Zekiye’m ismiyle müsemma yağmur gibi bereket kuşanmış bir ömrü geride bıraktı, şimdi o cennet hatunu. Ne çok anımız oldu beraber, doksanlı yılların hızlı gençliği olarak üniversite koridorlarında, kütüphanelerde daha çok eylemlerde ve gittiğimiz vakıf ve derneklerde hep beraberdik. Onun azmine, enerjisine her daim hayrandım. Gizemli bir hali vardı Zekiye’nin hani hal dili derler ya, ondaki maneviyat ve teslimiyet, derin duyarlılık tasavvuf ehliyim diye dolananlarda yoktu. O kendi halini bilmeden, farkında olmadan yaşayanlardandı… Bir zamane dervişi gibi mütevazı, teslim ve yüzünde o hiç eksilmeyen tebessümü, o tebessüm ki her daim onun yüzünde bize umut, bize ümit aşılardı. Çok yorgunum, yüreğim yorgun ve bu yazıyı ağlayarak yazıyorum. Gidiyor önden sevdiklerimiz.
Ah be Zekiye’m yine önden gittin. Yine bizi yanıltmadın, yine bizi geçtin ve gittin Dar – ı Bekaya… Her şeyin boş olduğunu, dünyanın göçebeleri olduğumuzu senin erken gidişinle bir kere daha anladık. Ve “Her ölüm erken ölümdür” diyen Cemal Süreya gibi ve “Hepimiz ölecek yaştayız” diyen İsmet Özel’in cevap verircesine söylediği ölüm mısraları geldi aklımıza. Beni en son okulunda ağırlamıştın, öğrencilerinle buluşturmuştun. Kitaplarımı okutmak için nasıl da çabalıyordun, son zamanlarda seni arayıp halini hatırını soramadım, mahcubum ve şimdi daha iyi anlıyorum, her şeyin kıymetini zamanında bilmemiz gerektiğini…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.