• İstanbul 15 °C
  • Ankara 16 °C
  • İzmir 17 °C
  • Konya 14 °C
  • Sakarya 18 °C
  • Şanlıurfa 23 °C
  • Trabzon 16 °C
  • Gaziantep 21 °C
  • Bolu 12 °C
  • Bursa 17 °C

Fahri Yıldırım ve Seyyahların Sakarya’sı

Fahri TUNA

Gümrükönü Yazıları-23

2002 baharı, o tarihte Adapazarı Büyükşehir Belediyesi’nde Kültür Müdürü olarak görev yaptığım prefabrike bloktaki odamda çalışıyorum. Kapım çalındı, ‘buyurun’ dedim, içeriye yirmi üç – yirmi dört yaşlarında, ortadan biraz uzunca boylu, saçarlı omuzlarında (eskilerin hippi dediği türden) kalın camlı gözlüklerinin arkasından çipil çipil bakan bir delikanlı girdi. İçimden ‘gitar kursuna gitmek istiyorum, böyle bir kursunuz var mı?’ diye soracak bir üniversite öğrencisi herhalde’ düşüncesi geçti. ‘Hoş geldin, ne istemiştin?’ diye sordum. Hafif peltek, biraz da hızlıca konuşuyordu: ‘Pamukova’da kayıp bir şehir buldum! Adı Malagina’ dedi. Allah Allah, bende şaşkınlık had safhada. Punkçu, gitarist sandığım genç neler söylüyordu.

 

SAKARYA’DA KAYIP BİR ŞEHİR: MALAGİNA

 

Doğrusu pek de inanmadım. Çapraz sorularla şüphelerimi gidermeye çalışıyordum; Pamukovalıymış, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde Sanat tarihi alanında yüksek lisans öğrencisiymiş. Tez konusu olan ‘Sakarya’da Bizans Dönemi Kaleleri’ üzerine çalışırken Pamukova Mekece civarında Milat civarında yaklaşık 25.000 kişinin yaşadığı –Bizans kaynaklarında Malajin, Malagina, Malajina adlarıyla isimlendirilen – bir şehrin varlığını tespit etmiş.’Getir bir göreyim’ dedim, birkaç gün sonra getirdi; dedikleri aynen doğruydu. Çalışmasını yedi arkadaşla birlikte çıkarttığımız Irmak dergisinde ‘Sakarya’da Kayıp bir Şehir: Malagina’ adıyla altı sayı yayımladım.

Adaşım Fahri’yle dost olmuştuk. Kısa süre sonra yüksek lisansını ‘Sakarya İlinde Bizans Dönemi Kaleleri’ adlı tezle tamamladı. Büyükşehir Belediyesi olarak söz konusu tezi 2004 yılında ‘Sakarya’nın İl Oluşunun 50. Yılı Armağanı’ olarak ‘Sakarya Kaleleri’ adıyla yayımladık.

 

PUNKÇU SANDIĞIM GENÇTEN ÜÇ KİTAP

 

Fahri vekil öğretmenlikle hayata tutunmaya çalışıyordu. İki yıl sonra ‘Uzman yardımcılığı’ sınavını birincilikle kazanarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. Sakarya mâlum olduğu üzere nehirler, çaylar, dereler vilayetiydi. Bu nehirler çaylar derler üzerine tarih boyunca bir çok köprüler yapılmıştı. Bunların bir kısmı ayaktaydı. Bu köprülerin gün ışığına çıkartılması için Fahri Yıldırım’ı köprüler üzerine çalışmaya yönlendirdim. Sağ olsun o da kabul etti; iki yıllık bir çalışmadan sonra da Büyükşehir Belediyesi olarak Fahri Yıldırım’ın ikinci kitabı ‘Sakarya Köprüleri’ni 2008 yılında yayımladık. 2010’da ise Sakarya Valiliği takdir edecek bir çalışma/konsept çerçevesinde Fahri Yıldırım’ın 52 seyyahın bölgemiz üzerine gezi notlarından oluşan ‘333’ten 1933’e Seyahatnamelerde Sakarya Kitabı’nı yayımladı. Söz konusu üçüncü kitaptan sizlere tarih boyunca Seyyahlarından Sakarya’sından –kısaltarak- bazı bölümler sunacağım. Diğer yandan Fahri Yıldırım’ların, Resul Narin’lerin, Fatih Odabaş’ların, Fatih Kızılorman’ların gibi genç ve gayretli yeteneklerin sayılarının hızla artmasını ve onları destekleyen kişi ve kurumların da artarak çoğalmasını diliyorum.

 

SEYYAHLARIN SAKARYA’SINDAN ÖZETLER

 

Faslı Seyyah İbni Batuta (1334): ‘İznik’ten çıktığımız geceyi Mekece denilen bir köyde, bir imamın evinde geçirmiştik. Bize ikram etti yemekler çıkardı. (Ertesi sabah Mekece’den) Ayrılınca ata binmiş bir Türk kadını ile beraberinde yürüyen hizmetkârının Yenice’ye ( o tarihte Taraklı’nın adı Taraklı Yenicesi’dir) doğru gitmekte olduğunu görerek onları izlemeye başladık. Derken hırçın bir ırmağın kenarına ulaştık. Bu ırmağın adı Sakarya’dır ki, Allah korosun görünüşü ‘sakar’ı (Arapçada korkunç bir ısıyla yakıp kavuran cehennem anlamındadır) andırmakta idi. Nehri geçmek için kullanılan salın bir parça daha aşağıda olduğunu haber verdiklerinden biz de oraya gittik. Sal denilen şey halatlarla birbirine bağlı dört kalastan ibarettir. Biz de ona binerek ırmağı aştık ve gece ‘key’ sözünün faili gibi duran ‘Kaviye – Geyve’ye ulaştık, ahilerden birisinin tekkesine indik. (Geceyi Geyve’de tekkede geçiren Faslı Seyyah İbni Batuta, ertesi gün tekrar yola koyulmuştur. Kendisini misafir eden ahiler bir kez daha yardımcı olarak yanına bir de rehber vermişler, bu rehber kendilerini Tarakalı’ya kadar götürmüştür.) Burası (Taraklı) şirin ve büyücek bir kasabadır. Orada yine bir ahi tekkesi aradık. Zaviyeye indiğimiz zaman, ahi orada bulunmadığı için hizmetimizi bir öğrenci gördü ve bize yemek çıkarttı. Onunla ahbaplığı ilerlettik. Bizim dilimizi bilmemekle beraber, elinden gelen misafirperverliği gösterdi. Belde naibi ile konuşarak, onun sipahilerinden birisini bize koşmasını sağladı.’ (1)

 

Fransız Diplomat D’aramon (1548): ‘Aynı ismi taşıyan bir gölün kıyısında kurulmuş Sabangil (Sapanca) isminde bir köye geldik. Ertesi gün çok miktarda ağacın bulunduğu dar bir vadiden  (muhtemelen Geyve boğazı) ilerledik ve Galatie be Bithinie’yi ayıran Sangary (Sakarya) isimli nehri, İstanbul’un fatihi I. Mehmed’in oğlu Bayasit (Bayazıt) tarafından yaptırılmış çok güzel bir köprüden (Alifuatpaşa’daki II. Bayazıt Köprüsü) geçerek

Guyeme (Geyve) isminde bir köye geldik. Daha sonra Tavachy (Taraklı) isminde küçük bir kasabaya ulaştık.’ (2)

 

Polonyalı Simeon (1612) : ‘İznik’ten hareket ettikten sonra, otuz hane Ermeni ve bir papazları bulunan Sakarya adlı bir köye, oradan da bir yanın da orman diğer tarafında kayalık bir dağ bir düzlüğe geldik. Dağın üzerinde küçük kagir bir manastır ve içinde Erzincan’ın Kabos manastırından gelmiş bir piskopos, iki de keşiş vardı. Manastırın yanında yalnız Ermenilerle meskûn üç yeni köy mevcut olup burada üç gün kaldık.’ (3)

 

Fransız Tavernier (1632): ‘İstanbul’dan ayrıldıktan sonra dördüncü gün, Şabançi (Sapanca) gölü kıyısında küçük bir kent olan ve iki kervansarayı bulunan  Şabançi’de durulur. Gölün çevresi asla on milden fazla değildir ve gölde bol miktarda büyük balık avlanır; burada, üç meteliğe iki buçuk ayak büyüklüğünde bir turnabalığı satın aldım. Bir çok Türk padişahı bu gölden körfeze (İzmit) kadar bir kanal açtırmaya niyetlenmiş. Şabançi’den sonra, akşam Zakarat (Sakarya) adı verilen oldukça büyük bir ırmağın kıyısında konakladık. Irmak kuzeye doğru akıyor ve Karadeniz’e dökülüyor. Bir tahta köprü aracılığıyla (muhtemelen Kumköy’ün devamındaki Tavuklar köprüsü veya Trabzanlar köprüsü) ırmağı aştık ve bir çok balık tuttuk. Bu yörede ne köy ne de kervansaray var ama ırmağa bir mil uzakta halkının çoğu Ermeni olan ve Ada (Adapazarı) adı verilen büyük bir kent bulunuyor. Oraya adam göndererek çok güzel şaraplar ve gerekli olan soğuklukları aldırdık. Bu ırmaktan sonra, ertesi akşam yattığımız ve seçebileceğimiz dört kervansaray bulunan Kankoli’ye (muhtemelen Hendek’e) gitmek için bataklıklar arasında tahta köprüler üstünde ve şoselerde hemen hemen tüm gün yürüdük.’ (4)

 

Evliya Çelebi (1641): ‘İzmit’te bir gün bekleyerek ertesi gün nefir çaldırıp altı saatte doğru tarafa , ağaçlar ve ormanlar arasında gittikten sonra Sapanca kasabası durağına geldik. Vaktiyle İzmitli bir koca ihtiyar buradaki dağlık dikenlikleri kırıp saban yürüttüğünden ‘Sabancı Koca’ adıyla bir köy olmuştur. Sonra zamanla mamûr olup, Koca Süleyman Han (Kanuni) zamanında bir kasaba şekline girer. İçinde Sarı Rüstem Paşa (Kanuni’nin damadı)büyük bir han yaptırmıştır ki yüz yetmiş ocaktır. Lâtif bir camii, bir hamamı, güzel çarşısı vardır. İmaretleri gök kurşun ile örtülüdür. Bin kadar kiremit örtülü evi vardır. İmaretleri hep Koca Sinan (Mimar) yapısıdır. Bir Pertev Paşa Hanı var, o da Mimar Sinan işidir. Bu hayır eserlerinin çoğu Rüstem Paşanın olmakla onun vakfının mütevellisi hâkimdir. Başka yeniçeri serdarı da vardır. Methedilecek şeylerinden başka kirazı meşhurdur. Hamamının dibinde bir ekmekçi dükkânı vardır. Bir dervişin hayır duası ve bereketi ile bir çeşit beyaz ve has ekmek somun pişirir ki Sapanca Somunu adı ile her tarafta her tarafta şöhret bulmuştur. Bu derece lezzetli  ve has ekmek olmasını bazıları suyundandır derler. Yakınında bir köy vardır. Sapanca gölünün etrafı yirmi dört mildir. Dört tarafında kasaba gibi yetmiş altı parça köyü vardır (o tarihte Sapanca nahiye olup bölge Osmanlı kayıtlarında ‘Sapanca Maa Adapazarı’ geçtiğinden, Evliya Çelebi burada Sapanca ve Adapazarı’nın köylerinden bahsediyor olmalıdır.) Bütün ahalisi bu halicin suyundan içtiklerinden çehrelerinin rengi kırmızıdır. Ürünleri çoksa da bağları yoktur. Bahçeleri hadden aşırıdır. Bu gölün kenarında bin türlü kavun ve karpuz olur ki ancak ikisini bir eşek çekebilir. Bu gölcük içinde yetmiş seksen parça kayık ve cırnıklar vardır ki köyden adam kereste ve diğer eşya götürürler. Bu gölde bulunan yetmiş seksen çeşit balıktan avlanıp kâr ederler. Alabalığı, Sazan balığı, Turna balığı, Luna balığı gibi tatlı su balıkları çok lezzetli olurlar. Ferahlık ve kuvvet vericidirler. Gölcüğün derinliği bir çok yerlerde yirmi kulaçtır. Suyu gayet saf ve berraktır. Adı geçen ekmek somununu dahi bu suyla yoğurduklarında pamuk gibi ekmeği olur.

 

Bu gölün doğusunda ve iki saat uzaklıktan Sakarya nehri geçer. Kocaeli’nde Erve (Razve) kasabası (o tarihte Sakarya ilinin bugünkü sınırları tümüyle Kocaeli Sancağına bağlı olduğundan yazar burada bugünkü Karasu’yu kastetmektedir.) kenarında Karadeniz’e dökülür. Sakarya nehri azıcık bir himmetle bu göle akıtılabilir. Buradan yine altı saat doğu tarafa (Evliya Çelebi Hendek-Bolu istikametini kastetmektedir) Sapanca gölü kenarına ağaç denizi içinde giderek dipsiz bucaksız ormanları ibret ibret gözü ile seyrettik. Sakarya nehrinin ağaç köprüsünden (Evliya Çelebi burada muhtemelen Trabzanlar veya Tavuklar köprüsünden söz etmektedir) geçtik. Bu nehir (Eskişehir) Çifteler dağından toplanıp bu tahta köprünün altından geçer. Buradan ilerleyerek Hendek Pazarı kasabasında durduk. Burası ormanlı bağlı bahçeli, camili, hanlı hamamlı, çarşı ve pazarlı süslü bir kasabacıktır. Yüz elli akçelik kazadır. Yeniçeri serdarı, kethüda-yeri subaşısı vardır. Burada bir çamurlu meşhur bataklık vardır ki üzerinden uzun bir tahta köprü vardır. Buradan da geçtikten sonra yine doğuya on iki saat ormanlar içinde giderek Düzce pazarı kasabasına vardık.

 

Evliya Çelebi (1648): ‘Göynük’ten kuzeye yedi saatte Taraklı kalesine geldik. Taraklı bursa tekfurunun yapısıdır. Osman Gazinin fethidir.(Evliya Çelebi burada Taraklı’nın Ertuğrul Gazi döneminde 1292’de oğlu Osman Gazi komutasında fethedildiğini işaret etmektedir.) Hâkimliktir. Yüz elli akçelik kazadır. Halen kalesi virandır. Ama kasabası bağlı bahçeli akarsulu, bir dere içinde beş yüz kadar mâmur hanlı, evleri tahta ve kiremit örtülü şirin bir kasabadır. On bir mihrap ve yedi mahalledir. Çarşı içinde camii de (Yunuspaşa Camii) güzeldir. Bir hamamı, beş hanı, altı çocuk mektebi, iki yüz dükkânı vardır. Hepsi kaşık ve tarak yaptıklarından şehre (Taraklı) derler. Dağları safi şimşir ağacı olmakla halkı bunları işleyip Arap ve Aceme gönderirler. Suyu ve havası lâtiftir. Deresi, içinden aktıktan sonra diğer bir nehir (Göynük suyu) Sakarya nehrine ulaşır.

 

Buradan (Taraklı) yine kuzey tarafa gidip yedi saatte Geyve Kalesi’ne ulaştık. Asıl adı Gekve’dir. Burası İzmit kalesini yapan İskender’in akrabasından kadın kral Gekve’nin koyun çobanları için yaptığı bir küçücük kaledir. O kral kadının adıyla anılır. Sonradan hafifleyerek Geyve demişlerdir. 712 tarihinde (1312) tarihinde Osman gazi’nin fethidir. Yüz elli akçelik kazadır. Üç yüz evli, bir camili, bir hamamlı, üç han, yedi çocuk mektebi olup, evleri tahta ve kiremitle örtülüdür. Bir kiremitli muazzam hanı olup han yakınlarında yirmi kadar dükkânı vardır. Bu kasabada kethüda yeri, yeniçeri serdarı, evkaf mütevellisi vardır. Hazret-i Burhan ziyaret yeri vardır. Bu zat Osmancık ile gelmiş olup burada gömülüdür. Şehir Sakarya nehrinden bir ok menzili uzaktadır. Bağ ve bahçesi çok olduğundan üzüm turşusu (şıra) ve Sakarya kavunu meşhurdur. İki kavunu bir ata yükletirler. Gayet iri ve lezzetli olur. Oradan (Geyve’den) kuzey tarafa köprüyü geçtik. Sakarya Nehri üzerinde (bugünkü adıyla Alifuatpaşa’da) Sultan Bayezid-i Veli’nin garip ve büyük bir köprüsü vardır. Köprünün yanı hep bostandır. Köprünün altından akan Sakarya nehri, aşağı dağlardan çıkıp Beypazarı şehri dibinden geçerek nice köy ve kasabaları sular ve Kocaeli’nden  (burada bugün Sakarya Vilayetini kast ediyor) geçer, Razve adlı kasabada Karadeniz’e karışır.

 

Geyve’den ayrıldığımızın üçüncü saatinde Sakarya nehri kenarında bir yalçın kaya üzerinde Çoban kalesini gördük. İçinde adam oğullarından eser yoktur. Harap ve yebap durur. Eskiden Gekve adlı kadın kralın çobanları bu kalede oturup gelip geçenden baç alırlarmış. Aşağısı derya gibi Sakarya olup, ensesi yalçın dağda kale, yol ise fazlaca dar olduğundan halk mecburen baç (bir tür yol vergisi) verirlermiş. Oradan kuzey tarafa Sakarya nehri boyunca Ağaç denizi denilen ormandan geçtik. (Evliya Çelebi burada Adapazarı ve çevresindeki görünümü anlatmaktadır.) Burası bir ormandır ki, içinde şehir adamı olmayan nice garip kimseler kaybolup vahşi canavarlara kısmet olmuştur. Defne, ardıç, çam, ıhlamur ağaçlarının çiçeklerinin kokusundan insanın dimağı kokulanır. Güneş içine asla tesir etmez. Bu ağaçlıklar içinde nice bin tahta biçecek bıçkı değirmenleri olup gemi keresteleri keserler. Bu dağlar, dört sancak sınırında olup hakiki ağaç denizidir. Bir tarafı Bursa, bir tarafı İzmit, bir tarafı da bolu ve Kocaeli sancaklarıdır. Etrafı ancak bir ayda dolaşılabilir. Ama seçme yerleri bu Geyve yolu üzerinde olan kısımdır. Buradan geçip batıda Sakarya kenarında güneş tesir etmez bir lalelik ve akarsular kenarından kahvaltı yapıp (muhtemelen o günkü Yörükyeri bugünkü Karaçam köyü yakınlarında), ibadet ettik ve Allah’ın yarattıklarını seyrederek dört saat daha gidip Sapanca Kasabasında konakladık. Burası evvelce Erzurum’a giderken anlatılmıştı. Yine batıya giderek İzmit kalesine geldik.’ (5)

 

İngiliz Pococke (8-9 Mayıs 1738): ’08 Mayısta ormanın batı ucunda (seyyah Bolu’dan Düzce üzerinden Hendek’e doğru gelmektedir) yer alan Handaki (Hendek) denilen küçük bir kasabaya geldik. Burası tablolarda Manoris olarak gösterilen yer olabilir. Handaki asıl olarak geçimini buradan gelip geçen kervanlardan sağlar. Daha sonra şimdiye kadar hiç görmediğim kadar güzel bir ova ile çevrelenmiş (Pococke burada Akova dediğimiz Adapazarı ovasını, bugünkü adıyla Dernekkırı köyleri ve çevresini anlatmaktadır) bir yere geldik. Burası yaklaşık olarak üç fersah genişliğindedir. Her yerde düzensiz olarak dağılmış ceviz ağaçları ve büyük gürgenler bulunur. Kuzeye doğru uzanan alçak tepelerle güneye doğru uzanan ve daha yüksek olan tepelerin tamamı ormanlarla kaplı olup tepelerin arasından geçen Sagaris (Sakarya) bu ovanın içinden akmaktadır. Nehri yüz adım uzunluğunda ahşap bir köprüden geçerek aştık. Tablolarda Duseprosulimpum olarak gösterilen yer burası olabilir. Yaklaşık olarak beş fersah kadar daha ilerledikten sonra buranın biraz ilerisinde ufak bir köyde (burası muhtemelen Erenler köyü olabilir) konakladık. Bir süre sonra da hayal edebileceğimiz en güzel yer olan ovayı ikiye bölen burasını çok daha güzel hale getiren hububat ve ağaçlarla kaplı bazı alçak tepelere (Erenler ve Maltepe’den söz etmesi muhtemeledir) ulaştık. B bu tepelerin güneyinde (batısında demesi gerekiyordu) tepeye karşı inşa edilmiş büyük bir kemer ve biraz uzakta da bir parça yüksek duvar kalıntılarını gördüm (seyyah burada tarihi Beşköprü/II. Jüstinyanus köprüsünden söz etmektedir). Ancak bir kervanla gittiğimizden dolayı onu yakından görerek merakımı gideremedim. Bu yer belki de mesafeleri uyuşamasa da tablolardaki Demetrium olabilir. burayı Sakarya’nın eski kanalı sanki buradan geçiyormuş gibi Eski Sakarya Köprüsü olarak adlandırıyorlar.’(6)

 

Fransız Gardane (1808): ‘Nicee’den (İznik’ten) Ak-seraio’ya (Akhisar-Pamuova’ya) 14 saatte gidiliyor. Burada 150 ev var. Yöneticisi Bulba-kade (Balabanzade) olan 30 köyü kapsayan güzel Azar vadisinden geçiliyor. Bu yönetim ailede babadan oğla geçmektedir. Pamuk tarımı yapılıyor. Pamuğun topu (loku) iki kuruş, bir kentali (yüz kilosu) 45 kuruş. Susam yağı bitkisi gibi ardıçalr da bol miktarda. Aksaray’dan (Akhisar’dan) Sacharia (Sakarya) nehri üzerinde bulunan Geive’ye (Geyve’ye) dört saatte gidilir. Burada 400 ev var. Bir ağa tarafından yönetiliyor. Tahta, ipek, pamuk, buğday, arpa ve susam ticareti yapılıyor. Geyve’den Terachli’ye (Taraklı’ya) yedi buçuk saatte gidilir. Burada 400 ev var. İsmi burada gerçekleştirilen tarak ve ahşap kaşık ticaretine işaret eder. Duzgeh’ten (Düzce’den) Endez’e (Hendek’e) on bir saattir. Orman içinde elli ev var. Yolda kayın ağaçları o kadar yoğun ki kör kalmamak için ilerlerken kafalarımızı eğmek zorunda kaldık. Yakılmaya uygun temiz bir yağı kayın palamudundan çıkarıyorlar.Tüfek sesleri duyduk, bir savaş var. Ancak buradan gelip geçen her gezgin bu savaşın farkına varamaz. Tüm köyler siperlerle çevrelenmiş ve istihkâmlarla güçlendirilmiş.  Fetihler yapan bir ırktan gelen Türkler, bu alışkanlıklarını devam ettiriyorlar. Hendek’ten Saban-jue’ye (Sapanca’ya) on saat. Haritalar Sapanca’yı gösteriyor. Burada elli ev var. Yol hâlâ ormanlar içinden geçiyor. Kaldırımlar çok kötü bir durumda ve bozuk. Bu Yunanlılar zamanından. Tahtalar üzerinden uzun ve güzel bir yol ile bataklığın üzerinden geçiliyor. Sapanca’dan Nicomedia (İzmit) dokuz saattir.’ (7)

Fransız Moustier (1862) : ‘ Saat 09.30’da Sophon Köprüsü’nün (Moustier tarihi Beşköprü’den söz ediyor) girişindeydik. Köprü 6. yüzyılın ortalarında imparator Jüstinien tarafından Sanagrisu (Sakarya nehri) için inşa ettirilmiş ama o nehir o zamandan beri doğuda bakla bir yatakta akıyor. Eski yatak şimdi çok ince bir suyun aktığı büyük bir bataklık halinde. Kaymakamın tarafından aktarılan bir Türk atasözüne göre ‘Nahmert Köprüsü’nü görmeyen hiçbir şey görmemiştir. Köprünün uzunluğu dört yüz metreden fazla. Farklı çaplada fakat eş yüksekliklerde on iki yarım dairesel kemeri var ve geniş yassı taşarlın döşenmiş olduğu bir zemine sahip.Karşı tarafta (Adapazarı yönünde) köprünün ekseniyle dikey, yarım kubbe ya da niş biçimli bir anıt hâlen görünüyor. Daha sonra saat ikide (Beşköprü’den) tekrar yola çıkarak sakız ağaçlarının arasında kıvrılan bir yol boyunca ilerledikten sonra hoş bir vadi içinde Ada-Bazar ya da Ada-Keui’in (Adaköy) minareleri göründü. Sangarius’un (Sakarya nehrinin) sol kıyısında yer alan Adapazarı on bin kişilik bir nüfusa sahiptir. Bunların üçte birinin Ermeniler, bin tanesini de Rumlar meydana getirir. Burada bize (Rum bir tüccar tarafından) reçel, kahve, sigara ikram edildi. Ev sahibimizin evinin ana odasında cennet ce cehennem arasında uzun bir esim halinde Kudüs’ün bir görünümü vardı. Yanında gece gündüz bir lamba yanıyordu. Kenti gezmek istediğimizi söyleyince bizi geniş, binlerce renkle süslenmiş Rum Kilisesi’ne götürdüler. Daha sonra kısa bir süre önce Pera’da (İstanbul Beyoğlu’nda) bir tüccar olan imtiyazlı İngiliz Raffaele tarafından kurulmuş buhar gücüyle çalışan bir hızar fabrikası gördük. Avrupa için cevizden tüfek dipçikleri yapıyor. Bu ağaç ülkenin bu yerinde (Adapazarı’nda) çok yaygın. Her taraf el değmemiş ormanlıklarla kaplı ama genç ağaçlara rastlanmıyor. Adapazarı’nda Ermeni ve Rum kadınları şalvar ve basit ve mavi, pembe, sarı gibi çok çarpıcı renklerde yelekler giyiyorlar. Başlarında çevresine bir türban gibi sarılan bir eşarpla kırmızı bir fes takıyorlar. Saçarlı omuzlarına kadar sarkıyor. (8)

 

1) Fahri Yıldırım, 333’ten 1933’e Seyahatnamelerde Sakarya, Sakarya İl Kültür Müdürlüğü Yayını, Adapazarı, 2010, s.28-31,

2) Fahri Yıldırım, a.g.e., s.34-35,

3) Fahri Yıldırım, a.g.e., s.36,

4) Fahri Yıldırım, a.g.e., s.38,

5) Fahri Yıldırım, a.g.e., s.38-42,

6) Fahri Yıldırım, a.g.e.s.45,

7) Fahri Yıldırım, a.g.e., 51,

8) Fahri Yıldırım, a.g.e.s 104-105.

 

Fahri Yıldırım

 

Cavit Yıldırım’ın üç erkek çocuğunun büyüğü olarak 1979 yılında Sakarya Pamukova Bayırakçaşehir köyünde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Pamukova’da tamamladı. Anadolu Ü. Sanat Tarihi Bölümünü bitirdi. 2003 yılında aynı bölümde ‘Sakarya İlindeki Bizans Dönemi Kaleleri’ teziyle yüksek lisansını tamamladı. Söz konusu tezi 2004 yılında SBB tarafından ‘Sakarya Kaleleri’ adıyla kitaplaştı. 2006 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda Kültür ve Turizm Uzman Yardımcısı oldu. Tanıtma Genel Müdürlüğü Strateji ve Yayınlar Dairesi’nde dünyanın hemen her yerinde dağıtılan broşürlerin metin yazımlarını gerçekleştirmektedir. 2008 yılında SBB tarafından ikinci kitabı ‘Sakarya Köprüleri’ yayımlandı. Aynı yıl ‘Uzman’ oldu. 2010 yılında üçüncü kitabı ‘Seyahatnamelerde Sakarya’ yayımlandı. Halen Gazi Üniversitesi’nde Bursa’yı konu aldığı doktora çalışması tez aşamasındadır. Sakarya tutkusunu olan yazarın elinde Sakarya hakkında yayımlanmamış Osmanlıca kitaplar, belgeler, fotoğraflar, kartpostallar, Sakarya’da basılmış kitaplar, Sakaryalı sanatçılara veya yerel halk müziği ekiplerine ait plaklar, Sakarya’da düzenlenmiş spor müsabakalarında verilmiş madalyalar, plaketler, her türden onlarca efemera bulunmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

van1 

Fahri Yıldırım Van kedisiyle

 

 van2

 

Fahri Yıldırım (ortadaki) öğrenci arkadaşlarıyla –Eskişehir / 2000

 

 

 van3

 

Fahri Yıldırım, Kültür ve Turizm Bakanlığı yöneticileriyle Özbekistan Amely Sanat Müzesi’nde.

 

 van4

 

Fahri Yıldırım Eskişehir Karacahisar kazısında - 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 5452 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim