• İstanbul 14 °C
  • Ankara 22 °C

Sonsuzluk kervanı peşinde zekâ ve muhabbet dolu Üstad'ın ardından...

Sonsuzluk kervanı peşinde zekâ ve muhabbet dolu Üstad'ın ardından...
 

                                                                                             “Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;

Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir!”

Nur oluğundan akmış insanlardan biri olan Üstad Necip Fazıl, bundan tam 40 yıl önce 25 Mayıs 1983’te Hakk’a yürümüştü.Bu büyük dava önderini değil bir yazıda, yüz yazıda anlatabilmek elbette ki kabil değil... Ancak onun kıymet derecesinin keşfine kapı açabilmek, milyonların istifade ettiği eserlerinden yeni nesle örnekler vermek planında bu yazı bir borç edası keyfiyetinde görülmelidir.

Üstad’ı göz ve kulak planında tanıyamama bahtsızlığı ile karşı karşıya kalanlardan biriyim. Fakat İslâm’ı tanıyan birçok gençte olduğu gibi, ben de gözlerimi onun eserleriyle açtım. Okuduğum her kitabı ile inanç adına yeniden gerildim, imandan tereşşuh eden fikrin küfür düşüncesine nasıl galebe ettiğine şahit oldum. Birçok kişi, Üstad’da kendi hayat inkılâbını buldu. Peki bu dâhî insan kimdi, ne yapmıştı?

Doğduğu 1904 yılından 1934’e kadar geçen hayatını,

“Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum;

Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.”

diye ifade eden “Fazıl” insanın dünyası, mürşidi Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri ile tanışınca kökten değişti ve bundan sonra da fikir çilesi çekememiş olanların göklere çıkarttığı şair, “sâbık şair” oldu. Artık “mukaddes davanın dönmez davacısı”nın hayat serüveni başlıyordu.

Âdeta yeniden doğmuştu. Kabına sığmayan bir enerji küpü halinde “cemiyetin rahminde beklenen doğum sancısı” olmaya adaydı. Çıkardığı Büyük Doğu dergisinde “Allah’a itaat etmeyene itaat olunmaz!” başlığını atabilen büyük sanatkâr, “zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır” hadisine ittibanın gönül rahatlığı içindeydi. “Çil horozun yeni bir dünya hediye ettiği” bu insanı, Allah 20. asırda feri sönmüş, ümidi kırılmış, fikir ve aksiyon çapında kalakalmış ümmete ihsan ediyordu. Yüzü aşkın eseri içinde, onu “semasındaki tek yıldız” katına yükselten “Çile”de:

“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış,

Marifet bu; gerisi yalnız çelik-çomakmış.”

mısralarıyla ifade ettiği sanat anlayışı ile insanın kainattaki konumundan, iç âlemin duygu ve ihtiraslarından bahsediyor; madde ve ruhun problemlerine giriyor, “Nefsini bilen Rabbini bilir” hakikati ile kalbin derinliklerine iniyor, öteleri kurcalıyor, Yüce Resul’e dünyadan sevdirilen üç şeyden biri olan kadına değiniyor, hafakanlarını paylaşıyor, cemiyeti yoğuruyor ve bütün fâni fenâlara öfkesini belirtiyordu.

Devamı: https://www.dunyabizim.com/portre/sonsuzluk-kervani-pesinde-zek-ve-muhabbet-dolu-ustad-in-ardindan-h48680.html

 
Bu haber toplam 256 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim