• İstanbul 23 °C
  • Ankara 18 °C

TYB Genel Başkanı Arıcan: “Dili korumak, varlığı korumaktır”

TYB Genel Başkanı Arıcan: “Dili korumak, varlığı korumaktır”
Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı ASBÜ Rektörü Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan’ın 28.04.2023 tarihinde Ankara’da ASBÜ’de başlayan “Uluslararası Dil Çalışmalarında Yeni Yönelimler Sempozyumu” nda yaptığı konuşmanın tam metnini yayınlıyoruz.

Dil konusu, bizim de tabii felsefede en temel konumuz, en temel problem alanımız. Mükerrem bir varlık olan insanı herhalde en farklı kılan diğer varlıklardan yönü, dil sahibi olması gerek. Tabii dil söz konusu olunca, kaçınılmaz olarak düşünce de söz konusu oluyor. Dolayısıyla insan, varlıklar içerisindeki en gelişmiş, en yüce varlık olmayı düşünen ve konuşan varlık olmasıyla elde ediyor az önce Mehmet Doğan ağabeyin ifade ettiği gibi. Yüce kitabımızda, Kur’an-ı Kerim’de, insana eşyanın isimlerinin öğretilmiş olması aslında insanın dil sahibi olması ve adlandırma yapıyor olması. İnsanın zaten üstünlüğü de burada başlıyor idi. Tabii yine Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah Rum suresinde 22’nci ayeti kerimede dillerin ve renklerin çeşitliliğini Allah’ın varlığının delilleri olarak ifade ediyordu. Dolayısıyla insanın sadece dil sahibi olması değil bu kadar farklı dillerin olması aslında Yüce Yaratıcının, aşkın, varlığın bir lütfudur, onun varlığına da kanıttır. Dolayısıyla ilk insandan itibaren dil, konuşma ve düşünme ilişkisi çok muteber bir konu olmuştur. Hazreti Süleyman’ın farklı dilleri, hayvanların, diğer canlıların dilini öğreniyor olması, ona bir hükümranlık olarak ifade edilmiştir. Dolayısıyla insan hemcinslerinin dillini değil diğer varlıkların dillerini de öğrenebilecek bir varlık.

Tabii İsmail hocam da söyledi; kutsal kitaplarda önce söz vardı kelam dediğimiz, Kelimetullah, Kur’an-ı Kerim’in diğer bir adı da Kelimetullah’tır, Allah’ın sözüdür. Platon, logos kavramını çok önemser. Logos, kelamdır, sözdür, her şey buradan başlar. Tabii talebesi Aristo, dille düşünceyi irtibatlandırır ve mantık dediğimiz ilim, yani düşünmenin ve konuşmanın, dilin bir sisteme bağlanması ve bunun bir düzen içerisinde kurumsallaşması mantık ilmiyle ki zaten nutuktan geliyor, o da konuşmadan gelen bir kavram. Farabi’nin bizim düşünce geleneğimizde ilimler sınıflamasında İhsaü’l-Ulum adlı eserinde ilmin kapısını dille başlatır. Önce dil öğrenecek, sonra mantık, sonra talimi ilimler, sonra metafizik ilimler, daha sonra medeni ilimler diye devam eder. Ama dili o kadar önemser ki dil olmadan hiçbir ilmi çalışmayı yapamazsınız, hiçbir öğretim başlamaz. Tabii bu X-Y-Z dili değil. Dil, dil öğrenimi Farabi’nin burada önemsediği. Tabi felsefi açıdan baktığımızda Descartes’tan Spinoza’ya, Heidegger’den Wittgenstein’a kadar dilin kökeni, dil varlık ilişkisi, dil düşünce ilişkisi, dil felsefeleri çok uzun tartışmaların yapıldığı konular, derin tartışmaların yapıldığı konular. Tabi zaman zaman bunlarla ilgili belki sempozyumlar, paneller yapılıyor, ancak bugün burada icra edeceğimiz dil sempozyumumuz, dil çalışmalarına ilişkin yeni yönelimler, çalışmalara ilişkin bu sempozyum belki de bir başlangıç olarak bundan sonrasında daha kapsamlı bu çalışmaların tamamını himaye eden bir faaliyete dönüşebilir diye düşünüyorum, bunu bir başlangıç olarak kabul ediyoruz, belki dil bağlamında ilk diyebiliriz.

2021 yılında yine Türkiye Yazarlar Birliği, Yunus Emre Enstitüsü, Türkiye Dil ve Edebiyat Kurumu iş birliğiyle Türkçe Şûrasını gerçekleştirmiştik. Tabi dil dediğimizde tüm dünya dillerini söz konusu ettiğimiz gibi, en önemlisi de dünyanın en geniş coğrafyada konuşulan dillerinden, en köklü dillerinden olan Türkçeyi, Türkçemizi konuşmamak tabi ki mümkün değil. Çok kapsamlı bir şûra olmuştu, onun devamı inşallah gelecek. Ama bu dil şûrasında çünkü bunu aslında ilk yola çıkışımız dil şûrasıydı bunu bir şûra olarak yapmaktı.

Yine dünyadaki çok farklı dilleri, kaybolan dilleri, yok olan dilleri ya da daha fazla rağbet gören dilleri tamamını konuşalım. Ama bununla beraber dile ilişkin, dil düşünce, dil varlık ilişkileri bunları da konuşacağımız bir zemin olsun demiştik tabi bu bir başlangıç. Ben bundan sonra bunun bu şekilde devam edeceğini, etmesi gerektiğini de düşünüyorum. Bugünden itibaren inşallah gelecek yıl benzer şekilde bir dil şurasını şûrasını icra edelim derim, çünkü şûranın farkı şu: Sonunda bir sonuç bildirgesi yayınlıyoruz, buradan hasıl olan fırsatlarımız neler, tehditler neler, yapılması gerekenler, ne ödevler düşüyor, kurumlara ne görevler düşüyor, bunları en azından ortaya koymuş oluyoruz, bunu yapmalıyız. Çünkü dil dizilimlerine göre dünyada 7 bin 111, tabii bu sayı çok değişiyor, ama dilin olduğu, ama bunun hızla azaldığı, tabii lehçe ve ağızlar hariç gerçekten ana dil olarak, özgün dil olarak 7 binin üzerinde dil varken, bunun hızla azaldığı, şu an için 4 bine yakın dilin yok olmayla, yani 1.000’in altında konuşanı olduğu dile getiriliyor. Belki de dünya üzerinde şu an 23 dil daha yoğun konuşuluyor, tabii dillerin yok olması, kaybolması neden oluyor. Tabii bu işin bir politik, dil politikaları, sömürgecilik, aslında konuşulacak çok boyutları var. Belki biz bugün biraz daha dil öğretimi, etkin olan dilleri biz konuşacağız, onlar üzerine konuşacağız, ama bunları da bir fasıl, bunları da bir oturumla aslında tahlil ve analiz etmemiz gerekiyor. İşte sömürgecilikle dünyadaki çok nadir diller ki ben gerçekten Allah’ın varlığının delillerinden olan bu dillerin korunmasının da aslında bir emanet olduğunu düşünüyorum. İnsana saygının, şerefli bir varlık olan insanın aslında varlığını korumak kadar kıymetli olduğunu düşünüyorum. Yani dili korumak, varlığı korumaktır aslında. Yeryüzünde vücut bulmuş, tezahür etmiş bir şerefli varlığı, mükerrem varlığı korumuş oluyoruz. Dolayısıyla sömürgecilikle bir dili yol ederken, aslında varlığı yok ediyoruz. O nedenle dilin kültürle ilişkisi, belki de kültürel emperyalizm, aynı zamanda dilleri yok ediyor, diller yok olurken aslında varlıklar yok oluyor, sadece düşünce değil insan varlığı yok oluyor.

Dolayısıyla bugün dünya dillerinin yüzde 40’ı ciddi bir tehdit ve tehlike altında, risk altındalar. Bu nedenle benim de hocam olan ve dil konusuna da çok ehemmiyet veren ve gerçekten lisanstan yüksek lisans-doktora dönemlerine kadar derdi-davası da dil olan, Dil Üzerine diye de bir kitabı olan Necati Öner hocamın bir önerisi vardı aslında, ben onu da yinelemek istiyorum. Ülkemizde bir dil akademisi kurulmasını teklif ediyordu, hocamızın kitabında da var, Dil Üzerine kitabında da var. Evet dil yüksek kurumlarımız var, Türk Dil Kurumu’muz var, yabancı diller fakültelerimiz var, ama Hocamın dediği çok bambaşka bir şeydi, rahmetle de anıyoruz onu. Çünkü dillerin, dünyadaki tüm dillerin araştırılacağı, yok olan diller neden yok oluyor, bunların belki de son örneklerini korumak k Anadolu’muz çok önemli dillerin de var olduğu bir aslında coğrafya.

Burada kaybolan diller de aslında var, Urartu dili, Asur dili gibi, Akad dili, tabii bunları hep bilen şu an aramızda bizim hocalarımız da var, üniversitemizde hocalarımız da var. Belki bir dil akademisini bu sempozyumdan sonra, belki bir sonraki sempozyuma hazırlık yaparken, şûraya hazırlık yaparken belki dil çalışmaları projesi sunup Cumhurbaşkanlığı Strateji Bütçe Başkanlığına, bunu bir proje haline dönüştürüp, buna bir finans oluşturup akabinde bunun çıktısı olarak bir dil akademisini teklif edebiliriz. Bu dilleri korumak, bunlara sahip çıkmak, bu millete de yanaşır diye düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti aslında büyük bir devlet, dünyanın tüm dillerini yaşatmayı, onları himaye etmeyi, onların varlığını sürdürmeye dair çalışmaları yapmaya da hiçbir kompleks gütmeksizin gelişebilir diye düşünüyorum. Hiçbir zaman zaten biz tarihte de başka milletlerin dillerini yok etme üzerine bir politika oluşturmadık. Fetihler, hiçbir zaman bir ülkenin dilini dönüştürmeye, inancını dönüştürmeye de matuf olmamıştır malumlarınız olduğu üzere. Ama ne yazık ki modern dönemde sömürgecilik ilk iş olarak milletlerin dillerini dönüştürmüştür, akabinde de inançlarını dönüştürmüştür.

Dolayısıyla dil aynı zamanda bir medeniyet meselesidir, dil olmasaydı medeniyet olamazdı. Tabii ben şunu kabul etmiyorum: Yani bazen dil sınıflamalarında… Tabii o konuya girmeyeceğim, ama ilkel diller diyoruz, insan hiçbir zaman ilkel varlık olmadı. İnsan, her zaman için medeni bir varlıktır, çünkü konuşma ve düşünme sahibiyse zaten medenidir, sadece imkânları ve fırsatları kısıtlıdır. İmkânları iyi olan ve iyi olmayan insanlar vardır, dolayısıyla dillerde hiçbir zaman ilkel dil ya da medeni dil diye bir ayrım asla olamaz, bu yine hegemonik bir aslında ifadelendirmedir. Biz asla bunu da kullanmamalıyız, belki de yok olmayla yüz yüze diller diyebiliriz, daha az kullanılan diller diyebiliriz. O yüzden dil aynı zamanda medeni olan varlığın, insanın medeniyet kurmasının ki her insanın aslında bu dünyaya kattığı güzellikler vardır, yeryüzünü mamur eden, güzelleştiren herkes medenidir. Kim yok ediyorsa, asıl aslında ilkel olan odur. Dolayısıyla dil zenginliklerini de konuşacağımız böylesi bir dil akademisini ben yeniden gündemimize almalıyız kanaatindeyim.

Tabii Bilal Hocam dile getirdi, Türk Devletleri Teşkilatı dolayısıyla ortak Türkçe konusu da aslında tüm dünya dilleri arasında bizim çok önemli bir meselemiz, çok farklı Türk dilleri söz konusu. Belki bundan 100 yıl önce birbirimizi anlama oranımız daha yüksekken, gittikçe bu anlaşma düzeyimiz kayboluyor. Bunu yeniden belki de inşa edecek süreçler.

Tabi ki diller hep gelişen, sürekli yeni kelimeler alan, yeni kelimeler veren aslında canlı yapılar, bunu biliyoruz. Belki bu noktada Türk dillerinden kelimeler alma yönünden bir politikalar oluşturmak, ortak bir lügat oluşturmak önemli çabalarımız, politikalarımız arasında yer alabilir.

Tabii bu sempozyumun önemli başlıklarından bir tanesi; işte bu küreselleşme ve dijitalleşme karşısında dünya dilleri, dillerin varlığı. Kendi dilimizle beraber dünyanın dillerini de bu anlamda bu küreselleşme karşısında nasıl konumlandıracağız? Yapay zekâlar artık insana dair birçok işi yapıyor, hikâyeler yazıyor, şiir yazıyor, acaba ne kadar bu insani yazımlarla eşit düzeyde olacak, bunlar kendileri ayrıca bir dil üretebilecek mi? Çünkü yapay zekâların işte birbirinden etkilendiği söyleniyor, duygu geliştirdiği söyleniyor, o düzeye gideceği söyleniyor. Belki bunları yapay zekâlar bağlamında konuşmak da gerekecek.

Çok uzatıyorum belki, bitiriyorum; söylemek istediğim birkaç hususu da dile getirerek sözlerime son vereceğim.

Tabi bilim dili meselesi. Malumlarımız olduğu üzere değerli hocalarım, burada çok kıymetli akademisyenlerimiz, hocalarımız var; Türkçe bilim dili olur mu, felsefe dili olur mu tartışmalarını da bu ülkede sıklıkla yapıyoruz, yapılıyor. Üzülerek bazen izliyoruz; Türkçe bilim dili olamaz, felsefe dili olamaz diyen ne yazık ki meslektaşlarımız ya da çok önemli pozisyonlarda, görevlerde insanlar da olabiliyor. Latincenin egemen olduğu politik anlamda, siyasi anlamda egemen olduğu dönemlerde Batıda bilim dili Latince. Ne zaman ki orada ulus devletler oluştu diller oluştu. İngilizce bilim yapılmaya başlandı, Fransızca bilim yapılmaya başlandı, Almanca bilim yapılmaya başlandı. Bu işin bir politik yönü olduğunu asla göz ardı etmemeliyiz. Bugün Latince bilim yapılıyor mu? Yapılmıyor. Belki 12’nci, 13’üncü yüzyılda, 15’inci, 16’ncı yüzyıla kadar belki egemendi bu, ama daha sonra devletlerle, devletlerin oluşması ve kendi milli dillerinin oluşmasıyla artık bilim dilleri, felsefe dilleri oluştu. Arapçanın egemen olduğu dönemlerde Arapça bilim dili olarak yapıldı, işte Farabi’den söz ettim. Farabi, Farab’dan gelen bir Türk olarak Arapça yazdı, çünkü o gün egemen olan, etkin olan dil buydu, ona herhangi bir kompleks yapmadı. Belki o gün Süryanice’yi de biliyordu, Grekçe’yi de biliyordu, işte 70 dil bildiği söylenilir, 7 dil bildiği söylenilir, yani kesretten kinaye. Mesele değil, ama şunu biliyoruz: Bilim dili, milli dilde yapılır. Milli dilinize eğer siz sahip çıkmaz ve bunun üzerinden bilim yapmazsanız, o zaman siz başkasının hem dil sömürgecisi olursunuz, sömürgesine maruz kalmış olursunuz, hem de kendi dilinizi geliştiremezsiniz. Dolayısıyla milli dil meselesi aynı zamanda bir dil akademisinin en önemli meselesi olacaktır. Milli kültürü, milli şuuru da aynı zamanda gelecek nesillere, özellikle bu hızla küreselleşen, dijitalleşen dünyada da varlığımızı en iyi koruyacağımız belki de unsur bu olacak. Bu şu değil asla: Dünyadaki farklı dilleri öğrenmemek anlamına gelmemeli. Biz, dünyada ne kadar farklı dil varsa bunları mutlaka öğrenmeliyiz. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi olarak zaten politikamız şu: Biz, Türkçeyi en iyi şekilde bilim dili de yapmak, ama bununla beraber birkaç dili de öğrenmek. Farklı dil öğrenmek başka bir mesele, ama farklı bir dilde bilim yapma gayretine girmek bambaşka bir şey. Bu bir komplekstir belki de, belki de bu bir artık üzerimizden atmamız gereken gerçekten ciddi anlamdaki bir kompleks, bunun bir an önce atılması gerekiyor ve ben sosyal bilimler alanında da gerçek sosyal bilimlerin milli dilde yapılacağını düşünüyorum. Felsefenin de anca kendi milli dilimizde, dillerinde, bu sadece Türkçe için değil bu bir Fransız için de böyledir, bu bir Alman için de böyledir, bir İngiliz için de geçerlidir.

Çok yine uzatmadan Batıdaki felsefe gelişimlerine baktığımızda, Fransız felsefesinin, Alman felsefesinin oluşumunda ne zaman ki kendi milli dillerine sahip çıkıp bunlar üzerinden felsefe yapmaya çalıştılarsa, kendi felsefeleri oluştu ve kendi dilleri tebarüz etti. Dolayısıyla artık bunlar gözümüzün önündeyken, bunları biliyorken tez zamanda evet dünyadaki farklı dilleri, bölgemizdeki, coğrafyamızdaki etkin dilleri çok iyi bilmeliyiz, öğretmeliyiz, üniversitemizde ikinci dil-üçüncü dil hatta öğretilmeli, ama bununla da beraber milli dilimizle de bilim yapma, felsefe yapma, düşünce üretme yollarını da güçlü bir şekilde sürdürmeliyiz.

Ben bu sempozyumun düzenlenmesinde katkı veren paydaş kuruluşlarımıza gerçekten böylesi bir sempozyumda iş birlikleri çok önemli, onların desteğiyle birçok hocamıza biz daha fazla ulaşma imkânı elde ettik. Hepsine ayrı-ayrı şükranlarımı sunuyorum.

Özellikle Yabancı Diller Fakültemize, Dekanımız Profesör Doktor İsmail Çakır hocama, ekibine, fakültedeki hocalarımıza, Yabancı Diller Yüksekokulu Müdürümüze, Doçent Doktor Hakan Demiröz hocamıza, ekibine şükranlarımı sunuyorum.

Tabii Üniversitemizde Yabancı Diller Fakültesi Türkiye’de sadece buradan olan bir fakülte. Yabancı Diller Yüksekokulumuzun varlığı, dillerimizin varlığı, TÖMER’imizin varlığı çok kıymetli. Belki bunu az önce söylediğim gibi bir dil altyapı projesi hazırlayarak, Oğuzhan hocam da bu konularda çalışan bir hocamız, bence bir projeye bunu dönüştürelim, Cumhurbaşkanlığı Strateji Bütçe Başkanına sunalım, tüm dünyadaki dil varlıklarını da araştıran, bölgemizdeki etkin dilleri de araştıran. Burada bir inşallah daha hepsiyle koordineli bir akademi inşallah oluşturalım.

Ben emeği geçen, katkı sunan tüm hocalarımıza da, davetlerimizi kırmayıp bu sempozyuma güç katan tüm bilim insanlarımıza, akademisyenlerimize, hocalarımıza da şükranlarımı sunuyorum.

Mehmet Doğan ağabeyim tabii bir dil emekçisi, az önce söyledi, gerçekten ömrünü dile adadı, Türkçeye adadı. Tüm farklı dillere de eğilimi var, sadece Mehmet ağabey Türkçeyi değil dünyanın diğer farklı dillerine de eğiliyor. Bugün kırmadı, hem paydaşımız oldu, güzel de bir konuşma yaptı. Ben çok teşekkür ediyorum.

Verimli, faydalı bir sempozyum geçeceğine eminim ve ben de hepsini yakından takip edeceğim.

Hepinize hürmetler, muhabbetler sunuyorum.

Bu haber toplam 332 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim