• İstanbul 20 °C
  • Ankara 21 °C

Prof. Dr. Nesrin Karaca: ‘Tarihi-Biyografik’ Niteleme Işığında Çağdaş Dönem Yunus Emre Romanları

Prof. Dr. Nesrin Karaca: ‘Tarihi-Biyografik’ Niteleme Işığında Çağdaş Dönem Yunus Emre Romanları
4. Tarihî Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni kitabı yayınlandı.

Biyografi ve Biyografik Roman

Biyografi, “kıssadan hisse” bağlamında, bir yaşam öyküsünü eğitici, öğretici yönleriyle bir model olarak sunar. Bu özelliği ile eğitsel ve ahlâksal bir nitelik taşır. “Biyografik biçimde hem hayatın dolaysız birliğine hem de sistemin tümüyle tamamlanmış mimarisine yönelik duygusal ve kısır çaba dengelenir, yatıştırılır ve varlığa dönüştürülür. Bir hayat hikâyesini anlatan yazılara verilen genel isim; “…bir hayatın tamamını veya bir kısmını anlama girişimidir”[1] bir kişinin hayatını anlatan ve o kişiyi tüm yönleriyle (hayatı, eseri, kişiliği, görüşleri vs.) tanıtmayı amaçlayan; Bir kişinin hayatının tamamı veya bir bölümünün, tanıtım, yüceltme, yerme, anma gibi nedenlerle başka bir kişi tarafından ayrıntılı biçimde ve kronolojik olarak yazılmasıdır.[2] şeklinde tanımlanan, biyografi türü temel olarak var olan bir “gerçeklik”ten yola çıkar. Bir biyografinin merkezi karakteri ancak kendisinden daha büyük bir idealler dünyasıyla olan ilişkisi nedeniyle önemlidir. Ontolojik olarak, var olan bir “gerçek”ten yola çıktığı için, biyografilerin hem tarihsel hem de belgesel bir değeri söz konusudur.

Biyografinin iki temel yazım şekli vardır; bunlardan birincisi bilimsel araştırma, diğeri ise biyografik anlatıdır. Biyografik anlatı, bir araştırma, bir monografi değil; romana bezeyen başlı başına edebî bir metin olup, güzel bir sanat eseridir.[3] Yazarının eserine kendisini de katmasına ve sanatsal olabilmesine rağmen, hayali kişilikler yaratmaması ve “gerçek” değerini göz ardı etmemesi özelliği, biyografiyi tarihi ve toplumsal romanlardan ayırır.

Edebî bir tür olan roman gerçeğe değil “kurmaca”ya dayanır. “…şiiri kıskandıran bir lirizmi, tarihi kıskandıran bir didaktizmi, felsefeyi imrendiren bir kavratma, anlatma yeteneğiyle roman; tarihin, felsefenin, psikoloji ve sosyolojinin kesinlikle ulaşamayacağı bir etkileme gücüne sahip”[4] olup, başlangıcından itibaren tarih, felsefe, psikoloji, siyaset ve sosyoloji gibi bilimler romanın bu gücünden yararlanma yoluna gitmişlerdir, Biyografiye dayalı kurmaca, yani kurmaca ile gerçeğin birlikteliği ise biyografik roman türünü ortaya çıkarmış, edebî romanların yanında tarihi, felsefî, siyasî romanların yanında son dönemlerde bunlara bir de biyografik romanlar eklenmiştir.

Biyografik roman, ele alınan kişinin farklı yazarlarca anlatılması imkânını sunarken benzeşen ve ayrışan yönler öne çıkmaktadır. Bu bağlamda benzerlikler, kaynağın aynı gerçeklik ve çıkış noktası olmasıdır. Biyografik romanda asıl önem kazanan husus; konu veya özne olarak ele alınan bir insanın kimlik, kişilik ve karakter olarak farklı yazarlarda ne kadar farklılaşabileceği noktasıdır?

Biyografi, tıpkı tarih gibi, belgelere yani gerçekliğe dayanırken; biyografik roman gerçeğin belli bir niyetle kurgulanmasıyla açıklanır. Bu anlamda biyografi yazarı bir fotoğraf makinesi, biyografik roman yazarı da bir ressam gibi düşünülebilir.

Biyografik romanlar, tıpkı biyografiler gibi gerçek bir yaşam öyküsünden hareketle yazıldığı için, yapısal olarak bazı noktalardan tarihi romanı andırırlar. Henüz kesin çizgilerle/kurallarla belirlenebilmiş bir tür olmayan ve genel olarak bir kişinin hayatını tıpkı bir hikâye ve roman kahramanı gibi belirli bir olay kurgusu içinde hikâyeleştirilerek anlatan roman alt-türü olarak tanımlanmaktadır. Türün en belirleyici özelliğinin “nesnel verilere dayanma, belge ve tanıklara yaslanma”[5] olduğunu iade eden Irving Stone, biyografik romanı “kişioğlunun yaşam serüvenini, gerçekçi bir sanat biçimine dönüştürme”[6] işi olarak tanımlar.

Biyografik romanlarda amaç, seçilen kişinin hayatını ve kişiliğini en ince ayrıntılarıyla okura sunmaktır. “… öznesinin sesini çalmak” ve onun adına konuştuğunu varsaymak olmakla beraber, ancak “her yaşamın romanı olmaz. Kişinin, roman kişisi olabilmesi için dramatik öğeler ve olaylar bulunması gerekir yaşam çizgisinde. Dümdüzlüğün dışına çıkması; yaşam çizgisinin inişler, çıkışlar göstermesi gerekir. Bu da büyük ölçüde yazarın hazırlıklı olmasını, araştırma yapmasını, yaşamını romanlaştıracağı kişiyi bütün yönleriyle tanımasını zorunlu kılar.”[7] Zira “biyografik roman, tarih, biyografi bilimi ve roman sanatı gibi üç esaslı temel üzerine”[8] oturur.

Tarihsel roman, doğası ve kapsamı itibarıyla biyografik romana en yakın alt tür olmakla birlikte yaklaşım tarzı, aralarındaki önemli bir farkı oluşturur. Bu anlamda, biyografik roman türünün en büyük sorunsalı, yazarın niyeti ve bakış açısı meselesidir ve başlıca özellikleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Biyografik romanlar, “gerçek bir yaşamı” belli bir olay örgüsüyle, roman dilini kullanarak anlatır.

2. Biyografik romanlardaki amaç, seçilen kişinin hayatını ve kişiliğini tüm detaylarıyla okurun beğenisine sunmaktır.

3. Kişinin hayatı bir kurgu içinde, hikâyeleştirilerek anlatıldığından biyografik roman kahramanları, biyografisi yazılan kişilere oranla daha sahici ve akılda kalıcıdır.

4. Bir kişinin biyografik roman kahramanı olabilmesi için, hayatının sıradan olmaması, yaşamının dramatik öğlelerle buluşması, yaşamında olaylar ve çatışmalar bulunması gerekir. Böylece biyografik roman kahramanları sıradan kişilere benzemezler.

5. Biyografik roman kahramanları, daha çok tarihin belli bir döneminde iz bırakmış, yaşamlarıyla çevrelerinde hayranlık uyandırmış ve kendilerinden söz ettirmiş kişiler arasından seçildiği için, dönem ile kişiler arasında sıkı bir ilişkinin olduğu söylenebilir.

6. Biyografik romanlar genel olarak “gerçeklik” üzerine kurgulanacağı için yazarın romanını yazacağı kişinin hayatıyla ilgili geniş bir ön araştırma yapmasını ve veriler toplamasını ve bu verilerle hareket etmesini zorunlu kılar.

7. Biyografik romanlar yoğun bir çalışma gerektirdiği ve zengin kaynaklar ışığında yazıldığı için, tıpkı biyografiler gibi tarihsel ve belgesel değer taşırlar. Irving Stone’un ifadesiyle “nesnel verilere dayanma, belge ve tanıklara yaslanma” türün en belirleyici özelliğidir.

8. Biyografik romanlar, yapısal olarak tarihi romanlara benzerler, Bunun sebebi ise, biyografiler gibi var olan bir gerçeklikten hareketle yazılmalarıdır.

9. Biyografik romanlar “tarih, biyografi ve roman sanatı gibi üç esaslı temel üzerine” inşa edilir.

10. Tarihsel roman daha çok eylemler ve olaylar üzerinde dururken, biyografik roman kişilerin ve kişilerle etkilediği oranda olaylar üzerinde durur.

11. Biyografinin değeri gerçeğe ve tarihe yaslanmasına, araştırma ve çalışmaların titizliğine bağlıyken; biyografik romanların değeri, bununla birlikte, kurmacanın gerçek içinde kaynaştırılmasına ve romanın temel özelliklerinden taviz verilmemesine de bağlıdır.

12. Biyografi, tıpkı tarih gibi belgelere ve gerçekliğe dayanırken; biyografik roman gerçeğin belli bir niyetle yeniden yorumlanmasına dayanır.

13. Bu tür romanlarda yazar ile romanı yazılacak kişi (roman kahramanı) arasında genellikle bir yakınlık (dostluk, arkadaşlık, akrabalık, tanışmışlık, hayranlık...) söz konusu olduğundan, anlatılanlara yazarın hayranlık duyguları, anlattığı kişiyi yüceltme ve sembolleştirme arzuları da karışacak, böylece ister istemez taraflı bir anlatıma sebep olacaktır. Dolayısıyla, bu yüzden biyografik romanlar, niyet ve bakış açısı yönünden doğabilecek sorunlarla en sık karşılaşılan ve karşılaşmaya müsait olan alanlardır.

Biyografi yazarlığı gibi nesnel olanla, kurmacanın birlikteliğinden doğan biyografik roman yazarlığı alanı uzun zamandır ihmal edilmiş olmasına rağmen, son dönemlerde bu alandaki çalışmaların arttığı görülmektedir.

Biyografik romanda; yeterince tanınıp bilinmeyen biri veya temsil ettiği değerin tanıtılması kadar tanınmış birinin temsil ettiği değerler hatırlatılıp, misyonunun güncel hale getirilmesi de son derece önemlidir. Kahramanları doğrudan hayattan seçilmiş olduğu için biyografik romanların farklı dinamikleri vardır.

Biyografik romanlar, genel itibariyle kronolojik olarak ilerleyen, özne/kahraman eksenli olmakla beraber bir yönleriyle gerçeğe yaslanmak zorunda olan anlatımlardır. Gerçeği ve kurguyu belli oranlarda, bir arada kullanabilmesi beklenilen bir husus olup bu tür eserlerde biyografi kurguyu bir ölçüde sınırlandırabilir. İyi bir biyografik romancının amacı, öznenin kişisel mitini ortaya çıkarmak ve bir karakter inşa etmektir.[9] Bu yüzden bu unsurları sınırlı ve dengeli kullanma, bunu değerlendirme imkânı ve biçimi ancak aynı kahramanı konu alan biyografik romanlarda gözlenebilir.

Bu türün, son yıllarda hem Batı edebiyatında hem de Türk edebiyatında birçok örneğine rastlanır. Küreselleşen dünyada toplumların kendi tarihlerine yönelmeleri, evrensel olanın yanında yerli ve kendilerinden olanı ortaya çıkarma ya da yeniden keşfetme ihtiyacı yaygın bir olgudur. Tarihte yaşamış gerçek kişilerin kurmaca türlerde yeniden hayat bulması, yazar/anlatıcının tasarrufuyla yeni şekiller almasını sağlayacak, bu da gerçek yaşam hikâyesi dışında yeni yaşam hikâyelerinin var olmasına sebep olacaktır. “Yaşanmışlığı anlatacak olan her metin, zaten kronolojik bir tahkiyeyle karşı karşıyadır. Biyografik roman olduğu düşünülen birçok roman da bu hazır tahkiyeyi kullan…”makla birlikte[10]; “Tarihi kurgulaştırmanın amacı, altlarında yatan önemi ortaya çıkarmak için gerçekleri yeniden şekillendirmek”[11] olarak alındığı noktada, tarihî veya biyografik roman yazarları için tiplere yönelmek şaşırtıcı olmayıp, böylece yazılan eser gerçek-kurmaca sentezinden hareketle yeni bir boyut kazanabilmektedir.

Edebî eserin bütün malzemelerinin “olanaklı dünya”dan seçilmiş olması ve gerçeklik kavramının daha göreceli ele alınması, biyografik roman yazarlarının artık daha özgür olduğu anlamına gelir. Kurgunun ve gerçekliğin sınırlarının ustaca flulaştırıldığı biyografik romanlar hem yazar hem okuyucu beklentilerini karşılanabilmesi hem de edebî/sanatsal olanın yakalanabilmesi mümkündür.

Gerçek, belgesel gerçeklik, kurgu, kurmaca, kronoloji, yazarın özgürlük alanı gibi hususlar biyografik romanların özellikleri olduğu gibi, aynı zamanda kuramsal çerçeve belirlenmesinde açmazları da oluştururlar.

Genç kuşaklarına, kültürel derinliklerini, köklerini ve değerlerini insan sıcaklığıyla anlatmak isteyen toplumların bu eserlere fazlasıyla ihtiyacı vardır. Nitekim, milletlerin siyasî ve kültürel kaderlerine büyük katkıları olan şahıslar, kimlik, kişilik ve karakterler farklı bakış açılarıyla biyografik romanlarda görülürler ki, bu şahısların önde gelenlerinden biri de Yunus Emre’dir.[12]

“Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş;

Ölüm dedikleri perdeyi delmiş...

Bizim Yunus,

Bizim Yunus...”

Necip Fazıl Kısakürek

Koordinatlara Sığmayan Yunus Emre

Ele alacağımız biyografik romanların konusu olan Yunus Emre, Türk kültür tarihinin en bilindik simalarından biri olmakla beraber hayatı hakkında bildiklerimiz menakıbnâmelerin, sözlü geleneğin sarmaladığı bir atmosferden akıp gelen ve sadece ana hatları belirlenebilmiş bilgi ve malumatlardan oluşur. Sözlü geleneğin diğer ürünlerinde olduğu gibi ayrıntıdan arındırılmış bu tür bilgiler Yunus’a bir şahsiyet kazandırmadığı gibi eserlerini bile sabitleyememiştir. Hakkında bu kadar az bilgi varken kaleme alınan herhangi bir “Yunus romanı” biyografik roman sayılabilir mi? Bu da ayrıca tartışılması gereken bir konudur.

Türk Edebiyatına ve tasavvuf geleneğine damgasını vuran, Türk dili, edebiyatı ve şiirinin olduğu kadar kültürünün de aslî kurucularından biri Yunus Emre (1240-1320), Türk edebiyatında manevi ve insani kişiliğiyle adından sıklıkla söz ettiren önemli bir şahsiyettir. XIII.-XIV. yüzyıllarda yaşamış Türk-İslam düşünce tarihinin önemli isimlerinden biri olarak insanoğlunu kurtuluşa, huzura, sevgiye ve birliğe götüren gücün koşullar ne olursa olsun insanın kendi içinde ve birikiminde araması gerektiğini, şiirsel bir ustalıkla anlatmaya çalışan kişidir.

Yunus Emre, Anadolu Selçuklu devletinin dağılmaya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Türk beyliklerinin kurulmaya başlandığı XIII. yüzyıl ortalarından, Osmanlı Beyliği’nin filizlenmeye başladığı XIV. yüzyılın ilk çeyreğinde Orta Anadolu’da doğup yaşamış bir Türkmen kocası, şâir bir eren ve Türk dünyasının en çok bilinen gönül dostlarından biridir. Türk-İslam düşünce tarihinin önemli isimlerinden biri olarak insanoğluna kurtuluşa, huzura, sevgiye ve birliğe, götüren gücü; koşullar ne olursa olsun, kendi içinde, kendi birikiminde araması gerektiğini şiirsel bir ustalıkla anlatmaya çalışan kişidir.

Yaşadığı dönemde Moğol istilası, iç kavgalar, çekişmeler, siyâsî otorite boşluğu, kıtlık ve yoksulluklarla Anadolu’nun perişan olduğu yıllar XIII. yüzyılın özellikle ikinci yarısı, siyâsî çekişmelerin yanında farklı inanç ve anlayışların yayılmaya başladığı bir zaman dilimi olarak tarihsel bir süreçtir.

Böylesi bir ortamda, döneminin ilim ve irfan kutuplarıyla birlikte Yunus Emre, Allah sevgisini sarsılmaz bir iman ve aşkla dile getirip, her türlü bâtıl inanca karşı gerçek İslâm tasavvufunu anlatarak Türk-İslâm birliğinin oluşmasında, çağının ve insanlık çehresinin aydınlanmasında önemli bir rol üstlenmiştir.

Yeni bir edebi dil meydana getirirken halk diline, sözlü ve yazılı edebiyata dayanmış olan Yunus’un kullandığı kelimeler, anlatım kalıpları, mecaz ve semboller Türkçe’nin edebi bir dil olması yolunda gerçek bir dönüm noktasıdır. Yunus’un üslubu kendisine özgü bir edebilik ve estetik taşımaktadır.[13]

Yunus Emre, Orta Asya’dan -Anadolu ve Rumeli merkez olmak üzere- Batı’ya akan Türk milletinin bu süreçte yüz yüze kaldığı yeni bir vatan, yeni edebiyat, yeni hayat ve yeni bir medeniyet inşasında önemli görevler üstlenmiş, Türk kültürü, dili, şiiri ve edebiyatının temellerini sağlam bir zemine oturtmuş, 700 yıllık estetik birikimi büyük ölçüde bu temeller üzerinde yükselmiştir. Louis Bazin, Yunus Emre’nin şiir sanatının önemli niteliklerini şu sözleriyle tespit etmiştir: “Bu büyük şâir, hiçbir taassup endişesine kapılmadan, bayağılıktan olduğu kadar şâirânelikten de kaçarak ne müşahhas teferruattan ne de en cüretli tecritlerden sakınmaksızın, hoşuna giden her mevzuû serbestçe ele alıp işler. Aslen mistik olan ilhâmının aynı kalmasına rağmen eserlerindeki çeşitlilik, insanı şaşırtır.”[14]

Düşünce ve felsefesiyle yalnız Türk edebiyatının değil, dünya edebiyatında da bir klâsik haline gelmiş olan Yunus Emre, pek çok ilim ve sanat disiplini tarafından farklı yönleriyle irdelenmiş ve birçok incelemeye konu olmuştur. Hayatıyla ilgili bilgiler menkıbelerin dışına çıkmamakla birlikte, onun hakkında öğrenilen her şey belirsizlik bulutu ardına saklanmış bir hazine niteliğinde olup, sınırları doğumundan ölümüne kadar uzansa da hayat hikayesi bu muammayla örülü ve örtülüdür.

Şiirleri aracılığıyla yayılma imkânı bulan düşüncelerinin etkisi günümüze kadar farklı alanlarda sürmüş olan Yunus Emre hakkında yapılan ilk ve en önemli çalışmalardan biri Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar isimli eseridir ve onu takip eden birçok ilmi eser Yunus’u her yönden Türk kültürüne tanıtmayı amaçlamıştır.

Yunus’u anlamak için sadece onun şiirlerini incelemek kâfi olmadığından, Yunus’u yaşadığı dönemin atmosferinde değerlendirmenin yanı sıra edebi eserlerde de Yunus Emre tematik olarak işlenmeye devam etmiştir. Bu bağlamda Yunus Emre’nin hikayesi, milletin hafızasında sadece hayatı ve eserleriyle yer almamış, Türk kültürü, edebiyatı ve Türk diline katkısı birçok yazar tarafından ele alınmış, milletin hafızasındaki bu önemi misyonu roman türünün imkanları çerçevesinde de işlenmiştir. Bir şâirin ya da yazarın gözünden Yunus Emre anlatılırken onun içimizden biri gibi en samimi haliyle karşımıza çıkması okuyucunın her zaman ilgisini çekmektedir.

Çok mekânlı ve çok mezarlı bir anlatı kahramanı[15] ve “gerçek hayatı” ile “menkabevi hayatı” iç içe olan Yunus Emre, şiirleriyle halkın duygu ve düşünlerini yansıtan, kendi çağını aşıp kuşaklar arası bir atmosferde okunabilmeyi başarmış ender şairlerdendir. Onu belli bir coğrafyada yaşayan, insani duyarlılıkları, zaafları, ekonomik sıkıntıları olan ve yine pek çok mücadeleden, sınavlardan ve sancılı kararlardan sonra bireysel olgunluğa ulaşan bir tip olarak çizmiş olan yazarlarda, binlerce yıllık sufi kültürüne dayanan anlatım içinden Yunus Emre’nin ‘insan’, ‘derviş’ ve ‘ermiş’ olarak örüldüğü söylenebilir.

En eski kaynaklardan itibaren Yunus Emre’nin adı ve mahlası genelikle “Yunus Emre” olarak anılagelmiştir. Şiirlerinde mahlas olarak “Yunus Emre”den başka “Yunus, Âşık Yunus, Biçare Yunus, Koca Yunus, Yunus Dedem, Tapduk Yunus, Miskin Yunus, Derviş Yunus” gibi isimleri kullanmaktadır. Ancak bu mahlasların başında bulunan sıfatlar kimi araştırmacıları yanıltmış ve bu mahlaslardan hareketle “Yunusları ayırmak” isteyenler olmuştur.[16] Yunus Emre’nin “Emre” lakabı da çok tartışılmış, bu kelimenin “emir”den veya “imrenmek”ten geldiğini söyleyenler olmakla birlikte[17] bu kelimeye, “âşık, şâir, birader, kardeş, atabek, lâlâ, ahî” gibi çeşitli manâlar da verilmiştir.[18] Büyük mutasavvıf, kendisinden sonra çeşitli sûfî çevrelerde daha ziyade, bilinen “Yunus Emre” veya “Âşık Yunus” isimleriyle anılmıştır.

Fikir, kültür, sanat ve edebiyat adamları Yunus Emre’nin iklimine girip ondan aldıkları damlaları Türk insanına tattırmış; şiir, hikâye, piyes, roman gibi edebî üretimler vererek farklı yorumlama ve değerlendirmeler çerçevesinde kendileri miktarınca onu anlatmaya çalışmışlardır.[19]

Yunus gibi düşünmek… Yunus gibi yaşamak… Yunus gibi söylemek… Onun gibi bir mutasavvıfı anlamak çağımızda çok zordur. 13. yüzyıldan bu yana birçok yazar ve şâir onu merak ederek takip etmiş, şiirlerini inceleyip anlamaya çalışmanın yanında, günümüzde de bazı yazarlar yeniden üretimler diyebileceğimiz ‘biyografik roman’ çerçevesinde işleyip, çağın ilgisi ve dikkatine sunmuşlardır. Başta Vilayetname’deki menkıbelere ve yazarların her birinin muhayyilesine göre şekillenen Yunus portreleri ortaya konurken, Yunus Emre anlatılarının biyografik roman adı altında yeniden düzenlenip, okura sunulması şeklinde ortaya konulan eserlerde baş kahraman olarak işlenmiş, âdeta yeniden var olmuştur.

Günümüzde Yunus Emre’yi müstakil roman/anlatı olarak konu alan eserlerin on tanesi örneğinde sıraladığımız yazarlar da tarihin kıyılarında gezerken -tasavvufi öznelere yaslanan biyografik romanlar- [20] ekseninde eserler kaleme almışlardır.

Bunlar; Nezihe Araz-Dertli Dolap, Mustafa Necati Sepetçioğlu-Benim Adım Yunus Emre, Emine Işınsu-Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri, Mehmet Önal-Hak Çalabım, Ahmet Efe-Yunus, İskender Pala-Od Bizim Yunus, Devrim Altay-Yunus Emre, Özgen Keskin-Yunus Emre Var Yâr’ına, Mustafa Akgün-Yunus Emre: Gel Gör Beni Aşk Neyledi, Mahmut Ulu-Aşka Ağlayan Derviş… şeklinde sıralanabilir.

Dertli Dolap, Nezihe Araz’ın “Yunus Emre’nin Hayat Hikâyesi” alt başlığıyla, büyük bir saygı ve sevgiyle kaleme almış olduğu Dertli Dolap[21], önce kadın ressamlarımızdan Sabiha Bozcalı’nın resimleri eşliğinde 1959 yılında Yeni Sabah gazetesinde tefrika edilmiş, kitap olarak 1961’de İstanbul’da yayınlanmıştır. Yunus Emre’nin biyografisine eğilen ilk eser olarak, derviş oluş sürecini anlatırken menkıbevi biyografik bilgiler ile romaneks kategori arasında gidip gelen bir yapı özelliği sergilemektedir.[22]

Roman, Yunus Emre’ye göre hayat, geçmiş ile gelecek yani ezel ile ebed arasında yapılan bir yolculuktur (Kaplan 1991, 263) ve Nezihe Araz bu yolculuğu üç bölüm halinde düzenlemiştir:

I. Bölüm “Bu Bölüm Yunus Emre’nin ‘Cünûn’ Dönemini hikâye eder,

II. Bölüm “Bu Bölüm Yunus Emre’nin ‘Fünûn’ Dönemini hikâye eder,

III. Bölüm “Bu Bölüm Yunus Emre’nin ‘Sükûn’ Dönemini hikâye eder.

Bu yolculuk yani seyr-i süluk, Cünûn-Fünun-Sükûn olmak üzere üç aşamada oluşan bir eğitim sistemidir ve her tarikatın bu sistemi uygulamasında farklılıklar bulunmaktadır. Yunus da eğitim sürecini tamamlayarak kâmil mertebesine ulaşan bir derviş olarak birliğe kavuşmuştur. Yazar, arka plandaki toplumsal tarihsel gerçekliği Yunus Emre aracılığıyla yansıtmaya çalışırken, olay örgüsü Yunus’un etrafında şekil alır. Yazar, romandaki ikinci dereceden önemli kişilikleri işlerken okuyucunun başkahramanı daha iyi tanıyabilmesini sağlamış, yardımcı karakterleri ve dekoratif konumdaki şahısları Yunus’a yaklaştırarak anlatmıştır. Böylece okuyucu Yunus’u onun düşünce yapısını ve işlevini diğer kişiliklerin bakış açısından öğrenir.

Dertli Dolap’ta mekân; fizikî bir çevreyi yansıtmaktan öte bireysel bir serüveni dile getirmektedir. Hâkim bakış açısıyla yazılan romanda, fizikî ve algısal mekânlar geniş olarak yer almakta, yazar mekânı olayların meydana geldiği bir sahne olmanın ötesinde tarihsel ve sosyal bir olgu olarak eserine yerleştirmiştir. Hâkim bakış açısı ile tasvirî anlatıma girmeden vak’aya bir zemin hazırlanmış olan romanda vak’a zamanı ile anlatılma zamanı arasındaki zaman farkının çok uzun olduğu görülür. Romanın vak’a zamanı XIII. yüzyıl, anlatılma zamanı ise ortalama kırk sene olup, serüveninin anlatma zamanı ise bir gündür.

Dertli Dolap, tanrısal bakış açısıyla yazılmış bir biyografik romandır. Klâsik anlamda her şeyi bilen gören, olayların seyri hakkında bilgi veren bu anlatıcı bir bakıma yazarın kendisidir. Yazar anlatıcının hâkim bakış açısının dışında bir diğer bakış açısı “Yunus’a” aittir.

Romandaki bölümlerde kırılma noktaları dikkate değerdir. Yunus Emre’nin hayat macerası sunulurken menkıbelere uygun izleklerle, Nezihe Araz, sadece yaratıcı muhayyilesine başvurmamış; birçok tarihsel ve tasavvufî kaynaklarla hayli meşgul olup bunu her vesileyle dile getirmiştir. Bu durum yazarın kurguyu şiirlerle birlikte vermesiyle anlatımın geri planda kalmasına ve şiirlerin kurguyu bastırmasına sebep olmuştur.

Eserde Yunus’un; “Cünûn, Fünûn ve Sükûn” dönemlerinde sürekli değişme ve olgunlaşma esasına dayanan dervişlik hallerini görüyoruz. Böylece; romanın olay örgüsü üç dönemde, üç ayrı çatışmayla şekillenerek ilerlemiştir. Birinci dönemde Yunus’un kendisiyle olan iç çatışması; ikinci dönemde nefsiyle olan çatışması, üçüncü döneminde ise Sarıköy’de çevresindekilerle mücadelesi verilerek, Yunus’u daha iyi tanımamız sağlanmıştır.

Nezihe Araz’ın Dertli Dolap adlı eserinin biyografik romandan çok, kurgunun son derece az olduğu, tamamen menkıbevi kaynakların âdeta birebir tekrarına dayanan bir biyografi kitabı özelliği taşıdığı söylenebilir. Eserin isimlendirilmesinden başlayarak son satırına kadar, Yunus Emre şiirlerinin tanıklığında ilerler. Yazarının, roman kurgulamaktan çok Yunus Emre’yi günümüz insanına anlatmak ve hakkındaki yanlışları düzeltmek için kaleme almış olduğu söylenebilir. Yazarın roman kurgusu içinde anlatmaya çalıştığı, menkıbeleri roman gerçekliğine çevirmek istemesi tarihi, menkıbevi, kurgusal kahramanları psikolojik derinlikten yoksun bırakmış ve onların birer karton karaktere dönüşmesine sebep olmuştur. Anlatım özellikleri açısından baktığımızda ise kurgusal zeminin azlığı yazarı özet yapmaya yöneltmiştir, denebilir.

Benim Adım Yunus Emre

Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun kaleme aldığı “Benim Adım Yunus Emre”[23] romanı, Yunus Emre’nin Hacı Bektaş Dergâhı’nın kapısında beklemesi ve bu bekleme sırasında geçmişe dönmesiyle başlar ki, bu metin romanın sonunda tekrar verilmiştir. Yunus Emre’nin yaşamını, dervişlikteki mücadelesini konu alan eser, diğer Yunus Emre romanlarından Hünkâr menkıbesinde kırılma yönüyle farklılık göstererek dışına çıkmış ve kuraklık motifini kullanarak konuyu beslemiştir. Romandaki Molla Kasım aslında Yunus Emre’nin kendisi olup, içindeki ben’le adeta bir çatışmaya girmiştir. Yunus adlı bir tiyatro eseri de bulunan Sepetçioğlu, Yunus Emre’yi merkez kahramanı olarak ele almış, dönem romanı denilebilecek yaklaşımla, Osmanlı’nın kuruluşunu ve Anadolu’nun birlik düzeninin oluşumu safhalarında Yunus Emre gibi dervişlerin oynadıkları etkin role vurgu yapmaya çalışmıştır. Yunus, romanın ana kahramanı durumundadır ve amacı mükemmel olanı bulmaktır. Romanın diğer kahramanları Yunus Emre’nin çevresinde şekillendirilmiştir. Roman kahramanlarına ait özellikler genel olarak verilmemiş, okuyucunun hissiyatına bırakılmıştır. Baştan sona bir endişe havasının hâkim olduğu romanda mekân tablosunun açık ve geniş coğrafyalarla şekillenmesi ve romana hâkim olan endişe halinin Yunus Emre’nin dervişliğe yönelmesi anlatılmıştır.

Romanın önsüzünde Yunus Emre, Hacı Bektaş Dergâhı kapısında kahraman anlatıcı olarak olayları anlatmaya başlarken son sözünde, bu söylemi birleştirmiştir. Yunus Emre’nin kendi macerasını anlatması ile yapılan geri dönüş ve hatırlatmalar romanın zaman örgüsünü bir hayli genişletmiş, Sepetçioğlu, ayrıntılardan yola çıkarak eserini zenginleştirmiştir. Kahraman anlatıcı bakış açısı ile kurgulanmış bir roman olan Benim Adım Yunus Emre’de entrik kurgu, yaşamöyküsel karakterlidir. Hatırlamalar ve geriye doğru zamansal gidişlerle anlatı zamanı arasında ilerleyen ve destansı bir üslubun göze çarptığı eserde yazar, menkıbevi rivayetleri kurgusal zemine taşımayı bilmiş, menkıbedeki kahramanlarla birlikte, kurgusal kahramanları da bir arada anlatmaya çalışmıştır. Bu eserde Yunus Emre’nin biyografik hayatı merkezde olmadığı gibi, Tabtuk Sultan da yoktur ve bütün olay örgüsü Hünkâr’ın dergâhından buğday istenmesi etrafında örülmüştür.

Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri

Eser[24], Emine Işınsu’nun ‘Sevgili Hocam Hasan Burkay’a ellerinden saygı ile öperek’ ithafıyla başlamakta, sonunda ise yararlanılan kişi ve kaynakları içeren ‘Şiirler ve Tasavvufî Terimler İçin Sözlük’ bölümüne yer verilmiş olan Işınsu’nun gençlere tasavvufu anlatabilme niyetiyle kaleme almış olduğu dört romanından[25] biridir.

Fihi Ma Fih ve Ariflerin Menkıbeleri adlı eserlerden hareketle, Yunus Emre’nin hayat hikayesini, gariplikten dervişliğe geçiş süreci, bu yoldaki mücadelesini ve nihayet âşıklık mertebesine yükselmesini konu almıştır. Eser, kronolojik bir akışla ve zaman zaman geriye dönüşlerle ilerleyen bir biyografik veya anı-roman kurgusundadır. Yazarın dergâhın atmosferine, dervişlerin hallerine vâkıf olma durumu mekânı, zamanı ve anlatımı başarılı kılmıştır.

Tasavvuf duygusu ve buna dayanan bağlı menkıbelerin güzel bir kurguyla işlendiği roman dört bölüm olarak düzenlenmiştir: “Bir Garip Yunus Vardı…”, “Garip Yunus, Derviş Yunus Oldu!..”, “Derviş Yunus Aşık Yunus Oldu”, “Aşık Yunus Didar Yolunda” başlıkları altında Yunus menkıbesini kurgusal zemine taşımada ve menkıbevi kahramanlar dışında kurgusal kahramanlar yaratma, mekân ve zaman anlatımlarında Emine Işınsu’nun, son derece başarılı olduğu dikkat çekicidir. Yunus’un menkıbevî nitelikteki hayatı ile ilgili bilgiler çerçevesinde oluşturulan romanda Işınsu’nun güçlü kalemi, binlerce yıllık sufi kültürüne dayanarak insan-derviş-ermiş olarak bir Yunus Emre portresi çizerken, bu seyr-i süluku yani Yunus’un yolculuğunu adım adım anlatmıştır.

Söylem açısından baktığımızda, anlatıcı kahraman olan Yunus’un dili romanın başından sonuna değişmemiştir. Oysa romanın başındaki Yunus ile sonundaki Yunus aynı değildir. Kendisinin bir talebi olmadığı halde Yunus’a müritlik yolu açılmıştır ama dervişlik Yunus Emre’nin içinde mevcut ve bunun açığa çıkabilmesi için mürşit bir elin ona dokunması gerekmektedir ve bu el Tapduk Emre’nin elidir. Tapduk dergâhına girmeden önce Yunus Emre’ye tabiatın rehberlik ettiği görülür. Emine Işınsu, Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri adlı eserinde tasavvufi menzilde ilerlemeyi konu edinen oluşumla, Yunus menkıbesini kurgusal zemine taşımayı bilmiş, menkıbevi kahramanların dışında, kurgusal kahramanlar yaratmada son derece başarılı kompozisyonlar çizmiştir. Romanda mekân ve zaman unsurları, dergâhın atmosferi, dervişlerin hâllerine vâkıf olma durumu anlatımı başarılı kılmıştır. Mekân hem fiziksel hem algısal olarak anlatılmış, okuru sürekli merak halinde tutacak birkaç entrik öğe kurgunun başarısını arttırmıştır. Bunlardan en önemlisi Yunus’un kişisel gelişimini tamamlayıp tamamlayamayacağı, ya da bu süreç sonunda nasıl bir noktaya ulaşacağıdır.

Yunus Emre dilinde yer alan en temel lirizm Allah aşkı, bu aşkla dolan peygamberler, evliyalar, erenler ve bu dünyayı güzelleştiren ‘aşk ehli’ insanlardır. Bu çerçevede okurda merak duygusu uyandıracak ve iyi bir hikâye için gerekli olan başka öğeler de ilgi çekicidir; Yunus Emre ile Hacı Bektaş’ın diyaloğu, Taptuk Emre’nin Yunus’u dergâha tekrar çağırıp çağırmayacağı, Yunus’un platonik bir tarzda geliştirdiği Nurefşan’a olan aşkının akıbetinin ne olacağı, Yunus’un marangozluk işinde isbat-ı vücut edip edemeyeceği... gibi hususlar, romanı zenginleştiren diğer öğeler olarak değerlendirilebilir.

Emine Işınsu’nun eserinde Yunus’u şiirlerinin diliyle konuşturmaya çalışmış, günlük dil, deyim ve atasözü gibi kalıplar ve kurgusal bir yorumla edebî dile yaklaştırmada başarılı olmuştur.

Yunus Emre’nin hayat hikayesini, gariplikten dervişliğe geçiş mücadelesini ve nihayet âşıklığa yükselmesini konu alan eser birbirine bağlı dört bölümden oluşmaktadır. Anlatım başlandığında Yunus, yirmi bir yaşındadır, ancak geriye dönüşlerle Cengiz İstilası yıllarında Yunus’un iki yaşına kadar çocukluğuna uzanılıp olaylar özetlenir. Yunus’un gördüğü bir rüya ile başlayan roman, söylem açısından baktığımızda anlatıcı kahraman olan Yunus’un dili, romanın başından sonuna değişmemiştir. Oysa romanın başındaki Yunus ile sonundaki Yunus aynı değildir. Yunus, roman boyunca itidalin ve pozitif bakışın sembolü olarak çizilmiş, Molla Kasım konusunda sabitleşmiş fikirler kullanılmıştır.

Yunus Emre’nin temsil ettiği rol Kazım Yetiş’in konuya ilişkin bir incelemesinde yaptığı; “Yunus Emre’nin Müslüman Türk birliğinin kurulmasında ve Selçuklu’dan sonra Türk varlığının yeni bir kuvvet ve yeni bir devlet olarak devamında hem fiili olarak hem kültür bakımından azımsanmayacak bir payı vardır…”[26] Yunus’a dair ayrıntılar roman başında değil metne yedirilerek aktarılmıştır. Yunus’un kişiliğini belirleyen diğer bir unsur meslek hayatıdır. Eserde Yunus, bir marangozdur ve tasavvufun belirlediği bakış açısı insanlara aktarılmış, hep gözlenen, izlenen ve dinlenen biri haline getirildiği için Yunus’un iç dünyasına pek girilememiş, Yunus için karton bir karakter haline getirilmiştir, denilebilir. Dönem anlatılırken devrin ismi bilinen mutasavvıfları yanında bazı siyasî kişiliklerden de söz edilmiştir. Bunlar arasında Karamanoğlu Mehmed Bey ve Türkçe konulu fermanı; Selçuklu veziri Muiniddin Pervâne ise Nurefşan, Mevlâna ve Moğollarla ilişkileri ile Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazi ise uç beyi olarak ve kayınbabası Şeyh Edebalı ile olan ilgisi nispetinde vurgulanarak anlatılmıştır.

Romanda, tarihî gerçekliklerle menkıbeler arasındaki dengeyi çok iyi sağlayabilen yazar, şahıs kadrosunu bir araya getirirken titiz davranmış, Yunus Emre’yi merkez kahraman olarak ele almıştır. Dolayısıyla romanda çizdiği karakter ve onlara yüklediği fonksiyonların yanında, Osmanlının kuruluşu ve Anadolu’nun dirlik düzeninin oluşumu safhaları da anlatılmaktadır. Mekân, olay örgüsünün belirli bir atmosferde şekillenmesi ve Yunus’daki değişmelerin yansıtılması yönünde açık ve kapalı mekân unsurları kullanılmaya çalışılmıştır.

Romanın vak’a zamanının genişliğine rağmen, anlatma süresi oldukça dar ve belirsiz olup, yazar olayları anlatırken esnek bir anlayışla hareket etmiş, hatırlatma ve sezdirme yolunu denemiştir.

Anlatıcı, Yunus’un şahsında, olayları yaşadığı dönemdeki kişiliğiyle, bu olayları anlattığı zamandaki kişiliğini birleştirmiş ve ağırlıklı rolü de ikincisine vermiş ve yirmibirinci yüzyılda Yunus Emre’nin tanınmasını sağlamıştır. Emine Işınsu, roman boyunca gelenekselci bakış ile Vahdet-i Vücuda inanan Yunus Emre arasındaki çatışmayı vurgulayarak Yunus menkıbesini kurgusal zemine taşımayı bilmiş, menkıbevi kahramanların dışında, kurgusal kahramanlar yaratmada başarılı olmuş, dergâhın atmosferine, dervişlerin hâllerine vâkıf olma durumu mekân, zaman, tasavvuf ve buna bağlı menkıbelerin bir kurgu dâhilinde güzel bir şekilde anlatımını gerçekleştirmiştir.

Od

İskender Pala’nın kaleme aldığı “Od [27], ‘Bir Yunus Romanı’ alt başlığı ile sunulmuş, “Bizim Yunus’a” ithafıyla başlamaktadır. Yunus Emre ve oğlu İsmail (Samuel)’in hayatları ile ilgili olay akışının Molla Kasım tarafından yazılarak aktarılması ile oluşturulmuştur. Eşini ve oğlunu kaybeden bu kayıplarla imtihan edilen Yunus, rençberlikten dervişliğe, dervişlikten şeyhliğe uzanan hayat hikâyesinde dinmez sızısı oğlu İsmail’i aramayı da sürdürür. Aynı denize ulaşmak için akan iki ırmak gibi, insan-ı kâmil olmak için yaptığı manevi yolculuğun yanında oğlu İsmail’i bulma arayışı da devam eder.

Menkıbelerde anlatılan Yunus Emre, efsanevî bir çerçevede ele alınmış rivayet ve kerametlerin gölgesinde çizilmiş tasavvufî bir hayat hikâyesinin kahramanı olarak hamlıktan pişmişliğe evrilen bir hayat hikâyesi çerçevesinde işlenmiştir. Romanın başındaki kısım, “Giriş” olarak değerlendirilecek olursa Rençber, Derviş, Işık olmak üzere dört bölümden oluşan romanda, hikâyesi anlatılan kişiler adlarının verildiği alt bölümlere ayrılarak kurgulanmış ve Yunus’un hayat kronolojisi ortaya konulmuştur.

Romanın birinci bölümünde dünya işleriyle meşgul bir çiftçi olan Yunus’un dervişlik fikrine yakın olmadığı görülürken, on üçüncü yüzyılda yaşamış olan Yunus Emre’nin dillendirilmesinde başarılı bir söylemle Yunus’a ve diğer karakterlere ait özellikler tedricen eserin bütününe yayılmış, Yunus Emre’yi en çok birey tarafıyla işleyen ve kurguya en fazla yaslanmış olan yönüyle ilgi çekici bir roman ortaya konulmuştur. Moğol istilalarının taramur ettiği, yönetimin zaaflar, halkın manevi boşluklar içinde olduğu bir ortamda Anadolu kendi küllerinden yeniden doğmuştur. Bu Anadolu, küllerinden Hacı Bektaş’ı ve Yunus’u çıkarırken Yunus’un manevî yolculuğundaki sosyo-psikolojik durum ile değişim ve dönüşüm süreçlerinin yansıtılmasında mekân ögesinden oldukça yararlanılmıştır.

Bir röportajda yapılan değerlendirme Od’un mahiyetini şu şekilde ortaya koymaktadır:

“Yunus’u ilk defa bir insan olarak yakaladım. Beşerî özellikleriyle bir âdemoğlu. Seven, derde ve hüzne isabet edebilen bir insan. Yok şöyle evliyadır, yok böyle kerameti varmış, yok şöyle yok böyle… Ha, bu romanda Yunus’un kerametleri yok mu? Var elbet. Fakat çoluk çocuğuyla ve karısıyla bizden biri imişçesine anlatılma yönü bu romanda öne çıkarılmış. Tapduk’un kapısında Yunus, böylece “Bizim Yunus” olmuştur… Ve roman, bundan sonra Yunus’un dervişliğinin peşinde okurunu koştururken, baba Yunus’a da adeta bizi yol arkadaşı eyler. İsmail’ini arayan Yunus. Yunus’unu arayan İsmail. Ya da Samuel. İsmail, niçin Samuel oldu?.. Her şeyi anlatmak olmaz tabii… Romana acıkmalı okur… Yunus’un şiir yazma serüvenine şahit oluyoruz. İlk defa ne zaman şiir söylemeye başladı? Mevlânâ ile Konya’da karşılaşmaları. Tasavvufi seyirde Yunus, nasıldı ne oldu? Benlik denilen engelden nasıl kurtuldu? Bilmek, aslında kişinin kendisine dönük olan seyridir ve Yunus, benlik haddesinden geçerken hangi sıkıntılara katlandı? Ve daha neler neler… Hepsi OD’da!..[28]

Üst kurmaca tekniğiyle oluşturulan romanın başında ve sonunda Yunus aynı kişi olmayıp; üç ana bölüm dışındaki romanın başında ve sonunda Molla Kasım’ın yazıcılık dışında, anlatıcı rolüne büründüğü iki bölüm bulunur ki bunlar romanın ‘önsöz’ü ve ‘sonsöz’üdür. Molla Kasım’ın Yunus Emre’nin hayatını anlattığı bu romanı yazmaya 1320 yılında başladığını ve aynı gün bitirdiğini, vak’a zamanının 1320 yılı, anlatma zamanını ise bir gün olarak belirlemek, anlatı boyunca geçmişe yaptırılan zaman yolculukları ve önsöz-sonsöz bölümleriyle sergilenmiştir.

Od-Bizim Yunus, merak unsurunun yarattığı bir olay örgüsüne sahip olmasa da zaman kullanımında başarılıdır. Yazar, on üçüncü yüzyılda yaşamış roman kahramanını Yunus’ta dillendirmiş ve günümüze taşımıştır. Dil kahramanların sosyal yaşantılarına, kültürlerine uygun bir şekilde kullanılmış, eserin estetik ve sosyal dokusunun çizilmesinde dil ve üslûp ilgi çekici hale getirilmiştir.

Kahraman anlatıcının bakış açısıyla yansıtılan romanda birden fazla anlatıcı olup, kahramanlara ait farklı bakış açılarıyla olaylar esere yansıtılırken, anlatıcı genel olarak Yunus Emre’dir. Yunus kendi hikayesini Molla Kasım’a anlatır ve Molla Kasım da anlatılanları yazarken romanın üçüncü bölümünde karşımıza Samuel çıkar ve sözü Yunus’un dilinden alarak kendi bakış açısıyla romana yön verir. Romanda kahraman anlatıcı olan Yunus Emre rolü gereği, hem anlatıcı (gözleyen), hem de anlatılan (gözlenen) konumundadır.

Romandaki kahraman anlatıcılar Yunus, İsmail ve Molla Kasım’dır. Molla Kasım merkezdir ve diğer iki kişi hikâyeyi ona anlatır. Bu üç anlatıcı kendi konumlarınca konuştuklarında bir söylem farkının olduğu sezilir.

İskender Pala, eserinde okuyucuyu mistik bir atmosfer eşliğinde tarihin derinliklerinde bir yolculuğa çıkarır. Eser, tasavvuf ve buna bağlı menkıbelerin böylesi bir kurgu için yeterli olabileceğini göstermektedir. İlk bakışta Yunus Emre biyografisi niteliğindeyken devreye giren yeni karakterlerle roman özelliğine bürünmüştür. Yazar, roman kurgusu içinde yeterli olan menkıbelerin yanına mistik bir aşk, gizemli kahramanlar ve olağanüstülüğü barındıran hadiseler eklemiş ve roman günümüz okuyucunun ilgisini çekecek popüler roman niteliği kazanmıştır. Eserde ümmi ve mesleksiz olarak belirlenen Yunus Emre romanın kurgusal yapısı içinde bir roman kahramanına dönüştürülerek yazarın bakış açısına göre yorumlanıp Yunus Emre’nin hayat hikâyesi ve düşünceleri roman gerçekliği içinde işlenmiştir.

Od-Bizim Yunus’un, kendisinden önce yazılan Yunus romanlarından farkı biraz da bu çatışmaların başarılı şekilde kurgulanmasından gelmektedir. Merkezinde tasavvuf yolundaki Yunus değil, insan ‘Yunus’ olan Od-Bizim Yunus’ta -aynı malzemenin kullanılmış olmasına rağmen- Yunus Emre, içimizden biri yani ‘Bizim Yunus’ olmuştur. Yunus Emre’nin mutasavvıf kimliğinin dışında bir evlat, baba, eş olarak çizilmesi, yaşadığı iç çatışmaların gözler önüne serilmesi onu diğer romanlardan ayırmaktadır.[29]

Yunus

Ahmet Efe’nin kaleme aldığı, “Yunus” adlı eserin konusunu, varlıklı bir ailenin oğlu olan Yunus’un tasavvufî hayat hikayesi ve dervişlik yolundaki mücadelesi oluşturmuştur. Romanda çıkış noktası, diğer dokuz eserden farklı olarak ‘Hünkâr menkıbesi’nden hareket edilmeden kurgulanmış, olay örgüsü üç halkada cereyan eden üç ayrı çatışma çerçevesinde şekillenmiştir. İlk halkada, diğer romanlardan farklı olarak Yunus, köyün varlıklı ailelerinden birinin tek çocuğu olarak gösterilmiş, yakın arkadaşı Yusuf’la bir aşk çatışmasına giresi ilk halkayı, Melike’ye olan aşkı ve iç dünyasıyla yaşadığı aşk ikinci halkayı, dervişlik mücadelesindeki iç çatışması üçüncü halkada gerçekleşirken, bütün bu etkileşimler Yunus’u yakından tanımamızı sağlamıştır.

Romanda Yunus’a ve diğer karakterlere ait özellikler dönemin sosyal ve kültürel yapısına uygun şekilde verilmeye çalışılmış, mekân ögesinden genellikle atmosfer yaratmak ve kişilerin psikolojilerini etkilemek amacıyla yararlanılmıştır. Genel olarak açık mekânlar kahramanın psikolojik durumunu yansıtmak, kapalı mekânları ise kahramanlar arasındaki ilişkileri yoğunlaştırmak için kullanılmıştır. Anadolu’nun bunalımlı dönemine tesadüf ettiği vak’a zamanının başlangıcını 1269 yılı, anlatılanların 1269-1321 yıllarında geçtiği anlaşılan 52 yıllık zaman dilimi, arada yapılan bazı geri dönüşlerle 1267’ye kadar genişlemiştir. Bu geri dönüşlerde dönemin karakteristik özelliklerinden çok Yunus’un biyografik çizgisi esas alınmıştır. Üç daireden oluşmuş olan Yunus romanında, zaman unsuru hem muhtevanın belirli bir atmosferde şekillenmesi, hem de kahramanların psiko-sosyal kimliklerinin aydınlatılması yönünde başarılı bir şekilde kullanılmıştır.

Ahmet Efe’nin Yunus romanı, tanık (müşahit) bakış açısı ve 3. şahıs ağzından anlatılır ve geneline bu bakış açısı hâkimdir. Menkıbelerle beslenen Yunus Emre kişiliğini roman içinde yeniden kurgulayan yazar, Yunus’un portresini velayetnamelerle yüklü kaynaklardan yola çıkarak çizmiş ve ona başka bir boyut eklemiştir. Romanda çevresiyle ilgisi, şeyhlik makamı yani rehberlik görevi vurgulanmayan Yunus Emre’nin portre tasvirleri dikkat çekicidir. Yunus’un dertlerini dinleyen Sakarya nehri, coşkun bir aktarıcı olarak belirlenmiş, diğer Yunus Emre romanlarında olduğu gibi burada da Osmanlı’nın kuruluşu ve Anadolu’nun imarı konusunda kendisinin olduğu gibi yetiştiği tekke ve dergâhların da olağanüstü roller üstlendiği vurgusuna yer verilmiştir.

Yunus Emre Var Yar’ına

Özgen Keskin’in kaleme aldığı “Yunus Emre Var Yâr’ına”[30] adlı romanı, Yunus Emre’nin Sarıköy’de başlayıp Konya’da ilim tahsiliyle devam eden hayatı, Tabduk Emre Dergâhı’nda başlayan dervişlik yolundaki mücadelesi ve maceralarının anlatıldığı altı bölümden meydana gelmiştir. Yunus’a ve diğer kahramanlara ait özellikleri, dönemin sosyal ve kültürel yapısına uygun şekilde anlatmış, romanın mekân haritası bir hayli geniş tutulmuştur.

Birinci bölüm, genel olarak Sarıköy, Sakarya suyu çevresi ve Konya’daki taş medresede geçmektedir. Bu bölüm açık mekân olarak anlatılmış, Yunus Emre’nin içsel ve manevi yolculuğundaki ruhsal durumunun yansıtılmasında mekân ögesinden burada da yeterince yararlanılmıştır. Romanda vak’a zamanı 1241’dan başlayıp 1321 yılına kadar devam eden seksen yıllık bir zaman dilimini kapsar.

 Ancak anlatıcı, bu zaman dilimini, kendi içinde farklı kesitlerle, anlatma zamanından geriye dönerek dünden bugüne doğru cereyan etmiş birtakım olayları verdiği birinci bölümünde 1241’den 1271’e kadar olan zamanı vak’a seyri bakımından iki safhaya ayırarak Sarıköy’de geçen on beş yıllık süreyi arayış içinde olan bir Yunus portresi sunarak başlatır. “Bir Gönüle Girmek” bölümü ise Konya’da geçen on beş yıllık arayışının yanında iyimserlik dönemi olarak, bir nevi Yunus’un parçalanmış hayat hikayesi olup dönemin karakteristik özelliklerinden çok Yunus’un biyografisine odaklanmıştır.

Üçüncü tekil şahıs tarafından aktarılan olay örgüsünde okur, olayların merkezindeki kahramanların ruh ve hayal dünyasına girme şansına sahiptir. Hâkim bakış açısının yanı sıra, esas kahraman konumunda bulunan Yunus bakış açısına da yer verilerek okuyucu içten ve dıştan yani iki cepheli anlatımdan yararlana imkânına kavuşturulur. Yunus merkez kişi durumundadır ve ilişki ağı ona göre kurulmuş, Yunus’un kendini gerçekleştirmek adına yaptığı seyahatler dışında, dergâhta geçen bir ömrün hikayesi anlatılmıştır.

Özgen Keskin’in Yunus Emre Var Yâr’ına adlı eserinde menkıbeden alınan bilgiler kurgusal bir çizgide, yer yer biyografik ana malzemeye ters düşen roman gerçeğinin sınırları etrafında kronolojik bir seyir etrafında anlatılmaya çalışılmıştır.

Hak Çalabım[31]

Aynı zamanda bir akademisyen olan Mehmet Önal tarafından kaleme alınmış eserin başında yazar, roman ve biyografik romanın niteliğine dair bilgiler vermiştir. Sulucakarahöyük’e Hacı Bektaşı Veli’den buğday istemek için giden Yunus’un dervişlik yolundaki hayat çizgisini, maceralarını ve Yunus Emre oluş sürecini konu alan romanın olay örgüsü Yunus Emre’nin çevresinde yaşanan çatışmalar etrafında şekillenmiştir. Hacı Bektaşı Veli’nin Anadolu’ya gelmesi ve Sulucakarahöyük’e yerleşmesi ve burasını dergâh yapmasıyla olay örgüsü başlayan romanda yazar, böyle bir başlangıçla Türkler’in Anadolu’da sadece askeri ve siyasî bir fetih gerçekleştirmediklerini, aynı zamanda islamın iman ve aksiyonuyla hem yeryüzünü hem de gönülleri fethetmek şeklinde ifade etme yoluna gitmiştir. Ahmet Yesevi ocağının ışığını yeni topraklara ulaştırmakla görevli erler kadar erenler de vardır ve bu erenler Anadolu insanının maddî ve manevî dünyasını ihya ve imar edici çalışmalar içindedir. Meskûn yerlerde kurdukları tekkelerle bu misyonun merkezleri oluşları ve bu doğrultuda hizmette bulundukları yönünde ilerleyen romanda, Yunus’un rüyasında Rahim Baba’dan “Dört Kapı, Kırk Makam” dersini dinlemesi, Rahim Baba’nın Hacı Bektaşi ile Tabduk Emre arasındaki ilgiyi açık açık anlatması rüya motifinin kullanıldığının bir göstergesidir. Dolayısıyla, Yunus Emre’ye ait menkıbevi bilgiler kullanılmış vebunlara çok az müdahale edilerek olay örgüsü bölümler halinde oluşturulmuş, Yunus’un dervişlik serüveninin anlatımı, onu daha yakından tanımamızı da sağlamıştır. Romanın başkahramanı olan Yunus, fakir ve yiğit bir Türkmen olarak anlatılmış, Anadolu coğrafyasının Moğol istilası ile perişan edildiği, kuraklık ve kargaşa ortamının hüküm sürdüğü yüzyıldaki hali gözler önüne serilmeğe çalışılmıştır.

Olay örgüsüne yön veren mekânlardan biri de Tabduk Emre dergahıdır. Yunus, bu mekânda Yunus Emre olmuş, dili, kilidi burada açılmış, şiirler söylemeye başlamıştır. Yunus Emre’nin dervişlik yolculuğundaki değişim anlatılmaya çalışılırken, Sulucakarahöyük’teki Yunus ile Tabduk Emre dergâhındaki Yunus Emre aynı kişi değildir.

Romanda vak’a zamanının Anadolu’nun bunalımlı dönemine denk düşürülmesi, Moğol zulmü olay örgüsünün kurulmasında önemli yer tutmuştur. Anlatılanların 1278-1321 yıllarını içeren zaman diliminde geçmesi hem muhtevanın belirli bir atmosferde şekillenmesi, hem de kahramanların psiko-sosyal kimliklerinin aydınlatılması yönünde örülmüştür. Yunus, yine romanın asıl kahramanı olup, anlatıcı olaylara onun bakış açısıyla yaklaşmıştır.

Hak Çalabım, kurgusal yönü ağır basan bir roman olmaktan çok, Yunus Emre’nin hayatını roman imkânları içerisinde ama roman gerçekliğine uzak bir çizgide kaleme alınmış bir çalışma olarak değerlendirmek mümkündür. Roman kahramanları Yunus Emre’nin çevresindeki tarihi kimliklerden oluşturulmuş ve olaylar genel olarak menakıbnamenin dışına çıkamamış olsa da Yunus Emre’nin bireysel macerasını anlatması yönüyle biyografik çizgileri ağır basan bir eser olarak değerlendirilebilir.

Yunus Emre[32]

Devrim Altay’ın kaleme aldığı eserde, Yunus Emre’nin Sarıköy’de başlayan, Karaman’da ilim tahsilinden sonra Tabduk Emre Dergâhı’nda devam eden dervişlik yolundaki maceraları anlatılmaktadır. Tarihsel bağlantılara önem verilen romanın olay örgüsünü; birden yediye ilk halka, yediden on dörde kadar ikinci halka, on dörtten on beşe kadar ise üçüncü halka oluşturur. Yaklaşık olarak romanın üçte ikisini kapsayan birinci halka kendi içindeki akışa göre farklı bölümlere de ayrılabilir. Romanın ilk bölümüne XIII. yüzyılda Anadolu’nun sosyo-psikolojik yapısı hakkında bilgi verilerek başlanmış; Moğol zulmünden kaçıp Sarıköy’e yerleşen, Horasanlı bir derviş İsmail Efendi’nin 1238 yılında dünyaya gelen oğlu Yunus’un on yaşına kadar Sarıköy’de geçen hayatı konu alınmıştır.

XIII. yüzyıl Anadolu’sunun sosyal ve siyasî durumu, Anadolu Selçuklu Devleti’nin güçsüzlüğü, otorite boşluğu, Moğol zulmü, kuraklık, Anadolu’nun ruh hali, mekân ögeleriyle Yunus Emre’nin dervişlik yolculuğundaki değişim süreçleri ayrıntılı bilgilerle anlatılmaya çalışılmıştır. Hacı Bektaşı Veli ve Tabduk Emre felsefesinin verilmeye çalışıldığı Yunus Emre romanının vak’a zaman ve yeri XIII. yüzyıl Anadolu’suna Anadolu Selçuklu Devleti’nin parçalanma dönemine tesadüf etmektedir. Söylem açısından üçüncü şahıs ağzından verilen Yunus’un dili, romanın başından sonuna kadar aynıdır.

Devrim Altay’ın Yunus Emre adlı eseri yine menkıbeden yola çıkarak yazılmış, menkıbelerle beslenen Yunus Emre portresiyle, roman gerçekleri altında yeniden kurgulanmaya çalışılmıştır. Eserdeki şahsiyetler ve hadiselerin derinlemesine tahlili yapılmamış, menkıbevi rivayetlerin günümüz diliyle ifade edilmiş olduğu eser, şiir önekleriyle değinilen konuların pek denk düşmediği hümanist bir hayat görüşü etrafında şekillenmiştir.

Yunus Emre[33]

Mustafa Akgün’ün kaleme aldığı “Gel Gör Beni Aşk Neyledi” alt başlıklı romanın konusunu, Yunus Emre’nin buğday istemek için gittiği Hacı Bektaşı Veli’nin Dergâhı’nda başlayan dervişlik hikâyesi, bu yoldaki mücadelesi ve maceraları oluşturmuştur.

Bu eserde de tarihi-kültürel bir şahsiyet olan Yunus Emre bir roman kahramanına dönüştürülmüş, yazar Yunus’u bakış açısına göre yorumlayıp, tarihi bir roman olarak nitelediği çalışmasını menkıbelerle vekurgusal unsurlarla zenginleştirmiştir.

Seçilen şiirlerin Yunus Emre’nin tasavvuf mertebelerine uygunluk taşımaması, olay örgüsünün kopukluğu ve yazarın sık sık araya girip okuyucuya çeşitli bilgiler aktarması romanın akıcılığını olumsuz yönde etkilese de yazarının bilgi birikimiyle XIII. yüzyılda yaşamış olan Yunus Emre’yi dillendiren, üçüncü tekil kişi anlatımlı bir roman ortaya konmuştur demek mümkündür.

Aşka Ağlayan Derviş

Mahmut Ulu’nun kaleme aldığı, Aşka Ağlayan Derviş[34] de, menkıbelerde örülen Yunus Emre’nin hayat hikayesini ve dervişlik yolundaki efsanevî macerasını konu almıştır. Menkıbeleri yorumlayışında farklılıkların bulunması ve olay örgüsü anlatılırken peygamber ve evliya kıssalarının kullanılması romanın olay örgüsünün akıcılığını arttırmış, mekân öğesinden, genellikle atmosfer yaratmak ve kahramanların psikolojisini etkilemek amacıyla yararlanmaya çalışılmıştır. Romanın olaylarının geçtiği mekânlar, Sulucakarahöyük, Konya, Tabduk Emre Dergâhı ve Yunus’un seyahati sırasında gezip, gördüğü mekânlar olup gerçek olan Tabduk Emre dergâhı, diğer mekânlar ise ‘Hâlâ dünya kokan…’ Yunus Emre’nin bireysel macerasını tamamlayan mekânlardır.

Olaylar, zaman olarak XIII. yüzyılın ikinci yarısında geçmekle beraber tam bir tarih verilmemiş, dönemin karakteristik olaylarına da pek değinilmemiştir. Romanın vak’a zamanı tam olarak belli değildir ve tarihsel dönem ayrıntıları ile verilmez. Moğolların Anadolu’yu yakıp yıkması bilgilerinden hareketle romanın vak’a zamanını tahmini olarak XIII. yüzyılın ikinci yarısı olarak belirleyebiliriz. Romanın anlatma zamanı ise bir gün olup, kahraman anlatıcı hikâyesini zamanda geriye yolculuk yaparak dile getirmiştir. Zaman tablosunun belirsizliğinden romanın anlatı yoğunluğuyla zaman grafiği arasında uyumsuzluk göze çarpmakla birlikte, Ulu’nun, “Aşka Ağlayan Derviş” adlı eserinde dil ve anlatımın kahramanların sosyal kimliklerine uygun olarak kullanıldığı, eserin estetik ve sosyal dokusunun verilmeğe çalışıldığı söz konusu olsa da yazarın Yunus’u biyografi ve kurgu gerçekliği çerçevesinde pek konuşturamadığı durumundan sözedilebilir.

Bunlardan başka, üzerinde durmayıp, isimlerini vermekle yetineceğimiz iki roman daha bu kategori çerçevesinde örneklenebilir ki, bunlardan biri, Erdem Sabih Anılan’ın Şehyini Arayan Derviş Yunus Emre [35] ile Kıvanç Nalça’nın pek de biyografik özellikler taşımayan Tuz [36] adlı çalışmasıdır.

Genel olarak değerlendirdiğimizde;

Yunus Emre’nin hayatını işleyen biyografik romanlarda menkıbevi malzemenin hep öne çıktığı, roman kahramanı Yunus Emre’nin küçük yaşlardan itibaren arayış içinde olduğu, huzursuz ama meraklı, varlık-yokluk üzerine düşünen bir kişilik sergilediği görülmektedir. Yunus; ne aradığını bilmeyen, özlem, yalnızlık, ölüm korkusu, taşkınlık ve sevgi ekseninde yaşayan bir karakterdedir. Bu özelliklerinden dolayı öz itibariyle insanın adeta bir özetini kimliğinde taşımakta, söz konusu edilen bütün romanlar ana izlek olan aşk etrafında birleşerek bu ortaklığı belirginleştirmektedir.

Yunus Emre’yi merkez kahraman olarak yansıtan romanların akışında, onun farklı kurgular içinde geçirdiği tekâmülün anlatımı esas alınmıştır.

Yunus Emre, bazı romanlarda medrese tahsili yapmış fakat dervişlik konusunda herhangi bir isteği bulunmayan bir tip, “Hünkâr Menkıbesi”nden beslenen eserlerde çiftçilik yaparak hayatını idame ettiren sıradan bir köylüdür. Toprakla uğraşan, ekin, bağ, bahçe yetiştiren insan, hayvan gibi canlı ve hareketli değil, duran bir varlık karşısındadır. Nebatlar üzerinde kuvvet ve cesaretin hiçbir tesiri yoktur; çünkü nebatlar, insan iradesinden ziyade tabiatın kanunlarına tâbidirler. İçinde bulunduğu durum, onu kolaylıkla gözle görülmez manevî kuvvetlerin mevcudiyeti fikrine götürür. Dolayısıyla, Yunus Emre’nin eserlerinde nebat sembolizmi söz konusudur. Yine, kendisinin böyle bir talebi olmadığı halde Yunus’a müritlik yolu açılmıştır. Bu durum mürit-mürşit ilişkisi açısından düşünüldüğünde Yunus Emre konulu eserlerdeki romansal deha ortaya çıkmaktadır. Dervişlik, Yunus Emre’nin içinde mevcuttur fakat bunun açığa çıkabilmesi için bir elin ona dokunması gerekir. Bu el de Tabduk Emre’nin elidir. Tapduk dergâhına girmeden önce tabiatın rehberlik ettiği görülen, Yunus Emre’nin eserinde ve söyleminde yer alan en temel lirik imge Allah, Allah aşkı ile dolan peygamberler, evliyalar, erenler ve bir de bu dünyayı güzelleştiren ‘aşk ehli’ insanlardır.

Rüya, romanlarda ağırlıklı olarak özel bir anlatım aracıdır ve bazen aşkın güçlerin habercisi bazen arzuların sözcüsü olmuş ve eserlere de bu paralelde yansımıştır.

Şiir de güçlü bir dil olarak aktarılmıştır. Türkçe söylemek ve Türkçenin işlenmesi noktası kahraman Yunus Emre’ye mal edilmiş bir duyarlılık olarak romanlarda kendine yer bulmuştur.

Bu romanların hemen hepsinin temelinde aynı menkıbelerin kullanılması, onları birbirine yaklaştırıp benzeştirerek romanların çözümlenmesini olumsuz etkilese de kurgusal zemin üzerinde Yunus’u günümüze taşıyarak özellikle gençlere tanıtma ve tanıştırma amacıyla yazılmış olmaları, genel anlamda bu eserleri başarılı kılmıştır.

Yunus Emre romanlarında göze çarpan önemli bir eksiklik ise; Yunus’un şiirlerindeki dille konuşturma veya o dönemin dilini kullanma çabaları olurken, bu yaklaşım biçimi Yunus Emre’yi roman kişisi olarak somutlaştıramamalarına neden olmuştur.

Eserlerde; biyografiye bağlanan unsurlar ana hatlarıyla hatırlatılırken kurgu kimlik ve kişiliklerin nasıl biçimlendirildiği ve iki Yunus arasında farkların nerelerde yoğunlaştığı anlatılmaya çalışılmış, bunların takdimi üzerinde durulmuş her anlatımın bir yorum olduğu kabulü ekseninde değerlendirilmiştir.

Kurgu dışı ifadelerin kurgusal olanlardan çok daha fazla olduğu bu eserlerin kurmaca olarak adlandırılmayacağı düşünüldüğünden Yunus’un Velâyetnâmelerde geçen anlatılarının dikkate alındığı gözlenmiştir. Gerçekliği tartışılsa da aynı anlatı üzerinden bir Yunus hikayesinin gerçekleştirilmesi, ele alınan eserlerin biyografik romanlar olduğunu göstermektedir. Oran açısından bakıldığında verileri çok sınırlı böyle bir hayatın edebî eser üreticisine çok daha geniş bir alan bıraktığı söylenebilir

Biyografik roman yazımında temel iki amaçtan söz edilir: Biri, yeterince tanınmayan birini ve temsil ettiği değeri tanıtmak; diğeri ise tanınmış birini anlatırken onun temsil ettiği değerleri hatırlatıp “güncelleştirmek…”[37] Yunus Emre’yi konu alan çağdaş romanlar için bunlardan ikincisinin geçerli olduğu açıktır. Onun yeniden üretilmesi, unutulduğu düşünülen değerinin hatırlatılması ve bazı değerlerin ona atfedilerek anlatılması söz konusu olup, ele alınan eserlerde pek çok farklı değerin farklı bağlamlarda ele alınmış olmasına rağmen “Yunus”, ana karakter ve anlatıcı olarak romanların akışında en önemli rolü üstlenendir. Merkezi kahraman olan Yunus Emre, dramatik aksiyon ve kimlik-kişilik tespiti noktasında örneklenen romanlarda oldukça farklı çehrelerle takdim edilmiştir.

Romanlar teknik yönden çok karmaşık olmayıp, kronolojik bir akış esas olmakla beraber hikâye, zaman zaman geriye dönüşlerle aktarılmıştır. Bunlar arasında İskender Pala’nın Od, farklı bir teknikle anlatım ve kurguyu belirlemiş, bakış açısı ve aktarım Molla Kasım’ın anlatımıyla başlamış ve onunla son bulmuştur. Ara bölümlerde ise Yunus ve İsmail’in anlatıcılığında paralel zaman anlatımlarıyla çoğunlukla kronolojik ilerleyen, Yunus’un ve oğlunun dönüşümü şeklinde aktarılmıştır.

Romanların hemen hepsinde velâyetnamelerde anlatılan Yunus’un Hacı Bektaş Veli’yle karşılaşması ve Taptuk Emre’ye yönlendirilmesi süreci baz alınmıştır. Yunus Emre’nin Anadolu’yu dolaşan bir derviş olarak çizilmesi, şiirlerindeki ipuçlarından alınan biyografik bir malumat olarak düşünülebileceği gibi, eserin düşünce boyutu olarak da öne çıkarılmıştır.

Yazarlar, Yunus Emre’nin bir derviş olduğunu, Osmanlı devletinin dervişlerle gazilerin ortaklaşa gayretlerinin sonucu ortaya çıktığını, bu dönemde Türklerin yerleşik hayata geçtiklerini, Mevlana’nın, Yunus Emre’nin ve Hacı Bektaşı Veli’nin ortak bir çizgide olması gibi romanların düşünce öğelerini farklı dozlarda yer vermişler, ancak bunlar romanların akışında yeni ve etkileyici bir tarz ortaya koyamamışlardır.

Romanlarda kahramana ait özellikler toplu verilmemiş, bütüne yayılmıştır. Hemen hepsi kahramanın konumu Moğol İstilâsı zamanında ve toplumsal anlamda büyük bir değişim yaşanan bir çevrede kurgulanmıştır. Biyografik roman kabulü bu sosyal gerçekliği kabullenmeyi zorunlu kılmış, bu sürecin eserlerde değerlendirilişi genel kabuller noktasında benzer olmasına rağmen bunlardan Emine Işınsu, istilâ sürecini Yunus’un çocukluğuna denk düşürürken, İskender Pala Yunus’un etrafında yaşananlarla, aile kaybına bağlayarak anlatmıştır.

Bu farklı romanlarda gözlenen bir diğer husus; farklı kimlikler kazanmış Yunus özelinde, kültür tarihinin çok da net olmayan mutasavvıf şair algısına iki farklı imge eklenmiş olmasıdır; Anadolu’nun Türkmen çocuğu Yunus ve manevi iklimin Yunus Emre’si…

Romanlarda, mutasavvıf şair konu alınmasına rağmen hayatı ve hikayesi ile ilgili kabullerinin dikkat çekici oranda farklılaştığı görülür. Bu Yunus’u “okuma biçimi”ndeki farklılık kadar, bunu anlatanların farklılığına da işaret etmekte, eserleri de buna örneklik teşkil etmektedir.

Romanların genelinde; Hacı Bektaşı Veli, Sarı Saltuk, Ahî Evran, Mevlânâ, Taptuk Emre Geyikli Baba, Kumral Abdal, Âşık Paşa, Hüsamettin Çelebi, Sultan Veled, Hayme Ana gibi devrin önemli mutasavvıfları Yunus’un kısa süreli fikir alışverişinde bulunduğu kişilerdir. Yazarlar Yunus’u anlatmaktan çok devri anlatmak kaygısıyla, bunları anakronik olarak kullanmış, dönemin maneviyat mimarlarının kabullerine ve inanç dünyasına katkılarına dair bilgiler aktarmaya çalışmışlardır.

Binlerce yıllık sufi kültürüne dayanarak roman kurgusu ve anlatımı içinden, hemen bütün eserlerde menkıbevi malzemenin öne çıktığı görülürken, anlatının merkez kişilik Yunus Emre’nin küçük yaşlardan itibaren koyulduğu bir arayış yolculuğu olduğudur. Onun bu tekâmül sürecinde huzursuz, varlık-yokluk üzerine düşünen, soran, sorgulayan bir kişilik sergilediği görülmektedir.

Yunus Emre’yi konu edinen eserlerde; içlenip güzel şiirler söyleyen profilin yanında zamandan ve mekândan soyutlanmış, mistik ya da pastoral bir atmosferde çizilen bir roman kahramanı olarak belli bir coğrafyada yaşayan, insani duyarlılıklarla dolu, sıkıntıları, pişmanlıkları olan ve pek çok mücadeleden hem bireysel hem manevi olgunluğa ulaşarak çıkan bir tip olarak ortaya koyulmaya çalışılmış, bazıları bunda daha başarılı olmuşlardır.

Yunus’un konu ve başkahraman olarak işlendiği bu eserlerden, başarılı bir biyografik bir roman sayılabilecek Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri’de, tarihî gerçekliklerle menkıbeler arasındaki dengeyi çok iyi sağlayabilen Emine Işınsu, şahıs kadrosunu bir araya getirirken çok titiz davranmış, Yunus Emre’yi merkez kahramanı olarak ele almıştır. Beşir Ayvazoğlu eser için; “Allah yolundaki tekamülünün safhalarını anlattığı Yunus’un menkabevi hayatının genel çerçevesini korumakla birlikte olağanüstülüklere pek itibar etmez, menkıbe dilini roman diline tercüme etmeye çalışır. Olayları bir kıssahan gibi değil, bir romancı gibi insanların iç dünyasına girerek anlatır ve olay örgüsünün gerektirdiği yeni karakterler ve olaylar yaratır. Yunus romanın sonuna kadar herkes gibi bir insandır. Sadece romanın sonunda, Tapduk Emre’nin dergahına dönüp kabul edildikten sonra (“Bizim Yunus mu?” menkıbesi) o geceyi geçirmek için girdiği eski hücresi birden aydınlanmaya başlar…” demektedir.[38]

Eserlerin genelinde; menkıbevi malzemenin öne çıktığı, merkez kişilik Yunus Emre’nin küçük yaşlardan itibaren bir arayış yolculuğu içinde olduğu, huzursuz, varlık-yokluk üzerine düşünen ve tekâmül sürecindeki bir kişilik sergilenirken özellikle Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri ve Od’da de karakterler ve onlara yüklenen fonksiyonların tespiti başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Böylece; eserlerinde tasavvuf ve buna bağlı menkıbelerin güzel bir kurgu içerisinde işlenebileceğini de kanıtlayan yazarlardan özellikle Emine Işınsu ve İskender Pala ‘Yunus’ olarak seçilen özel bir derviş tipinin karaktere dönüşmesini daha başarılı bir şekilde sağlamışlardır, demek mümkündür.

Gerçeklik ve kurgunun iç içe işlendiği bu tarz eserlere, edebi değeri kadar genç kuşaklara insan sıcaklığıyla yoğrulmuş kültürel derinliği anlatmak isteyen toplumların ihtiyacı olduğu durumu önemlidir. İncelenen romanlarda Yunus Emre’nin biyografisi esas alınarak Türk dervişlerinde ortaya koyulan misyona yüklenen bir Yunus Emre portresi sunulmuştur. Yunus Emre ile ilgili menkıbelerin roman/biyografi adı altında yeniden sunulmasıyla oluşturulan bu ve başka çalışmalarda asıl kahraman odur.

Yunus Emre hakkında azımsanmayacak biyografik roman diyebileceğimiz pek çok çalışma bulunmaktadır ama Yunus’un, kabına sığmayan, zengin, eşsiz ve evrenselliğe açılan yönü bunlara pek çoklarının daha eklemlenmesini gerektirmektedir.

Seçilmiş Kaynakça

A. İncelenen Eserler                

Akgün, Mustafa. Yunus Emre Gel Gör Beni Aşk Neyledi?, Akgün Grup Yayıncılık, Ankara 2012.

Altay Devrim. Yunus Emre, Alter Yayınları, Ankara 2010.

Araz Nezihe. Dertli Dolap, Atlas Kitabevi, İstanbul 1969.

Efe Ahmet, Yunus, Nur yayınları, Ankara 1981.

Işınsu Emine. Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2002.

Keskin Özgen. Yunus Emre Var Yar’ına, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2009.

Önal Mehmet, Hak Çalabım, Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi, Ankara 2010.

Pala İskender, Od- Bizim Yunus, Kapı Yayınları, İstanbul 2011.

Sepetcioğlu Mustafa Necati, Benim Adım Yunus Emre, İrfan Yayımcılık, İstanbul 1980.

Ulu Mahmut, Aşka Ağlayan Derviş, Karatay Akademi Yayınları, Konya 2012.

B. Diğer

Aktaş Şerif. Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara 2005.

Andaç Feridun. “Romancılığımıza Romanesk Bakışlar”, Varlık, 1995.

Apaydın Mustafa. “Biyografik Roman Türünün Türk Edebiyatındaki Gelişimi Üzerine Bazı Dikkatler”, Hece Türk Romanı Özel Sayısı, S: 65-66-67, 2002.

Araz Nezihe. “Yunus Emre- O Emre’den Bu Emre’ye”, Hoşgörü Ustaları, Dünya Yayımcılık, İstanbul 1996.

Aytaç Gürsel. Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler, Gündoğan Yayınları, Ankara 1990.

Başgöz İlhan. Yunus Emre, Pan Yayıncılık, İstanbul 2004.

Başkal, Zekeriya. “İki Tarihi Romanın Alışkanlıkları Kırma Kuramı (Ilefamiliarization) Çerçevesinde İncelenmesi: Benim Adım Yunus Emre ve Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri”, İlmi araştırmalar, S. 20, 2005, ss. 57-66.

Benazus, Hanri. Yunus Emre, Bizim Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2011.

Çetin, Mahmut. Biyografi Kitabı, Biyografi Net Yayınları, İstanbul 2012.

Çetindaş, Dilek. Türk Edebiyatında Biyografik Anlatı ve Romanlar, Kesit Yayınları, İstanbul 2016.

Eagleton, Terry, Edebiyat Kuramı, Çev. Esen Tarım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1990.

Erkmen, Aytekin. Yunus Emre’nin Hayatını Konu Alan Biyografik Romanlar, Basılmamış, YL Tezi, Ahi Evran Üniversitesi, Kırşehir 2014.

Gölpınarlı, Abdülbaki. Yunus Emre ve Tasavvuf, Remzi Kitabevi, İstanbul 1961

Arslanoğlu, İbrahim. “Yûnusları Ayırmak”, II. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri, Ankara 1987

Kaplan. Mehmet. “Yunus Emre’ye göre Zaman-Hayat ve Varoluşun Manası”, Yunus Emre ile İlgili Makalelerden Seçmeler, Der. Hüseyin Özbay-Mustafa Tatçı, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayını, 1991.

Karaburgu, Oğuzhan. “Bir Yunus Romanı”, Türk Yurdu, C.32, S. 297, ss.121-125.

Karakoç, Sezai. Yunus Emre, Diriliş Yayınları, İstanbul 1999.

Köprülü, Fuat. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1976.

Narlı, Mehmet. Roman Neyi Anlatır, Akçağ Yay., Ankara 2007, 1988.

Noyan, Bedri. Bütün Yönleriyle Bektaşîlik ve Alevîlik, Ardıç Yayınları, Ankara 1998.

Ocak, Ahmet Yaşar. (Ed.), Yunus Emre, Kültür Bakanlığı, Ankara 2012.

Oğuz, M. Öcal. “Çok Mezarlı ve/veya Çok Mekânlı Anlatı Kahramanları: Yunus Emre”, Millî Folklor, 2011, S. 91. ss. 5-11.

Özdemir, Emin. Yazınsal Türler, Bilgi Yayınları, Ankara 2002.

Sağlık, Şaban. “Eve Döndüren Adam: Beşir Ayvazoğlu”, Beşir Ayvazoğlu Kitabı, Nehir Yayınları, İstanbul 2004.

Sakaoğlu, Saim, “Yunus Emre’nin İki Dünyası Sevgi ve Bilim” Yunus Emre Özel Sayısı, Türk Dili Dergisi, Ankara 1991.

Tatcı, Mustafa. İşitin Ey Yârenler: Yunus Emre Yorumları, H Yayınları, İstanbul 2008.

Tekin, Mehmet. Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2010.

Topçu, Ümmühan BİLGİN. “Yunus Örneğinde Kahramanı Ete Kemiğe Büründürmek, Turkısh Studies, S. 8/1, 2013, ss.2617-2631.

Yetiş, Kazım. “Türk Romanında Yunus Emre”, Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu Bildirileri (7-10 Ekim 1991), Atatürk Kültür Yayınları, S. 69, Ankara 1995.

https://www.dunyabizim.com/kitap/yunus-humanist-degil-muslumandi-h7953.html

 

 

 

 

[1] Mahmut Çetin, Biyografi Kitabı, Biyografi Net Yayınları, İstanbul 2012, s.15.

[2] Dilek Çetindaş, Türk Edebiyatında Biyografik Anlatı ve Romanlar, Kesit Yayınları, İstanbul 2016, s.21.

[3] Mahmut Çetin, a.g.e., s.53.

[4] Mehmet Tekin, Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2010, s.7.

[5] Emin Özdemir, Yazınsal Türler, Bilgi Yayınları, Ankara 2002, s.284.

[6] Emin Özdemir, a.g.e., s.284.

[7] Emin Özdemir, a.g.e., s.285.

[8] Şaban Sağlık, “Eve Döndüren Adam: Beşir Ayvazoğlu”, Beşir Ayvazoğlu Kitabı, Nehir Yayınları, İstanbul 2004, s.160.

[9] Dilek Çetindaş, a.g.e., s.102.

[10] Mehmet Narlı, Roman Ne Anlatır, Akçağ Yay., Ankara 2007, s.209.

[11] Eagleton Terry, Edebiyat Kuramı, Çev. Esen Tarım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2012, s.123.

[12] Dilek Çetindaş, a.g.e., bir tasnif denemesi yaparak bu türü, örneklemeler eşliğinde değerlendirmiştir. (Bkz. s. 126-334).

[13] Mustafa Tatcı, İşitin Ey Yârenler: Yunus Emre Yorumları, H Yayınları, İstanbul 1990, s. 66.

[14] Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, Remzi Kitabevi, İstanbul 1961, s.193.

[15] M. Öcal Oğuz, “Çok Mezarlı ve/veya Çok Mekânlı Anlatı Kahramanları: Yunus Emre”, Millî Folklor, S. 91, 2011, s.5.

[16] İbrahim Arslanoğlu, “Yûnusları Ayırmak”, II. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri, Ankara 1987, ss.27-33.

[17] Bedri Noyan, Bütün Yönleriyle Bektaşîlik ve Alevîlik, Ardıç Yayınları, Ankara 1998, s.19.

[18] Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1976, s.257.

[19] Kâzım Yetiş, “Türk Romanında Yunus Emre”, Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu Bildirileri, Atatürk Kültür Yayınları, Ankara 1995, s.504.

[20] Dilek Çetindaş, bunu “Tasavvufî Oluşum Romanları ve Yunus Emre Öznesi” alt başlığında işlemektedir.

[21] Nezihe Araz, Dertli Dolap, Atlas Kitabevi, İstanbul 1969.

[22] Kâzım Yetiş, a.g.m., s.503.

[23] Mustafa Necati Sepetcioğlu, Benim Adım Yunus Emre, İrfan Yayımcılık, İstanbul 1980.

[24] Emine Işınsu, Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri, Bilge Sanat Yayınları, İstanbul 2002.

[25] Kur’an ve ayetlerle ilgili denemelerin yer aldığı “Dost Diye Diye” Hacı Bayram Veli’yi anlattığı; “Bayram” Niyazi Mısrî’yi anlattığı; “Bukağı” Yunus Emre’yi anlattığı “Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri.”

[27] İskender Pala, Od - Bizim Yunus, Kapı Yayınları, İstanbul 2011.

[29] Oğuzhan Karaburgu, “Bir Yunus Romanı”, Türk Yurdu, C.32, S. 297, ss.121-125.

[30] Özgen Keskin, Yunus Emre Var Yar’ına, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2009.

[31] Mehmet Önal, Hak Çalabım, TDVY, Ankara 2010.

[32] Devrim Altay, Yunus Emre, Alter Yayınları, Ankara 2010.

[33] Mustafa Akgün, Yunus Emre Gel Gör Beni Aşk Neyledi?, Akgün Grup Yayıncılık, Ankara 2012.

[34] Mahmut Ulu, Aşka Ağlayan Derviş, Karatay Akademi Yayınları, Konya 2012.

[35] Şehyini Arayan Derviş Yunus Emre.

[36] Tuz, Altınbilek Yayınları, İstanbul-2014.

[37] Mustafa Apaydın, “Biyografik Roman Türünün Türk Edebiyatındaki Gelişimi Üzerine Bazı Dikkatler”, Hece Türk Romanı Özel Sayısı, 2002, ss. 65-66-67.

[38] Ahmet Yaşar Ocak, Yunus Emre, Kültür Bakanlığı, Ankara 2012, s.426.

Bu haber toplam 1752 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim