Hafif bir gülümseme yerleştirdi yüzüne, belli belirsiz. Ona fırlatılan bakışları hissediyordu. Nasıl hissetmesin ki, öylesine canı yanıyordu, öylesine kanıyordu yüreği ama belli etmemeliydi, edemezdi. Eğer ederse bu, herkes için büyük kayıplara yol açardı. Üzerdi, üzülürdü. Yıkar geçer, yıkılırdı. Yapmamalıydı, görmemeli, duymamalıydı, o tarafa bile bakmamalıydı. Anlamamazlıktan gelmeliydi ya da umursamamanın utanmazlığını herkesin gözlerine sokmalıydı. Hayır, kaybetmek istemiyordu hiçbirini ne bu savaşı ne de onları. Bu savaş en yakınlarıylaydı. Konuşsa kaybedecek, sussa yine kaybedecekti ama daha az hasarla. Her zamanki gibi vurdumduymazlıkla damgalanacaktı. Oysa bir bilseler şu an ruhunun ne vaziyette olduğunu… İçten içe kahroluşunu, çığlık çığlığa parçalanıyordu. Sustu, hiç konuşmadı. Kıpırdamadan, gözlerini bile kırpmadan bekledi ekranın karşısında. Bakışları derinleştikçe ruhunun enkazını görebilirmiş gibi. Onlar konuştukça, içinde tutunduğu tüm dallar parçalanıyor, ayyaş bir fırtına onu öfkeyle kusuyordu.
Tüm bu kahroluş seremonisini gören tek kişi vardı o da kendiydi. Diğerleri kelimelerini mızrak yapmış, acımadan fırlatıyorlardı. Hiçbiri ıskalamamıştı. Delik deşik ruhu, tüm güzelliklere veda ediyor, tüm doğruları terk ediyordu. O ise ruhuna, inancını hatırlatmak için telkin veriyordu.
Devamı: https://www.insaniyet.net/aslinda-bir-acinin-anatomisi/
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.