Ahmet Kaya Şarkılarında Gençliğin Serencamı

Rüstem BUDAK

“BENİ BURALARDA ARAMA ANNE”

Arayış içindeki toplum… Yönünü tayin etmeye çalışan devlet… Her şeyin ithal ve taklit edildiği zamanda ideolojilere tutunma başladı. Darbeler, baskılar, ideolojik körlükler, eşitsizlikler… Gençlik öğretilenler ile gerçekler arasındaki çelişkiyi gördüğü, kendi kimliğini tanımlayamadığının farkına vardığı, toplum-devlet- gelenek ile çatışmaya başladığı zaman göç etme vakti gelmişti.

 

Beni buralarda arama

Arama anne

Kapıda adımı sorma

Saçlarına yıldız düşmüş

Koparma anne, ağlama.”

Şafak Türküsü  

 

 

 

“Beni buralarda arama anne” dedi ve yola çıktı. “Buralar” artık ona göre değildi. Kendisi “buralı” olamazdı. “Burada” kalsa tükenecek, yeni bir çıkış bulmayacaktı. “Buralar” tarihin, doğanın, toplumun çevrelediği zindan olmuştur ona. Yeni bir çıkış için irade ortaya koymak gerekiyordu. Bunun içinde “buralarda” bulunmamalıydı.

 

Türkiye’de gençliğin ilk gittiği yer batı oldu. İlk gidenleri devlet ve babalar yolladı. Devlet gerileyişini durduracak fikir membaının batıda olduğunu düşünüyordu. Gitsinler çünkü “burada” hayat ve gelecek yoktu. Medeniyet öğrensinler, bilim öğrensinler, ahlak ve duruş sahibi olsunlar diye ilk olarak batıya gönderdiler. Gidenler geri geldiğinde gönderdikleri halden eser kalmadığı gibi geri gelenler başka bir dünyanın insanı olmuşlardı. “Japon modeli” ile Avrupa’nın eğitimini, bilimini alıp gelsinler diye gönderilenler kaçınılmaz olarak ideolojisini de alarak yurda döndüler. Ama geldiklerinde onlar “buralı” değillerdi.

 

“Buradan” gitmek isteyenlerin ikinci yolculuğu üniversitelere olacaktı. Öncelikle sınıf atlamaları ve farklı iş alanlarına geçebilmeleri için “buralardan” gönderilenler, üniversitelerde farklı dünyalara açılan pencerelerle- ideolojilerle tanıştılar- karşılaştılar. Hiçbir şey gördükleri ve bildikleri gibi değildi. Her biri bir kuruluş ve kurtuluş ideolojine tutulmuş halde kendine yol çizmeye çalışacaktı. Bunlar çevre, devlet, aile, toplum karşılarına ne gelse çatışmaya başladılar. Kendileri artık “buralı” değildi. Ütopyaları vardı gerçekleştirmek feda olmaya hazırlardı.

 

Zihin ve algılarını tamamen dünyaya çevirdiler. İslamcılar; Mısır, Lübnan, Pakistan ve İran’a yöneldiler. Solcular; SSCB, Çin ve Küba’ya doğru yola çıktılar. Milliyetçiler; Orta Asya’nın bozkırlarında yeni bir dirilişin işaretlerini aradılar. Laikler; Fransa, Almanya ve İtalya’da yeni kurtarıcı fikriyatın izini sürdüler.“Burada” hiçbir şey yoktu. Dünyanın neresinde direniş ve özgürlük ideolojisi ve savaşı varsa hemen onun benzerini “buralarda” yapmaya başladılar. Benzer bir ideoloji, bir hareket, bir örgüt, bir lider formasyonu ile yol almaya çalıştılar. Her şeylerini taklit etmeye çalıştılar.

 

Evden çıkanların gittikleri diğer yer ise dağlar oldu. Yeni direniş hattını dağlardan, köylerden, çevreden gelip ovalara, şehirlere, merkeze taşıyacağına inanan gençlik elinde silah mağaralara, dağlardan oydukları sığınaklara, kayalıklarda yerleştikleri oyuklara çekildiler. Karakol bastılar, köyleri yaktılar, yol kestiler, adam kaçırdılar, haraç aldılar, şehre- köye inip adam kaldırdılar. Zaferin namlunun ucu kadar yakın olduğuna inandılar. Namlunun ucunda yeni bir dünyanın kurulacağına inandılar. “Dağlara gel dağlara canım” çağrısını geride kalanlara yapıyorlardı. Geridekiler onların destansı! Savaşlarına imrendiler- imrendirildiler. Gidenler diğer kuşakların yaşadığı hayal kırıklığı bu defa dağlarda yaşadılar. Ya fırsatını bulup eve dönmeye çalıştı. Ya teslim oldu. Ya orada hain damgası yiyip infaz edildi. Geriye dönemeyenler ölme ve öldürülme sırasını beklediler. Askerler peşlerinde idi. Öldürüldüler, dağ başlarında. Bültenlerinde verilen haberlerden bazılarının içine ateş düşerken, bazıları da zafer naraları atıyordu.

 

Evi terk edenler sadece düşünce ve ideolojileri olanlar değildi. Eğitim toplumsal dönüşümü çok derinden gerçekleştiriyordu. Devletin ideolojisini benimseyecek yeni kuşakların yetişmesi en uygun yer okullar olacaktı. Devlet ideolojisi eğitim vasıtasıyla “buralar” ile alakası olmayan, tamamen yabancı bir düşünüş ve pratiği nesillere aktarmaya çalıştı. Okula giden “buralı” olmaktan çıkıyordu. Geçmişini, aidiyeti olan her türlü kurumdan nefret ediyor ve iradesini belirleyecek güçlerden kaçıyordu. Ait olduğu ve olacağa başka bir dünya vardı artık. Devlet ona yeni bir yurt, milliyet, ideoloji ve gelecek vaat ediyordu.

 

Bir davası vardı artık. Ve dava için evi terk etmek lazım görüldü. Evlerini terk ettiler. Ailelerini geride bıraktılar. “Beni buralarda arama anne” diyerek yola düştüler.

 

 

“BAŞIM BELADA”

“Bugün düşünemeyeceğim kadar başım belada,

Köşe başları tutulmuş üstelik yağmur yağmada

İler- tutar yanı yok.

Fişlenmişim adım- eşkalim bilinmekte

Üstelik göğsümde yani tam şuramda

Kirli sakalıyla bir eşkıya gezinmekte

Başım belada…”

 

Kendine yeni bir yurt- devlet kurmaya aday olan gençlik yola çıktığı yer ile vardığı yer arasında büyük bir boşluk görmeye başladı. Çelişkiler, çatışmalar, tökezlemeler, çözülmeler ardı ardına geliyordu.

 

Birden “başının büyük bir belada” olduğunu gördü.

 

“Belada” idiler, çünkü yeni bir dünya kurmak ve yeni bir dünyaya uyanmak isteyenler yalnızlıklarını, temelsizliklerini, boşluklarını gördüler.

 

“Belada” idiler, çünkü kendilerini ölüme gönderenler yanında değillerdi. “Dava” arkadaşlarının- büyüklerinin refah, konfor, mevki içindeki hallerini görünce hayal kırıklığını yaşamaya başlamışlardı bile.

 

“Belada” idiler, çünkü iktidar alanından azıcık yer kapanlar birden saf değiştiriyor, onların düşmanları oluveriyorlardı.

 

“Belada” idiler, çünkü devrim ateşini yakmak için çıktıkları dağlarda yapayalnız kaldıklarının farkına vardılar. Yanı başlarında kurşunlarla düşen kardeşlerinin ardında bakakalıyorlardı.

 

“Belada” idiler, çünkü sokaklar, evler, şehirler, mahalleler, okullar, işyerleri onlar için artık emniyetli değildi.

 

“Belada” idiler, çünkü büyük umutla tutundukları ideolojiler birilerin büyük planlarının parçası olarak ortaya konan birer oyun olmaktan başka bir şey olmadıklarını gördüler.

 

“Belada” idiler, çünkü olmak istedikleri şey olamıyorlar, yapmak istedikleri bir türlü olmuyor, büyük teorilerin birden çöküverdiğine şahitlik ediyorlardı.

 

“Belada” idiler, çünkü kendilerini sahaya- meydana- sokağa- dağa süren arkadaşlarının kendilerinin arkasında masada başka güçlerle pazarlık yaptıklarını ve onları sattıklarını gördüler.

 

“Belada” idiler, çünkü ne aile kurdular, ne ailelerini bulabildiler. Geriye dönemiyorlardı. Geldikleri yerde kalakalmışlardı. Sonradan aile kurmaya çalışsalar da aile olamadılar.

 

“Başları belada” idi çünkü onlar, ölmeye- kurmaya- kurtarmaya çalışırken arkadaşları holding kurmuş, refah ve konforun dehlizlerinde kaybolmuştu.

 

“BENİ BUL ANNE”

“Camlar düştü yerlere

Elim elim kan içinde

Yanıma gel yanıma anne

İki yanımda iki polis

Ellerim kelepçede

Beni bul beni bul anne!”

 

Kaybolmuşlardı…

Gittikleri ülkeler, şehirler, sokaklar onlara büyük bir kayboluşun dehlizlerini andırıyordu. Şehirlerin ıssızlığında umutsuz bir şekilde kalakalmışlardı…

Ellerinde yol gösterecek bir plan kalmamıştı. Yanlarında kimse yoktu. Kafa ve kalpleri çok yorulmuştu. Bu kayboluşun kaotik hali ile çekilmez hal almışlardı.

 

Kendisini doğuran “Anne” aklına geldi. Sadece doğuran “anne” değil asli fıtratı olan “Anne”. Tarih, kültür, medeniyet, toplum, doğa, bilgi ile onu büyüten “Anne”.

 

Kaybolmuşluğu derin acısında tutunacak kimsesi yoktu artık. Geri döndüğünde onu hiçbir şart koşmadan kabul edecek anneydi.

 

“Vatan” anneydi, “toprak” anneydi, “kültür” anneydi…

 

Ve baba…

 

İktidar “baba”, devlet “baba”, sermaye “baba” idi.

 

Önce “anne”den dönüş kucağını açmasını istedi.

 

Ve “baba” ona iktidarına ortak etti, bürokrasisinde yer açtı, sermayeyi emrine verdi.

Kayboluşuna son vermek istiyordu. Geri döndüğünde bir zamanlar estirdiği devrimci nefesin yerini muhafazakâr bir tutum bekliyordu.

 

Gençliğin kaotik serencamı devam ediyor. Yeni kuşaklar, kendinden öncekilerinden farklı kaderinin olup olmayacağını bekleyip görmeden, aynı terk edişlere gerek kalmadan, başları belaya girmeden ve geri dönmek için yurt aramasına mahal vermeden, dirilişinin büyük sesini ortaya koymalıdır.

 

04.03.2013

Bu yazı toplam 994 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim