Tataristan Yazarlar Birliği, iki katlı büyük bir binada hizmet veriyor. Binayı devlet tahsis etmiş, yönetim kuruluna da maaş ödüyor. Bu yüzdendir ki burası bir devlet kurumu gibi çalışıyor. Başkanın odası çok geniş, yönetim kurulu üyelerinin ayrı ayrı çalışma odaları mevcut. Üst katta iki yüz elli-üç yüz kişilik kırmızı koltuklu bir toplantı salonu var. Binanın dışında park yeri ve geniş bir bahçe yer alıyor. Bahçede oturma yerleri ve heykeller konulmuş. Yazarlar birliğinin ve dolayısıyla da yazarların, şairlerin bu ülkede ayrı bir saygınlığı var. Bu ülkede hâlâ yazılı eserler okunuyor.
İkinci gün, Tataristan Yazarlar Birliği Abdullah Tukay Toplantı Salonundaydı. Etkinliğimiz 2 Ekim 2015 Cuma günü, Prof. Dr. Yavuz Akpınar Hocanın “Türkiye-Tataristan Edebî, Fikrî İlişkileri” başlıklı yazısını sunumuyla başladı. Çeviriyi Kafkas Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Çulpan Zaripova yaptı.
Sunum, Türk Sözü gazetesinin Osmanlıca nüshalarının görüntüsü ile başladı. Tataristanlı hacılar tarafından yazılmış otuz kadar hac namenin mevcudiyetinden bahsetti. Bunların birçoğunun bir turist rehberi gibi notlar taşıdığını söyledi. Anadolu Türkçesi’nin aslından çok uzaklaştığını, Tatar lehçesinin ise Rusçaya çok yaklaştığını görmekteyiz. Yani Türk Dili lehçelerinden gitgide uzaklaşıyor. Bu durum da millettaş Türkleri birbirinden çok uzaklaştırmaktadır. Osmanlı zamanında İstanbul ile Kazan’da aynı gazete, dergi, kitap her yerde okunduğundan dilde birlik sağlanıyordu. Şiir hangi lehçede yazılırsa yazılsın orijinal kalıyor ve anlaşılıyordu. “Sırat-ı Müstakim” Asya Müslümanları üzerinde çok önemlidir. Mehmet Akif’i oradan biliyorlardı. Yusuf Akçura’nın yazılarını takip ediyorlardı. Züleyha dramı Türk Yurdu Dergisi’nde yayınlanmıştı. Kazan bölgesindeki Müslümanların zorla Hristiyanlaştırılması anlatılıyordu.
Yavuz Akpınar Hoca konuşmasına şöyle devam etti. “Tataristan ile Türkiye arasındaki ilişkiler ifadesi, aslında geçmişte var olan ilişkilerin dar bir çerçevede ifadesidir. Çünkü bugünkü Tataristan sınırları, Tatar Dili ve kültürünün tarihî yayılma ve etki alanlarını göstermekten uzaktır. Günümüzdeki Tataristan küçük, Tatar kültür alanı ise çok daha geniştir. Dolayısıyla biz Türkiye-Tataristan ilişkilerinden söz ederken Tataristan’ın resmî sınırlarının dışına çıkmak ve vaktiyle Tatar kültür alanının etkili olduğu geniş coğrafyayı göz önünde tutmak mecburiyetindeyiz. Konuya bu açıdan bakınca Türkiye ve İdil-Ural ilişkileri demek daha doğru bir adlandırma olacaktır. Bu ilişkilerin sebebini ve mahiyetini ana hatlarıyla birkaç başlıkta toplamak mümkündür, diyerek dört başlıkta özetledi:
1-Kuzey-Güney ticaret yollarının etkisi.
2- Türkiye’nin, İdil-Ural bölgesi Müslümanlarının (Tatarlar ve Başkurtların) 18. yüzyıl sonlarından itibaren İslamiyet’i yeniden yorumlamalarında ve İslam medeniyetini yenilemelerindeki tesirleri.
3- Osmanlı reformlarının ve Türkiye’deki Batılılaşma hareketlerinin İdil-Ural bölgesine etkileri.
4- Türkiye’ye gelen İdil-Urallı aydınların ilişkilerin gelişmesine katkıları.”
Yavuz Akpınar Hocanın konuşmasından sonra Kazan Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Hatip Minneguluf Hoca söz aldı: “Yavuz Hocanın konuşması çok ilgiliydi. Tatar ve Türkiye ilişkileriyle ilgili medeni bir konuşma. Bu konuşma çok faydalı ve bizim kaynaklara dayanır. Bizim edebiyatımız Yunus Emre ve Ahmedi üzerinedir. Ahmedi bizde ders kitabı olarak okutulurdu. Çelebinin Muhammediye kitabı Tatarlarda uzun yıllar okutuldu. Burada Fatih Kerimi’den bahsedildi, ben birkaç ay önce onun köyündeydim. Fatih Kerimi’nin soyundan çıkan Ahmet Mithat, Yusuf Akçura’dır. Biz edebiyatı Türkiye üzerinden gerçekleştirdik. Sadece doğu edebiyatı değil batı edebiyatı bile bize Türkiye üzerinden gelmiştir. Biz Türkiye’ye çok teşekkür ediyoruz, bizim edebiyatımızın sağ kalmasını sağladı. Yavuz Hoca’ya çok teşekkür ediyorum, mümkünse bu yazısını Kazan dergilerinde yayınlasın.” Diyerek sözlerini tamamladı.
TÜRK’TEN BAŞKASINA ELSİN TÜRKİYEM
Remi Garipov Şiir Faslı başlamıştı. Yapılan konuşmalar ve şiirlerden dolayı ne kadar özlenen bir birliktelik olduğunu gördüm. Bu günü Akçura, Gaspıralı, Zeki Velidi Togan, Ömer Seyfettin, Mehmet Akif görseydi gurur duyardı. Onların açtıkları yoldan şimdi Türkçe’nin Şiir Şöleni devam ediyor. Bu birlikteliğin ne kadar güçlü bir edebiyat akımı oluşturacağını görmezlikten gelmek mümkün değil.
Ayrat Galimcanov, Kiril alfabesiyle yazılmış iki şiir kitabı verdi. Birisinin orta sayfasında Anadolu Türkçesiyle yazılı “Türkiyem” şiirinden bir bölüm sunacağım:
“Asya’dan uzanmış bir el gibisin
Yadel de dolaşan bir el gibisin
Haçlının gözünde bir el gibisin
Sıla nöbetinde ersin Türkiyem
Anasından ırak yavruya dönmüş
Babasından ayrı bir yuva kurmuş
Gardaşla bacıya çok uzak kalmış
Türk’ten başkasına elsin Türkiyem.”
Cuma namazını Kazan’da Mercanî Cami’de kıldık. Kapılar bu gün açıktı. İçeri girdiğimizde çok az kişi vardı, doğrusu içim burkuldu. Meğer vakit erkenmiş, birazdan cami doldu. İmam hutbeyi Tatarca ve Rusça okudu. Sonradan anlattılar: Hutbe eskiden yalnız Tatarca okunuyormuş. Bu arada çok sayıda Rus Müslüman olmuş. Onlar hutbeyi anlamadığından, “Biz hutbeden mahrum kalmayalım,” demişler. Karar alınmış iki dilde okunmaya başlamış. Ee, bizce de sakıncası yok.
Cumadan önce Vedat Güneş ve İbrahim Eryiğit ile beraber bir bankaya uğradık. Üç bayan çalışandan başkası yoktu içeride. İbrahim’i bir hücreye alıp kapıları kapattılar. Ben geç kalmamak için ayrıldım. Kırk beş dakika sürmüş yirmi doları bozdurmak. Sıra Vedat’a gelmiş artık gerisini siz düşünün…
Öğlen yemeği için güzel bir lokantaya götürdüler. Yalnız yemek olarak sınıfta kaldılar. Biz o konuda çok iyiyiz, topluca karar verdik. Salatayla başlanan yemek, kemik suyu ve basit bir et-patates karışımı, sonra da elde yapılmış ballı un tatlısıyla sonuçlanıyordu.
Öğleden sonra Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Şiir Faslı başladı. İbrahim Eryiğit bu fasılda söz aldı. Şiirini teknolojiden faydalanarak okudu ama yarıda kaldı. Alkışlar eşliğinde sahneden ayrıldı. Şairlerin bazısı uçakta gelirken yazdığını, bazısı gece karaladığını, bazısı da biraz önce salonda otururken yazdığını okuyor. Bizim Mehmet Kurdoğlu da “Mülteci” şiirini okudu. Şiiri sahneden inerken elinden aldım, canına okuduğum şiiri davetiye zarfının üzerine yazmış. Merak ediyorum acaba bunu nerede yazdı? “Nargilemin dumanında kayboluyor Şam/Binbir Gece Masalları unutulmuş yanık sahifelerde…” Yahu nerden çıktı bu nargile Allah aşkına, hani sen mülteciyi anlatacaktın?..
Aynı günün akşamı Türkiye’nin Tataristan Başkonsolosluğu Toplantı Salonundayız. Başkonsolos Turhan Dilmaç’inde bulunduğu ortamda şiirler okundu. Azatlık Derneğinden tanıdığım Rıfat, şiirine, “Tataristan’da sizler hiçbir zaman yabancı olmayacaksınız,” diyerek başladı. İbrahim Eryiğit gündüz okuduğu şiirden ders almamış olacak ki akşam yine telefondan okudu ama bu sefer aksaklık olmadı yalnız gündüz okuduğu yarıda kalan şiirde daha fazla alkış almıştı. Bu bölümde, Metin Önal Mengüşoğlu’nun okuduğu N. Fazıl’ın Çile şiiriyle damgasını vurdu.
Saat 19.30, iki otobüs Konsolosluğun önünde bekliyor. Hava soğuk. Öndeki dolu arkadakine doğru yürüyoruz. Organizatör Zafer Kızılca, sesleniyor; “arkadaki otobüs boş!..” Tam yanından geçerken sordum; “O da otele mi gidiyor?” Zafer Bey çok ciddi, “Aynı yere, aynı yere…” deyince biz gülmeye başladık, anladı! “Yok, ağabeyi arkadaki otobüs Bayburt’a gidiyor,” diyerek o da kahkahayı bastı.
Vedat ile yan yana oturduk, ibrahim başımızdan ayrılmıyor. Aman Allah’ım ibrahim fıkralara başladı. Mehmet Kurdoğlu ön koltukta dudak altından gülüyor. Yan koltukta Genel Başkan Hicabi Kırlangıç da bize katıldı. Tiflis’ten Akif Xansultanlı katılıyor, Arkadan Ekber Qoşalı, arkadan başını uzatmış, Ferhat Koç abi çaprazdan bize laf atıyor; “Orada neden toplandınız?” Yol nasıl da kısaldı…
Otelin penceresinden ışıklar altında Kazan’ı seyrediyorum. Dışarısı oldukça sessizleşti. O tarihlerde televizyonda, Türkiye’den gelen haberler insanın içini karartıyor. Yine şehitler var…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.