• İstanbul 20 °C
  • Ankara 23 °C

Prof. Dr. Caner Arabacı: Malazgirt Zaferinin Kazanılmasında Alplık ve Gaza Düşüncesinin Rolü

Prof. Dr. Caner Arabacı: Malazgirt Zaferinin Kazanılmasında Alplık ve Gaza Düşüncesinin Rolü
4. Tarihî Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni kitabı yayınlandı.

Alplık, Selçuklular ve öncesinde, sadece bir kahramanlık, yiğitlik, bahadırlık değil aynı zamanda bir hayat felsefesidir. Geniş bir coğrafyada, kalabalık düşmanlara karşı az bir insan unsuruyla ayakta kalacaksanız öyle bir alplık, daha sonra alperenlik fiili ve felsefesine sahip olmanız gerekirdi.

Alplık, toplumu sürekli mücadeleye, yardım ve dayanışmaya hazır tutan bir dinamizm kaynağıdır. Çocukluktan başlayarak kademe kademe yetişmeyi, ustalaşmayı sağlayan kesintisiz bir ilgi ve eğitimi gerektirmektedir.

Selçuklular bu yolla atik-tetik, dolayısıyla dinamik bir toplum oluşturmuşlardır.

İnsanoğlunun bütün eylemlerinde düşünce, yapacaklarını zihinde planlama, hep işten önce gelmiştir.

Malazgirt karşılaşmasından önceki yıllarda, Alp Arslan (1029-1072) ve kumandanları ile halkının; zihninde, gönlünde taşıdığı düşünceler neler idi?

Bilindiği üzere, düşüncede düşmanına yenilmiş olanlar, fiilen galebe çalsalar da neticede yeniktirler. Kendi düşünce ve değerlerini ortaya koyamayan, yaşanılır hale getiremeyenler, üstün gördüklerinin taklitçisi konumuna düşerler. Zamanla bu tutum, yenilgiyi, hatta esareti daimî hale getirir. Tanzimat’tan itibaren daimî hale gelen düşüncedeki yenilgi, aslında kayıpların, mağlubiyetlerin görünmez yüzünü şekillendiren esas durumundadır. Mevzi galibiyetlerden sonra, vatan, devlet ve değerlerimizin hasmı olan Hıristiyan dünyasına meyil, yenilgileri daimî hale getirmiş, gönüllü mankurtlaşmayı davet etmiştir.

Onun için zaferleri sağlayan, toplum başarılarının gerisindeki yükseliş düşüncesi, birliği, dayanışmayı ölümüne geliştiren alplık, erenlik, gaza düşüncelerinin sosyal olaylara yansıyan tarafının değerlendirilmesi, bir yeni çıkış sağlama arayışı için de fikir verecektir.

Yüksek bir düşünce etrafında toplum birliğini sağlamak, söylendiği kadar kolay bir durum değildir. Geçim derdi, siyasi-sosyal kaygılar peşinde günlerini eriten insanların, kafa ve yüreklerinde bütünleşme, uzun-devamlı bir kültürel yoğrulma ile ancak elde edilebilecektir. Alplık, gaza düşünce ve yönelişi, Selçuklularda elbette birdenbire ortaya çıkmamıştır. Yalnız, İslam öncesinde destan kültürü ile yoğrulan bir toplum alt yapısı bulunmaktadır. Yaratılış, Alp Er Tunga, Şu, Bozkurt, Ergenekon, Köroğlu, Türeyiş, Oğuz Kağan gibi destanlarla büyüyenler, İslam’ı benimsedikten sonra bunların bir kısmını İslamileştirirken onlara yenilerini ilave etmişlerdir. Dede Korkut, Manas, Satuk Buğra Han, Cengiznâme, Hz. Ali Menkıbeleri, Seyit Battal Gazi, Danişmend Gazi, Köroğlu, Hamzanâme, Rüstemnâme, Anternâme, Süleymannâme, İskendernâme, Salsalnâme, Ebu Müslim bunlardan bazılarıdır. Oğuz Destanı, İslam kültürü ile yoğrularak anlatılmaya devam edilmiştir. Dede Korkut Hikayeleri, Oğuz Destanının önemli bir parçası kabul edilmektedir. Çadırlarda, konaklarda kıssa-hân adıyla bilinen kimseler, büyük ilgi ve rağbet gören hikayeleri, topluma anlatmışlardır. Aynı yerlerde eski Türk ozanları da kahramanları coşkun bir şekilde nakletmişlerdir.[1]

Devrin dini, kahramanlık hayatı, bu tür eserlerin çoğalmasını sağlamaktadır. Destanlar o kadar çoktur ki, Miladî XII-XIII. yüzyıllara kadar sözlü anlatımla aktarılanlar, daha sonra “yüz ciltleri aşan” miktarı bulmuştur.[2] Sadece Hamzanâme’nin üç yüz altmış cildi bulduğu rivayeti, kültürel zenginlik hakkında fikir vermektedir.

Kahramanlık destanları dinleyerek büyüyen insanların ruh iklimlerini, öğrendikleri bahadırların düşünce ve eylemleri dokumaktadır. İlk zamandan bu yana model “Alperen” olarak dinlenilen Battal Gazi’nin eylem alanı bütün cihan gibidir. Daha küçük yaşta iken, babasını geyik avında suikast düzenleyip şehit eden Mamuriye’nin Rum beyinden intikam alır. Malatya serdarı olur. Kayser’in ordularını bozar, Bizans komutanını esir alır, Bizans’ın başkenti İstanbul’a gider, Mağrip diyarına ulaşır harpler yapar. Amasya, Malatya, Bağdat, Hindistan mücadele alanıdır. Devlerle mücadele eder, cehennem kuyusuna düşer-çıkar, Kaf Dağı’na gider cinler padişahı ile mücadele eder.[3] Bütün kavgası hak içindir. Zalimlere karşıdır. Düstur bellidir: “Din yolunda pek durmak, daim gaza etmek”.[4] Hamzanâmelerde de benzer bir muhteva vardır.[5]

Hızlı ulaşım aracının at olduğu bir devirde, insanların zihninde farklı ufuklar açan, hayal kurdurtan o kültürel atmosfer, gençliği şekillendirmektedir. Destanlar bu yönüyle tarihi değil, “tarihe şekil veren ruhu” temsil etmektedir.[6]

Selçuklunun Türkistan coğrafyasından Horasan, İran üstünden Irak’ı, Kudüs’e kadar Suriye’yi, Anadolu’yu fethe yönelten, o tarihe şekil veren ruhun, sahiplerindeki dinamizmdir. Alplıkta; yiğitlik, kahramanlık, kurucu akıl, fedakârlık, yüce gayeler için bir olma tutkusu toplanmıştır. Değilse, Türkistan’dan batıya doğru yola çıkanlar, o geniş coğrafya ve geçtikleri medeniyet merkezlerinde kaybolup giderlerdi. Onlar eriyip gitmedikleri gibi Sasani/Pers üstünden Doğu Roma’nın hâkimi olmaya yönelebilmişlerdir.

Alp Arslan’da Alplık

Alp Arslan devri beyleri, kumandanları, gaza peşinde koşan askerlerin hepsi alptırlar. Ama adında “Alp” kelimesini taşıyan nadir insanlardan birisi Alp Arslan’dır. Küçük yaştan itibaren iyi bir alp ve komutan olan babası Çağrı Bey’in kanatları altında yetişmiştir.

Yazıcızade Ali tarihinde Sultan Alp Arslan, gayet heybetli ve siyasetli padişah olarak anlatılır. Dindar, kâmâr (bahtiyar, ikballi), daima düşmanları üzerine galebe eyleyip yenen, cihangir bir şahsiyettir. Gayet iyi ok atmakta, attığı ok asla hata kılmamaktadır. Aynı yerde Alp Arslan’ın şekli şemaili de tarif edilir. Buna göre Alp Arslan’ın sakalı gayet uzundur. Uzun bir tac giymektedir. Anlatıldığına göre sakalının ucu ile tacının tepesine kadar mesafe iki arşın[7] gelmektedir. Heybetlidir. Onun için elçiler ve yabancı beyler gelip gördükleri zaman heybetinden titremektedirler.[8]

Şahsiyetindeki yükseklik, samimiyetindeki asalet simasına, duruşuna yansımıştır.

Malazgirt meydanındaki duruşu, önceki tutumundan farklı değildir.

Meydandaki tavrının yeniden tahlil edilmesi gerekmektedir.

Cuma günü, Cuma Namazını kıldıktan sonra, beyaz bir elbiseyle askerin karşısına çıkar. Her türlü sonuca hazırdır. “Ölürsem kefenim olsun” dediği elbisesi sırtındadır. Atından inip secdeye vardığında söylediği sözlerinin anlam dünyası fevkaladedir: “Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey Tanrım! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!”

Derin, yüksek bir imanının gereğini yaparak başını yerden kaldırdığında, beylerine ve askerlerine bu iman ve kahramanlığın yüceliğini gösteren hitabesi ölüm karşısında hayata bağlı kalmak isteyenleri sınava tutar mahiyettedir: “Burada Allah’tan başka bir sultan yoktur; emir ve kader tamamıyla onun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte savaşmakta veya savaşmamak için uzaklaşmakta serbestsiniz”. Heyecan içinde ağlaşan bütün askerlerin cevabı: “Asla emrinden ayrılmayacağız” olur. Elindeki en iyi kullandığı ok ve yayını bırakıp kılıç ve topuzunu alan sultanın atına binerken son vasiyet hitabı şöyledir: “Ey askerlerim! Eğer şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Melikşah’ı yerime tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak önümüzde çok hayırlı günler olacaktır.”[9]

İlk hücumu, bu konuşma ardından başlatır. Diyojen’in çadır kilisesindeki duası ve çan sesleri arasındaki saldırısına karşı Alp Arslan’ın namaz ve niyazı budur.

Onun yolu öyle bir yol, düşüncesi öyle bir düşüncedir ki, yenilgi de galibiyet durumundadır.

Devlet başkanlığına geçiş süreci ile birlikte gelişmelerin değerlendirilmesi gerekir. Alparslan, konuşmasında; “sultan yoktur” mesajını vermiştir.

Kanlı, zorlu bir yarıştan sonra elde ettiği devlet başkanlığını bir sultan kendi iradesi ile, hem de gücünün zirvesinde iken, zinde, muktedir olduğu bir dönemde nasıl bırakır? Bir sultan nasıl kendisini, yönettiği zümrelerden ayıran, seçkin kılan göstergelerden olan elbiselerini, unvanlarını soyup kefen giyebilir?

“Bugün burada sultan yoktur” mesajı, liderin halkıyla bütünleşme, aynılaşma düzeyindeki, kader birliğindeki yüksek samimiyeti ortaya koymaktadır.

Atının kuyruğunu kendi eliyle bağlayıp er meydanına varlık sınavının zirvesinde girmiştir. Adanmışlığın daha ötesi var mıdır? Artık her şeyin sahibi ile bağını güçlendirme demidir. Yakarışındaki şu ifadeler; halkına, davasına, vatanına karşı yüreğinde leke olanların söyleyebileceği sözler değildir: “Sözümde hilaf varsa kahreyle. Değilse muvaffak eyle.”

Alp Arslan, “alplık” tavrını, aklı, yüreği, bütün benliği ile benimseyip ortaya koymuştur. Bu tutum, evrensel bir tevhit imanının, İbrahimî duruşun göstergesidir. İsmail’ini, canını, makamını Allah yolunda feda edebilen bir duruş.

Alp Arslan Gazi’nin zaferinin gerisinde bu yüksek ahlak ve iman vardır.

O bütünleştirici, yeryüzünü teslim alıcı, yenilmez güç olan yaratıcı ile birleştirici iklim, askeri de kuşatmıştır. Mevki, makam, dünyevi menfaat gibi küçük düşürücü yöneliş ve beklentilerin elin tersiyle itildiği gaza duygusu, zaferin muştusu olmuştur.

Fiili gayreti, yerinde plan ve uygulamaları önemlidir. O, Bizans komutanları gibi emredip geride durmamıştır. Bizzat muharebeyi idare etmiş, birliklerini yoklamış hatta bazen de çarpışmalara katılmıştır. Bu atılganlıktan endişe eden Ay-tekin, sultanın önünde yer öperek, ondan “İslâmlara acımasını ve vücudunu korumasını” niyaz ediyordu

Sözün burasında denebilir ki, Maide (5), 54’teki ifade, sanki Alp Arslan Gazi tipindekileri tarif etmektedir:

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur.”[10]

Burada tanımlananlar, elbette tek bir zamana, şahsa ait değildir.[11] Zira zafer, doğru inanç ve hedef uğrunda birleşebilmenin bir ürünüdür.

Malazgirt’te Alp Arslan’ın yanında yer alanların kimliği önemlidir: Afşin Gazi mühim bir kuvvetle Ahlat’ta sultanı beklemektedir. Onun yanında Mervanî emîri Nizâmü’d-dîn, askerleri ve mahallî gönüllülerden oluşan on bin kişilik bir Müslüman ve Kürt askerle katılmıştır. Bunlarla birlikte Anadolu’da gaza yapan Türkmenler de savaşa katılmışlardır. Fâtımîlere karşı Halep’te Türk ordusu ile kalan ve sefere memur edilen Ay-Tekin, Malazgirt savaşına oradan bir miktar askerle yetişir. Sav-tekin, Gevher-Ayin, Tarang, Sanduk, Saltuk, Afşin ile birlikte bu devir gazalarında şöhret kazanan Ahmed-şâh, Dilmaç oğlu Mehmet, Tutu oğlu, Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’da fetihler yapan ve devlet kuran Artuk, Ahmed Dânişmend, Mengücük, Saltuk, Tutak, Çavlı, Çavuldur ve Porsuk da savaşta bulunmuşlardır. Alparslan’ın komutanları, Anadolu’yu ve Bizanslıları iyi tanıyan tecrübeli akıncı beyleri, Selçuklu devletinin en değerli emîrleri ve hepsi de alp şahsiyetlerdir.

Bu topraklar, o şehit ve gazilerin bedenlerini; şehirler de adlarında taşımaktadır. Tutak’tan Sandıklı’ya kadar uzanan isimler, Malazgirt Zaferini kazanan Alplerin adıdır. Haçlıların uzun seferleri ile geri alamadıkları bu vatan topraklarının, bugün terörü besleyerek parçalanmak istenmesi anlamlıdır.

Beyleriyle birlikte Alp Arslan komutasındaki Selçukluların 50 bin civarındaki gücü, Bizanslıların 200 binden aşağı bulunmayan kuvvetleriyle orantısız da olsa mücadeleye hazırdır.[12] Romanos Diogenes, her ne kadar Selçuklu işini kökünden çözmek üzere Ayasofya Kilisesi’nde düzenlenen büyük bir törene katılarak yola çıkmış olsa da emperyalist güçlerin her zaman yaptığını icra ederek, Malazgirt Kalesi’ni zapt edip halkını kılıçtan geçirmiştir. Tahripkârlıkla, halk üzerinde katliam uygulayarak korku uyandırıp düşmanını zaafa uğratmak istemektedir. Bizans, yanlışlara karşı bilenen Alp Arslan’ın üzerine yürümektedir. Kuvvetlerin dengesizliğinden doğan ve aleyhte gözüken durumu, değerler farkı dengelemektedir. Zira imparator, kumandanlarından sadâkat yemini alıp onları valilik vaatleri ile diri tutmaya çalışırken, birlikten yoksundur. Selçuklular yüksek bir İslâm mefkuresi uğrunda birleşmiş, başta Alp Arslan olmak üzere hepsi şehadete hazırlanmışlardır.

Bu yürek birliğine, Abbasi halifesinin bütün dünya Müslümanlarına camilerde okunmak üzere çağrıda bulunduğu dua metni de şevk katmıştır. Duada, Selçuklulara bakışı görmemek mümkün değildir:

“Allah’ım! İslâm’ın sancaklarını yükselt ve hayatlarını sana kulluk için esirgemeyen mücahitlerini yalnız bırakma; Alp Arslan’ı düşmanlarına muzaffer kıl ve askerlerini meleklerin ile teyid eyle; zira o senin rızanı kazanmak için varını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor; o senin yolunda ve dinin üstünlüğü için nasıl cihat ediyor ise sen de onu öylece koru; düşmanlarını kahret!” Halife halkı da dualarıyla katılmaya çağırır: “Ey Müslümanlar! Temiz bir kalp ile sultana dua ediniz; küfrün kökünü kazımak ve İslâm’ın bayraklarını yüceltmek için yalvarınız.”[13]

Sultanın ölümü de yaşadığı alplık hayatına uygun şekildedir. Bahadır, adı gibi alp bir devlet başkanı olan Alp Arslan’ın attığı ok ömründe bir defa hedefini bulmamıştır. O da Yusuf-ı Nirzümi (Harzemli)’yi teslim alıp huzuruna getirdikleri sıradadır. Yusuf’a ne sordu ise cevap alamamıştır. Öfkelenip öldürtmek ister. Huzurunda saf bağlayıp duran iki bin civarındaki yetişmiş asker ve görevlilere öldürtmez. O sıra öldürüleceğini anlayan Yusuf, yeni içinde sakladığı bıçağını çıkarıp sultana hamle eder. Sultan elinde bir oku gizlemiş vaziyettedir. Dört yandan has oğlanlar, silahdarlar, Yusuf’u tutmak üzere seğirtirler. Sultan, öfkeyle bağırıp onları durdurur. Kendi okuyla vurmak ister. Okuna itimat etmiştir. Fakat attığı ok, hedefi vurmaz. Yusuf da yetişip sultanı bıçaklar ve o yara ile şehit olur.[14]

Bugünkü Malazgirt ve Sonuç Yerine

Malazgirt’in Alp Arslan gibi bir kahramanı, Malazgirt Meydan Muharebesi gibi tarihte eşi benzeri görülmemiş bir zaferi vardır. Geçmiş gelecek bütün Malazgirtlilere, bütün Türklere, Kürtlere ve Müslümanlara iftihar vesilesi olmaya yetecek vesilelerdir bunlar. Birliğin sağlanacağı yer o özdür. Zaferin ruh iklimi, geleceğe ait yüksek çabaların moral kaynağı olacak, gençlerimizi birilerinin maşası olmaktan kurtaracak yüksek değerlerin göstergesidir. Dün dünyanın süper devletini, İslam Medeniyeti etrafında samimi birliktelik kurarak yenenler; bugün birliğimize, kardeşliğimize, geleceğimize tuzaklar kuran Roma artığı yeni süper devletleri de yeneceklerdir. Özde bu cevher bulunmaktadır. Fitne ustası süperlerin gücü, içimizden elde ederek kullandıkları maşalardan ileri gelmektedir. Yoksa dün Bizans’ta olduğu gibi propagandaları, çok ve güçlü görünmeleri, imanlarımız ve İbrahimî duruşlarımız karşısında yerle yeksan olmaya mahkumdur.

Bin yıllık tarihimizin en kutlu zaferinin kazanıldığı bu topraklar, ayrılığın değil, yeni zaferlere zemin hazırlamanın merkezi olmak durumundadır.

Bir durum tespiti açısından şunun da belirtilmesi yerinde olacaktır. Malazgirt insanı, misafirperver, iyilik yapmak için fırsat arayan bir yapıdadır. Malazgirt’in karpuzları güzel, kavunları enfes, hayvanlarının etleri lezzetlidir. Fakat Malazgirt’te tarih katledilmiş, ruh iklimi yönünden kahramanı yeni nesillere öğretilmemiştir. Altı yüz Osmanlı şehidinin de yattığı, Selçuklu dönemi mezar ve kümbetlerinin yıkıldığı mezarlık, bir ihata duvarı ile çevrilidir. Ama burası çöplerin atıldığı mezbelelik halindedir. Malazgirt’in, mezar anıtları itibarıyla Ahlat’tın bir benzeri olduğu, fakat tarihi bakiyenin korunmadığı anlaşılmaktadır.

Malazgirt için surlar müthiş bir tarihi varlıktır. Fakat iç kalede hiç kazı yapılmamış, mevcut sağlam kalan kısımlar bir açık hava müzesi haline getirilip günlük nezih bir ortamda hizmete sunulabilecekken tarihi doku, giriş merdivenleri başta olmak üzere değiştirilmiş, orta bölge doldurulmuş, dış surlar, taş ocağı gibi kullanılarak acı bir tahribata tabi tutulmuştur.

Kavun, karpuz, etler bedenimizi; tarih aklımızı, yüreğimizi besler. Gönül meyvelerini çoğaltacak kökler tarihimizdedir. O köklerin göz göre göre tahrip edilmesi, bazı burçların üç-beş yıl içinde yıkılması, kitabelerin sökülmesi, bir kale kapısının yıkılmaya terk edilmesi, kabul edilebilir durum değildir. Bütün kurumların, sivil inisiyatifin; Malazgirt’te günümüze kadar gelen tarihi bakiyeye sahip çıkması gerekmektedir.

Malazgirt’te çarşı merkezinde bazı işyerlerinde diyelim ki İngilizlerin uydurması Sherlock Holmes posteri görülebilmektedir. Ama dükkanlara, özel mekanların görülebilir yerlerine asılmış bir Alp Arslan posteri görmek mümkün olmamıştır. Fransızlar, mühendislerinin diktiği kaba demir yığını olan binlerce ton demir ve boyadan ibaret Eyfel’i pazarlayıp hediyelik malzemelerini satarak, demir kütleyi gelir kapısına çevirmişlerdir. Malazgirt’in tarihi dokusunu tanıtacak çok yönlü işlerin yapılması yerinde olacaktır.

Alp Arslan ruhu, birlik, yükseliş, dünkü Haçlıların devamı olan bugünkü haçlılar ve maşalarına karşı zafer kaynağı demektir. O yüksek ruhun, çorak yüreklerimizi besleyip yeşertmesi, sıradan bir ihtiyaç değil mecburiyet haline gelmiştir.

Malazgirt, etkisi asırlar sonrasına uzanacak bir zaferdir. Malazgirt’te, sadece Avrupa Medeniyetinin öncü devleti Bizans yenilmemiştir. Onun üzerinden bütün Avrupa, derinden etkilenmiştir. Bizans, kısa süre sonra anlaşmayı bozduğu için Malazgirt üstünden bu defa Anadolu’yu vatan haline getirme harekâtı başlatılmıştır.

Bizans’ın bütün gücünü kullanarak hazırladığı devasa ordu dağıldığı, Bizans’ın zulmüne uğradığı için Selçukluları kurtarıcı gören yerel halkların varlığı yüzünden Türkler, önemli bir direnişle karşılaşmamışlardır. Anadolu’yu boydan boya geçerek kısa sürede Ege, Marmara kıyılarına ilerleyen bahadırlar, fethettikleri toprakları vatan edinerek üzerinde devletler kurmuşlardır. Saltuklu, Mengücüklü, Dânişmendli, Dilmaçoğulları, Ahlatşahlar, Yinaloğulları, Çubukoğulları, Artuklu devletleri bunlardandır. Anadolu, Suriye hakimiyeti, Müslüman Türklerin eline geçer. Bu hızlı ilerleme İslam dünyasında heyecanla, büyük sevinçle karşılanmıştır. Bu yüzden birçok tarihçi, Malazgirt Zaferini, Hz. Ömer devrinde Bizans’a karşı kazanılan Yermük ile Sâsânîler’e karşı kazanılan Kādisiye zaferlerine benzetmiştir. Fakat Batı dünyasında duyulan tepki büyüktür. Bütün Avrupa bir araya gelerek asırlarca sürecek, bitmek tükenmek bilmez Haçlı Seferlerine başlayacak, her dış saldırı içeride kenetlenmeyi pekiştirecektir.

Kaynakça

Aycın, Hasan. Sahipkıran / Nam-ı Diğer Hamzanâme, İz Yayıncılık, İstanbul 2018.

Erkan, Mehmet. “Arşın”, DİA, C. III, ss.412-413.

Gürtunca, M. Faruk. Seyyid Battal Gazi, C. IV-V, Ülkü Basımevi ve Yayınevi, İstanbul 1967.

Kaplan, Mehmet. Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3 Tip Tahlilleri, Dergâh Yayınları, İstanbul 1985.

Karaman, Hayreddin, Çağirici, Mustafa; Dönmez, İbrahim Kâfi; Gümüş, Sadrettin. Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, C. II, Ankara 2006.

Kavruk, Hasan- Durukoğlu Salim, Battalnâme, Malatya Kitaplığı Yayınları, İstanbul 2012.

Kur’an-ı Kerîm ve Karşılıklı Muhtasar Meâli Hatm-i Şerif Cüzleri, Hayrat Neşriyat Yayınları, Isparta, Cüz. 6, s.116.

Sevim, Ali, Malazgirt Muharebesi, DİA, C. XXVII, Ankara 2003, ss. 481-483.

Sezen, Lütfi, Halk Edebiyatında Hamzanâmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1991.

Toprak, İsmail, Battal Gazi Hikâyesi, Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul 2019.

Yazıcızâde Ali, Tevârîh-i Al-i Selçuk (Selçuklu Tarihi), Haz. Abdullah Bakır, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2009.

 

 

 

[1] Lütfi Sezen, Halk Edebiyatında Hamzanâmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1991, s.11-19. Sonraki asırlarda özellikle XV. yüzyıldan sonra ozan ve kıssahânların yerini meddahlar almaya başlamıştır. Lütfi Sezen, s. 23.

[2] Fransız elçiliği kâtibi olarak gelen bir müsteşrik olan Antoine Galland, XVII. Yüzyıl Türkiye’sini anlattığı günlüklerinde bu bilgiyi vermektedir. Ciltleri sayılamayan bu hikâyelerin teması ortaktır: “İyilere Allah yardım eder”. Bkz. İsmail Toprak, Battal Gazi Hikâyesi, Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul 2019, ss. 8-9.

[3] Hasan Kavruk, Salim Durukoğlu, Battalnâme, Malatya Kitaplığı Yayınları, İstanbul 2012; M. Faruk Gürtunca, Seyyid Battal Gazi, C. IV-V, Ülkü Basımevi ve Yayınevi, İstanbul 1967.

[4] Hasan Kavruk, SalimDurukoğlu, s.11.

[5] Hasan Aycın, Sahipkıran / Nam-ı Diğer Hamzanâme, İz Yayıncılık, İstanbul 2018.

[6] Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3 Tip Tahlilleri, Dergâh Yayınları, İstanbul 1985, s. 67.

[7] Uzunluk birimi olarak dirsekle orta parmak ucu arasındaki kısmı ifade eder. Arapça’sı zirâ olan arşının birçok çeşidi bulunmaktadır. 46.2 cm.den 47, 49, 68, 73, 75 cm.ye kadar birçok çeşidi kullanılmıştır. Bkz. Mehmet Erkal, “Arşın”, DİA, C. III, ss.412-413.

[8] Yazıcızâde Ali, Tevârîh-i Al-i Selçuk (Selçuklu Tarihi), Haz. Abdullah Bakır, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2009, s.55.

[9] Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s. 159.

[10] Hayreddin Karaman, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, C. II, Ankara 2006, s. 291.

[11] Saidi Nursi, bu ayette kastedilenler ile Müslüman Türkler arasında bir bağ kurar: “Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakîm bayrakdarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur’an’ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’an’a ve İslamiyete kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tahâcümatı def’ ettiniz” ifadesi bunu ortaya koymaktadır (Kur’an-ı Kerîm ve Karşılıklı Muhtasar Meâli Hatm-i Şerif Cüzleri, Hayrat Neşriyat yayını, Isparta, cüz. 6, s. 116).

[12] Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s. 156; Ali Sevim, “Malazgirt Muharebesi”, DİA, C. XXVII, Ankara 2003, ss. 481-483.

[13] Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s. 158.

[14] Yazıcızâde Ali, a.g.e., s.57.

Bu haber toplam 434 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim