Bugün Rize-Erzurum karayolu üzerinde bulunan İkizdere ilçesine bağlı bir köy olan Güneyce, 1946 yılında köy iken ilçe olmuş 20 Haziran 1952 tarihli kanun gereği İlçe merkezi, -politik sebeplerle- on km. ilerde nahiye olan Çağrankaya’ya , İkizdere adı verilerek taşınmış, Güneyce nahiye olmuştur[1]. O tarihten 2014 yılına kadar 62 sene Güneyce, önceleri Nahiye, sonra Bucak daha sonra Belde adıyla yürüyüşüne devam etmiştir. İlk belediye başkanı Veysel Köse,(ö. 1960) son belediye başkanı Kemal Köse’dir.(ö. 2015) Eyup Akbayrak, Hızır Onbaşı, Rasim Yavuz, M. Nuri Sümer, Muzaffer Terzi de aynı görevi üstlenmişlerdir. Beldemizin Çarşı, Yeşiltepe, Kızıltepe, Köprübaşı, Kurtuluş adıyla beş mahallesi vardı.. Günümüzde iç göç sebebiyle nufus çok azaldığından bir anlamda aslına döndü ve köy statüsünde bir yerleşim yeri olarak varlığını sürdürmektedir.
İlçe olmadan önce Hacışeyh köyü veya Varda olarak bilinen ve Of’a bağlı olan bu yerleşim yerinde, Cumhuriyetten önce medrese[2] olduğu gibi bir tekke de vardı. Dolayısıyla bölgenin ilim ve kültür merkezlerinden biri olduğu söylenebilir.[3] Ahmet Ziyauddin Gümüşhanevî’nin (ö. İstanbul,1893) halifelerinden olan hemşehrimiz Vardalı Osman Niyazi Efendi (ö. 1909) XIX . yüzyılda inşa edilen ve bir kütüphaneyi de ihtiva eden bu tekkenin kurucusudur. [4] Günümüzde Doğu Karadenizin en değerli ahşap camilerinden biri olan Hacı Şeyh Camii , yıllarca Kur’an kursu olarak da hizmet vermiştir. Yüz yıl önce yani yirmili yıllarda Kutuz Hoca lakaplı babam Mehmet Kara bu kursun öğrencisidir. Hocası ise Şeyh Efendi’nin yeğeni olan ve Hacı Hafız olarak bilinen Yusuf Efendi’dir.(ö. 1929) Kendisinden sonra Hacı Hayrullah Efendi görevi devralmıştır. (ö. 1952)[5]
Bizim hafızlık yaptığımız altmışlı yılların başında ise mahalli tabirle Kolekli Kur’an kursu’nun hocası Hacı Hızır Akgüneş idi. (ö.Ankara, 1971) Babamın talim ve tashih-i hurûf hocası olan[6] Hacı Hızır Efendi meşhur kurra hafız Mehmet Aşıkkutlu’nun (ö. Trabzon, 1980) talebesi idi. Hızır Hoca, tarihî yapının yanında yaptırdığı ayrı bir binada yatılı-gündüzlü öğrencilerini yetiştirmiştir. Daha sonraki yıllarda mahalleye araba yolu yapılırken maalesef bu bina sahipsizlik/ilgisizlik yüzünden yıkılmıştır. İlahiyat hocaları Bayraktar Bayraklı, Mehmet Okuyan gibi bir çok meslekdaşımız bu kursta hafızlıklarını ikmal etmişlerdir.
Kurs, faaliyetlerine caminin yanında yetmişli yıllarda Osman Niyazi Efendi’nin torunu Hafız Mehmet Atay’ın gayretleriyle yapılan yeni binada bugün de devam etmektedir[7]. Hafız Mehmet, Rize’de Valiliğin yanında bulunan Şeyh Camiinin imamı olduğu gibi ticaretle de uğraşmıştır. Şeyh Efendi’nin torunu Hafız Osman’ın oğlu Hafız Ahmet Atay uzun zamandan beri mahalle camimizin imamıdır. Ancak bugün kursta hafızlık yapan talebeler arasında Güneyce doğumlu çocuk yoktur. Bu da dikkat çekici başka bir tecellidir. Hafız adayları daha çok Doğu ve Güneydoğu bölgesinden gelmekte , yatılı olarak eğitim ve öğretimlerine devam etmektedirler.
*
İlkokul Sonrası
27 Mayıs 1960 tarihinde Güneyce İlkokulu’nu bitirirken diplomamda imzası olan öğretmen Seyfullah Günaydın idi. Daha sonra babamın rahle-i tedrisinde eğitim ve öğretime devam etmeye başladım. Kış mevsimi Güneyce’nin en kalabalık zamanı idi. Çünkü gurbette özellikle Ankara ve İstanbul’da inşaatlarda çalışanlar üç dört aylık bir süre için doğum yerlerine; ailelerine geri dönerlerdi.
Kış mevsimine rastlayan Ramazan ayları bu açıdan başka güzelliklere de sahne olurdu. Teravih kılmak için gece camiler dolar taşardı. Köyde on cami vardı bir kısmının resmî kadrolu imamı vardı. İmam olarak Kurtuluş mahallesinde Ali Şevik, Ahmet Atay, Köprübaşı mahallesinde Muhammet Terzi, Kızıltepe’de Yusuf Avcı, İbrahim Algül, Kotevoğulları camiinde Hafız Salih Köse ve Dere (Merkez)camiinde İshak Okur (ö. Adapazarı, 2006) hocalarımızı hatırlıyorum. Bazı hafız efendiler de Rize’nin farklı beldelerinde yıllık veya aylık (Ramazan için) imamlık yaparlardı: Osman Kılıç, İsmail Çakır, Hamza Algül, Murat Bayraktar, Mustafa Güneş, Hasan Atay, İsmail Balcı, Emin Alemdar, Faik Çarkçıbaşı, Osman Yılmaz, Hızır Köse, Ahmet Köse, Yusuf Köse..
Babamın hafızlık hocası Yusuf Efendi’nin (ö. 1929) yeğeni olan İsmail Atay ise İstanbul Beyazıt Camii imamı idi. Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenaze namazını kıldıran İsmail Efendi’nin de üç oğlu hafız idi. Üçü de ilâhiyatçı oldu. En büyük oğlu Hüseyin Atay, ilkokula Güneyce’de başlamış daha sonra ortaokulu İstanbul’da okuduktan sonra Bağdat’a gitmiştir. Ankara İlahiyat Fakültesi emekli öğretim üyesidir. Şu anda bildiğim kadarıyla Güneycelilerin en yaşlı kişisi odur.(23.03.2023) Ellili yıllarda İstanbul Teknik Üniversitesinde doktorasını tamamlayan Hasan Fehmi Yazıcı ise profesör olan ilk hemşehrimizdir. (ö. İstanbul 2005) Babası, Kutuz Hoca’nın hocalarından Kotiloğlu Hafız Numan’dır.
Müftülerimiz
Rize müftüsü Yusuf Karali idi. Halk arasında Yusuf Efendi diye bilinirdi. (ö. 1969) Fetvaların en emin kaynağı o idi. Babam ellili yıllarda kendisinden Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi dinî ilimleri tahsil etmişti. İkizdere müftüsü daha önce Güneyce müftüsü ve babamın hocalarından biri olan Memiş Toprak idi[8]. (ö. 1972) Bazan kursumuzu teşrif ederdi. Bayram vaazları daima ona aitti. Tatlı bir sohbeti vardı. Mahalle camilerinin alt katı genellikle oturma mahalli/köy odası statüsünde olduğu için, evinde iftarı yapan, teravihi kılmak üzere camiye gelir, alt katta sigaralar eşliğinde -daha sonraki senelerde çay da ilave oldu- sohbetler koyulaşırdı. Koyu çay ile birlikte sigarayı tellendiren imamların piri ise birkaç yıl mahalle camimizde de imamlık yapmış olan Solak Hafız Ahmet Köse idi[9]. Ek bilgi olarak vereyim: Hayatımda hiç sigara içmedim. Fakat sigara dumanından o gün bugün rahatsız olmam. Bunu da erken dönemin bu zorunlu “dumanaltı seansları”na bağlıyorum.
Kutuz Hoca, imamı olduğu caminin bitişiğinde Dersane[10] olarak bilinen yerde Kur’an Kursu açmıştı. Onun ifadesine göre ilkokulu bitirdikten sonra beni hafız yapmaya niyetlenmişti. Fakat bir müddet sonra tek başına bir çocuğu hafız yapmanın zorluğunu anlayınca –hocası Hızır Efendi’den izin alarak[11]- resmî bir Kur’an kursu açmaya karar verdi. 1960 askerî darbesinin hemen ertesine rastladığı için Kaymakamlıktan izin almak biraz zor olduysa da öğretmen/müfettiş hemşehrimiz Rifat Üstündağ hocanın da destek ve rehberliğiyle sonunda başarıldı.
Bendenizden başka kursun ilk talebeleri şunlardır: Ferit Alemdar[12], İbrahim Tuncer, Osman Terzi, Kemal Terzi, Hamdi Dağistan[13], Hızır Günaydın, Şuayip Solak, Rauf Avcı, Kerim Terzi.[14] Bir kısmı hafızlığını tamamladı bir kısmı tamamlayamadı.
Ramazan Mukabelesi
Güneyce çok kadim bir Kur’an kursuna sahip olduğu için köyümüzde hafız adedi de fazla idi. Ramazan geleneklerinden biri hafızların bu ay içinde Rize’den Bafra’ya kadar uzanan Karadeniz sahil şehirlerinde Ramazanlık yapmalarıdır. “Ramazanlığa gitmek” “Ramazanlık yapmak” diye bilinen bu yolculuk köyün mühim gelir kaynaklarından biri idi. Bu iş için yollara düşenler genellikle camilerde/evlerde[15] hatim okur, teravih namazı kıldırırlardı. Babam onbir, oniki yaşlarında iken babasıyla birlikte Ramazanlığa gittiğini Hatırat’ında anlatmaktadır. Dedem Molla Hüseyin hafız olmadığı için teravih namazı kıldırmakla yetiniyordu.
Beldemizdeki ikinci gelenek ise Kur’an kursu talebelerinin bu mübarek ayda öğleden önce veya ikindiden sonra camilerde hatim okumalarıydı. Bunun harçlığı birincisi kadar değilse de iyi idi. Bizim Kur’an kursunun talebelerini ilgilendiren akçeli bir hatıra da şudur: Durmuşoğlu Hacı Hüseyin, mukabele sayfasını yanlışsız okuyana 25 kuruş verirdi. Ne tatlı para idi o sarı 25 kuruşlar, tahmin edemezsiniz. 1962 Ramazanında kursun bitişiğinde bakkal olan Balcı Hasan, talebelere zinciriyle birlikte birer çakı hediye etmişti. Kutuz Hoca, kış aylarında haftada bir gün kadınlara vaaz ederdi. Dinlemeye gelenler bazen hafızlara da harçlık bırakırlardı. Size anlattığım bu tatlı hatıraları bir anlamda yaşatmak için yeğenim Mustafa Alemdar aracılığı ile Kurs öğrencilerine kardeşim İsmail ile birlikte zaman zaman hediyeler de gönderiyoruz. Bunlardan biri de “çam sakızı çoban armağanı” olan kitaplarımızdır.
Son Ramazan
1382 hicrî yılının Ramazan ayı 26 Ocak 1963 tarihinde başlamıştı. Benim, köyümde doya doya yaşadığım son Ramazan, kıldığım son teravihler bugünlere rastlar.. Çünkü o gün bugün gurbetteyim. Dolayısıyla size altmış yıllık tatlı hatıralardan bahsediyorum. Teravihlerin dışında babamın imam olduğu camide yılda bir gece cemaatle tesbih namazı kılınır bir defa da Sakal-ı şerif ziyaret edilirdi.
Ramazan’ın geliş haberi Arife günü ikindi vakti başlayan “merhaba” anlamında silah sesleriyle başlardı. Beş mahalleli geniş bir alana yayılan Güneyce’nin bir ucunda başlayan bu tabanca seslerine bir müddet sonra ondörtlüler daha sonra tüfek sesleri de karışırdı. İşin ustaları bu seslerin kimin silahından çıktığını dahi kestirirlerdi. Ramazan’ın son günü de mermi atılırdı ama bir iki tane… Bu da “elveda” anlamında bir hüznü barındırırdı.
Efendi’nin Yemeği
Ramazan Kumanyası adı verilen ve bakkallardan alınıp sepetlerle/filelerle/mendillerle taşınan rızıklar ise evlere başka bir güzellik katar, çocukları haddinden fazla sevindirir, heyecanlandırırdı. Mahalle camii için her gün bir evin hazırladığı iftarlığın adı ise “Efendinin yemeği” idi. Ev hanımları o gün diğer bütün işlerini erteler mukaddes bir görev heyecanıyla sadece bu hizmetle meşgul olurlardı. Minareden okunan akşam ezanından sonra İmam efendi, ikram sahibi, varsa diğer misafirlerle birlikte iftar açılır, düa edilir sonra namaz kılınırdı. Elektrik olmadığı için ezan sesi çok uzaklara gidemiyordu. Bunun için boru diye bilinen, yöreye has özel bir alete üfleyerek onun çıkardığı ses ile yedi iklim dört köşeye ulaşılıyordu. Bu boruyu herkes çalamazdı/vuramazdı. Ramazan aylarında bu işin ustası Mustafa Çakır idi. Bayramda o da harçlığını alırdı. Seksen-doksan basamaklı minareye çıkıp inmek herkesin harcı değildi. O minarede ezan okumak, boru vurmak daha sonraki yıllarda bize de nasip oldu. Elektrik kelimesi bir şeyi daha hatırlattı: Yassı veya yuvarlak pille çalışan ve cepte taşınan el fenerleri de çok güzel ve fiyakalı bir yol arkadaşıydı.
Benim Ramazanlığım
Camiye gelen güzel yemekler hürmetine ben oruç tutmadığım halde Ramazan ayı boyunca evde değil babamın imam olduğu mahalleye iner onun yanında kalır bu şenliği bir ay boyunca yaşardım. Babam ilçenin merkezinde bulunan caminin imamıydı. O cami de muhteşem ahşap binalardan biri idi. Fakat 1946 da köy, ilçe olunca ileri gelenler “cemaat için daha geniş yere ihtiyaç var” gerekçesiyle maalesef ona kıydılar. Ayrı bir yerde yeni bir bina yapmayı beceremediler. Şimdiki caminin kürsü ve minberi ile son cemaat yerindeki korkuluklar eski caminin yadigârıdır. Kapısı ise bir ara Rize Müzesi’nde bulundu. Şu anda Hacı Şeyh camiindedir. Onlarla teselli oluyoruz.
İftar Sohbetleri
İftara yarım saat kala cami için gelen yemekleri ayarlamak, muhlamayı hazırlamak, bazı yemekleri sobanın üzerinde ısıtmak babamın zevkle ve titizlikle yaptığı görevlerdendi. Gazla yanan lüksü hazırlamak ve usulünce yakmak ta herkesin yapacağı iş değildi. O işle beraber soba için odun kesmek te Kubur’un Dursun amcanın tekelindeydi. İftar sofrasının da kadrolu elemanlarından biri o idi. İftar süküneti yaklaştıkça özellikle gençlerle babam arasındaki yemek mahabbetleri de koyulaşırdı. Patibaş Hasan Amcanın oğulları Osman ve Orhan bu konuda başı çekerdi. Derken Rahime’nin Hızır, Postbıyık Şaban, Zabıta İlyas, Şofor Hızır, Otuzsekizli Mustafa, kardeşi Nuri..
İftar sofrasının daimi üyeleri arasında başka şehirlerden gelen beş sınıflı Güneyce İlkokulu’nun bekâr öğretmenleri de vardı. Bulunduğumuz mahalle sekiz on yıl öncesine kadar ilçe merkezi olduğu için bekâr öğretmenlerin kalabileceği mütevazi yerler de vardı. Evli olan misafir öğretmenlerin evine yemek taşımak benim görevlerimin arasında idi. Benden sonra bu hizmeti kardeşlerimin yürüttüğünü biliyorum. Hala Esma gibi caminin bitişiğindeki ıssız evde tek başına yaşayan yaşlıların kapısını da her akşam çalar, düasını alırdık.
Kızlar Kadınlar
Genç kızlar ve ev kadınları için bu mevsimde tutulan Ramazanlar da bir başka güzellikte idi. Uzun yaz günlerinde çok ağır şartlar altında akşama kadar çalışıp kan-ter içinde iftara yetişmek üzere yola düşmek nerde, kısa kış günlerinde evde bazen yün eğirerek bazen forotiko dokuyarak, bazen komşu ziyaretleri yaparak iftara hazırlık yapmak nerde! Kış Sohbetlerinin merkez mekanlarından biri de bizim ev idi. Çünkü Kuzine sadece bizde vardı. Üstünde yemek, fırınında ekmek pişer, güğümde su da kaynardı. Daha ne olsun! Annemin bazı arkadaşlarıyla hava durumunun müsait olduğu her akşam bir başka mahalle camiinde teravih namazı kılmak gibi güzel bir adetini de kaydetmem gerekir. Kızlarla ilgili bir haber daha: Yoğun olarak erkek çocuklar Kur’an kursuna giderken kız Kur’an kursu yoktu. Çünkü kızların annelerine yardım etmeleri gerekirdi. O yıllarda köyde hafız olan tek kız vardı: İlçe müftüsü Hacı Memiş’in kızı Gülsüm abla. Babası özel olarak ilgilenmiş. Ama sonraki yıllarda hafızlığını tamamlayanlar oldu. Babamın da bir iki tane bayan hafızı var.
Size nakledeceğim bir başka hafızlık ve Ramazan hatırası şöyledir: Kurtuluş mahallesinde 1925 tarihine kadar aynı zamanda tekke olan bu tarihî camide 1940lı yıllarda Hacı Hayrullah (Atay) Efendi’den hafızlığını tamamlayıp şimdi (altmışlı yıllarda) inşaatlarda çalışan gençlerle ilgilidir. Bunların bir kısmı meslekten tamamen uzaklaşmış, hafızlığını unutmuş, namazı niyazı terk etmiş, annemin tabiriyle “hafızlığını lahanlara koymuş” kimselerdi. Bir kısmı da Cuma geceleri Yasin, Tebâreke veya bir aşr-i şerif okuyabilenlerden idi. Bunlardan biri olan Zabıta Hüseyin’in oğlu İsmet Alemdar idi, sesi de güzeldi. Dere diye bilinen Çarşı’dan evine çıkarken İkindi namazını bazen bizim bulunduğumuz camide kıldığında müezzinlik yapmaktan da zevk alıyordu. Namaz sonunda da imam olan Kutuz Hoca bir aşr-i şerif okumasını istiyordu. Bir gün Enbiya suresi’nin son sayfasında “innellezine sebakat lehüm” diye başlayan ve “vema erselnake illa rahmeten lilalemin” ayetiyle sona eren bir aşir okudu. Hayranlıkla dinledik. Bir iki gün sonra aynı görev için okuduğu aşir ise Haşr suresinin son ayetleri idi. Anlayanlar için bu şu demekti: Aşir için üç metin var hafızada: Amenerresulu, Hüvellahüllezi ve innellezine sebakat lehüm.. Diğerleri maalesef unutulmuş.
İlahi okuyoruz
Ellili yılların ortalarında mahalle camii imamımız Hacı Süleyman (Yılmaz) Efendi idi. (ö.1967) İstanbul’da okumuş, Cumhuriyetten önce ilkokul öğretmenliği yapmış olan gür sesli, hoş sohbet bir zat idi. Namaz surelerini/düalarını ondan öğrendik.
“Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu
Çıkmış İslâm bülbülleri öter Allah deyu deyu”
isimli meşhur ilahiyi koro halinde bize okutan ve ezberleten de odur. Hayatımda okuduğum ilk ilahi de budur. Ezan vakti bizi “hey hey” nağmeleri eşliğinde ahşap minareye çıkarıp indirmesi ise neşe ve mutluluk dolu bir olaydı. Sadece o şenlik için camiye gelen çocuklar vardı. Başka, mesela haftanın günleri ile ilgili çocuk şarkıları da okuturdu. 2020 yılında Bursa’da yayınladığım Kalbe Düşen Cemre Derviş Yunus Emre isimli eserimi şu cümle ile ona ithaf ettim: “Beş yaşında iken bendenize ‘şol cennetin ırmakları’ ilahisini öğreten mahalle camii imamı Hacı Süleyman Efendi’nin aziz hatırasına” Oğlu Hafız Salih Yılmaz, emekli olduktan sonra Trabzon’dan Güneyce’ye gelerek cami lojmanının yeniden yapılması için güzel bir gayret ortaya koymuştur.
Unutmayalım: Namaz sure ve düalarını bir başka ifade ile 32 farzı öğrenmek için camiye giden öğrencinin camide yanan soba için bir odunu da omuzlaması gerekirdi. Namaz düa ve sureleri önce Hoca’nın rehberliğinde sesli ve toplu olarak, hafif sallanarak okunur. Böylece kulaktan işiterek ezberlenirdi. Sonra hocaefendi tek tek herkesi dinler yanlışları düzeltirdi. Düa ve surelerin sırası şöyle idi: Sübhaneke, ettehiyyatu, salli, barik, Rabbena âtina, Allahümme inna nesteînüke, allahümme iyyake na’büdü, âmentü, nas, felak, ihlas, Elemtere’ye kadar ve nihayet ayete’l-kürsi.
Hacı Süleyman’dan sonra Rize’nin bir köyünde imamlık yapan mahallemizden Hacı Şaban (Alemdar) imamlık görevini devraldı. (ö. 1981) Onun da üç oğlu vardı. Üçü de hafız idi. Az çok Arapça da okumuşlardı. Onlar da inşaat işleriyle ömürlerini tamamladılar. Ortanca oğlu İhsan Ağabey’in güzel sesiyle yaptığı müezzinlikler ve okuduğu sabah ezanlarının halaveti hâlâ kulağımdadır. Teravih namazlarındaki müezzinliği ile Rifat Hacımustafaoğlunu unutamıyorum.
Mahallemizin Yaşlıları
Mahalle camiinde hatırladığım en yaşlı kişi 1958 de vefat eden Eski Rize müftüsü Hacı Hulusi Alemdar’dır.[16] Babasının ismi Abdülvahit idi. Beyaz bakır güğümle caminin avlusunda yavaş yavaş , düalar okuyarak abdest aldığını hatırlıyorum. Son demlerinde babamın, elinde enjektörü ile ona iğne yapmak üzere evine doğru giderken ben de peşisıra giderdim.. Bu sağlık hizmeti sebebiyle babamın bir ücret almayacağını bildiği için bir çift yeni mest lastiği hediye ettiğini de ilave edelim. Cumhuriyetle yaşıt olan mahalle camimizin yapımında da bu aile önayak olmuştu. Bunun için camimizin bir adı da Vahitların Camisi’dir. Sonra Hulusî Efendi’nin kardeşleri Hacı Akif, Hacı Şevki, yeğenleri Hacı Rasim ve Ahmet , Muzaffer, Fuat ağabeyler.. Vahitlar olarak tanınan bu ailenin Rize’de manifatura dükkanları vardı. Ramazan aylarında mahalledeki hanımlara peştamal, dolaylık..gibi ayni yardımlarda bulunurlardı zekat olarak..
Mahallemizin diğer yaşlılarıyla devam edelim: Hacı Hasan, Hacı Emin, Mikdat’ın Dursun Kasacıoğullarından Mehmet, Adem, Sadık Amcalar, Durmuşoğullarından Hakkı, Hüseyin, Ramus, Mustafa, Dursunali Amcalar, Tomar’ın Süleyman ,Mehmet Tolan ve oğulları.. Salih’in Hızır, Hasan.. Kapı komşumuz Süleyman ve Ekrem Ağabeyler..Ve tabii bütün bunların çocukları, kızları, eşleri teyzeler, ablalar, ağabeyler. Yahya, Hasan, Muhammed, Ziya, Hüseyin, Hasan..Vahitlarda Emir, Esat, Cemil, Necati,Muhammet.. Halalar yaşlı kadınlarla devam edelim. Bir kısmı adıyla bir kısmı anasının veya babasının adıyla bir kısmı hala kelimesiyle birlikte başka lakaplarla anılırdı: Rehime, Helime, Kambeçalı, Karahasan, Şipili, Sivrioğlu, Fadika, Kantaçile, Reziye, Kutuz,Tomar, Kotoğoli, Hacere, Bozonon kızı, Havanın kızı..
İşteyici
Ramazan ayında bizim işteyici dediğimiz dilencilerin de sayısı artardı. İkizdere’nin köyleri başta olmak üzere İspir ve Bayburt’tan da misafirlerimiz olurdu. Erkeklerin iaşe ve ibateleri camilerde karşılanır kadınlar evlerde kalırdı. Daha çok kuru fasulya ve mısır toplarlardı. Bu konuda da en işlek yer Babamın imamı olduğu cami idi. Kutuz Hoca, onlara “her geleni Hızır, her geceyi Kadir bil” pirensibine uygun olarak hizmet ederdi. Bu misafirlerden biri oğluyla birlikte Bayburt’tan gelmişti. Oğlunun güzel sesiyle okuduğu türküyü de unutamıyorum:
Yeşil ördek gibi daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Yıl boyu hizmet edilen bir şahıs da yaz ve kış yalınayak, kısa kollu gömlek ve kısa pantalonla gezen yaşlı , çok nadir konuşan Cimilli Ahmet idi. Onun bir fotoğrafına sahip olamadığıma yanarım.
1964 yılında İstanbul İmam Hatip Okulu talebesi olduğum zaman Varda’nın en değerli ve kâmil insanlarından biri olan Kotevoğlu Hafız Numan Efendi (ö. 1971) Kadıköy’de idi. Oğlu/ Hamdiye teyzemin eşi Nuh Kotevoğlu’nun evinde kalıyordu. Bazan hafta sonları onları ziyaret ediyordum. Bir cümlesini unutamıyorum: “ Hafus, bizim mahallede 150 kişi sayabilirim. Hepsi rahmet-i Rahman’a kavuştu” 150 rakamı bana o gün için çok abartılı geliyordu. Şimdi ben de o cümleyi kullanmaya çok yaklaştım.
Fani dünyadır..Gelir geçer..
Gelen gider, giden gelmez
Göçenlere Allah’tan rahmet,
Hayatta olanlara sağlık afiyet..
*
Bursa , 1 Ramazan 1444
23 Mart 2023
[1] Nahiyenin üst yöneticisi Nahiye müdürü, ayrıca Belediye başkanlığı, PTT, Jandarma karakolu gibi resmî kurumlar da vardı.
[2] Dedem Molla Hüseyin (ö. 1951) mezun olamadıysa da bu medresede okumuştur.
[3] Doğu Karadeniz’in alâmet-i fârikalarından biri olan taş köprülerden biri de köyümüz sınırları içindedir.
[4] Geniş bilgi için bk. İsmail Kara, Gümüşhanevî Halifelerinden Şeyh Osman Niyazi Efendi Ve Güneyce Rize’deki Tekkesi, İstanbul, 2004.
[5] Her üçünün de mezarı camiin bitişiğindedir. Şeyh Efendi’nin mezar taşı geleneksel Nakşî mezartaşlarında yer alan “bu” redifli bir manzumeyi ihtiva eder.
[6] Kutuz Hoca’nın diğer hocaları ve Kur’an kursu ile diğer bilgiler için kardeşim İsmail’in hazırladığı Kutuz Hoca’nın Hatıraları isimli kitabına bakmak gerekir. İstanbul, 2015.
[7] Kursta son yıllarda hizmet veren bütün hocaları, önceki sene vefat eden İspir’li Cemil Amil başta olmak üzere hepsini rahmetle anarız.
[8] Memiş Efendi’nin babası Nuh Efendi de otuzlu yıllarda Rize müftüsü idi.
[9] Oğlu Kemal Köse Güneyce’nin son belediye başkanıdır.
[10] İki katlı ahşap bina 1952 yılına kadar Halkevi idi. Onun ahşap bölmesinde kurşun kalemle yazılı olan şu beyti yıllar sonra hattat Mahmut Şahin’e yeniden yazdırmıştım:
Hüzniyle olma mahzûn şâdına itme gurûr
Bu dünya zıl hayâldir ne gam bakî ne surûr
[11] Çeşitli sebeplerle hocasının kursundan ayrılıp bizim kursa gelmek isteyen öğrencileri ,babam hocasına hürmeten kabul etmezdi.
[12] Hafızlığa devam ederken vefat eden arkadaşımız.
[13] Aramızda yetim olan tek kişi Hamdi idi. Daha sonra birlikte Ankara İmam Hatip Okulu’na gittik, Eylul 1963. İmam Hatip’ten sonra İnşaat mühendisi olmayı tercih etti.
[14] Bugün için son üç isim hayattadır. (07. 02. 2023)
[15] Köyümüzde Ramazan aylarında evlerde hatim okutma geleneği yoktur. Bir yıl İsmail Akay’ın Tolan Mehmet Amcanın evinde hatim okuduğunu hatırlıyorum. (Hafız İsmail, Tolan amcanın kızkardeşinin kızı Havva abla ile evli idi)
[16] Geniş bilgi için bk. İsmail Kara, İlk Rize Müftüsü Mehmet Hulûsi Efendi ve Hac Hatıraları, İstanbul, 2004.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.