• İstanbul 15 °C
  • Ankara 8 °C
  • İzmir 16 °C
  • Konya 8 °C
  • Sakarya 14 °C
  • Şanlıurfa 17 °C
  • Trabzon 17 °C
  • Gaziantep 10 °C
  • Bolu 8 °C
  • Bursa 12 °C

Ali Ural'dan: Güneş duası

Ali Ural'dan: Güneş duası
Duaya kapalı zihinler güneş duasını yadırgadı, kıştan bunalan köylülerin imamlarını da yanlarına alıp Rabblerinden güneş istemesini tuhaf karşıladılar. Bu okunup geçilecek bir haber değildi.

Güneş duasına çıkan köylüler için yapılan üçüncü yorum belli ki zeki bir okurun işiydi: "Bu devirde bu kafa bravo vallaa..." Bu yüzden yorum kelime kelime incelenmeyi hak ediyordu. Önce "Bu devirde" ifadesinin hakkını verelim. "Başka bir devirde olsa neyse!" anlamı taşıyordu satır arasından. Buzul çağında köylüler güneş duasına çıkabilirlerdi mesela. Taş devrinde de yadırganmazdı bu. Fakat "Bu devirde!" Bu güneşin hiç başımızdan eksik olmadığı aydınlık çağda güneş duasına çıkmak, çağdaş uluslar düzeyine çıkamayışımızın bir işaretiydi. "Bu kafa" tamlamasındaki "Bu"ya gelince; kötülüklerin başka bir kafa değil, bu kafa yüzünden başımıza geldiğini haykırıyordu. Çalışacağına dua ediyordu köylüler. Toprağı biraz daha çapalayarak yerden de çıkarabilirlerdi güneşi. Beşinci kelime "Bravo"ydu. Okur ironi yapmasını da biliyordu işte. Onaylamadığı bir eyleme "Bravo!" diyerek küçümsüyordu köylüleri. Son kelimesi "Vallaa"ydı yorumcunun. "Vallahi"yi bilmediğinden değil, konuşma diliyle yapmak istemişti eleştirisini. Güneş duasına tepki gösterirken Allah adına yemin etmek aklına bile gelmezdi.

Herkes akıl vermeye çalışsa da köylüler kimin kapısını çalacaklarını çok iyi biliyorlardı. Köylerinin adı "Gökyazı"ydı, ne güzel isim! Güneşi yerden değil gökten istemek için köy meydanında toplanıp yürüdüler. Kalpleri ve dudakları kıpır kıpırdı. Ağaçlara dahi selam veren bir medeniyetin evlatlarıydılar. Tabiatla bütünleşmeyi öğrenmişlerdi Allah'tan. Hacda ot koparmayan, böcek öldürmeyen bir topluluktular. Mezarlıklarını bile ağaçlar şenlendiriyordu. Yalnız hayattayken değil, öldüklerinde bile acılarını hafifletiyordu ağaçlar. Böyle anlamışlardı onlar doğaya saygıyı. Her meşru eylemin bir dua olduğunu bilmiyor değildiler. Fakat istemenin çeşitleri vardı. Herkesten isteyip de Allah'tan isteyemeyenleri bir türlü anlamadılar. Duayı küçümseyenlere, ellerine yağan güneş parçacıklarını göstermek istediler. Fakat verici yetmiyor, alıcı da gerekiyordu yayını izleyebilmek için. Kim bilir, İmam Şafiî'nin şiiri koşardı belki yardımlarına:

"Duayla alay eder, onu küçümser misin

Dua nelere kadir, nereden bileceksin

Gecenin okları hedefi şaşmaz ama

Zamanı vardır

Ulaşır yerine saati dolduğunda

Rabbim istemezse tutar okları

Kaderin hükmü varsa, açar yolları."

"Güneş duası" adlı bir şiir yazmak isterim ben de. Bir şiir neşesi duydum çünkü Gökyazı köylülerinin dualarında. Güzel insanlar, beni de kafilenize alın! Benim de düşsün avuçlarıma güneş parçacıkları. O elleri ben de yüzüme süreyim. Bir nişane taşıyayım yabancı saymayın beni. Zıtlarıyla seviliyor her şey. Bir kardan adamdım coşkulu boynumda rengârenk atkılar. Kışa toz kondurmadım fakat sıra güneşte. Sıra milyonlarca çiçekte kokularını saçmak için titriyor toprak. Tam zamanı ırmağa karışmanın. Kulağınızı dayayın yere sesini duyuyor musunuz baharın? Köklerde yürüyen suyun mırıltısını: Selam olsun Gökyazı köylülerine ve güneşe!

18.03.2012 Zaman
Bu haber toplam 1253 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim