Cavid Qasımov: Orta Asya’nın Türk-İslam şehirleri Armin Vambery’nin Hatıratında Orta Asya’nın Türk-İslam Şehirleri

Cavid Qasımov: Orta Asya’nın Türk-İslam şehirleri Armin Vambery’nin Hatıratında Orta Asya’nın Türk-İslam Şehirleri
TYB Akademi 15. sayı

DOÇ. DR. CAVİD QASIMOV

Giriş

Armin Vambery 1832 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı olan ismi bilinmeyen bir köyde fakir, dindar bir yahudi ailesinde doğmuştur[1]. Mim Kemal Öke’ye göre ise Armin Vambery Avusturya-Macaristan imparatorluğuna bağlı olan ve bugünkü Slovakya sınırları içerisinde bulunan Szerdahely kasabasında doğmuştur[2]. 12 yaşına kadar köy okulunda eğitimine devam etmiştir. Eğitimi süresince yabancı dil öğrenme yeteneği çevresindekilerin dikkatinden kaçmaz. O, doğuştan var olan rahatsızlığı nedeniyle koltuk değnekleriyle yürümektedir. Babasının vefat etmesi ve ekonomik koşulların yarattığı güçlükler Vambery’nin erken yaşta okuldan ayrılması ve bir kadın terzisinin yanında çırak olarak çalışmasına neden olur. Daha sonra bir hancının oğluna özel ders verir. 16 yaşına kadar Macarca, Latince, Fransızca ve Almanca dillerini öğrenir. Bunun yanı sıra İngilizce, İskandinav dilleri, Rusça, Sırpça ve diğer Slav dillerine hızla hakim olur[3]. Daha sonra kendisinin verdiği bilgileri göre, onda Doğu medeniyetine ve tarihine ilgi uyanmış ve Doğu dillerini öğrenmek maksadıyla İstanbul’a gelmiştir. Burada Osmanlı Devleti’nin çok önemli devlet adamlarından sayılan Asıf Bey ve Rıfat Paşa’nın hizmetinde Avrupa dilleri hocası olarak çalışmıştır[4]. Armın Vambery İstanbul’da bulunduğu zamanda, farklı Türk ağız ve lehçelerini öğrenme fırsatını da buldu. 1861 yılında Macaristan’a dönen Vambery İstanbul’da bulunduğu dönemde Doğu kültürü ve tarihi ile ilgili olarak biriktirdiği ilmi bilgileri çeşitli dergilerde yayınlatmak fırsatı bulmuştur. Macaristan İlimler Akademisi Vambery’nin bu hizmetlerini karşılıksız bırakmamıştır. 1861 yılında Armin Vambery Macaristan İlimler Akademisi’nin haberleşme üyesi seçilmiştir. Bu önemli mevkiden istifade eden Armin Vambery Macaristan İlimler Akademisi’nin başkanı Graf Dessefi’ne Macar dilinin menşini öğrenmek amacıyla Orta Asya ve Türkistan’a sefer yapmak istediğini bildirmiştir. Onun bu isteği İlimler Akademisi’nin bazı akademisyenleri tarafından alayla karşılanmıştır. Bir çok akademisyen: “Türkistan’dan birkaç Tatar kafatası getir, Macarların kafatası ile mukayese edelim demişlerdi”. Macaristan İlimler Akademisi’nin başkanı Graf Dessefi’in ise: “Armin Vambery kendi kafasını sağ-selamet getirmesi bizim için daha önemlidir” diyerek ona sahip çıkmıştır. Tüm sürtüşmelere rağmen Macaristan İlimler Akademisi’nin başkanı graf Dessefi Vamberni’nin  Orta Asya ve Türkistan’a seyahate çıkmasına destek vererek, seyahat masraflarını kurum adına üslenmiştir[5]. Bununla beraber seyahat sırasında Vambery’ye yardım etmeleri için Osmanlı ve İran Kaçarlar Devleti’nin resmi kurumlarına  başvurular yapılmıştır.

1862 yılında deniz yolu ile Trabzon’a gelen Vambery, daha sonra kervanla Erzurum,Tebriz ve Kazvin’den geçerek Tahran’a ulaşmıştır[6]. O, Tahranda hem İran Kaçarlar Devleti’nin yetkili şahısları ile beraber, burada bulunan Osmanlı sefirliği’nin ilgili şahıslarından da önemli ölçüde destek almıştır. Bir süre Tahran’da ikamet eden Vamberni kısa zaman zarfında Özbek, Tatar, Kazak ve Türkmence öğrenmeye muvaffak olmuştur. Daha sonra Mekke’den dönen Hac kafilesine katılarak Türkistan’a doğru yola çıkmıştır[7]. Bazı bilgilere göre Tahran’da bulunan Osmanlı sefirliği tarafından Vambery’ye Hac ziyaretinde bulunması ile ilgili evrak da verilmiştir(Armin Vambery Türkistan’a giderken Hacı Reşit ismini kullanmağa başladı)[8]. Vambery’nin Türkistan seferi öncesinde Tahran’da bulunan Osmanlı sefirliği’nin çok önemli hizmetlerde bulunduğunu görmekteyiz. Neden acaba?. Bazı araştırmacılara göre Armin Vambery Avrupa’nın değilde Osmanlı’nın Türkistan’a gönderdiği bir casusdu. Bu konu araştırılması gereken konulardan biridir.

Armin Vambery(Reşit Efendi) derviş kılığında Hac kafilesi ile birlikte Hazar Denizi’nin güneyinde bulunan Mazandıran eyaletinden geçerek Belh körfezine gelmiştir. Daha sonra şimdiki Türkmenistan sınırları içerisinde bulunan Karakum sahrasını geçerek Harezm vadisine ulaşmıştır. Harezm’in en önemli şehirlerinden biri olan Hive’de bir süre ikamet eden(Hive şehri o zaman Hive Hanlığı’nın pay-ı tahtı hesap edilirdi) Vambery(Reşit Efendi) Kızılkum sahrasını geçerek Buhara şehrine gelmiştir[9]. Vambery Türk-İslam Dünyası’nın en önemli şehirlerinden biri olan Buhara’yı çok beğenmiş ve Avrupa’ya döndükten sonra özellikle de Buhara şehrinin tarihi ile ilgili çok kıymetli bir eser yayınlamıştır. Daha sonraki yıllarda Armin Vambery(Reşit Efendi) sırasıyla şimdiki Özbekistan ve Afganistan sınırında bulunan Karşı, Ürgenc, Semerkant, Meyemene, Herat vesayre şehirlerde de bulunmak fırsatını yakalamıştır[10].

1864.yılında Armin Vambery Orta Asya ve Türkistan’a olan seferini tamamladıktan sonra Tahran’a dönmüştür.  İran Kaçarlar Devleti’nin padişahı olan Nasreddin şah onu şahsen kabul ederek, Orta Asya ve Türkistan’daki mevcut durumla ilgili bilgiler edinmiştir. Bununla beraber Tahran’da bulunan Çarlık Rusyası’nın büyükelçisi onu çar II. Aleksandr’ın misafiri olarak Sant-Peterburg’a davet etmiştir. Fakat bu daveti geri çeviren Vambery hızla bir şekilde Orta Asya’daki izlenimleri ile ilgili bilgileri kaleme almaya başlar. Çünkü Orta Asya’da iken dikkat çekmemek için Vambery’ni öğrenmiş olduğu bilgileri yazıya dökmemiştir.[11].

1864.yılında Vambery Macaristan’a döndükten sonra, Orta Asya ve Türkistan’la ilgili toplamış olduğu bilgileri Macaristan İlimler Akademisi’nin çeşitli birimlerine sundu. Fakat, Akademi’nin çok önemli şahısları tarafından Vambery’nin Orta Asya ve Türkistan’la ilgili vermiş olduğu bilgilerin sahih olmadığı kanaatine varılmıştır[12].

1865.yılında Vambery’nin hayatında çok önemli bir dönem başlar. O,  Macaristan’ın ilmi kurumlarının yüksek itimadı ile Peşt Üniversitesi’nde Doğu dilleri Profesörü  olarak göreve başlar ve bu görevi 1905. senesine kadar devam etmiştir. Vambery bu görevi sırasında “Orta Asya’ya seyahat”, “Çağatayca Üzerine Çalışmalar”, “İran'da Gezi ve Hatıratım”, “Orta Asya'dan Eskizler”, “Orta Aysa İçerikleri”, ”Uygur Dil Öğeleri ve Kutadgu Bilik”, “Buhara Tarihi”, “19. Yüzyılında İslam”, “Şark Ülkelerinden Kültür Manzaraları”, “Türk-Tatar Dillerinin Etimolojik Sözlüğü”, “Türk-Tatar Halkının Dil Araştırmalarına Dayanarak Basit Kültürü”, “Türk Halkı”, “Şeybaniname, Bir Özbek Destanı, Metin ve Tercüme” gibi çok önemli eserlerini yayınlamağa muvaffak olmuştur[13].

Armin Vambery ve Orta Asya şehirleri

Armın Vambery 28 Mart 1863 tarihinde Tahran’dan Orta Asya ve Türkistan’a başladığı yolculuğu tam bir yılda tamamladı. Gezisi sırasında hanlık merkezleri olan Hive, Buhara ve Semerkant'a uğradı. Semerkant'tan Herat'a, oradan da Tahran'a geçerek yokuluğunu tamamladı. Bu uzun ve tehlikeli gezisi boyunca daha birçok yerleşim alanını görmek, incelemek; hala göçebe halinde yaşayan topluluklan tanımak imkanı buldu.

Armin Vambery’nin Orta Asya ve Türkistan şehirleri ile ilgili bilgileri oldukca fazladır. Biz bu çalışmada onun yalnız üç şehirle(Hive, Buhara ve Semerkant) ilgili bilgilerini takdim ediyoruz. Genel olarak Vambery’nin bu şehirlerin nüfusu ve fiziki yapısı ile ilgili değerli bilgiler vermiştir.

Hive şehrinin fiziki yapısı

Orta Asya’nın önemli şehirlerinden olan Hive şehri Harezm bölgesinin en önemli merkezlerinden biri kabul edilir. Etrafı bozkırla ve çöllerle çevrili bir vaha şehri olan Hive Amu-Derya ırmağının batısında Palvan kanalının kıyısında yer alır. Şehrin antik ismi Hivak’tır. Arkeolojik kalıntılar şehrin VI. ve VIII. yüzyıllar arasındaki Hristiyan dönemde kurulduğunu göstermektedir. Hive ismi X. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır[14]

Armin Vambery Hive şehrinin fiziki görünümünü şu şekilde özetliyor: ”Kentin içi dışardan göründüğü kadar güzel değildi. Emirlik merkezi, İran'da görülen sıradan kasabaların bile altındaydı. Belli bir plan ve projeden yoksun olarak gelişi güzel biçimde öteye beriye dağılmış üç-dört bin toprak evden oluşan kentin çevresi yine toprak bir surla çevrilmişti. Bu surdan başka bir iç- kale, yalnız bazılan anılmaya değer birkaç pazar, önemsiz birkaç cami, avlularında ağaç dikili birkaç medrese vardı. Yağmurlarla ıslandıktan sonra güneşin etkisiyle çatlayarak çöken çamur kulübeler içinde bina denilebilecek olanlar yalnız bunlardı. İşte Hiyve kenti![15]  Armin Vambery’ye göre Hive şehri iki hisardan oluşmaktadır. Bunlar iç hisar ve dış hisardır. Dış hisarın uzunluğu yedi kilometre kadardır. On iki kapısı bulunup her kapının iki tarafında birer yüksek kule yer alır. Kulelerin üzeri bir kubbe ile örtülüdür. Mevcut kapılardan bazılarının isimleri Ürgenç, Kendi miyan, Hezârâb, Serçeli ve Gaziâbâd’dır . Dış kale toplam on mahalleden oluşmaktadır. Bunlar; Or, Kefterkhane, Meyve satışının yapıldığı Meyveistan (Mivesztan), Mehterabad, Yenikale, bir tür eğlence ve dinlenme yeri olarak hizmet veren etrafı ağaçlarla çevrili büyük bir su haznesinin bulunduğu  Bala Havuz, Nanyemezorama, Nurullahbey, Bagtche ve Rafenek’dir. İç hisarın ise beş kapısı mevcuttur. Surların genişliği yaklaşık 2-3 metre, yüksekliği ise 4-5 metredir. Üzerinde tüfek kullanmak için tasarlanmış mazgalların bulunduğu surların dışı hendeklerle çevrilmiştir[16].

Armin Vamberni Hive şehrinin topraklarının verimliliğini eserinde şu şekilde dile getirmiştir: “Hive topraklarının verimliliğinden sözetmiştim. Başlıca ürünleri buğday, pirinç -özelikle Köklen adı verilen türü-, en iyi cinsi Şahbad ve Yeni Orgenç ipeği olan ipektir. Ayrıca pamuğu ve kökünden çok değerli bir tür kırmızı boya çıkarılan Ruyan adlı fidan da anılmalıdır. Meyvelerinin nefaseti hem İran'da, hem de Türkistan'da, hatta Avrupa'da bile kabul edilir. Özellikle Hezareesb'in elması, Hive'nin şeftalisi ve narı ünlüdür. Kavunu ise hiçbir şeyle kıyas kabul etmez. Kavununun ünü Çin'in başkenti Pekin'e kadar ulaşmıştır. Çin Tataristanı'ndan Hakan'a gönderilen armağanlar içinde Orgenç kavunu da bulunur. Bu kavun Rusya' da da çok değerlidir. Bunun bir yükü, kışın orada ağırlığınca şekerle değiştirilir”[17].

Hive şehrinin nüfusu

Armin Vambery Hive şehrinin nüfusu ile ilgili bilgilere de yer vermiştir. A. Vamberni Hive şehrinin nüfusunun özelliklede Özbekler, Sart, Türkmen, Kırgız Kazakları ve Karakalpaklar’dan ibaret olduğunu ifade etmektedir. Vambery’ye göre: “Hive halkının bir bölümünü siyah başlı İranlı esirler oluşturuyordu. Bunların durumu tahmin edildiği kadar kötü değildi. Çünkü yetenekleri ve işbilirlikleri sayesinde kısa sürede büyük miktarlarda para biriktirecek kendilerini satın alıyorlardı. Halkın bir bölümü, Harezm'in eski sakinleri olan İranlılaşmış Medler’den oluşuyordu. Hiyve 'de bunların nüfusu çok azdı. Bunlara Hive'de Sari, Buhara'da Tacik deniyordu. İçişleri Bakanı ve Hacib makamında olan Mehter'ler bunlar arasından seçiliyordu. Bunlar ileri görüşlü ve araştırıcı kimselerse de Özbekler tarafından sevilmiyorlardı. Bu iki oymak beşyüz yıldan beri birlikte yaşamalarına karşın, birbirlerinden nadir olarak kız alıp veriyorlardı. Hive halkının bir bölümünü Kırgız Kazakları oluşturuyordu. Ulusları Rusya 'nın egemenliğine gireli beri Hive' deki sayılan çok azalmıştı”[18].

 

Buhara Şehrinin fiziki yapısı

Batı Türkistan’ın belli başlı merkezlerinden Buhara, Amu Derya ve Sir Derya arasında yer alan etrafı çöllerle ve bozkırlarla çevrili bir vaha şehridir. Buhara’nın batısında Hive vahası güneyinde ise Karakum çölü bulunur. Şehir tam olarak Tanrı dağlarından doğan Zerefşan nehrinin aşağısındaki vaha üzerine kuruludur ve Batı Türkistanı Güney Rusya, Afganistan, Hindistan, Doğu Türkistan ve Çin’e bağlayan ticaret yollarının merkezinde bulunur. Armin Vambery Buhara şehrinin fiziki yapısını şöyle tasfir ediyor: “Buhara kentinin en güzel caddesinin genişliği altı kademden fazla değildi. Diğer sokakların genişliği ise ancak üç kademdi. Evleri kerpiçtendi ve biçimleri, görünüşleri çok düzensizdi. Evlerin sokağa bakan yanları penceresiz duvarlardan oluşuyordu. Yalnız tek kattan oluşan bu evlerin kapıları tam ortadaydı. Binanın yüzü avlu yönündeydi. Uzun saçakları vardı. Direkler üzerinde duran bu saçaklar güneşi engelleyecek biçimde yapıldığından dolayı yazın sıcak günlerinde serin olduğu açıktı. Ama evlerde cam, ocak, soba benzeri şeyler olmadığı için kötü havalarda rutubet ve soğuktan korunmak zordu ”Buhara, İran'ın en küçük bir kentinin bile altındaydı. Ama çarşıya vardığımızda, ilk olarak kendimi büyük bir kalabalık içinde bularak şaşırdım. Bu çarşıların hali, İran'ın büyük kentlerindeki çarşılarla karşılaştırılabilecek gibi değildi. Orta Çağ'da Avrupa çarşılarında olduğu gibi burada da ayrı bir sınıf halindeki çerçi, sarraf, kitapçı, kuyumcu, çilingir, bakkal, şekerlemeci, çaycı, tuhafiyeci ve astarcıların kendilerine özgü çarşı ve bedestenleri vardı. Bunlardan birkaçı kargir kemerliydi. Genişçe olanların tavanları hasırdandı. Hasırlar, karşıdan karşıya uzatılmış uzun mertekler üzerine· serilmişti: Her esnafın veya çarşının bir Aksakalı vardı. Düzen ve güvenliğin sağ lanması, vergi ve kiraların toplanması, Emir tarafından bu Aksakala verilmişti. Yollarda rastlanan çeşitli giysiler, çeşitli uluslardan insanlar yabancılar için ilginç bir izlence konusuydu. örneğin her adım başında güzel başlı ve beyaz ya da mavi sarıklı İranlılar görülüyordu. Bunlardan memur,molla ve tacirlerin her birinin sardığı sarık ayrı ve kendine özgü bir renkteydi.

 

Buhara Şehrinin nüfusu

Buhara halkının en büyük bölümünü Türkler, yani Turantılar oluşturuyor. Bunlardan sonra, Özbekler’den başlayarak atalarının vahşi ve yırtıcı çehrelerini koruyan Kırgızlara varıncaya dek Tatar ulusunun çeşitli soyları görülüyor. Buradaki Özbekler Hive'dekilerden çok farklı değillerdi. Yalnız Taciklerle karış maktan onlar kadar kaçınmadıklarından, uluslarına özgü çehre ve simaları bir hayli değişmiş, yapılarındaki doğruluk ve iffet yok olmaya başlamıştı. Bunlar Hanlık içindeki ulusların en kalabalığıydılar. Emir de Mankeğat kabilesine mensup Özbekler’den olduğu için, nüfuzlan bakımından da diğer uluslardan üstündüler. Ordunun önemli bölümü Özbekler’den oluşuyordu. Ama içlerinden nadiren büyük kumandan yetişiyordu. Buhara'da bir miktar da Türk soyundan Mervli’ler vardı. Said Han bunları miladın binse tarihinde Merv'den getirerek buraya yerleştirmişti. Diğer açılardan alçaklıkları inkar edilemeyecek Tacik’ler dışta tutulursa, başkentin en müzevir ve hilekar insanlan bunlardı. Kırgızlar, diğer uluslardan tavır ve hareketlerindeki metanet ve ağırbaşlılıklarıyla ayrılıyorlardı. Kırgızlar Buhara'ya geliyorlardı ama, hiç bir zaman burada yerleşmiyorlardı. Genellikle Hanlığı’ın kuzey bölgesinde gezip dolaşıyorlardı. Sayıları çok azdı. Bunların sa yılarım belirlemek çok zordur. Kırgız aşiretleri içinde bulunduğum sıralarda sayılarını öğrenmek istedim. Her defasında soruma, benimle eğlenerek, "önce çölün kumlarını sayınız, sonra Kırgızların sayısını hesap edebilirsiniz" karşılığını verdiler[19].

 

 

Semerkant şehrinin fiziki yapısı

Orta Asya’nın kadim şehirlerinden biri olan Semerkand’a ait en eski arkeolojik kalıntılar  m.ö. VII. yüzyıla aittir. Şehrin tarihi kayıtlarda ilk defa yer alması Büyük İskender’in buraya sefere çıkması üzerine mümkün olmuştur. İlk kayıtlarda ismi “Marakanda” olarak geçmektedir. Muhtemelen bu isim Soğd dilindeki Smarakanda isminin Yunanca telaffuz şeklidir. Şehir Büyük İskender’in fethinden sonra yeniden inşa edilmiştir. Bu tarihten itibaren Müslüman Arapların bölgeyi fethine kadar şehrin tarihi hakkında çok fazla bilgi mevcut değildir.

Armin Vambery Semerkant şehri ile ilgili olarak şu bilgileri veriyor: ”Semerkant'ın Avrupa'da olağanüstü ün kazanmasının nedeni, uzaklığı ve tarihinin gerçek biçimde bilinmemesi, daha çok söylenceler aracılığıyla tanınmış olmasıdır sanıyorum. Yanımda kurşun kalem olmadığı için kenti böyle kısaca ve sözle tanıtmak istiyorum. Bu nedenle, okuyucularımı şimdiye değin bu kadar zahmetini çektiğim bu habis arabanın içinde, yanıbaşımda oturmuş varsayarak doğu tarafında dal1a önce andığım dağı göreceklerini söyleyebilirim. Bu dağın doruğu kubbe gibi yuvarlaktır. Üzerinde, çobanların piri olduğuna inanılan Şubatana 'nın türbesi olan küçük bir yapı vardır. Dağın alt tarafında kent bulunuyor. Kentin çevresi Tahran kadar varsa da, evleri daha seyrektir. Ama içindeki eski eser kalıntıları ve kimi büyük yapılar görünüşüne önemli ölçüde azamet ve heybet vermektedir. İlk bakışla göz, yarım kubbe biçimindeki dört yapıya bakıyor. Bunlar medreselerin ön tarafı ve giriş yönüdür ve Pişi Tak adını taşı yor. Uzaktan bu yapıların tek bir bina olduğu sanılıyor. Ama, yavaş yavaş yaklaştıkça önce aynı küçük bir kubbe, ikinci olarak onun güneyinde ve ondan daha büyük diğer bir kubbe görülüyor. Bunlardan birincisi Timur'un türbesi, ikincisi camidir. Doğrudan doğruya karşımızda, yani kentin güney doğu sınırında ve bir tepe üzerinde iç kale bulunuyor. İç kale de çoğu cami ve türbe olan birçok yüksek yapıyı içine alıyor. Şimdi, bu yapıları, birbirinden bahçelerle ayrılmış fabrikalar gibi düşünürsek, Semerkant'ın zihnimizde ne kadar küçüleceği açıktır. "İşitmek görmekle müsavi değildir" ünlü dizesinin anlamı uyarınca, başlangıçta, kenti dışardan gördüğümüzde, kalbimizde oluşan azametli  etkisi, yaklaştıkça yavaş yavaş azaldı, içine girince de büsbütün yok oldu. Kente Buhara Kapısı 'ndan girdik. İçinden bir süre gittiğimiz mezarlığın sonuna gelmeden hiçbir yapı göremedik. Kentin şimdiki suru eski surun içinde ve ondan oldukça aralıklıdır. Bir zamanlar eski surun sınırına kadar bazı mahalleler bulunmuş olması gerekiyorsa da, asıl kent, şimdiki gibi eskiden de iç kale içinde bulunuyormuş. Şimdi harap durumda bulunan eski sura kadar ev ve mahalleler bulunması muhtemel olsa bile buraların asıl kentten sayılmadığı açıktır. Çünkü İspanya'da Kaştale, yani Kastil hükümdarı 3.Henri tarafından 1403 yılında Timur'a elçi olarak gönderilen Clavijo da görevi ile ilgili olarak yazdığı raporda iç kaleyi kentin sınırı olarak anmaktadır. Şimdiki surun altı kapısı vardır”[20]. Vambery genel olarak Semerkand’ın üç bölümden oluştuğu yazıyor. Bu bölümler; Kale, şehrin iç kısmı yani Şehristan ile Rabad denilen kenar mahallelerdir. Kale şehrin güneyinde yüksekçe bir tepede yer alır. İçerisinde idari binalar ile hapishane bulunur. Kerpiç, toprak ve ahşaptan yapılan evlerin yer aldığı şehir de yüksekte bulunmaktadır. İç şehir surlarla çevrilidir ve içeriye geçiş dört kapıdan gerçekleşmektedir. Bunlardan ilki doğuda Bab al-Çin’dir. Çinliler ile yapılan ipek ticaretinden dolayı bu ismi almıştır. Diğerleri kuzeyde bulunan Bab Buhara, batıda Bab al-Navbahar ve güneyde Bab al-Kabir’dir”[21].

 

Sonuç

Orta Asya ve Türkistan en eski tarihlerden itibaren medeniyetlerin beşiği olarak  pek çok kültüre ev sahipliği yapmıştır. Bu bakımda bu topraklar Batı dünyasının  her zaman dikkatinde olmuştur. Özellikle XIX. yüzyılda oryantalizmin önem kazanması ve kurumlaşması bu yüzyılda doğuya gerçekleştirilen gezilerin sayısında artış yaşanmasını sağlar. Batı İngiliz, Fransız, Rus başta olmak üzere pek çok gezginin hatıratları aracılığıyla doğuyla tanışır. XIX. yüzyılın başından itibaren Batılı seyyahların bölgeye duydukları merakı, bu merakın ardında yatan sebepleri ve bölge halkı ile ilgili izlenimlerini birkaç seyyahın ışığında izah edebilmektir. Yine bölgenin siyasi yapısını, hanlıkların içinde bulunduğu durumu, bölgedeki önemli şehirleri ve sosyal kültürel hayatı seyyahların aktardığı bilgilerden yola çıkarak anlatabilmektir. Nitekim bölgeye ait seyahatnameler hem sosyal hem de siyasi hayata ışık tutan sayılı eserler arasındadır. Armin Vambery’nin Orta Asya’ya seyahati ise bu toprakların Batıda akademik düzeyde araştırılması için bir adım olmuştur

Özet:

Armin Vambery’nin seyahatine kadar Orta Asya ve Türkistan Batı için hala bilinmezliğini koruyordu. Batılılar’ın bu gizemli ve korkulu toprakları keşfetme girişimleri tam bir başarısızlıkla sonlanmıştı. Fakat, Armin Vambery XIX. yüzyılın 60’lı yıllarında Orta Asya ve Türkistan’a seyahat ederek bu büyünü bozmaya nail oldu. Bu çalışmada dünyanın en büyük Türkologlarından ve yahut da Batı’nın çok ünlü seyyahlarından biri hesap edilen Armin Vamberni’nin Orta Asya şehirleri ile ilgili bilgilerine yer verilmiştir. Vamberni XIX. yüzyılın 60’lı yıllarında Kafkasya ve İran üzerinde Orta Asya ve Türkistan’a yolculuk yaparak sırasıyla Hive, Kunrat, Buhara, Karşı, Ürgenç, Semerkant, Meymene, Herat gibi şehirlerde bulunmuştur. Üç sene süren seyahatin ardından Macarıstan’a dönen Armin Vambery peş peşe yayınladığı eserlerinde Orta Asya ve Türkistan’ın tarihi, kültürü ve şehirleri ile ilgili çok kıymetli bilgiler yer almıştır.

 

Kaynaklar

  1. Salih Yılmaz, Armin Vamberni’nin Türküstan Seyahetnamesi’nde geçen Ahmet ile Yusuf destanı, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat dergisi, sayı 16, 2003
  2. Mim Kemal Öke, Saraydaki Casus/ Gizli Belgelerle Abdülhamid Devri ve İngiliz Ajanı Yahudi:Vambery, 1998
  3. Vilayet Kuliyev, Macarıstanı  tanıtan alim, 2012
  4. http://en.wikipedia.org/wiki/Arminius_Vámbéry
  5. Vámbéry, Travels in Central Asia
  6. M.Saray, “Hive Hanlığı”, İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1998, s.167
  7. N. Ahmet Özalp, Arminius Vámbéry, Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi, Ses yay., İstanbul 1993
  8. Cemal Kutay, Sahte Derviş, Aksoy yay., İstanbul 1998
 

[1] Salih Yılmaz, Armin Vambery’nin Türkistan Seyahatnamesi’nde geçen Ahmet ile Yusuf destanı, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat dergisi, sayı 16, 2003

[2]Mim Kemal Öke, Saraydaki Casus/ Gizli Belgelerle Abdülhamid Devri ve İngiliz Ajanı Yahudi:Vambery, 1998

[3] Vilayet Kuliyev, Macaristanı  tanıtan alim, 2012

[4] Vilayet Kuliyev, Macaristanı tanıtan alim, 2012

[5]  Vilayet Kuliyev, Macarıstanı tanıtan alim, 2012

[6] http://en.wikipedia.org/wiki/Arminius_Vámbéry

[7] Mim Kemal Öke, Vámbéry Belgelerle Bir Devletlerarası Casusun Yaşam Hikayesi, Bilge yay., İstanbul 1985

[8] N. Ahmet Özalp, Arminius Vámbéry, Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi, Ses yay., İstanbul 1993

[9] N. Ahmet Özalp, Arminius Vámbéry, Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi, Ses yay., İstanbul 1993

[10] Mim Kemal Öke, Vámbéry Belgelerle Bir Devletlerarası Casusun Yaşam Hikayesi, Bilge yay., İstanbul 1985

[11] Cemal Kutay, Sahte Derviş, Aksoy yay., İstanbul 1998

[12] Cemal Kutay, Sahte Derviş, Aksoy yay., İstanbul 1998

[13] http://en.wikipedia.org

[14] M.Saray, “Hive Hanlığı”, İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1998, s.167

[15] Vámbéry, Travels in Central Asia, s. 83

[16] Vámbéry, Travels in Central Asia, s. 210

[17] Vámbéry, Travels in Central Asia, s. 83

[18] Vámbéry, Travels in Central Asia, s. 114

[19] Vámbéry, Travels in Central Asia, s. 152

[20] Vámbéry, Travels in Central Asia, s. 173

[21] Vámbéry, Travels in Central Asia, s. 175

Bu haber toplam 3180 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim