• İstanbul 23 °C
  • Ankara 28 °C

Dr. Öğretim Üyesi Şeyma Karaca Küçük: İslâm Medeniyeti’nin Çöküşü Karşısında Mehmet Âkif’in Şiirlerinde Umut ve Umutsuzluk

Dr. Öğretim Üyesi Şeyma Karaca Küçük: İslâm Medeniyeti’nin Çöküşü Karşısında Mehmet Âkif’in Şiirlerinde Umut ve Umutsuzluk
Tarih sahnesinde Anadolu’ya gelişiyle birlikte sınırlarını genişleten Türk milleti Osmanlının yükselişiyle daha ileri hamleler yapmış ve yüksek bir medeniyet kültürüne erişmiştir.

Osman­lı İmparatorluğu’nun siyasi, ekonomik, askerî vb. alanlarda elde ettiği üstünlüklerden sonra duraklama dönemine girmesi sadece çevresel anlamda sınırların daralmasına değil aynı za­manda kendini açımlayamayan, fikrî anlamda da buhran yaşayan bir “hasta adam” durumu­na düşmesine sebep olmuştur. Özellikle 1600’ lü yılların sonunda aldığı yenilgiler sonucu Tanzimat Dönemine kadar olan süreçte Batı’nın üstünlüğünü kabul eden Osmanlı, Tanzimat Döneminden sonra Batı medeniyetinin dairesine girmeye çalışır. Fakat İslâm medeniyetinin telakki ettiği görüşlerle Batı medeniyetinin sunduğu görüşler dualistik bakış açılarının oluş­masına sebep olur.

İşte böyle bir dönemde yetişen Mehmet Âkif aldığı İslam terbiyesi doğrultusunda fikri açı­lımlar yapmaya çalışan bir şair olmuştur. Bu açılımları yaparken sadece İslam terbiyesi altında yetişmek yeterli olmayacaktır. Hiş şüphesiz Osmanlının karşısında duran Batı medeniyetini yakından tanımak ve temas halinde olmak, içinde bulunulan durumu daha iyi değerlendir­mek, sorunları tespit etmek ve çareler sunmak için şarttır. Mehmet Âkif Ersoy da bir yandan bir İslam âlimi olan babası Hoca Tahir Efendi’den edindiği İslam terbiyesiyle yetişirken aynı zamanda eğitimi sırasında Batı kültürünü de tanıma fırsatı bulmuştur. Rıza Filizok, Mehmet Âkif’in Batı kültürüne bakış açısını ele aldığı çalışmasında Akif’in gitmiş olduğu Avrupai bir anlayış taşıyan Halkalı Baytar mektebini, Ispartalı Hakkı Bey’den aldığı Fransızca eğitimini ve Almanya’ya gidişini batı ile temas halinde bulunduğuna örnek olarak gösterir ve Âkif’in “bu iki medeniyetten bir senteze ulaşmak fikrini benimsediğini” söyler. (Özok,1986: 54) Ancak bu iki medeniyetin bilgisine haiz olmak içinde bulunulan kaotik ortama çare olabilir.

Âkif, bu senteze ulaşırken şiirlerinde öncelikle İslam coğrafyasının mevcut çehresini ortaya koyar. Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı’nın Türk milleti üzerinde açtığı büyük tahribatlar neticesinde Osmanlı İmparatorluğu yıkılmayla karşı karşıya kalmıştır. Ken­dini birçok alanda geliştiremeyen ve çürümeye yüz tutmuş müesseseleriyle devlet, kendi­sine çizilen bu yazgıyı kabul etmiş ve ilerleme yolunda atılan adımlar aksar hale gelmiştir.

Savaşların getirdiği yıkımla kendini gösteren değişim ve dönüşüm süreci bir hayli sancılı olmuştur. Bu sancıyı derinden hisseden Türk milleti aynı zamanda umutsuzluk gibi bir illetle de savaşmak zorunda kalmıştır. İşte Mehmet Âkif Ersoy Safahat’ta bu umutsuzluk illetine savaş açan ve toplumu harekete geçen bir aksiyon adamı olma görevini üstlenmiştir. Umut­suzluğu yenmek için elbette öncelikle umutsuzluğun kaynağı, buna sebep olan unsurlar ve sorunları onun şiirlerinde tespit etmek, Âkif’in telkin ettiği umut düşüncesini anlamak açısından faydalı olacaktır.

Umutsuzluğun Sebepleri

Yukarıda da değinildiği gibi Osmanlı’nın bir duraksama ve gerileme dönemine girmesiyle direnç noktaları zayıflamıştır. Girdiği savaşlarda büyük kayıp veren Osmanlı büyük yıkımlar yaşamıştır. Örneğin Âkif “Hakkın Sesleri” adlı şiirinde Balkan Harbinin Türk milleti üzerinde açtığı tahribatı yansıtır.

“İlahi, altı yüz bin Müslüman birden boğazlandı...

Yanan can, yırtılan ismet, akan seller bütün kandı!” (Ersoy, 2010: 198)

Âkif savaş sonucu binlerce insanın ölümünü bu şekilde dile getirirken arkasından içinde bulunulan karamsar atmosfere işaret eder.

Sabahül- hayr-ı hürriyet, İlahi, leyl-gun oldu;

Karanlık bir hezimet her taraftan ru-nümun oldu!

Şehamet gitti; gayret söndü; kudretler zebun oldu. (Ersoy, 2010: 198)

Âkif hürriyetin doğuracağı aydınlığa muhalif olarak ortaya çıkan hezimeti karanlıkla özdeş­leştirerek içinde bulunulan durumu özetlemektedir. Zira içinde bulunulan bu durum, bu şeametlik, gayreti söndürmüş; bir anlamda atılım yapma gücünü alarak milleti zayıflığa ve kendini karanlığa teslim etmeye sevk etmiştir.

Bir diğer savaş neticesini ve halkın içinde bulunduğu müşkül durumu “Hüsran” adlı şiirde bulmak mümkündür. Şiirde içine düşülen umutsuz durumu Âkif’in de hissettiğine şahit oluruz. Nitekim Âkif “Ben” diye başladığı şiirde vatanın içinde bulunduğu bu durumdan ken­dine de pay çıkarır ve Birinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı yıkım bu şiirde şu şekilde ele alınır:

“Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı, İslam’ı uyandırmak için haykıracaktım.

Haykır! Kime, lakin? Hani sahipleri yurdun?

Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım;

Feryadımı artık boğarak, na’şını tuttum,

Bin parça edip şi’rime gömdüm de bıraktım;” (Ersoy, 2010: 437)

Umutsuzluk ve içinde bulunulan durumun çaresizliğini hisseden sadece Türk milleti değil, Âkif de olmuştur. Çünkü bir zamanlar verimliliğin söz sahibi olduğu Şark şimdi çoraklaş- mıştır. Bu coğrafyanın ve insanların üzerine adeta bir karabasan çökmüştür ve şair bundan yakınmaktadır.

“Şark” adlı şiirde Âkif Şark’ın bir panoramasını çizer ve Şark’ı ele geçiren durağanlığı şu şekil­de ele alır:

Cihanın Garb’ı vahşet-zar iken, Şark’ında Karnak’lar, Herem’ler, Sedd-i Çin’ler, Tak-ı Kisra’lar, Havernak’lar, İrem’ler, Sur-ı Babil’ler sema-peyma değil miydi?

O maziler, İlahi, bir yıkık rü’ya mıdır şimdi? (Ersoy, 2010: 439)

Âkif Şark ile Garb’ı karşılaştırırken bir zamanlar Şark’ın elinde bulunan tüm üstünlüklerin şimdi Garb’ın elinde bulunuşuna hayretle bakar ve bundan acı duyar. Eğer mazi bir “yıkık rüya” ise mevcut durumda bir kâbustan farklı değildir. Bu kâbusu yaratan en temel neden de şairin “Hüsran” adlı şiirde de bahsettiği İslam’ı uyandırmak fikrinin geç kalınmışlığıdır. Ancak İslâm’ı uyandırmakla kendini umutsuz ve biçare hissedişe sebep olan bu kâbustan uyanıla- bilir. Hiç şüphesiz İslam terbiyesiyle yetişmiş olan Âkif için din, bir milleti ayakta tutan en te­mel nedendir. Bu durumda durağanlığın bir devinime dönüşmesini sağlayacak olan şey aynı zamanda umudu ve hisleri de uyandıracak olan İslam düşüncesine sarılmaktır. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki Âkif’in İslam anlayışı yerinde saymayı ve içindeki bulunduğu duru­ma rıza göstermeyi reddeder. Çünkü bu teslimiyetçilik anlayışıdır ki Şark içerisinde bulunan İslam ülkelerini bedbinliğe sürüklemiştir. Oysa Âkif Batı’nın ilerleme ülküsünü görmüş, bu ilerleyişe ayak uyduramamanın sebep olduğu durumu da gözlemlemiştir. “Âsım” adlı şiirinde düşüşün sebebini “Şevket-i fenden mahrum” ve “hasmımızın kudret-i irfanından bi-nasibiz” diyerek dile getiren Âkif, Batı medeniyeti karşısında kendi kabuğuna çekilen milleti uyandır­manın çaresinin İslam’da olduğuna, bunu da yazgısını kabul etmiş bir millet olarak değil, di­reniş gösteren bir millet olarak yapmanın gerekliliğine işaret eder. Uyanışın ancak reformist bir bakış açısıyla edinilmiş İslâm düşüncesinden yola çıkılarak gerçekleşeceğini benimseyen Âkif, taşıdığı bu umutla içinde bulunduğu kâbustan uyanma isteğini dile getirir ve

Bu haybetten usandık biz, bu hüsran artık elversin!

İlahi! Nerde bir nefhan ki, donmuş hislerin ürpersin,

Serilmiş sineler, kâbusu artık silkip üstünden,

“Hayat elbette hakkımdır!” desin, dünya “Değil!” derken (Ersoy, 2010: 439)

diyerek içinde önceden belirtmiş olduğu umutsuzluk ve hüsran hissinden kendini kurtar­manın yollarını arar.

Genel olarak bir küskünlük ve sessizliğe bürünen Şark’ı gözler önüne seren şair için teslim oluş ve sessizlik umutsuzluğu tetikleyen başlıca unsurlar olmakla beraber Âkif milletin için­de bulunduğu bu durumun reçetesini de sunmayı kendine bir görev edinir. Şair memleketi ve Şark dünyasını umutsuzluk illetine sevk eden durumları tespitinin ardından milleti hare­kete geçirmenin yollarına da başvurur.

Umutsuzluk İlletine Direniş

Mehmet Âkif Ersoy, devrinin sorunlarını çok iyi gözlemleyen bir şair ve düşünce insanı olarak şiirlerinde azim, gayret ve umut yoksunluğuna değinir. Bunun yanı sıra insanlara mücadele ruhunu aşılayacak söylemleriyle bu durumdan çıkış yollarını da arar. O, içinde bulunduğu müşkülata terk edilen halkı uyandırmak ve azim duygusunun olumlu neticeler vereceğini göstermek için umutsuzluktan bir an önce kurtulmak gereğine işaret eder. Örneğin “Yeis Yok” adlı şiirinde bu dünyanın bir mezarlık olduğuna inandırılan ve yaşama sevinci kendisin­den alınan bir milletin nasıl umutsuzluğa itildiğini şu şekilde ifade eder:

Doğduk, “Yaşamak yok size!” derlerdi beşikten;

Dünyayı mezarlık bilerek indik eşikten!

Telkin-i hayat etmedi asla bize bir ses;

Yurdun ezeli yasçısı baykuş gibi herkes,

Ye’sin bulanık ruhunu zerk etmeye baktı;

Mel’un aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı!(Ersoy, 2010: 449)

Kendisine yeis yani umutsuzluk aşılanan bu nesil Âkif’in de belirttiği gibi tüm hayati belir­tilerini kaybetmiştir. Yas ve yeis içindeki bu nesle kendini ve ümidini mezara gömmekten başka çıkar yol bırakılmamıştır. Dünyanın bir çilehane olduğu ve bu çileyi çekme ölçüsünde insanların mükâfatlandırılacağı görüşüyle azim ve gayret duygusu elinden alınan bu mil­letten bahsederken Âkif’in yine pragmatik anlayış ekseninde gelişen din olgusunu reddet­tiğini görmek mümkündür. Çünkü bu tür bir anlayış bu nesli uyuşturmuş. Uyuşturucunun ana maddesini ise Âkif umutsuzluk olarak belirlemiştir. Buna karşı geliştirdiği panzehirse umuttur. Yine şiirin devamında umutsuzluğa alegorik bir yaklaşım sergileyen Âkif, onu bir düşman gibi görür ve ancak bu düşmanı öldürmekle zafere ulaşılabileceğinin altına çizer:

Batmazdı bu devlet, “Batacaktır!” demeyeydik

Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır;

Tek sen uluyan ye’si gebert, azmi uyandır.

Kâfi ona can vermeye bir nefha-i iman;

Davransın ümidin, bu ne haybet, bu ne hirman? (Ersoy, 2010: 449)

Âkif bu dizelerde devletin bekasının, azmi uyandırmakla mümkün olacağını söyler.

Azmi uyandıracak bir başka şey de iman gücüdür. Zira adeta bir ölüye dönen bu nesle can verecek olan imandır. İnancının kökleşmesi ve sarsılmaz dereceye varması ölçüsünde imanı güçlenecek olan insan için ümidini kaybetmemek ve ümitten doğacak olan azim duygusu bu noktada en mühim şey olacaktır.

Âkif’in azim kavramı üzerinde durduktan sonra buna muhalif gibi görünen tevekkül kavra­mını da irdelediği şiirlerinde görülmektedir. “Azimden Sonra Tevekkül” adlı şiirinde yine bir milletin tevekkül etme zannıyla nasıl uyutulduğuna dikkat çeken Âkif, tevekkülün manasını sorgular ve yatağından çıkmayan, kapılarını dünyada olup bitenlere kapayan bir milletin zafere ulaşamayacağını adeta haykırır:

“Allah’a dayandım!” diye sen çıkma yataktan...

Ma’na-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nadan!

Ecdadını, zannetme, asırlarca uyurdu;

Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu? (Ersoy, 2010: 450)

Yatağından çıkmayan bir hastaya benzeyen bu millete, ecdadın bu yurdu elde tutmak için nasıl direndiğini gösteren Âkif, şiirinde yine direnci kıran unsurlar üzerinde durmaktadır. Uyku halinde oluş ve iradi bir insan tipi geliştiremeyiş azim ve gayret duygularını da bu mil­letten söküp almıştır. Şair şiirin sonunda yine azim, gayret ve umut duygularının uyandı- rılmasının gerekliliğine, aksi takdirde uyuyan bu neslin uyandığında kendini çok farklı bir ortamda bulunacağına dikkat çeker:

Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabaha;

Bir kupkuru çöl var; ne ışık var ne de vaha! (Ersoy, 2010: 452)

Yoksunluğu, acziyeti imleyen çöl tasviri, gerekli adımların atılamaması halinde yurdun mah­rumiyet içinde kalacağının, bu mahrumiyet içinde de milletin kendisini kurtaracak bir ışık bulamayacağının ifadesidir. Yine ışıktan beslenemeyecek olan umudun bu atmosfer içinde yeşermesi güç olacaktır. Umudun yeşertilemediği bir alan da çoraklaşmaya mahkûmdur ve bu da toprağın bağrının parçalanması gibi, halk üzerinde de manevi anlamda parçalanmalar meydana getirir.

Toprağın kuraklığına tek çare ise Âkif’in de vurguladığı gibi vaha yani sudur. Nitekim suların kuruması mitik anlamıyla varlığın yaşam boyutundan koparak evrensel akışın dışına çıkıl­ması demektir. Suların çekilmesi, kuruması ölümü veya ona tekabül eden tutsaklığı, suların çağlaması da yaşama dinamizmini ve özgürlüğü temsil etmektedir. (Korkmaz 1996: 93) Bu bağlamda, kuraklaşan yerlerin suya olan özlemi savaşı tecrübe eden insanların özgürlüğe ve yaşama dinamizmine olan özlemi olarak değerlendirilebilir. Umudunu ve mücadele ruhunu kaybedenlerin bir sabah kalktıklarında vahadan yoksun bir çölle karşılaşmaları bu durumda kaçınılmaz olacaktır. Bu umudun yeşermesi de inancın sağlam temeller üzerinde inşası ile mümkündür. Bu inancın tamamlayıcı unsurunu ise Âkif azim olarak belirler.

İnancı ve azmi birbirini tamamlayan unsurlar olarak gören Âkif, çalışıp yorulmadan yol kat edilemeyeceğini şiirlerinde ifade eder. Bunu ele alırken de eleştirel bir üslup kullanır. Akif’in eleştirmen yönünü vurgulayan Himmet Uç “Âkif, ümidini kaybetmiş insanı diriltmek için eleştirir.” der. (Uç, 2008: 378)

Akif’in bu eleştirisini sürdürdüğü diğer şiiri “Umar mıydın” adlı şiiridir. Akif bu şiirinde kendini biçare hisseden dindaşlarına seslenmektedir:

Sen ey biçare dindaş, sanki bizden hayr ümid ettin;

Nihayet, ye’se düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.

Samimi yaşlarından coştu ruhum, hercümerc oldu;

Fakat matem halas etmez cehennemler saran yurdu.(Ersoy, 2010: 443)

Çaresizlik içinde ağlayıp inleyen Müslümanların ümidi kesmesiyle kendilerini keder ve üzün­tü içinde bulduklarını söyleyen Âkif, her ne kadar bu ağlayışların insanı derinden etkilediğini dile getirse de zamanın matem zamanı olmadığını, bunun zaten cehenneme dönen bu yur­da bir fayda etmeyeceğini söyler. Asıl çare çalışmak, didinmek ve alından terler akıtmaktır:

Çalışmak!.. Başka yol yok hem nasıl? Canlarla başlarla.

Alınlar terlesin, derhal iner mev’ud olan rahmet,

Nasıl hasir kalır “Tevfiki hakkettim” diyen millet”(Ersoy, 2010: 443)

Âkif, umutsuzluktan kaynaklanan gözyaşlarını değil, alın terini seçer. Bu durumda insanın sarf ettiği çabaya yaratıcı güç de karşılık verecek ve yağmurla özdeşleştirilen rahmet adeta gökyüzünden inerek millet için gereken huzuru sağlayacaktır. Âkif’in bu umutsuzluk illeti için geliştirdiği reçeteyi şu şekilde de göstermek mümkündür:

Rahmet

..................................  .

Cehennem= yurt

Alın teriyle yoğrulan ve uğrunda gayret ve azimle mücadele edilen cehenneme dönmüş memleket ancak o zaman cennete dönüşebilecektir.

Yine “Alınlar Terlemeli” isimli şiirinin bütününde azim ve gayretin gerekliliğinden bahseden Âkif, Batı’nın bunu en iyi şekilde kullandığını, ferdi uğraşların bir sonuç getiremeyeceğini söyler ve azim ve gayretin de birlik ruhuyla hareket edildiğinde sonuç vereceğinin üzerinde durur.

Bugün ferdi mesainin nedir mahsulü? Hep hüsran;

Birer beyhude yaştır damlayan tek tek alınlardan! (Ersoy, 2010: 440)

“Umar mıydın?” adlı şiirde Âkif, olaya farklı bir boyuttan bakarak ferdi çabaların sonuçsuz kalacağını asıl gerekli olanın cemaat ruhuyla hareket etmek olduğunu dile getirir. Çünkü ancak birlik olmak suretiyle düşman alt edilebilir. Bu düşman ise “Hakkın Sesleri” adlı şiirinde yine karşımıza çıkan ve çirkin bir mahlûkata benzetilen yeistir. Bu çirkin mahlûkat insanı bataklığa çeker ve yaşama imkânını ondan alır:

Ye’s öyle bataktır ki: Düşersen boğulursun.

Ümmide sarıl sımsıkı seyret ne olursun!

Azmiyle ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;

En korkulu cani gibi ye’sin yüzü gülmez!

Mademki alçaklığı bir, ye’s ile çirkin;

Mademki ondan daha mel’un daha çirkin

Bir seyyie yoktur sana; ey unsur-i iman,

Nevmid olarak rahmet- i mev’ud-i Huda’dan

Hüsrana rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;

Kendin yanacaksan bile evladını yakma! (Ersoy, 2010: 208)

Bu durumda başvurulacak yol, Âkif’in de belirttiği gibi umuda sarılmaktır. Adeta bataklıktan kurtulmak için insana sunulan bir ip gibi, umut da bu bataklıktan çıkmak için bir araç olacak­tır. Azmetmeyen insan ise bataklıkta kalmaya mecburdur. Bu çirkin mahlûkatın ellerinden ancak umuda sarılarak kurtulmak mümkün olacaktır.

Kurtulmayı, bataklıktan çıkmayı ve yurdun üstüne çöken karanlıktan aydınlığa kavuşmayı dileyen Âkif’in bu arzusu “Leyla” adlı şiirinde daha da belirginleşir.

Leylâ ve Mecnun hikâyesini sembolik düzeyde erişilmesi gereken noktayı vurgulamak için kullanan Âkif, yurdun refaha erişmesini bu şiirinde Mevla’dan niyaz eder. Millet adeta Mec­nun gibi bir arayıştadır. Bu arayış memleketin içinde bulunduğu şartlardan kurtulmanın ara­yışıdır. Yurdun üstüne çöken karanlıkta ise doğru yolu bulmak güçleşmiştir. Fakat Akif bu ümidi içinde taşır ve

Bu kat kat perdeler, bilmem, neden sıyrılmasın artık!

Niçin serpilmesin, hala, ufuklardan bir aydınlık? (Ersoy, 2010: 457) der.

Aydınlığa çıkmamak için bir sebep olmadığını, milletin azim ve ümitle kendisini karanlığa bürüyen bu perdeleri yırtacağını dile getiren Âkif, şiirin sonunda, bu yurdun refaha, huzura erişmesini samimi bir şekilde dilemektedir:

Helal olsun o kurbanlar, o kanlar, tek sen ey Leylâ,

Görün bir kerecik, ye’s etmeden Mecnun’u istila. (Ersoy, 2010: 458)

Yine bir düşmana benzetilen yeis milleti istila etmek için hazır bir şekilde beklemektedir. Umut ile yakaran Âkif artık aydınlık günleri arzulamakta ve yeisin tuzağına düşmemeyi is­ter. Çünkü yeis aynı zamanda bir hastalık gibi vücuda yavaş yavaş yayılarak, ümidi zayıflatır. Âkif’in bu yakarışı, ümitsizlik kendini göstermeden bir an önce Leylâ’nın olduğu yerden çık­masına yöneliktir.

Cema’atler kölendir: Ka’beler haclen... Gel ey Leylâ;

Gel ey candan yakın canan ki gaiblerdesin, hala!

Bu nazın el verir, Leyla, in artık in ki baladan,

Müebbed bir bahar insin şu yanmış yurda, Mevlâ’dan.(Ersoy, 2010: 458)

Bu içten yakarışıyla Âkif, yine ateş altında kalan yurt için Mevlâ’nın el uzatmasını ister. Ateşin, vahşetin ve kaosun içinde bulunan yurda artık bir bahar atmosferiyle yerleşecek olan din­ginlik, refah ve huzur gereklidir. Âkif’in bu denli iştiyak içinde kaleme aldığını gördüğümüz bu şiiriyle ümide ne denli bağlı olduğuna tanık oluyoruz.

Sonuç

Âkif’in Safahat adlı şiirlerinin toplandığı kitabında umut, azim, gayret gibi temaların ön plana çıktığını görürüz. Bu tema ferdi psikolojik çözümlemelerden ziyade, toplumun genel anlamdaki psikolojisini yansıtmak adına karşımıza çıkmaktadır. Âkif, cemiyetin içinde bulun­duğu olumsuz şartlardan kaynaklanan ümitsizlik hissinin artışını ve azmin körleşmesini bir toplumsal mesele olarak İslâm medeniyetinin çöküşü açısından ele alır. Bu bakımdan Âkif, Safahat’ta gerek Türk milletinin gerek Müslüman coğrafyayı içine alan Şark dünyasının me­selelerine eğilmek için edebiyatı bir vasıta alanı olarak kullanır. Toplumun yaşadığı realiteyi tüm ayrıntılarıyla şiirlerinde yansıtan Âkif için Mehmet Kaplan “Şiirin hududunu nesir ka­dar, edebiyat kadar genişletir, hatta edebiyatı da onu hayatın ta kendisi yapar.” der. (Kaplan, 1981: 174)

Acı tecrübeler yaşayan bir halkın dramını tüm gerçekliğiyle gözler önüne seren şair, bu suretle aynı zamanda ümitsizlik batağına düşen milleti de harekete geçirmeye çalışır. Bu amacını din ekseninde geliştiren Akif’in miskinlik ve tembellik aşılanan Müslümanların bakış açısını yine İslam’ın telkin ettiği görüşler doğrultusunda değiştirmeye çalıştığını görürüz. Nitekim Âkif’in Sebilürreşad’ın 467. sayısında çıkan ve “Ye’se düşenler Müslüman değildir” başlığı taşıyan yazıları Kur’an’da Hz. Yakub ve Hz İbrahim ile ilgili kıssalardan hareketle en vahim durumlarda dahi Allah’tan ümidin kesilmemesinin gerekliliğine işaret eder.

Ümitsizliği, miskinliği kendini adet edinmiş olan Müslüman coğrafyasının kurtuluşunu ümitle azmederek çalışmakta bulan Âkif, ülkenin bu şekilde aydınlık bir istikbale kavuşaca­ğını şiirlerinde yansıtır. Zira Asım’ın nesli ancak ümit, azim ve gayret duygusunun harekete geçireceği ilerleyişle geleceği inşa edecektir.

Kaynaklar

ERSOY, Mehmet A. (2010) Safahat, Hece Yayınları, Ankara.

FİLİZOK, Rıza. (1986), “Mehmet Akif’in Batı Medeniyetine Bakış Tarzı”, Ölümünün 50. Yılında Mehmet Akif Er- soy, Marmara Üniversitesi. Pp.53-66

KAPLAN, Mehmet (1975) Şiir Tahlilleri I, “Süleymaniye Kürsüsünde’n Bir Parça”, Dergâh Yayınları, İstanbul.

KORKMAZ, Ramazan. (1996), “Dede Korku Hikâyelerindeki Su Kültünün Mitik Yorumu”, Türk Kültürü, XXXVI, 418. pp. 91-98.

UÇ, Himmet. (2008), “Mehmet Akif’in Hayatı ve Eserlerindeki Ruhi Değişmelerin Psikanalitik Yorumu” Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu bildiriler Kitabı, Cilt 2. pp.355-383

Özet

Yaşadığı devirde bir medeniyet buhranına tanık olan Mehmet Âkif Ersoy, Safahat’ta bir medeniyet şiiri yazar. Çöküş devrinin bütün cepheleri örneğin ahlaki çöküş, maddi çöküş ve buna bağlı olarak gerileme ve parça­lanma sebepleri onun şiirinde geniş yer bulur. Bu bakımdan da şairin şiirlerinde Osmanlı ekseninde bütün bir İslâm dünyasının çöküşüne tanıklık ederiz. Bütün bu çöküşe karşılık Âkif, İslam inancından kaynaklanan bir umut ve diriliş düşüncesinden asla vazgeçmez. Bu itibarla Safahat’ta bir medeniyet çöküşüne karşılık hep bir diriliş umudu da dile getirilir. Örneğin “Yeis Yok” adlı şiirindeki “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol/ Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol” dizeleri umuda bağlılığın bir ifadesidir. Yine “Azim” ve “Hakkın Sesleri” şiirinde Mehmet Âkif Ersoy’un umut ve umutsuzluğa geniş yer verdiği görülür. Bu bildiride Akif’in şiirlerinde bir medeniyet çöküşü bağlamında umut ve umutsuzluk temasının nasıl işlendiği ele alınacaktır.

Anahtar kelimeler: Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, Umut, Umutsuzluk, Medeniyet, İslam

Abstract

Mehmet Akif Ersoy who witnessed the chaotic atmosphere of his age wrote poems about the idea of civi- lization. He handled the decline of Ottomans from moral and economic aspects and discussed the reasons for the regression and fragmentation as a result of the decline. In this respect, the decline of Islamic world can be found in his poems as well. In spite of this decline, Akif didn’t give up devoting himself to the idea of revival with hope. For instance, in the poem called “Yeis Yok” he expresses his hope and writes “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol/ Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.” The poems called “Azim” and “Hakkın Sesleri” are also among the poems hope and despair are discussed. In this study, it is aimed to show how Akif treats hope and hopelessness in the context of the decline Islamic civilization.

Key words: Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Hope, Despair, Civilization, Islam

Gölgeler, 2014
TYB Vakfı Mehmed Âkif Araştırmaları Merkezi'nin düzenlediği bilgi şölenlerinin 6.sı. 
Bu haber toplam 684 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim