• İstanbul 18 °C
  • Ankara 24 °C

Acının yongasını üzerinde taşıyan bir isim: Ahmet Uluçay

Acının yongasını üzerinde taşıyan bir isim: Ahmet Uluçay
Rüzgârlı ve yağmurlu bir akşamdı. Eve girdim. Üşümüştüm ve yorgun geçen bir gündü. Cama vuran yağmur taneleri camda gelişi güzel sesler çıkarıyordu.

 Kasımın son günüydü bu. Ahmet Uluçay’ın vefatı geldi aklıma. Bugün olmalıydı dedim. Elime, Küller ve Kemikler’i aldım ve hemen en son sayfasını açtım. Kitabı ilk bitirişimde son sayfaya düştüğüm not: “Acının yongasını üzerinde taşıyan bir isim Ahmet Uluçay.”

Hüzünlendim yine. Nedendir bilmem Ahmet Uluçay’ı her hatırlayışımda böyle olurum. Sessizce çevirdim sayfaları. Altı çizilmiş cümleler. Sayfa altlarına, köşelerine tutulmuş küçümen notlar. Kapaktaki muzip mi desem esrarengiz mi desem bir resim. Yakup’unu kaybetmeden yaşamanın güzelliği… Peki ya biz Ahmet abi, senin kadar şanslı olmayanlar ya da şanssız olduğunun farkında olmayanlar, nasıl anlayalım seni ya da senin o güzel, masum çocuğun Yakup’unu? Biz de bozkırın ortasındayız abi, hem de en ücrasında. Ama yok bizim hayatımızda kıymetini anlamak için yaşadığımız deniz kabuklarımız.

 

Yakup’a ve Ahmet abiye bir selam yollayıp kemikler üzerindeki külleri dağıttım sayfalar arasında gezdikçe. Eski bir dostla, uzaktaki bir arkadaşla yeniden sohbet etmiş gibi güleç ayrıldım kitaptan. Bu vefat yıldönümünde rahmet ile anarak, esîr-i feyzini döksün ilelebet Mevlâ. Altını çizdiğim birkaç cümle hâlâ aklımda.

“-Biliyor musun Yakup, diyorum. Üzerinde yaşadığın kürenin dörtte üçü sularla kaplı ve sen hiç deniz görmemişsin... Dahası da var, yaşadığın ülkenin üç yanı deniz...

Yakup yüzüme bakıyor

-Boş ver, diyorum. Biz gördük de ne oldu? Dörtte üçü sularla kaplı bir küre üzerinde temiz kalabildik mi? Kirlettik üstelik. Kirletiyoruz. Boş ver Yakup. Senin denizlerin sana yeter. Turna gözlü dağ pınarların var senin. Şu deniz kabuklanma tekne diye düşlerini bindirip çıktığın uzak yolculuklara ben tanığım. Senin yolculuklarını biz şu çokbilmiş hâlimizle haritalarda görsek, ürpeririz. Senin denizlerini haritalarda görsek, boğuluruz. Biz düş yoksulu olduk Yakup. Benim sevgili çocuğum.”

“Hayatı çıplak gözle görmeye tahammülüm yok. Yalın gerçekle yüz yüze yaşayamayacak kadar zayıfım. Sevgisizliğin duman altında sanırım ilk ölecek ben olacağım Yakup.”

“İçimin karanlığına düştüm, içimin karanlığına.”

“Koca bir sessizlik ve yalnızlık akvaryumunun dibine çökmüşüm, boğuluyorum.”

“-İşte böyle Yakup diyorum. İşte böyle yüreğim… Binemeyeceğimiz trenlerin yollarını gözlerdik biz. Sahip olamayacağımız oyuncakların düşlerini kurardık. Hiçbir gerçek, bizim çocuk düşlerimizin önüne geçemedi.”

“Ben bir düş çocuğuyum Yakup. Eski bir rüyanın peşine düşmüş, yitirdiğim deniz kabuklarını arıyorum bozkırda…”

“Öğretmen söylemeliydi ki, uzaya gidemeyecek, uçak uçuramayacak bir oğlu olduğuna üzülüp durmasındı zavallı adam. İnan babama acıyordum Yakup. Kafamdaki şişlere rağmen, kulak mememin yanağıma yapıştığı yerdeki yırtığa rağmen hiç kızmıyordum. Tarifsiz bir suçluluk duygusu içindeydim. Onun acıklı hâli dert oluyordu içime. Bu yüzden ölmeyi bile düşünüyordum. İntiharın hiçbir türüne cesaret edemediğim için aç kalarak ölmeyi denedim kaç kere, beceremedim. O günden sonra bir tek intihar şekli kalıyordu bana. İçimdeki havuza atlayıp boğularak ölmek… Sanırım şimdi onu yapmış durumdayım.”

Devamı: https://www.dunyabizim.com/alinti/acinin-yongasini-uzerinde-tasiyan-bir-isim-ahmet-ulucay-h31748.html

Bu haber toplam 173 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim