Annesi pencereden seslenmiyordu bir türlü. Ve oyunun en heyecanlı yerinde "Ocak"ı (Janairus) yılın ilk ayı olarak ilan ediverdi diktatör. Böyle olunca da, her dört yılda bir eklenecek bir günün, yeni durumda yılın ikinci ayı konumuna gelmesine rağmen Februarius'a (Şubat) eklenilmesine devam edildi. Oyun Brütüs'ün oyunbozanlığıyla son bulduğunda Romalılar sevgili diktatörleri Julius Caesar'ın anısına Quintilis (Temmuz) ayının ismini July olarak değiştirdiler.
İş iddiaya binmişti. Sezar'ın adıyla ay olur da yeni imparatorun adıyla olmaz mı! Zamanla oynama sırası kendine gelen Augustus da onurunu ay gibi parlatmak için harekete geçti. Sextilis ayının adını kendi ismi ile değiştirerek, bu aya August adını verdi. Fakat yine de dengelenememişti onurlar. Sezar'ın kefesi Augustus'un kefesinden ağır geliyordu. Zira Sezar'ın ayı 31 gün, Augustus'un ayı ise 30 gündü. Olsun. Çare tükenmezdi diktatörlüklerde. Sezar'ın dediği gibi zarlar atılmış olsa da fincanlar yerinde duruyordu. Nasılsa kısaydı Şubat. 29 günken varsın 28 gün olsundu. Yeter ki gün "Ağustos"a eklensin, Sezar'dan geri kalmasındı Augustus.
Şubatın macerası sona erecek gibi değildi. Yüzyıllar sonra bir ilkokul öğretmeni ayları tanıtırken "Cüce Şubat" dedi derste, kısalığına gönderme yaparak. Çocuklar o gün ayların en kısasının Şubat olduğunu öğrendiler ve "Cüce Şubat" tamlamasını hiç unutmadılar. Bir gün öğretmen büyüyünce ne olacaksınız diye sordu öğrencilerine. Bir anda sınıf doktorlarla, mühendislerle, hakimlerle, avukatlarla, subaylarla, öğretmenlerle doldu. Doktor olmak isteyenler kanserin ilacını bulacaklar, mühendis olmak isteyenler dünyanın en uzun gökdelenini yapacaklar, subay olmak isteyenler düşmanlardan yurdu koruyacaklar, hakim olmak isteyenler haklıyla haksızı ayıracaklardı adaletleriyle. Öğrencilerden biri acımıştı "Şubat"a. Öğretmenine söylemese de bir kurtarıcı olmak istiyordu o. Yönetime el koyduğunda yapacağı ilk iş "Şubat"ı uzatmak olacaktı. Sezar'a ve Augustus'a inat bin yıl yapacaktı "Şubat"ı.
Öğretmen "Bu kadar ders yeter. Biraz da eğlenelim!" diyerek bir Nasrettin Hoca fıkrası anlattı o gün: Hoca ertesi günün planını yapmaktadır akşam. "Yarın hava güzel olursa ormana ağaç kesmeye giderim, iyi olmazsa hamama." Karısı "İnşallah de Hocam," diye uyarsa da Hoca'yı, "Hanım ne var bunda!" der Hoca, "yarın ya iyi olur hava ya kötü!" Ertesi gün güneşi gören Hoca ormanın yolunu tutar ve köyün epeyce uzağında bir askerî birlikle karşılaşır. Askerler Hoca'ya Sivrihisar'ı tarif etmesini isterlerse de zaman kaybetmek istemeyen Hoca "Bilmiyorum," diyerek sıyrılmak ister tariften. Bunun üzerine komutan, "Yalan söylüyorsun, kavuğundan utan! Önümüze düş ve en kısa yoldan bizi Sivrihisar'a götür!" diye hırpalar Hoca'yı. Hoca askerlerle birlikte yollara düşüp Sivrihisar'a götürür onları. Serbest kalır kalmaz da tekrar evinin yolunu tutar. Gece yarısından sonra eve varabilen Hoca yorgunluktan yarı ölü vaziyette kapının eşiğine yığılır ve kapının tokmağını güçlükle çalar. Karısı "Kim o?" diye seslenince içerden, Hoca: "İnşallah benim karıcığım," deyiverir.
Çocuk büyümüş ve kurtarıcı olmuştur. Yönetime el koyduğunda "Cüce Şubat"ı düşmanlardan kurtarmak için harekete geçmiş ve tarihi cümlesiyle Sezar'ı ters döndürmüştür mezarında: "Şubat bin yıl sürecek!" Fakat Nasrettin Hoca gibi "İnşallah" demeyi unutmuştur o da..
15.04.2012 Zaman































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.