Türkçe yaşadığımız dönemde Türkiye’nin tarihsel süreklilik içinde devr aldığı miras ve yeni gelecek vizyonu içinde bir medeniyet dili olmanın imkânını ne derece barındırdığına bakmakta fayda vardır. Osmanlı medeniyetinden kopuş ile yeniden yapılanan Türkiye Cumhuriyeti örnekliğinde içe kapanan, içerde birçok alanda kavga alanı oluşturan, dünya egemen güçleri içinde geri planda- savunmacı pozisyonda durup seyreden, kendi medeniyet dinamiklerini harekete geçirmeyen ve bunları yok sayma- yok etme çabası güden bir yörüngede seyretti. Bu sürecin en önemli etki alanlarından biri de dile yansıması olacaktı. Osmanlıca gibi medeniyet dilini geri kalmanın bir parçası olarak düşünüp yenileşme adıyla özünden, gücünden, ifadesinden ve imkânlarından soyutlayarak ortaya çıkarılan Türkçe ne yazık ki halen bir dil olma gücünü yakalayabilmiş değildir. 1980 sonrası dünya siyasal güçlerinin kırılmaya uğraması- yeni restorasyon sürecinin Türkiye’nin güç ve imkanları yeniden yüzleştirmesi ile tarihsel konumlanmasındaki sorumlulukları hatırlayarak yeniden tarih sahnesinde etkili bir rol oynamaya giden Türkiye’nin dil yönünden bu imkan ve vizyona hazırlıklı olmadığı görülmektedir.
Siyasal- sosyal süreçteki tarihsel büyük tanışma algısı dil alanına da yansımalıdır. Medeniyet dili korkular üzerine bina edilemez. Farklı dillere karşı güçlü ifade ve yazı imkânlarını harekete geçirmelidir. Ancak bu Osmanlıca ve Kürtçe’ye yapıldığı gibi asimilasyon aracı olarak kullanılmamalıdır. Sürekli savunmacı ve korku refleksi ile oluşturulan dil gelecek açısından kapsayıcı, güçlü bir zeminde inşa edilemez. Osmanlıca bilmeyen bir kişinin gerçek anlamda aydın- entelektüel- âlim olduğu söylenemez. Osmanlıca’dan kopmuş bir Türkçenin kökenlerine inmek ve bu dilin metinlerini okumadan Türkçeyi anlamak mümkün değilken, birçok aydın- entelektüel geçinen insanımızın böylesi bir tasavvuru yoktur. Buradaki maksat çağımızda İngilizce gibi bir medeniyet dili olma vasfı kazanmış ve Allah’ın birer ayeti olan dillere düşmanlık değil bunları da kapsayan ama kendi düşünce- inanç coğrafyasında temel dil olan Arapça başta olmak üzere Farsça’nın herhangi bir önyargı içine girilmeden sahiplenilmesi ve yaygınlaştırılmasının sağlanması gerekir. Tarihsel kopuş ve yabancılaşmanın nirengi noktalarından birisi buradadır.
Dillerin varlık imkânı olan edebiyat alanında Türkçenin yavaş yavaş bir özgüven içerisine girdiği söylenebilir. Orhan Pamuk’un Nobel ödülü alması sadece klasik oryantalist batı okumalarının ve tavrının bir parçası olarak düşünülemez. Varlık kökleriyle tanıştığı ve bunları yeniden inşa sürecine katkı yaptığı zaman dünyada bu köklü değerlerin insanlık için önemini daha iyi anlaşılmaktadır. TEDA bir devlet projesi olarak Türk düşünce ve edebiyat ürünlerini dünya dillerine tercüme çevrilmesi çabası Türkçe’nin yaygın bir alan bulma imkânına katkıda bulunacaktır. Ancak halen düşünce ve edebiyatını da bir devlet projesi ile dünyaya duyurma muhtaç kalan bir yapının güç ve imkân sorunları tartışılmalıdır.
Düşünce- felsefede Türk dilinin üretimlerinin henüz dünya düzeyinde bir etki ve güç kazanacak konuma geldiği söylenemez. Bunun siyasal ideolojik anlayışın dayattığı bir sürecinde sonucudur. Üniversiteler başta olmak üzere kendi tarihsel birikimlerine düşman ve yabancılaşmış halde bulunan akademyanın bir medeniyet dilinin oluşumuna katkı vereceği düşünülemez. Üniversitelerde Türkçe ile yazılmış tezlerin dünya sıralamasında çok gerilerde yer bulması acıklıdır. Yabancı dillerle eğitim veren üniversitelerin artması, akademik seviyede Türkçe dilinin öncelik verilmemesi dil kısırlığını besleyecek süreçlerden biri olmaya devam etmektedir. Yüzü aşkın özel ve kamu üniversitelerinin bu düşünsel gerilikleri Türkçenin var olma imkânlarını kısıtlamaktadır. Türkiye’de ne yazık ki dünyada etki yaratacak düşünce akımları ve bunların temsilcisi olacak eserler bulunmamaktadır. Çok cılız bazı sesler dışında henüz böylesi bir iddia ve irade de beyan edilmiş değildir.
İlim- düşünce adamlarını ideolojik sınıflandırmalara tabi tutarak değerlendiren ve değer veren anlayış düşünce ve fikriyatın kendi tarihsel gerçekliğine yakınlaşması ve geleceğine dönük bir projeksiyona dönüşmesini engellemektedir. Sadece bir örnek olarak Şerif Mardin gibi ilim adamının Said Nursi üzerine yaptığı çalışmalardan dolayı Türkiye Bilimler Akademisi’ne alınmaması durumun ifadesi açısından bulunduğumuz konumu anlatmaktadır. İdeolojik algı körlüğünden kendini kurtaramamış, devlet aygıtının imkânlarını arkasına alarak kurdukları hegamonik yapının sürekliliği için bu toprakların mirasına karşı çıkmaya devam etmektedirler.
Türkiye’nin yerli düşünce- inanç hareketlerinde olan nurculuğun Osmanlıca bir metin olan Said Nursi’nin Risale- i Nur eseri çerçevesinde Türkiye ve dünyada yaygınlaştırılan ekolünün Türkçenin medeniyet dili olma sürecine katkısı önemlidir. Osmanlıca metinlerin ısrarla okunması ve yayılması belki anlam, yorumlama zenginliği katılmaması ve yeni olarak bu dilde eserler yazılmaması olsa bile bir dilin muhafazası açısından iyi değerlendirilmelidir. Bu hareketin uzantısı olan Türk okullarının dünyanın yaklaşık 110 ülkesinde açtığı okullarla – ki emperyal değil değer merkezli bir çaba olması dileğimiz- Türkçe açısından yüzyılın en önemli olaylarından biridir. Türkçenin yeni dönemde uluslararası bir dil olma fırsatını yakalamış olacaktır. Bu süreçle birlikte Türkiye’nin son yıllarda kazandığı siyasal ve ekonomik kazanımlar dil alanını da etkilemeye başlamıştır. Başta vizelerin kaldırıldığı ülkeler olmak üzere birçok coğrafyada Türkçe’nin öğrenilme ihtiyacı artmaktadır.
Türkçenin medeniyet dili olmasındaki belki de en büyük handikap okuma- yazma oranlarındaki seviye düşüklüğüdür. Basılan kitap ve dergilerin tirajlarının nüfusa orantısı çok düşüktür. Ve bu oran ilginçtir gitgide artmaktadır. Okumayan bir milletin, genel ekonomik kapitalizm sürecinin eklentisi olan düşünsel emperyalizmin kelime hegemonyasının altında kalan bir milletin dil imkânın ne derece zenginleştirebileceği şüphelidir. Okuma oranı kadar yazma olgusu da dikkate alınmalıdır. Türk düşünce- kültür- edebiyat ürünlerine katkıda bulunan kaç isim sayılabilir. Mevcut isimlere kaç yeni isim katılabilmektedir. Yazınsal süreçte ifade imkânları arttığı halde ortaya çıkan kaliteli ve sürekliliği olan ürünler çok azdır. Bu durum Türkçenin dil varlığını ve zenginliğini sınırlamaktadır.
Türkçenin bir medeniyet dili olma noktasındaki eksikleri fazladır. Ancak 100 yıllık süreçteki siyasal iradelerin engellediği bu durumun düzeltilmesi yine toplum başta olmak üzere siyasal açılımlardan akademik hayatta rol oynayanların gösterecekleri tavırlara bağlıdır. Buradaki medeniyet dili olmasından ki muradımız emperyal bir vizyonla hâkimiyet hülyaları kurmaya dayanmamaktadır. Aksine kendi dil imkânlarımız ile insanlığın varlık sahnesine sunabileceğimiz inançlarımız- değerlerimiz- fikriyatımız varsa bunları en üst seviyede paylaşılmasına çalışmaktır.
14.04.2011
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.