Türkiye’nin son zamanlarda özellikle yıllardır sorunlu olduğu ülkelerle giriştiği yeni açılım, normalleşme veya yakınlaşma politikaları, özellikle bölgesel barış, istikrar, güvenlik ve gelişimi için duyduğu endişelerin, iyiniyetli yaklaşımının bir yansıması. Bölgede uzun süre çözülemeyen sorunların birer düğüme dönüşmesi karşısında İskender kılıcı bile her zaman bir çözüm oluşturamıyor. Düğümler kılıçların ulaşamadığı ve kesemediği şekillere bürünmüş vaziyetteyse başka politikalar denenmeli.
Adaletin temini, elbette bir ideal, ancak bunun temin edilmesinin gerektirdiği yaptırım imkânı oluşamıyorsa, bu yaptırımın gerektirdiği güç toparlanamıyorsa bu düğümü çözmenin başka bir yoluna bakmak lazım. Bunun yolu da siyasetin sahaya çağrılmasıdır elbet. Böyle bir noktada siyasete müracaat etmek, konuyu siyasal-diplomatik bir zemine çekebilmek ayrı bir cesaret ister.
Son zamanlarda birçok ülkeyle bu noktada bir açılıma giderken de bir cesaret gösteriyor Erdoğan. Arada yaşanmış husumetler, alınmış açık tavırlar, söylenmiş onca sert sözlerin döşemiş olduğu yolu varsayarak yeni bir süreci başlatabilmek o kadar kolay değil. Ama işte, bu engelleri var sayıp adım atılmadığında da bölge her türlü yabancı müdahaleye daha fazla açık hale gelebiliyor ve bunun zararını sadece Türkiye değil bütün bölge halkları çekiyor.
Türkiye’nin Köfrez ülkeleriyle başlattığı açılımlar yerini buldu, buluyor. Bölgede bütün bu ülkelerin işbirliğiyle çok daha iyi bir dünya kurulabilir. İslam dünyası topyekûn bu yakınlaşma ve işbirliğinden olumlu etkilenebilir, birçok sorun bu ilişkiler sayesinde çözüm yoluna girebilir.
Ancak konu Suriye olunca bu diplomatik zeminin oluşmuş olduğunu söylemek o kadar kolay değil. Her ne kadar Erdoğan bir yurtdışı seyahatine çıkarken bir soru üzerine “Esad ile görüşmeme engel bir durum yok” diyerek hiç beklenmeyen bir açıklık sergilediyse de durum bu iyimserliği besleyebilecek düzeyde değil. Ne Esad böyle bir eli uzatmayı hak ediyor ne de Suriye’deki durumlar.
Esasen Esad’ın ülkesinde yaşanan bunca sorunun sorumlusu olarak hiçbir muhakemeden geçmeden Arap Birliği’ne tekrar kabul edilmesi Arap Birliği’nin kendi işlevini ve varlık sebebini sorgulaması gereken bir durum oluşturuyor. Bugün Esad’ın kendi ülkesinde kendi vatandaşına karşı irtikap ettiği insanlık suçları dolayısıyla en az 12 milyon Suriyeli Arap başta Türkiye olmak üzere dünyanın her tarafında sersefil bir duruma düşürülmüş vaziyette. Kendi ülkesinde onların canlarına, mallarına, ırzlarına kastettiği yetmiyor gibi ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan insanların bugün maruz kaldıkları acınacak durum herkesten önce Arap Birliği’ni, Arap olarak ilgilendiriyor olmalı. Esad yüzünden Araplar dünyada ne hale düşürülüyor? Bundan Arap Birliği ülkelerinin utanç duymaları gerekmiyor mu? Arapların orada burada sığınmacı durumda bulunmaları, halen doğru dürüşt en temel yaşama şartlarından mahrum kalmaları onları bir nebze Arap onuru açısından düşündürüp uyarmıyor mu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.