• İstanbul 17 °C
  • Ankara 22 °C

Prof. Dr. Sefa Yüce: Kendisini Milletine Adayan Büyük Şahsiyet Mehmed Âkif

Prof. Dr. Sefa Yüce: Kendisini Milletine Adayan Büyük Şahsiyet Mehmed Âkif

Âkif, herkesin güvenebileceği ve herkesin, arkasını rahatlıkla yaslayabileceği bir zenginliğe sahip nadir insanlardan biridir.1 Çünkü o, fikirleri ile hayatı arasında çelişki yaşamayan bir kişiliktir[1] [2] Âkif, özü sözü doğru, sahici bir aydın olarak hiçbir baskı ve şartlanmaya maruz kalmadan ahlâklı olmayı kendine şiar edinir.[3] Kendisi, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olurken, cemiyetin yemin metnine karşı çıkar. Cemiyet, Âkif’e anlayışla yaklaşır ve onun için orta bir yol bulunur. Âkif’in amacı milletine ve ülkesine faydalı olmaktır. Bu amaçla önemli sorumluluklar üstlenir. “Âkif’in resmi biyografisinde bilinmeyen, kendisinin de hiçbir zaman bahsetmediği bu çalışmalar, yıllar sonra aynı teşkilatta görev almış olan Kuşçubaşı Eşref (Albatı) gibi diğer şahsiyetlerin hatıralarından öğrenilir.”[4] Âkif bir şahsiyet olarak “hep etrafındaki yangını söndürme telaşı içinde, öteye beriye koşturup su bulmaya çalışan gayretli bir adam imgesidir. O, bir taraftan dergi çıkaran, diğer yandan üniversitede talebeye ders veren, beri yandan camide millete vaaz eden, mahallede, kahvehanede ahaliye bilinç aşılayan, ihtiyaç duyulduğunda ülke dışına görevlendirilen, yeri geldiğinde milletvekili olan gerektiğinde cepheye savaşa koşan tam bir meydan, toplum ve mücadele adamıdır. Halktan biridir, halkın içindedir.”[5]

Hakikat Adamı

Onun kişiliğinde, daima mesuliyet ön plandadır. Âkif’e göre şiir de mesuliyettir. Şiir, hakikatin sesi olmalıdır. “Mesuliyet adamının şiiri de mesuliyettir. Sanat sanat içindir diyen aydın(lar) milletten kaçmak, mesuliyetten kaçmak ve hakikatten kaçmak için bir bahane arıyor(lar)”[6] Oysa Âkif, hayalin peşinden koşmaz. O bu konuda şunları söylüyor: “Benim şiirlerimde öyle yüksek hayaller bulunmaz. Ben şiirde hayale dalmam. Ben âdi şeylerden bahsederim. Meselâ bu, taş. Ona taş derim. Hacer-i semâvî demem. Bu, tahta ona tahta derim; taht demem. Eşyanın hakikatlerini hayal kuvvetiyle değiştirip, mafevkattabîa bir şekle koymam. Her şeyi olduğu gibi görür, göründüğü gibi tasvir ederim. En fukara muhitlere gider, onları bir ressam gibi aynen tespit etmeğe çalışırım. Benim şiirimi beğenenler varsa bundandır. (...) Bence en güzel yazdığım eserlerden biri, Mahalle Kahvesi’dir. Çünkü o şiirde bir mahalle kahvesinde olan şeyleri, olduğu gibi görürsünüz. Hatta muayyen bir kahveyi tasvir ettim. Kahve sahibine o şiiri okuttukları zaman; - Bu herif, muhakkak böyle kahvelerde yetişti demiş.”[7]

Âkif, hakikatten yana olduğu için sanatta övgüden ve romantizmden kaçınır. Hatta acı gerçekleri dile getirmekten de kaçınmaz: “Bir roman, bir sahne eseri yazılamaz, yaratılır, Fransa’dan sanat aldık, diyoruz, hangi Fransa’dan. Onlarda sanat o kadar diri ve gerçek ki eşhas-ı vak’a lisanlarında lûgat olmuş. Geriyiz geri. Daha bir nesrimiz yok. Bizde 19’uncu asırda Şinasi ile başlayan nesir, Fransa’da Bebelais ile Guez de Balzac’la başlamış; ta 16’ncı, 17’nci asırlarda.”[8]

O, estetik ve teknik anlamda da güzel ve eşsiz yeni edebiyat yapma davasında değildir.[9] Âkif, Batı’yı iki farklı açıdan değerlendirir: Batı kültürü ve Batı medeniyeti. Ona göre Batı kültüründen uzak durmak gerekir. Çünkü bizde kültürün kaynağı dindir. Dini iyi bilmek ve doğru yaşamak gerekir.

O, Doğu’nun kurtuluşunu ancak Batı medeniyeti almakla mümkün olacağını düşünür:

Şimendifer de meğer başka türlü bir şeymiş;

Hemen binip uçuyorsun... Aman bayıldığım iş!

Mesafe kaydı, mekân kaydı bilmiyor insan.

Âkif, Berlin (Almanya) özelinde Doğu ve Batı karşılaştırması yapar ve Batı’nın medeniyet bakımından Doğu’dan çok üstün olduğuna görür. 1918 yılında Şark adlı şiirinde de Doğu’nun perişanlığını gözler önüne sergiler:

Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanları;

Ekinsiz tarlalar; ot basmış evler; küflü harmanlar;

Cemâ’atsiz imamlar; kirli yüzler; secdesiz başlar;

‘Gazâ’ nâmıyle dindaş öldüren bîçare dindaşlar;

Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar;

Emek mahrumu günler; fikr-i fedâ bilmez akşamlar!

Geçerken, ağladım geçtim; dururken, ağladım durdum;

Duyan yok, ses veren yok, bin perişan yurda başvurdum.

(Safahat, 456-457)

Batı medeniyetini benimseyen Âkif, Batı emperyalizmine ise şiddetle karşı çıkar ve onunla mücadele etmek gerektiğini savunur.[10] [11] Âkif, cansız ve hareketsiz hâlde kimi görse boğan, canavar ruhlu Batı emperyalizmini şöyle ifade ediyor:

Bir çift sillesi kaç yıldır öter beynimde;

Dedi: “Farz et senin Asya’n yedi yüz milyonmuş;

Ne çıkar? Davranamaz hiç ki, serâpâ donmuş.

Vâkıâ biz bir avuç unsuruz amma boğarız,

Kimi dünyada görürsek hareketsiz, cansız.

Âkif, siyasî, ekonomik ve kültürel anlamda üzerimize emperyalist emellerle çullanan Batılı devletleri, öfkeli ve kızgın duyguları dile getiren kelimelerle tanımlar.”11

O, “Kürsülerde konuşurken, gazete ve mecmualarda yazarken, cemiyet faaliyetlerine katılırken hep milletin aydını olarak hareket eder. Hissiyatında, duruşunda ve fikriyatında millet vardır. Sınıfların, ihtilâl şebekelerinin, saray entrikalarının ve siyasi menfaatlerinin peşinde değildir.”[12]

Âkif Cephelerde

Mehmet Âkif’in devlet ve millet adına yaptığı önemli görevlerden ilki, İttihat ve Terakki tarafından Berlin’e gönderilmesidir. Âkif, Berlin’de Almanların İtilaf Devletleri’nden esir aldığı Müslümanları ikna etme çalışmalarına katılır ve onlara savaşın acı gerçeklerini anlatır. Alman Hükümeti’nin savaş esirleri için yaptığı cami, okul ve barınma yerlerini görme ve inceleme imkânı bulur.

Âkif’in kesin olmamakla birlikte Berlin’e 1914 yılı Kasım ayının ortalarında gittiği anlaşılıyor. Onu Berlin’e götüren Kral Emil Schabinger von Schowingen adlı bir Alman Dışişleri Bakanlığı çalışanıdır.[13] Ayrıca Âkif’le beraber Şeyh Salih Tunusî ve başka Osmanlı görevlileri de Berlin’e giden heyette yer alırlar. Âkif’in Berlin’de yapmış olduğu faaliyetlerle ilgili Alman kaynaklarında ayrıntılı bilgiye rastlanmaz. Bu konuda Alman tarihçi Höpp’ün kısa bir değerlendirmesi vardır. Gerrad Höpp, Almanya’daki Müslüman esirlerle ilgili yaptığı çalışmalarda Âkif’le ilgili bazı bilgilere yer verir. Bu bilgilerde, Âkif’in, Şark İstihbarat Birimi tarafından çıkarılan Müslüman esirlere yönelik propaganda faaliyetleri için farklı dillerdeki el-Cihad adlı gazetenin Türkçe redaksiyonundan sorumlu yetkili olarak Berlin’e geldiği bilgisi yer alır.”[14]

Şeyh Salih Tunusî, Berlin’de Almanların tahsis ettiği lüks otellerde kalır. Âkif ise, ikinci sınıf otellerde kalmayı tercih eder. O, her şeyden önce devletinin ve milletinin menfaatlerini düşünür ve buna göre hareket eder. Âkif, Şeyh Salih Tunusî ile birlikte Almanya’da yaklaşık dört ay kalır. Her ikisi 18 Mart 1915 tarihinde İstanbul’a dönerler. Âkif, Berlin’de bazı Alman müşteşriklerinin ön yargıları ile karşılaşır. Bunlardan biri de Martin Hartmann’dır. Âkif, Hartmann’ı bir “ilim dalaverecisi” olarak değerlendirir.

Âkif, Berlin’de Batı’yı ve Almanları daha yakından tanıma imkânı bulur ve onlarla ilgili önemli tespit ve değerlendirmeler yapar: “Onların gazetecileri, romancıları, hele müsteşrik denilip de şark lisanlarına, şark ulûmu fünûnuna, şark ahlâk ve âdâtına vâkıf sanılan adamları mensup oldukları milletin efkârını asırlardan beri bizim aleyhimize o kadar zehirlemişler ki arada bir anlaşma husûlüne imkân yoktu. Biz o sırada onlara kendimizi tanıtmak için elden geldiği kadar çalıştık. Lâkin tamâmiyle muvaffak olduğumuzu asla iddia edemem. Taassubları yaman... İşte bütün AvrupalIlar böyledir. Müslümanları taassubla itham ederler. Heyhât! Dünyâda mutaassıb bir millet varsa Avrupalılardır.”[15]

Âkif, Berlin’den döndükten iki ay sonra kendisine yeni bir görev verilir. Âkif, Necid Çöllerinde bulunduğu sırada Çanakkale Zaferi ile ilgili mutlu haberi alır. Kendisi, Berlin’de bulunduğu günlerde Çanakkale’yi sürekli merak eder, savaşın seyri ile ilgili endişeye kapılır ve savaşın nasıl sonuçlanacağını düşünmekten uykuları kaçardı. Bu zafer, onu Neci Çöllerinde çok mutlu eder, artık hayata daha nikbin bakar.

Âkif, Berlin’e gitmeden önce de, Balkan Savaşı’nın başladığı yıllardan itibaren millî dayanışmayı sağlamak için gayret sarf eder. İstanbul’un en büyük camilerinde Bayezit, Fatih ve Süleymaniye’de halkı birlik ve beraberliğe davet eden vaazlar verir, konuşmalar yapar. Bunların metinlerini de Sebilürreşad’da yayımlar. Ayrıca kendisi 1 Şubat 1913 yılında kurulan Müdafaa-i Millîye Cemiyeti’nin İrşad Heyeti’ne katılır. Bu heyet adına önemli sorumluluklar üstlenir, toplantılara katılır.[16] Fakat bütün bu uğraşlara rağmen Balkan Savaşı facia ile sonuçlanır. Âkif, bedbinleşir. Binlerce Balkan muhaciri yollarda ölür. Balkan toprakları Osmanlının elinden çıkar. Arnavutluk bağımsızlığını ilan eder. Âkif, bu bedbin hâliyle bile görev üstlenmekten kaçınmaz. O, bu psikoloji içinde Berlin’e gider. Hakkın Seslerinde, onun bu bedbin hâlini ve Balkan Savaşı’nın acımasız yüzünü daha yakından görme imkânı buluruz:

Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:

Dipçik altında ezilmiş, parçalanmış kafalar

Bereden reng-i hüviyetleri uçmuş yüzler!

Kim bilir hangi şenâatle oyulmuş gözler!

“Medeniyyet denilen vahşete lâ’netler eder, Nice başlar, nice kollar ki cüdâ cisminden!

Beşiğinden alınıp parçalanan mahlukat:

Sonra namusuna kurban edilen bunca hayat!

Teki binlerce kesik gövdeye ait kümeler:

Saç, kulak, el,çene,parmak... Bütün enkâz-ıbeşer! Bakalım yavrusu uğrar mı, deyip, karnından,

Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!

Medeniyyet denilen maskara mahluku görün:

Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün![17]

Âkif, bilinçli bir Türk aydını olarak “yeis ve ümitsizlik”in imanla beraber bir arada bulunamayacağını bilir. Fakat yaşadığı acı hakikatler onu bedbinliğe düşürür. Balkan Harbi ile başlayan hezimetlere yenileri eklenir. Trablusgarp, Ege Adaları, Suriye ve Irak’ın elden çıkışı sürekli bozgun haberleri toplumda endişe verici bir hâl alır. Âkif’in böyle bir ortamda “bütün korkusu bu şehitlik aşkının da bir gün tükenmesi ve milletin bir vurdumduymazlık içinde kurban gitmesidir. Bunu o yıllardaki şiirlerinde de hissetmek mümkündür. (...) Vatan topraklarının bir bir koparılmasıyla neticelenen bu acı kayıplar karşısında Âkif, artık yeni nesilleri methetmek yerine suçlayarak sarsmayı, uyandırmayı tercih eder.”[18]

Birinci Dünya Paylaşım Savaşı sona erdiğinde İttifak Devletleri savaşı kaybeder. Bütün olumsuzluklara rağmen Osmanlı askerleri Çanakkale, Galiçya ve Filistin cephelerinde zaferler kazanır. Fakat Osmanlı Devleti de İttifak Devletleri içinde yer aldığından mağlup sayılır. 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’yla Anadolu toprakları işgal edilir. Bu durum karşısında millî direniş hareketleri başlar. İşgale karşı gösteriler tertip edilir. Türk kamuoyu “vatansever” aydınlar tarafından harekete geçirilir. Âkif, 1918 yılında da bedbindir. Bu bedbinlik millî uyanışla birlikte yavaş yavaş ortadan kalkar. O, 1919 yılından sonra Sebîlürreşâd’a Millî Mücadele’yi destekleyen yazılar yazar. Sebîlürreşâd dergisi, Anadolu’da halka dağıtılır.

Aydınların birçoğu daha Anadolu’ya intikal etmeden önce Âkif, 1920 yılı Şubat ayının ilk haftasında Balıkesir cephesine gideceğini söyler ve İstanbul’dan Balıkesir’e hareket eder. “Cephede millî müdafaayı bizzat gören ve Millî Mücadele’yi ‘büyük bir gazâ’ olarak niteleyen Mehmed Âkif, burada büyük bir heyecanla ‘Zafer yolu bu yoldur’ demekten kendini alamaz. Âkif, Batı Anadolu’da başlayan direnme hareketlerini desteklemek ve teşvik etmek üzere, Balıkesir Zağanos Paşa Camisi’ni dolduran cemaatin ısrarı üzerine kürsüye çıkar ve memleketin içine düştüğü feci durum karşısında neler yapabileceğini dile getirir.

Âkif, Balıkesir’den İstanbul’a döner. Fakat bir süre sonra Sebîlürreşâd’a sansür uygulanır. Bunun üzerine Âkif, Millî Mücadele’ye katılma kararı alır ve oğlu Emin ve Ali Şükrü Bey’le İstanbul’dan Anadolu’ya hareket eder. Âkif, Ankara’ya hareket etmeden önce çevresindekilere şu açıklamayı yapar: “Artık burada durmak zamanı değildir, gidip çalışmak lâzım. Bizim tarafımızdan halkı tenvîre ihtiyaç varmış, çağırıyorlar, mutlaka gitmeliyiz. Ben yarın Ankara’ya hareket ediyorum. Hiç kimsenin haberi olmasın.”[19] Onun Ankara’ya gelişini 28 Nisan tarihli Hâkimiyet-i Millîye gazetesi haber yapar. Âkif, Ankara’da başta Hacı Bayram Camisi olmak üzere birçok yerde halkı ikna etme çalışmalarına katılır. Aydınlatıcı konuşmalar yapar. Özellikle Kuvâ-yı Millîye’nin ittihatçı bir hareket olmadığının altını çizer. Âkif, kısa bir süre Ankara’da kaldıktan sonra Eskişehir’e gider. Cephede askerleri ziyaret eder ve onlara moral verir. Kendisi, Mustafa Kemal’in isteği üzerine Burdur milletvekili seçilir. Âkif, halkına teşekkür etmek için Burdur’a gider. Orada, halka Millî Mücadele’ye destek vermeleri için vaaz verir ve konuşmalar yapar. Kendisi, Burdur’da bir hafta kaldıktan sonra tekrar Ankara’ya döner. Batı cephesinde önemli gelişmeler olur. Birinci İnönü Zaferi kazanılır. Fakat bu arada Konya’dan da ayaklanma haberleri gelir. TBMM Hükümeti Konya ayaklanmasını bastırmak için teşebbüse geçer. Meclis, acil olarak Âkif’i Konya’ya gönderir. Âkif, isyanın bastırılması için yoğun çaba harcar. Ankara Hükümeti’nin desteklenmesi ve tefrikanın son bulması gerektiğini belirtir. Kendisi, isyancıları davranışlarından vazgeçirmeye çalışır. Anadolu’da birlik ve beraberliğin sağlanması için yoğun mesai harcayan Âkif, sürekli hareket hâlindedir. Mehmet Âkif, bir süre sonra Konya’dan Ankara’ya döner. Eşref Edib de, İstanbul’dan İnebolu’ya hareket eder. Sebîlürreşâd mecmuasının klişeleri yanındadır. Durumdan Âkif’i haberdar eder. Bunun üzerine Eşref Edib ve Âkif, Kastamonu’da buluşurlar. Meclis’in kararıyla Âkif, halkı aydınlatmak ve konuşmalar yapmak üzere Ankara’dan ayrılır. 19 Ekim 1920’de Kastamonu’ya gelir. Önce köy ve kasabaları dolaşır. Kuvâ-yı Milliye lehine çalışmalar yapar. Ayrıca Sebîlürreşâd dergisi, Kastamonu’da basılıp, Anadolu’ya dağıtımı yapılır. [20] Âkif, Nasrullah Camisi’nde halka hitap eder. Milletçe yaşanılan tehlikenin büyüklüğüne dikkat çeker ve halka şu uyarıları yapar: “Düşmandan hiçbir zaman dost olmaz, düşman hiçbir zaman ‘mahrem-i esrar’ kabul edilemez. Türk milleti arasında öteden beri yaygın olan ‘İngiliz adaleti’, ‘Fransız hamiyeti’, ‘Alman dehası, ‘İtalyan terakkiyâtı’ gibi sloganlar, asla itibar edilmemesi gereken, gerçek dışı sözlerdir. Mehmed Âkif’e göre, ‘Avrupalıların ilimleri, irfanları, medeniyetleri, sanayideki terakkîleri inkâr olunur şeyler değildir.’[21]

Avrupalıları samimi ve dürüst bulmayan Âkif, Nasrullah Camisi kürsüsünde halka kısaca şunları söyler: “(...) Müslümanlara karşı büyük bir düşmanlık hissiyle yetiştirilen bir Hristiyanın bir şarklıyı, hele bir Müslümanı sevmesine, onunla dost olmasına imkân ve ihtimal yoktur.

-Müslümanların en büyük düşmanı fitne, fesat, nifak ve şikaktır; bu yüzden Emevilerden başlayarak Abbâsîler, Endülüslüler, Gazneliler ve Selçuklular saltanatlarını, Osmanlılar ise eski ihtişamlarını kaybetmişlerdir. Avrupa’nın medeni seviyesini yakalayabilmek için yapılacak yegâne şey, ilk önce, aramıza sokulan fitne ve fesadı ortadan kaldırarak baş başa verip çalışmaktır.

-Düşmanın bizden istediği, vatanımızın herhangi bir vilayeti veya sancağı değil, doğrudan doğruya başımız, boynumuz, hayatımız, bayrağımız, saltanatımız, devletimiz, hilafetimiz, dinimiz ve imanımızdır.

-Yeis ve ümitsizlik, hele Allah’tan ümidini kesmek, dinimizde küfürle bir tutulmuştur. Dünyada güvenilecek ve dayanılacak yegâne şey, Cenâb-ı Hakk’ın inayet ve merhametidir.

-Müslümanlar önce azimle, sonra da tevekkülle memurdur, yeis ve ümitsizliğe kapılmadan çalışan bir Müslüman için aşılamayacak hiçbir engel, varılamayacak hiçbir hedef yoktur.

-Uğradığımız bütün felaketler, dinimize olan bağlılığımızın zayıflamasından dolayıdır. İslâmiyet esasında kolaylık dinidir, Cenâb-ı Hak bize takatimizin üstünde bir şey teklif etmemiştir. [22]

Âkif’in Kastamonu Nasrullah Camisi’nde verdiği vaaz ile köy ve kasabalarda yaptığı konuşmalar halk üzerinde büyük etki yaratır. Bu etki, millî dayanışmayı kuvvetlendirir. Halkta, ileriye dönük güven duygusunun oluşmasına zemin hazırlar. Âkif’in Nasrullah Camisi’nde halka vermiş olduğu vaaz, Sebîlürreşâd’ın (1336) 1920 tarihli 464. sayısında tam metin olarak yayımlanır. Ayrıca Sebîlürreşâd’ın bu sayısı, Anadolu’nun birçok vilayetinde, kazalarında ve köylerinde halka dağıtılır. Âkif, cephedeki askerin moralini yükseltmek için büyük gayret gösterir. Onun yaptığı bu konuşmalar, askerin maneviyatı üzerinde derin tesirler yapar.

Âkif, Kastamonu’da bir aya yakın kalır. Eşref Edib’le Ankara’ya dönen Âkif, Sebîlürreşâd’ı Ankara’da çıkarmaya başlar. Ankara Hükümeti cephelerde önemli başarılar elde eder. Maarif Vekâleti tarafından “Millî Marş Müsabakası” açılır. Âkif, ödül şartının kaldırılması üzerine çalışmalara başlar. Onun yazdığı şiir, 12 Mart 1921 yılında TBMM tarafından millî marş olarak kabul edilir. “İstiklâl Marşı, önce ‘Kahraman Ordumuza’ ithafıyla, 17 Şubat 1921 tarihinde Sebîlürreşâd’da, dört gün sonra da Kastamonu’da çıkan Açıksöz gazetesinde yayımlanır. Ayrıca Millî Marş Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin 14 Mart 1921 tarihli nüshasında yayımlanmak suretiyle resmen yürürlüğe girer.”[23]

Âkif, Millî Mücadele’ye büyük destek veren, vatan ve millet için hiçbir görevden kaçınmayan, hayatını milletine adayan büyük bir şahsiyettir. O, İstiklâl Marşı’nı da yazarak Ankara’daki görevini tamamlayarak 1923 yılında İstanbul’a döner.

Kaynaklar

Çetin, Nurullah, Emperyalizme Direnen Türk: Mehmet Âkif Ersoy, Akçağ, Ankara 2012, s.15

Düzdağ, M. Ertuğrul, Mehmed Âkif Ersoy, M Ü İlahiyat Vakfı Yay., İstanbul 2004, s.40-43.

Ersoy, Mehmet Âkif, (Haz: Ö.F.Huyugüzel, F. Gökçek, R. Bağcı), Safahat, Dergâh Yay., İstanbul 2014, s. 356-358.

Göze, Hicran, Mehmed Âkif Hüzünlü Bir Yolculuk, Kubbealtı, İstanbul 2009, s.16.

Kara, İsmail, Âkif’ten Asım’a, T.C. Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 2007, s.137.

Kon, Kadir, Mehmed Âkif Ersoy, Yeni Bilgiler Işığında Mehmed Âkif’in Almanya Seyahati, T.C. Kültür ve Turizm Bak.

Yay., Ankara 2011, s.16-156.

Meydan, Sinan, Öteki Mehmed Âkif Vaiz, İnkılâp, İstanbul 2015, s.35.

Okay, Orhan, Mehmed Âkif Kalabalıklarda Bir Yalnız Adam, Dergâh Yay., İstanbul 2015, s.17-182

Tansel, Fevziye Abdullah Mehmed Âkif Hayatı ve Eserleri, Kanaat Kitabevi, İstanbul 1945, s. 194.

Tarlan, Ali Nihad, Mehmed Âkif ve Safahat, Nidâ Yayınevi, İstanbul 1971, s. 38.

Uçman, Abdullah, Mehmed Âkif, II. Meşrutiyet’ten İstiklâl Savaşı’na Mehmed Âkif’in Mücadele Yılları, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay, Ankara 2011, s. 82-93.

Yasa, Ş. Alpaslan, Mehmed Âkif Ersoy, Mütercim Olarak Mehmed Âkif, T.C. Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 2011, s. 182.

 

80 Yıl Sonra Mehmed Âkif Ersoy, 2017

[1]      İsmail Kara, Akif’ten Asım’a, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 2007, s. 137.

[2]      Orhan Okay, Mehmed Âkif Kalabalıklarda Bir Yalnız Adam, Dergâh Yayınları, İstanbul 2015, s.182.

[3] Ş.Alpaslan Yasa, Mehmed Âkif Ersoy, Mütercim Olarak Mehmed Âkif, T.C. Kültür ve Turizm Bak., Ankara 2011, s. 401

[4]      Orhan Okay, Mehmed Âkif Kalabalıklarda Bir Yalnız Adam, Dergâh Yayınları, İstanbul 2015, s.17.

[5] Nurullah Çetin, Emperyalizme Direnen Türk: Mehmet Âkif Ersoy, Akçağ 2012, s. 14.

[6]      Ergün Yıldırım, Âkif’in Leylâsı, Etkileşim, İstanbul 2014, s.48

[7]      Fevziye Abdullah Tansel, Mehmed Âkif Hayatı ve Eserleri, Kanaat Kitabevi, İstanbul 1945, s.194.

[8]      Ali Nihad Tarlan, Mehmed Âkif ve Safahat, Nidâ Yayınevi, İstanbul 1971, s. 38.

[9] Nurullah Çetin, Emperyalizme Direnen Türk: Mehmet Âkif Ersoy, Akçağ 2012, s.15.

[10] Sinan Meydan, Öteki Mehmed Âkif Vaiz, İnkılâp 2015, s.35.

[11] Nurullah Çetin, Emperyalizme Direnen Türk: Mehmet Âkif Türk, Akçağ, Ankara 2012, s.43-44.

[12] Ergün Yıldırım, Akif’in Leylâsı, Etkileşim 2014, s. 49-50.

[13] Kadir Kon, Mehmed Âkif Ersoy,Yeni Bilgiler Işığında Mehmed Âkif’in Almanya Seyahati, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 2011, s.155.

[14] Age., s.159

[15] Hicran Göze, Mehmed Âkif Hüzünlü Bir Yolculuk, Kubbealtı, İstanbul 2009, s. 16.

[16] M.Ertuğrul Düzdağ, Mehmed Âkif Ersoy, M. Ü İlahiyat Vakfı Yay., İstanbul 2004, s.40-43.

[17] Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, Dergâh Yay., İstanbul 2014, s.356-358

[18] Orhan Okay, Mehmed Âkif Kalabalıklarda Bir Yalnız Adam, Dergâh Yayınları, İstanbul 2015, s. 93-94

[19] Age., s.83.

[20] Abdullah Uçman, Age. 84-85

[21] Age, s.86

[22] Age, s.87-88

[23] Abdullah Uçman, Age, s. 93

Bu haber toplam 530 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim