Bâzı sabahlar, Çiçekçi durağından binerek Kadıköy istikāmetine giden muhterem bir zât, hiddetlenmeye müheyyâ bakışlarıyla dikkatimi çekerdi. Sarıdan mübeddel, ortası bukleli, özenle taranmış bembeyaz saçları, ince altın çerçeveli gözlüğü, onun husûsiyetlerindendi. 1953'den sonraki üniversite yıllarımda Bayezid meydanı ve Üniversite Kütübhânesi'nin bulunduğu Süleymâniye yolu üzerinde de bâzan karşılaştığım aynı zâtın hem kimliğini, hem de Mevlânâ ve Mesnevî araştırmalarıyla meşgalesini herhalde o sıralarda öğrenmiş olmalıyım. 1955 yılında Hezârfen Üstad Necmeddin Okyay'a (1883-1976) talebe oldukdan sonra, ders esnâsında Abdülbâkî Gölpınarlı (1900-1982, Resim 1) adını daha sık duymağa başladım; çünkü hocamızın ahıbbâsı arasında önde gelenlerdendi. Okyay, birçok hünerinin yanısıra, ebcedle târih düşürmenin de ustasıydı. Arûz tahsîli görmediği halde, hâfızı olduğu Kur'ân-ı Kerîm'in nazmî âhengi sâyesinde söylediği târihleri ekseriya mevzun düşürür, üstüne ilâve ettiği mısrâlarla murabba' veya müseddes şekline getirirdi. Şâyed o mevzûda ilham vâkî olmazsa Abdülbâkî Bey'e haber salıp manzûmenin tamamlanmasını isterdi. İşte böyle bir arzûsu, benim de Gölpınarlı'yla tanışmama vesîle oldu. Şöyle ki: Necmeddin Efendi 1957 yılı Kasım ayında, kendisinin zorlu bir prostat ameliyatını başarıyla gerçekleşdiren Dr. Ali Eşref Gürsel'e (ö.1979), manzum bir şükran ifâdesini ta'lîk hattıyla yazıp hediye etmek istedi; fakat metni bir türlü tamamlayamadı. Derse gittiğim vakit: "Evlâdım, Üniversite Kütübhânesi'nde Abdülbâkî Bey'i bulup şu manzûmenin itmâmı için ricâmı söyle" dedi. Ben de üstâdımın emrini yerine getirmek üzere Kütübhâne'ye gittim. Gölpınarlı Hoca'yı çalıştığı mütâlaa salonunda buldum.
Devamı: https://www.fikriyat.com/yazarlar/ugur-derman/2022/05/13/abdulbaki-golpinarli-hoca-1
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.