kendimin ve entelektüel çevremin haliyle örtüşüyor. Arkadaşlarım ona oyun yazdığımı söyleyince  bana ‘ Maskaralık yaptığın sürece seni alkışlarlar, ciddi bir şey yaptığında kimse suratına bakmaz, yolunu ona göre seç’ dedi. Bu sözler müthiş bir etki yapıyor üzerimde” (s.76)

Senaristlik dolayısıyla Yeşilçam “takım”ıyla çok yakından tanışıyor.Türkan Şoray’dan Yılmaz  Güney’ine kadar. İlk evlilik Atilla Tokatlı ile sonra Atıf Yılmaz ile,  son evlilik Bülent Oran’la..Fakat arayışlarına bir türlü cevap bulamıyor. Korku ve endişelerini yok edemiyor.Lise yıllarından beri çok hoşuna giden hakikat kelimesinin hakikatine bir türlü ulaşamıyor. Kemal Tahir ve çevresi ile tanışması, onun yakın dönem ile ilgili  çarpıcıdeğerlendirmelerine kulak kabartmasına sebep oluyor. Bugüne kadar duymadığı farklı sesler duymaya, farklı şeyler hissetmeye başlıyor. Kemal Tahir ile diyaloğu olanŞerif Mardin’in Boğaziçi’ndeki  Sosyoloji derslerine katılıyor. “ Thomas Kuhn’un,Bilimsel Devrimlerin Yapısı diye bir kitabını sosyoloji dersinde bize okuttu Şerif Hoca. Bu çok önemli bir ufuk açtı benim için. Marksist düşüncenin etkisiyle oluşan bilim putu yıkıldı. Bilimin ideolojik bir şey olduğunu bu ders neticesinde iyice kavramış konu üzerine  yoğun tefekkür etme fırsatı bulmuştum. Bilim putu da paldır küldür yıkılınca büsbütün afallamış ve boşlukta kalmıştım.Tutunacak bir put da yoktu” (s.113)

Ama bir eksik var

“Kemal Tahir o yıllarda yani 1964 sonrasında iyice Osmanlı tarihiyle meşgul ve Osmanlı tarihinden çıkardığı fikirlerle Türk insanının psikolojisini tesbit etmeye çalışıyor. Kemal Tahir bakış açısıyla, kuramsal yaklaşımlarıyla sinemacıları da etkiliyor. Tarihi bilmenin gerekliliği , kendi kültürümüze dönük araştırmaların yapılması konusunu sık sık vurguluyor. Fakat büyük bir eksiklik var: İslam’a yeterince atıfta bulunmaması..Bu medeniyetin temelinde malümdur ki güldür güldür İslâm var. İslam’ı çekince, İslam’ı bilmeyince, İslam’a atıfta bulunmayınca tamamen seküler bir planda Türk tarihini tahlil yetersiz kalıyor. İslâm medeniyetinin derunî akışıyla tam bir bağ kurulamıyor” (s.99-100)

Yetmişli yıllarda şizofren teşhisiyle birlikte  tedaviler başlıyor. Yurt içinde, yurt dışında doktorlar, doktorlar.. İlaçlar, ilaçlar. Bir müddet sonra uyku haplarına bağımlılık problemi başlıyor...Anne ve babanın  ilgi ve yakınlığı iseaynen eskisi gibi..

Ve Muhyiddin İbn Arabî

“Bir kitap kataloğunda Muhyiddin İbn Arabî’nin ismine rastlıyorum. Bunun bir İslâm büyüğünün,velisinin eseri olduğunu anlıyorum.Fusûsu’l-hikem, benim o güne kadar bu konularla ilgili kitaplar okumadığım malüm. Sebeplendiremediğim bir arzuyla bu kitabı İngiltere’den getirtmeye karar veriyorum.Başlığı beni cezbediyor. Kitabı getirtince bir kenara koyuyorum.Fusûs ismini hiç duymamışım. Türkiye’de bu kitaba ulaşmam bulmam mümkün değil. Bu tarz neşriyattan tamamiyle habersizim. Ne islâmî bir referansa sahibim ne tasavvufla bir bağlantım var ne  deTürkiye’de bu tip faaliyetlerin varlığından haberdarım…” (s.120)

“81 veya 82 yılı…Hayatımdaki büyük değişim vukubuluyor.İdrakimin diri olduğu bir zamanda  Fusûs’u okumaya başlıyorum. Fusûs çok ağır bir eser,kolay bir eser değil.Az çok bir felsefe temelim olduğu için o derinlikli kavramları birazcık idrak edebiliyorum. Fusûs’u okumaya başladıktan bir müddet sonra  mantıkla akılla izah edilemeyecek bir olay vukubuluyor. Önümde sanki büyük bir sevinç ışığı , bir aydınlık deniz beliriyor. İçimden ‘Ayşe,bugüne kadar hiç bilmediğin bir kaynakla karşı karşıyasın, bu okuduğun hiçbir şeye benzemiyor’ diyorum. Hazret, Fusûs’ta hep Allah’ın Rahman sıfatını öne çıkararak kâinatın, âlemlerin tasvirini yapıyor, manâlandırıyor. Ve orada tasavvuf adamlarının çok sevdiği o meşhur hadisi zikrediyor: “ Ben gizli bir hazineydim,bilinmeyi sevdim” Bu hadis-i kudsi sarıp sarmalıyor beni. Kendi kendime ‘Ayşe bugüne kadar okuduğun,öğrendiğin, sana yapılan her türlü telkin, öğretilen her şey yanlıştı. Şimdi yepyeni bir şey var, gözünü dört aç, bu kapıdan girmeye çalış. Bugüne kadar taşıdığın bilgileri toptan sil” diyorum.

Fusûs’la şereflenişimin tamamen ilâhî bir tasarruf olduğunu düşünüyorum. Hz. Allah, gençliğimde düştüğüm küfürden dolayı beni cehennemine batırdı batırdı çıkardı, şimdi de al sana cennete giden yol diyor. Zira Fusûs’la birlikte önümde açılan gerçek bir cennet görüntüsü. Geçirdiğim hastalığın tam anlamıyla kahırdaki lütuf olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.  Bu hastalığın çöküntüsü ve acıları içimde batıla dair her şeyi yıkmasaydı ben halâ gençliğimdeki o yanlış ve zelil noktada olacaktım” (s.127-128)

“Öğrendikçe İslâm’ın bana söylendiği gibi olmadığını anlıyorum. İslâm, gençliğimde bana seyrettirilen ‘Vurun Kahpeye’ filminden ibaret değilmiş. Benim bütün bilgim orada gördüğüm yobazlar ve softalara dayanıyor çünkü. Çocukluğumda içinde yaşadığım muhitin dinle diyanetle pek ilgisi yok. İslam, müstahdemin dini gibi telakki ediliyor. Bu telkinlerde dışladığım dinin ne kadar muhteşem bir din olduğunu Muhyiddin İbn Arabî’nin muhteşem eserinden öğrenirken  kendi kendime ‘İslâm müthiş bir şey ama Müslümanlar nasıl kimseler acaba? Diye sormaya soruşturmaya başlıyorum…Müslümanlar kafamda halâ bir soru işareti..” (s.133)

İsmet Özel’in Mataramda Tuzlu Su şiirini okuduktan sonra onunlahemen  irtibat kurmaya çalışıyor. Telefonla onu ararken Sezai Karakoç’a ulaşıyor, İsmet Özel’i ondan soruyor. Görüşmek talebine İsmet Bey, bizzat Ayşe Şasa’yı evinde ziyaret ederek karşılık veriyor. İsmet Bey’in namaz kılışları başka bir soruyu gündeme getiriyor: Ben neden namaz kılmıyorum?. “Bu çok acaip bir süreç. Bülent benimle alay ediyor. Çünkü Namaz Hocası kitabını adeta bir nota defteri  gibi (haşa) tutarak namaz kılıyorum, abdestimi de o şekilde alıyorum.”

Daha sonra ikinci soru: Namaz kılıyorum, peki başımı niçin örtmüyorum?

Özkul Eren, Mustafa Kutlu derken Muhmut Erol Kılıç..Sorular..Sorular..Sohbetler, sohbetler..Bir gün Mahmut Erol ona şöyle dedi: “Tasavvufa çok meraklısınız,sorular var kafanızda. Galiba sırası geldi. Siz bir Allah dostu ile tanışın.. Filan yerde bulunur kendisi”

Ve Karagümrük ..Ve  Safer Efendi

Ve Muzaffer Baba..Ve dervişliğe kanat çırpma..

“Mürşide, insan-ı kâmile rastlamadan önce ihtida etmiştim. İslam’ı kabul bir devrim.. Ama bu devrimin büyüklüğünü insan-ı kâmile rastladığımda idrak ettim. Kâmil insana rastlayışımı anlatmak, tarif etmek çok zor…Mükemmel bir ayna var karşınızda, sonsuz bir merhamet kaynağı var. Mürşidlerin, insan-ı kâmillerin en büyük özelliği Allah’ın ahlakını ve Peygamber’in sünnet-i şerifelerini yansıtıyor olmaları. Yani feyiz çok yüksek bir kaynaktan geliyor. Onlar Allah için konuşuyor, Allah için davranıyorlar. Özel bir nur var üzerlerinde. Bu nuru tarif etmek; yaşamayanlara tarif etmek çok zor”(s.141)

“Mürşidle karşılaşmamla beraber adeta yeniden sıfırdan başladım. Zaten kabul edilmek büyük bir lütuf, o kapıdan girmek lütufların en büyüğü… Ama, mürşidimle, Muhibbî Efendi ile tanışmamı satırlara aktarmak mümkün değil” (s. 144)

Safer Dal Efendi’nin  âlem-i cemale intikalinden sonra ikinci mürşidi Muradî mahlaslı Ömer Tuğrul İnançer.

Safer Dal’ın vefatı 21 Şubat 1999

Ayşe Şasa’nın vefatı: 16 Haziran 2014

Ömer Tuğrul İnançer’in vefatı: 04 Eylul 2022

Ayşe Şasa kitapta anlattığı mürşidlerinin adını vermiyor. Safer Efendi  yok, mahlası Muhibbî Efendi var.  Ömer Tuğrul İnançer yok ,mahlası Muradî var. Bu onun tercihi mi mürşidlerinin tavsiyesi mi şimdilik bilinmiyor.

Tuğrul Efendi ile  ilgili cümleler:

“Hazret, memuriyeti de olan bir zattır. Onu zaman zaman memuriyetini sürdürdüğü makamda ziyaret ederim. Küçük bir odası vardır. Orada bir vakfa ait hesaplarla uğraşır.Kimsenin hakkı kalmasın diye küçük küçük kağıtlara yazılmış notları tek tek elden geçirir. Daima yoğundur. Ama ‘zaman içinde zaman vardır’ der dervişler.Zaman içinde zaman açarlar. Orada o hesap yaparken ve ben konuşmayı beklerken o sessizlikle kalbime müthiş bir feyz dolar. Karşıda bir pencere vardır.Sağ tarafta o oturmaktadır ve pencereden onun ekmiş olduğu bir gül fidanı gözükmektedir. Sanki zihnimdeki videoda o gül fidanı kayda geçmiş, korku anlarında gül fidanı karşımda duruyor ve endişelerimi kaldırıyor. Müthiş bir şey.. Sanki o odada oturuyorum ve o gül fidanı üstümdeki korkuyu kaldırıyor. Sanki gül konuşuyor, sanki telkin yapıyor, irşad ediyor.. Birilerine tuhaf gelebilir ama sıradan olayların çok üstünde bir hal..Zaman zaman yaptığımız sohbetlerde,  zamanında sosyoloji ve felsefe yüzünden karışmış kavramları kafamda sadeleştirdi. Mesela modernitenin vazgeçilmez ve zamanüstü bir yenilik ideolojisi olmadığını , benzer asırların tarihte çokça yaşandığını bugün moderm denilen şeylerin de öncekilerden baskın hiçbir özelliği olmadığını anlatmıştır. Bu büyük bir sadeleşme. (s. 150-151)

“Yine bu zat-ı şerifin himmetleriyle sağlığımı tam anlamıyla kazandım. Çocukluğumda yüzde yüz küsmüş olduğum tabiatla yüzdeyüz barıştım. Tam bir neşe ve saadet hali.. Hayatım boyunca sürmüş bir kabz halinden bast haline geçiş. Sosyal ilişkilerde tam bir verimlilik, tam bir bereket. Evet bütün bunlar himmetle oluyor. Hayatımda kadife bir elin sihirli etkisini kademe kademe hissediyorum .Alemdeki güzellikleri her an yeniden keşfetmek sonsuz bir neşe veriyor.” (s. 151)

Düa

“Hayatımın ilk yarısı bir korku filmi gibi geçti. Varoluşuna sahih bir neden bulamayan insan, bilsin yahut bilmesin korku endişe ve vehim içindedir. Ben bu marazî hali bir imtihandan geçiyor gibi ve en ağır derecelerde yaşadım. Allah hepimizi ve özellikle yeni nesilleri böylesi azaplardan esirgesin!” (s158)

*

AYŞE ŞASA’NIN UFULÜNE TARİH

Hayat böyle bir şey

Çıkar iner canım

Derviş Ayşe için

Başlar biter canım

Çıkarak dört kutup

Söylediler tarih:

“MÜTEVAZİ HANIM” 2014

 

SENARİST AYŞE ŞASA HANIMEFENDİNİN VEFATINA TARİH

Hayat gerçeğe doğru bir fazilet koşusu

Erenler yardımıyla bir itminan coşkusu

Çıkarak iki derviş tarihini söyledi

“AYŞA ANA AYŞE VALİDEMİZİN KOMŞUSU” 1435

 

 

 

 

Bu haber toplam 706 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim