• İstanbul 16 °C
  • Ankara 23 °C

Yazar Fahri Tuna ile ‘Tanıdığı Futbolcular’ Üzerine

Yazar Fahri Tuna ile ‘Tanıdığı Futbolcular’ Üzerine
Futbol senin için ne anlam ifade ediyor Fahri Abi? Futbol kavramına nasıl bakıyorsun?

Topla oynan edebiyat. Hatta yazılan şiir. Bir nevi lirizm. Oynayana da seyredene de. En çok da seyredene. İyi, zeki, klas oyuncu gördüğümde çok zevk alıyorum. Çıplak gözle Hagi’yi, Oğuz’u, Sergen’i, Aleks’i seyrettim. Şiir lezzeti aldım. Top kelime, paslar dize, cümle. Klas vuruş imge. Goöykü, makale, ya da şiir. Maç roman. Kupa / şampiyonluk kitap. Bana göre tabii bütün bunlar.

Futbol kavramıyla ilk ne zaman, kaç yaşındayken tanıştın?

1971-72’nin Türkiye’si. Televizyon sadece ilçede var, kahvehanelerde, tek tük. Köyümüzde (Kaynarca Okçular) elektrik bile yok. O 1975’te gelecek daha. O yaz ilkokulu bitirip ilçe merkezinde ortaokula başladık. Köyümüzden üç kişi, halamın oğlu Aliirfan, komşumuz Memduh. Kendimizden büyük çantalarımız, kafamızdan büyük çantalarımız var. Her gün okula kâh traktör tırmığının üzerinde, kâh kamyon kasasında kâh da sekiz kilometre tabanvayla gidiyoruz. O günlerde Tercüman Gazetesini keşfettim. Otuz beş kuruş. Harçlığım bir lira. Hiç unutmam; orta sayfada Murat Sertoğlu’nun yazdığı ‘Çolak Mümin’ pehlivan tefrikasını her akşam, kendisi de eski bir pehlivan olan büyükbabam Hatibâ’ya (Kırkpınar Başpehlivanları Adil ve İrfan Atan’ı Karadere köyü güreşlerinde yenmiş olan Raif Pehlivan) okurdum, çok heyecanlı güreşlerdi. Ben pek anlamazdım ama büyükbabam kâh güler kâh heyecanlanırdı. Paça kasnak, künde, kemane vurma, açık düşme gibi kavramları, on iki yaşımda o zaman öğrendim ben. İşte Tercüman’ın arka sayfasında bir şey keşfettim ben: Futbol diye bir olgu var, top denilen yuvarlak bir nesne ile yeşil sahalarda oynanıyor. O nesne üç beyaz direk arasından geçerse gol diye bir şey oluyor. Galatasaray diye büyük bir takım var. En büyüğü de oymuş.

İlk gözlemin ve sendeki etkisi ne olmuştu?                                                             

Galatasaray lidermiş. Puan cetveli diye bir şey var. Her hafta Cumartesi veya Pazar 14.00’te oynanıyormuş maçlar. Galatasaray’dan daha küçük takımlar varmış, Beşiktaş, Fenerbahçe, PTT, Feriköy, Sarıyer gibi. Galatasaray’ı Brian Birch diye bir adam çalıştırıyormuş. İki şey kalmış o günlerden aklımda: Bir bu İngiliz’in (Birch’ün) her maçtan sonra sağ yumruğunu sıkıp havaya kaldırması, sevinç ve iddia gösterisi. Bir de bizim altı sene önce (1966’da) traktör alırken sattığımız bir çift öküzümüz vardı, Arap ile Gökmen. Bizim Gökmen’in Galatasaray’ın en ünlü ve etkili golcüsü olması. Nasıl bir şeydi ki but futbol sahası, orada bizim öküzün adı santraforun adına dönüşüyor. Hâlâ da aklıma geldikçe şaşarım buna.

İyi bir Galatasaraylı olduğunu biliyoruz abi. (Seni tanıyan herkes de biliyor bunu zaten.)  Galatasaraylılığın o günlerden mi geliyor? 

 Evet, üç sene üst üste (1971, 72, 73) şampiyon olmuştu Galatasaray. Ben de kareli bir defter alıp gazetemden kestiğim haberleri ve fotoğrafları Uhu ile yapıştırırdım. Belgeselciliğim o günlerden geliyor galiba. O sene Galatasaraylı oldum ben. O sene şampiyon olan kadroyu ezbere sayarım hâlâ: Kalede Yasin (Özdenak), sağbek Ekrem, solbek Aydın, stoper Muzaffer (Sipahi), libero Tuncay. Orta sahada oyun kurucu Mehmet Oğuz, sağında Bülent (Ünder), solunda Çilli Mehmet (Özgül). Sağ açık Metin Kurt, santrafor Gökmen (Özdenak), solaçık Uğur. 1973’te Kaynarca kahvehanelerine televizyon girince ucundan kenarından bu takımı görür gibi olduk. Tabii ki siyah beyaz. Sarı kırmızı renkleri görmüş değiliz. Hayal ediyoruz sadece. Futbol o zamanlar bizim için sadece fotoğraftan ibaret. Fotoğraf dediğimiz şey de doksan dakikadan günlük gazetelerin arka sayfalarına transfer olan üç dört an. Elli sene öncesinden söz ediyorum. Masal gibi değil mi? Nereden nereye Kadirciğim?

Sakaryasporla ilgin ne zaman başladı Fahri abi?                                                

 1973’te. O zaman ulusal yazılı basında Sakaryaspor yoktu. Yerel basın da ilçeye gelmiyor. Onu iki sene sonra keşfettim yani. Adapazarı’na gelip giderken.

Stadyumla ilk temasın?                                                                                                                         1973 Nisanı. Bugün gibi hatırlıyorum. Bir hafta sonuydu. Adapazarı’na misafirliğe gelmiştim. Babam 30 lira vermişti. Babamın halasının Kuyudibi’nde evli kızı Remin ablamda (şimdi rahmetli) kaldım. Refik eniştem de harika bir insandır. Ertesi gün Pazar. Stadyuma gittim, buldum. Çark Mesire yanında o zaman. En ucuz bilet Şeker tarafındaki kale arkası. 15 lira. Verdim aldım bileti. Çok heyecanlıyım. İlk defa stadyumda maç izleyeceğim Girdim içeri. Daha maçın başlamasına bir buçuk saat var. Hava yağmurlu. Stat zemini toprak. Yer yer su birikmiş, yer yer çamur. Saat 14.00’te başlatacak maç. O zaman ışıklandırma hak getire. Bütün maçlar gündüz oynanıyor. Yağmur çamur ortalık. Oyuncular sahaya şöyle bir çıktılar. Sakaryaspor- Manisapor 2.Lig  maçı (Şimdiki adıyla 1.Lig.) Bizim kaleci Tamer Abiyi gördüm, onların kalecisi Mümin Abiyi de. Hakemler maça yarım saat kala sahaya çıktılar. Çamur çökek ortalık. Pazartesi 14.00’te oynatmaya karar verdiler. Anons edildi stat hoparlörlerinden, ‘Kötü hava şartları nedeniyle Sakaryaspor-Manisaspor maçı yarına ertelenmiştir. Biletleriniz geçerlidir’ diye. Boynum bükük çıktım. İlk stadyum heyecanım böyle başarısızlıkla neticelendi benim. On üç yaşın hayal kırıklığı. Akşama Kaynarca’ya döndüm çaresiz. Sabaha ortaokulda ders var çünkü.

Stadyumda ilk Sakaryapor’u seyredişin ne zaman ve nasıl oldu abi?                                   

 1974 yazında parasız yatılıyı kazanıp Adapazarı İmam-Hatip Lisesi’ne geldim ben. Adapazarı’na yerleştim yani. O gün bugün, tam kırk sekiz senedir Adapazarı’ndayım. İki hafta sonu izin yasak bize, üçüncü hafta sonu ailelerimize gidiyoruz. İşte o Pazarların birinde 1974 Sonbaharında seyrettim ilk defa yeşil siyahlı Sakaryaspor’u. Ama nereden? Tribünden mi? Hayır. Nerde 15 lira öğrencide. 20 lira bizim üç haftalık harçlığımız zaten. Okulumuz ve yurdumuz stadyuma iki yüz metre. Yan tarafında su kulesi vardı Stadyumun. Onun paslı demirden merdivenleri vardı. Bir insan boyundan başlar. Abiler çekti beni yukarıdan. O zaman stadyumun üstü kapalı değil daha. Valilik konağı tarafındaki kale arkası tribünü de yok. Rahat seyredebiliyorduk. Stadyumun üçte ikisini görebiliyorduk yani.

Kadroyu hatırlıyor musun? O günden zihninde kalan imge ve imajlar?                                         

 İkinci yarı bize yakın olan yani Valilik Konağına (şimdi Kız Anadolu İmam Hatip Lisesine) hücum ediyoruz. (Bu arada hemen taraf oldum bile, ediyor değil ediyoruz diye içselleştirdim bile.) Bizim kaptanımız libero Sarı İhsan. İhsan Özbek ağbi hâlâ sağ. Balıkesir’de yaşıyor, Adapazarı Yenicamili. 1.90 boyunda bir Boşnak. BJK’da oynamış, kaptan Sanlı Sarıalioğlu’nun kafasına soyunma odasında takunyayı geçirip pekmezini akıtınca, artık neler olduysa, orası muamma, takımdan uzaklaştırılmış, o da otuzunda memleketinin takımına dönmüş. 1965’teki kuruluş kadrosunda da var İhsan abi. Elli senelik futbolseverlik hayatımda çok ama çok oyuncu gördüm, topa Sarı İhsan kadar sert vuran futbolcu görmedim. O bizim kaleden aut atarken, forvetlerimiz rakip ceza sahası içine orta gelecek diye hazırlık yapıyorlardı. Vallahi abartmıyorum bak. Çok frikiğini seyrettim İhsan Abi’nin. Kaleye tutarsa yüzde yüz gol. O kadar sert çünkü. Kaleci bana tutmasın diye dua ediyor. Sakatlanıyor çünkü. İşte o ilk maçta da onun Valilik tarafındaki kaleye attığı nefis frikik gölüyle 1-0 yenmiştik. Tabii kaleci de ağlarda görmüştü topu, takım da hakem de biz de. ‘Goooollll’ diye bütün Adapazarı semalarında yankılanan bir ses. Bir mutluluk haykırışı. On beş bin kişi birden. Muhteşem bir şeydi. O gün bugün o ses, o mutluluk, o çığlık için gidiyorum maçlara.

Çok mutluluk verici değil mi abi o ses ve duygu?                                                                   

 Şimdi ben, elli yaşımdan sonra bile, Adapazarı’ndan kalkıp yüz elli kilometre araba sürüp İstanbul’a maçlara gidiyorum ya. Ailem çok şaşırıyor ve kızıyorlar da. Bir gün kızım Ayşenur da benimle Ali Sami Yen’e maça geldi. Goldeki o coşkuyu, o lirizmi görünce itiraf etti, ‘Babam bu yaştan sonra ne arıyor maçlarda diye yadırgıyordum. Ama gördüm ki tribünde hayat varmış. Haklıymış. Bir daha da eleştirmeyeceğim onu’ demişti. Özeti bu. Bu kadar. Bunca.

Sakaryaspor’un 1980-81’de Süper Lige çıkışını hatırlıyor musun abi?                                             Hatırlamaz mıyım; Ozanlar’daki SDMMA Akademisinde Endüstri Mühendisliği üçüncü sınıf öğrencisiydim o sene. İTÜ’nün kardeş okuluyduk biz. Hafta içi İTÜ’de İstanbul’da ders veren hocalarımız, hafta sonu trenle gelir bizde ders verirlerdi. Dolayısıyla Cumartesi Pazarlarımız tam dolu dersle geçerdi. Malum mühendislik dersleri de okuyarak öğrenilemez, sınıfa devam ediyorduk çaresiz. Sakaryaspor’un o seneki şahane başarı ve coşkusunu statta pek yaşayamadık biz. Ama dakikası dakikasına takip ettik. Nasıl mı? Pazar günleri pencereleri açıyorduk, gol oldu mu, o tribünlerin şahane ‘gooooool’ sesi Çark’tan ta Ozanlar’a ulaşıyordu. Biz de içimizde 1-0 oldu, ikinci gol geldi gibi skoru takip ediyor, içten içe coşuyorduk. O sene çıplak gözle ya bir ya iki maç seyredebildim, stadyumda. Daha çok yerel gazeteler ve pencere sesi ile takip ettim.

O başarı kimindi abi? O günlerin yıldızları kimlerdi?                                                                          Hatırladığım başkan Tuncer Tepe sezon başında ‘şampiyonluk’ parolasıyla Fenerbahçe’den, takıma giremeyen sekiz oyuncu alarak işe başlamış, yerli iyi oyuncularla da kaynaştırarak nefis bir sonuç almıştı. Tabii ki başarıda teknik direktör Necdet Niş’in de büyük payı vardı. Kaleci Fuat, Sağbek Emin, Libero Coşkun Demirbakan, orta sahada kaptan Zafer Göncüler ve sağiç Yenal, Sağaçık Tuna, santrafor Bahri ile solda oynayan ama daha çok ikinci bir santrafor görevi yapan Köylü İbrahim. Yerliler de Osman Yıldırım, Süleyman Bölükbaşı, Ercan (Porsuk), Mustafa. Yerine göre kâh solbek, kâh sağiç veya soliç, kâh solaçık veya gizli santrafor oynayan Tatar lakaplı Yenal Kaçıra (ki gerçekten Eskişehir Tatarı çok iyi bir insandır), o sezon takımımız şampiyonluk ipini göğüslerken, o da gol kralı olmuştu. Yenal ağbi, şimdilerde moda olan ve çokça aranan iki yönlü bir oyuncuydu. Hem ofansif hem defansif. İki ayağını da iyi kullanan, en çok mesafe kat eden, çok sakin, çok kurnaz, tam bir görev adamı özelliklere sahipti. Tam bir jokerdi. Onun gibi oyuncuyla, hem teknik özellikleri hem de karakter yapısı nedeniyle her teknik direktör çalışmak ister. Hatırladığım; attığı 19 golle de hak edilmiş bir krallık tacı taktı kariyerine.

Süper Lige çıkınca kimler transfer edildi?                                                                                          1981-82 sezonunda çok akıllıca bir transfer politikası uygulandı. Süper Lig’de Eskişehirspor’da oynayan ve bizim altyapımızdan yetişen oyun kurucu Aykut Yiğit, Süper Lig’de oynayan Orduspor’un iki genç yeteneği forvet Şenol Çorlu ile solbek Turgay Poyraz, Yugoslavya’dan kaleci İbrahimoviç, Düzcespor’dan da golcü Ahmet transfer edildi, Sadece bu kadar. Teknik direktör olarak Sezona Gürcan Berk ile başladıksa da beş hafta sonra Sırp kökenli Milan Jivadinoviç getirildi direksiyona. Harika bir sezon geçirildi. Harika bir uyum sağlandı; çıktığı sene Süper Lig’in tozunu atan Sakaryaspor’umuz, üç büyükleri de yendik ve uzunca süre lider kaldık, bazen ikinci sırayı süsledik, sezonu da 5. Sırada bitirdik. Kalecimiz Fuat, tam dokuz hafta gol yemeyerek, önemli bir rekora imza attı. Galatasaray’ı içerde Aykut Yiğit’in golüyle 1-0 yendik, Fenerbahçe’yi Kadıköy’de 1-0 yendik. İstanbul’da Galatasaray işe 2-2, BJK ile 1-1 kaldık. Tarihimiz boyunca en iyi Süper Lig derecemizdi bu beşincilik. Sakaryaspor’un asrı saadeti 1980-85 arasıdır kısacası. Bu başarıda Teknik Direktör Milan kadar, Aykut Yiğit, Santrafor Ahmet, Kaleci Fuat ve libero Coşkun’un büyük payı vardı elbette.         

Senin ‘asrı saadet’ diye nitelendirdiğin, 1986’da küme düşene kadar devam eden o altı yıllık süreçte neler neler oldu abi?                                                                                                

 Ligi beşinci bitirdiğimiz ilk yılın ardından yine Süper Lig’deki Kocaelispor’dan sağbek zeki ile oyun kurucu Ceyhun’u, Galatasaray’dan Büyük Turgay’ı, Beşiktaş’tan Ömer’i transfer ettik. 1983-84 sezonu da ilk sezon kadar olmasa da başarılı olduk. Takımın başında Necdet Niş’in yardımcısı Enver Katip vardı o sıralarda. 1 Temmuz 1984’te (transfer o zaman 1 Temmuzda başlardı) Galatasaray’dan kaleci Eser ile santrafor Sinan’ı, Fenerbahçe’den de sağaçık Tavşan Mustafa ile orta saha Özcan’ı transfer ettik. Bir de çelimsiz bir çocuğu. İsimsiz, arkasız, umutsuz bir genci. Aykut Kocaman diye o gün. Onun hikâyesini sonra detaylarıyla anlatacağım. Altyapıdan Kostik Mustafa ve Oğuz Çetin de katılmıştı takıma o sezon. 20 yaşlarında var yoktular. Nefis bir takım kurulmuştu. O sezon yine ligin altını üstüne getirdi yeşil siyahlı takımımız. Orta sahamızın virtüözü Aykut Yiğit, o sezon 20 golle gol kralı olacak ve Sakaryaspor formasıyla Süper Ligde, tarih boyunca, ilk ve tek gol kralı olma şerefine ulaşacak, 1985 Temmuzunda da Fenerbahçe’ye transfer olacaktı. 1981-85 arası yani bu dört sezon tarihimizin altın çağıdır. Bilinsin isterim. Tüm Türkiye’de, bugün yaşı ellilerde veya altmışlarda olanlar, işte bu Sakaryaspor’u tanıdılar sevdiler öykündüler takdir ettiler. ‘Anadolu’nun efendisi’ unvanını bu dört sezonda hak ettik biz.

Bir de 1986-87 sezonu Şampiyonluğunu ve senin kitabın ‘Bir Şampiyonluğun Öyküsü’nü sorayım?                                                                                                                                                                      Hiç beklenmez, 1985-1986’da Süper Lig’de küme düştük. Hem de kalemizde Engin İpekoğlu gibi, daha sonra BJK, Fenerbahçe ve A Milli Takım kalesini koruyan çok iyi bir kalecimiz olmasına rağmen. Bazen olmayınca olmuyor. 87 gol yiyerek, bir rekor kırarak. Dönemin Adapazarı Belediye Başkanı Erkal Etçioğlu şehir eşrafını bir araya getirerek yeni bir yönetim yaptı ve kişi düştüğü yerden kalkarmış sözü mucibinde, yine takımın başına Necdet Nişi getirerek şehri ve takımı ayağa kaldırdı. Konyaspor ile amansız bir çekişme sonrası, gol averajıyla ipi göğüsleyerek şampiyon olduk, bir sene aradan sonra tekrar Süper Lig’e merhaba dedik. Bu dönemde yeni starlarımız, yeni yıldızlarımız oluştu tabii ki; Oğuz Çetin diye bir kaptanımız ve maestromuz vardı artık. Attığı milimetrik paslarla göz dolduruyordu yeni kaptanımız. Kalemizde Neşet ile Engin kardeşçe oynuyor, Stoperde Turan adında genç bir buldozer parlıyordu. Orta sahada Serdar Şenkaya Oğuz’a yardım ediyor, forvette ise sağda Kemal Yıldırım solda Aykut Kocaman, santrafor Sinan’ı gol pozisyonlarına sokuyor, bazen de kendileri rakip fileleri havalandırıyorlardı. Yeniden tam ve tıkır tıkır işleyen bir takım olmuştu Sakaryaspor. Ben de genç bir gazeteci olarak, acısıyla tatlısıyla o sezonun hikâyesini ‘Bir Şampiyonluğun Öyküsü’87’ adıyla kitaplaştırmıştım. Otuz beş sene sonra, yirmi bir kitap sahibi olgun bir yazar olarak dönüp baktığımda bu benim ilk kitabımdı. Çok amatörceymiş gerçekten. Bu arada ilginç bir not; Sakaryaspor’un 57 yıllık tarihinin de - maalesef - hâlâ ilk ve tek kitabıdır. Ne acı. Halbuki en az on kitabı yazılmalıydı. Boşuna dememişler, Biz Türkler tarihi yaparız ama yazmayı pek akıl etmeyiz diye.

En büyük başarımız olan 1988 Türkiye Ziraat Kupası şampiyonluğumuz hakkında neler söyleyeceksin?                                                                                                                

 Dedim ya tabanca gibi takım olmuştuk diye. Taş gibi takımdık, taş. O sene herkesi yendik kupada. Fener’i,  Beşiktaş’ı, içeride dışarda. Finalde de, iç sahada 2-0 galibiyetimizin rövanşında, Samsun’da Samsunpsor ile 1-1 kalarak bugünkü adıyla Ziraat Türkiye Kupası şampiyonu olduk. Çok büyük bir başarıydı bu. Tarihimizin en büyük kupası ve başarısı. Tabii ki bu başarının üç ayağı vardı; Başkan Aydın Zengin ve genel kaptan Sabri küçük, teknik direktör Erol Togay ve dört yeni starımız: Kaleci Engin, stoper Turan, orta sahanın virtüözü kaptan Oğuz ve belkıran çalımların sahibi forvetimiz Aykut Kocaman. Beşincileri de orta sahadan Serdar Şenkaya. Zaten bu şampiyonluktan bir ay sonra Turan, Oğuz, Aykut, Serdar Fenerbahçe’ye transfer edilecekler ve gittikleri sezon 103 gollük Fenerbahçe’nin rekor şampiyonluğunun omurgası olacaklardı. Ertesi sezon da kalecimiz Engin Beşiktaş’a transfer olacaktı. Bizde de işler bayır aşağıya gidecek, arp saçına dönecek, 2:Lige düşecek bir daha da belimizi doğrultamayacaktık.

Abi, senin bir de gazeteciliğin ve spor yazarlığın var değil mi?                                                          Evet, taze bir mühendistim. Askere gitmediğim için iş bulamamıştım. Şeker Fabrikasında kantarda pancar tartarken Sakarya Gazetesinde ‘muhabir aranıyor’ diye bir ilan gördüm. Mektup yazdım. İşe aldılar. Asgari ücretle, 7.500 lirayla tabii ki. tabii. 1 Kasım 1983. Turgut Özal’ın başbakan olduğu günler. Spor servisinde rahmetli Hüseyin Komite’nin çıraklığını yaptım altı ay. Nisanda kısa dönem askerlik için Denizli’ye gittim. Beş aylık bir spor muhabirliğim var. Amatör futbolu ve Sakaryaspor idmanlarını takip ediyordum. Yirmi üç yaşındaydım. Coşkun Demirbakan ile, Turgay Poyraz ile, Kostik Mustafa ile, Tuna Güneysu ile, Oğuz Çetin ile, Engin İpekoğlu ile o yıllara daya dayalı bir dostluk, spor muhabirliğimle başladı. Sonra 1985’te Hüseyin Komite’nin çıkarttığı haftalık Spor’da 54’te köşe yazarlığı yaptım. 1989’dan sonra Yeni Sakarya’da spor üzerine köşe yazıları yazdım. (Doktor Sadık canlı beni oradan tanımış sevmiş, öyle derdi rahmetli.) 2004-2009 arası Oktay Sarı bana radyoda maç yorumculuğu yaptırdı zaman zaman. Ve yukarıda da söylediğim gibi, Sakaryaspor’un 1986-87 Şampiyonluğunu anlatan ilk kitabım (57 yıllık tarihinde de Sakaryaspor’un - maalesef – tek kitabı) ‘Bir Şampiyonluğun Öyküsü’nü yazdım. Hüseyin Komite ağbi de bana çok yardım etti. Bazı bölümleri yazdı, reklâm topladı. Hakkını ödeyemem. Kitaptaki reklâm gelirleriyle - işin başındaki hesabıma göre - bir Doğan taksi alabiliyordum. Üç ay içinde paraları tahsil etmeyi başaramadım. Allah’tan uçlu ucuna zararı kurtardık. Kâr da etmedim zarar da. Büyük hayal kırıklığı tabii, bir taksi gitti. (O gün anladım, para, ticaret işleri bana göre değil. Beni gören verecekse de para vermekten vaz geçiyor.)

Spor muhabirliği ve spor yazarlığı ilginç bir anı rica etsem abi?  

  Sakarya Gazetesi Spor Servisinde asgari ücretle spor muhabiri olarak çalışırken, iki yıl beklediğim askerliğim nihayet çıktı. O zaman bekleniyordu yığılmadan ötürü. 1984 yılı 19 Nisanında Denizli’ye kısa dönem asker olarak gittim. Acemilik sonrası Haziran sonunda dört günlüğüne Ramazan Bayramı iznine gelmiştim. İznimin son günü 1 Temmuzdu. 1 Temmuz 1984. O zaman transfer o tarihte başlardı. Şimdi Gar meydanı olan yerde otobüs işletmecisi Atanlar’ın üstünde Sakaryaspor Kulübü’nde imzalar atılıyor. Başkan Tuncer Tepe. Tarihin en güçlü ve cesur başkanı. O gün Galatasaray’dan Eser ve Sinan, Fenerbahçe’den Tavşan Mustafa ve Özcan da imza attı. Tüm yerel basın orada. Hüseyin Komite ünlü isimlerle röportaj yapıyor. Beş altı genç ve isimsiz oyuncuya da imza attırılıyor. Ben de meraklı taze, oradayım. Akşam otobüsüyle Denizli’ye yola çıkacağım. Kendisine yardım etmemi istedi rahmetli Hüseyin Komite. Seyrek saçlı orta yaşlı biri yanında bir genç salonun bir köşesinde notlar alan bana geldi (yıllar sonra Sakaryaspor’a başkan olan Erdal Taşkın) ‘Bununla röportaj yap. Bu genç ileride çok büyük oyuncu olacak’ deyip durdu üç dört defa. Pek gözüm tutmadı ama ısrarlı adamı kırmak da istemedim.  Çelimsiz, terbiyeli, vücuduna oranla irice başlı, iyi kalpliliği yüzüne vuran bu delikanlıya başımı kaldırıp sordum, ‘adın ne?’ ‘Aykut Kocaman’ dedi. Beş altı cümleyle özgeçmişini aldım gazete için. On dokuz yaşına girmemişti daha. Üç ay lisansı çıkartılmadı Aykut’un. Devre arası, Sakaryapor Kulübü ikinci başkanı Dişçi Ercan Acar Abaza’ydı. Aykut’ta Doğancay’dandır. Anne Gürcü, baba Abaza. Akrabalık nedeniyle lisans parasını cebinden ödeyip çıkarttırdı. Sezonun sonlarına doğru, - Aykut Yiğit’in gol kralı olduğu son maçlar – içeride Kocaelispor maçı oynuyoruz. 1-0 öndeyiz. Sanıyorum son beş maç. Çok sevdiğim Sakaryaspor menajeri rahmetli Ekrem Karaberber’in ısrarıyla, son on beş dakika Aykut Kocaman oyuna sokuldu. Şeker tarafındaki kaleye doğru hücum ediyoruz. Aykut, o meşhur sağ ayağı boş geçip sol ayağıyla topu götüren ‘kendine has meşhur çalımı’nı üç kez attı, seyirciler bu yirmi yaşındaki genci bir alkışladı. Bir coşku. Patladı gitti Aykut Kocaman. İyi de oldu. O çelimsiz çocuk gerçek bir yıldız oldu. Gol gralı oldu. Örnek teknik direktör oldu. Konyaspor’u çalıştırırken Abant’a sezon öncesi kampta ziyaret ettim. 2005’te. Hasret giderdik, o günleri andık. ‘Türkiye’de başarılar çok tesadüflere bağlı. Benim hayatım da öyle’ diye özetledi Aykut Kocaman durumu.     

Yirmi senelik (1972-92) Sakaryaspor izleyiciliğinde en iyileri sormak istiyorum sana Fahri abi. En iyiler seçimleri aynı zamanda sübjektiflik içerir Kadirciğim. Herkese göre değişir. Ben 1972-1992 yılları arasında seyrettim Sakaryaspor’u. Sonra daha az. O nedenle o dönemi esas alacağım izninle. 

  • En iyi üç başkan? Tuncer Tepe, Erkal Etçioğlu, Aydın Zengin.
  • En iyi üç teknik direktör? Necdet Niş, Milan, Erol Togay
  • En iyi üç kaleci? Engin, Neşet, Fuat
  • En iyi üç stoper? Turan, Nezihi, Süleyman Bölükbaşı
  • En iyi üç libero? İhsan Özbek, Coşkun Demirbakan, Ceyhun
  • En iyi üç oyun kurucu? Oğuz, Aykut, Yetiş
  • En iyi üç defansif orta saha? Kostik Mustafa, Sezai Çiftçi, Yenal
  • En iyi üç sağ açık? Tuna Güneysu, Yenal Kaçıra, İlker Yağcıoğlu
  • En iyi üç sol açık? Aykut Kocaman, Kemal Yıldırım, Şenol Çorlu
  • En iyi üç santrafor? Ahmet, Boyacı Dursun, Sinan

Unutamadığın gol?

Süper Lig’deki ilk sezonumuzda (2 Kasım 1981) içerde Galatasaray’ı 1-0 yendiğimiz maçta Aykut Yiğit’in kaleci Eser’e attığı gol. Nefis bir iç plaseyle. O gün amcaoğlum Tarih öğretmeni Hilmi Okçu ile açık tribünde belirli bir yerde buluşacaktık. Ağbim gelmedi. Cep telefonu diye bir şey icat da edilmiş değil daha. Meğer o sabah ağbimin bir oğlu olmuş. Adını Aykut koydular. Aykut şimdi kırkına gelmiş, on iki Matematik kitabı yayımlanmış çok iyi bir öğretmen- yazar oldu. Diğer taraftan o akşam köye (Okçular’a) gittiğimde on beş yaşındaki kardeşim Ahmet’in vefatıyla karşılaştım. Bir buçuk yıldır kan kanserinden mustaripti. O golün sevincini, Aykut’umuzun müjdesini, kardeşim Ahmet’in trajedisini; sevinç, müjde, dram; üçünü birlikte yaşadım. Unutulur mu…

Elli yıl içinde unutamadığın oyuncu?

Sakaryaspor’da Oğuz Çetin birinci sırada. İkinci sırada Aykut Yiğit, üçüncü sırada Aykut Kocaman. Üçü için de portre yazılır. Pasları, golleri ve insanlıkları da birinci sınıftır üçünün de. Türkiye geneli dersen? Elbette ki Hagi. Sonra Sergen. Sonra da Aleks.

Son sorum: Galatasaraylı mısın Sakaryasporlu mu?

Cevap veriyorum; ikisi de. Ben Sakaryasporluyum ve Galatasaraylıyım. İki tane daha sempati duyduğum takım var; Trabzonspor ve Kocaelispor. Kalbim geniş galiba benim. Dünyam büyük. Ama bir itiraf; - daha iyi anlaşılsın - bütün Sakaryaspor - GS maçlarında Sakaryaspor’u tuttum ben. Az yukarıda ‘en unutamadığım gol, ilk sezon (1981) Galatasaray’a attığımız gol’ dedim, fark ettiniz. Ali Sami Yen’deki - sanıyorum 2006 sezonu – 5-1lik maçta da, kalbime danıştım, önce Sakaryasporluyum. Sonuç: Yüzde 51 Sakaryaspor, yüzde 49 Galatasaraylıyım.

2-(6)-001.jpeg3-(4).jpeg

 

                                                                                             

 

 

 

                                                                                                                                            

 

Bu haber toplam 623 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim