Şehirler kendi hallerinde, insanın yaşamasına endeksli varlıklarıyla söz konusudur, aslında. İnsan olmayınca, şehrin bir vasfı olmaz, kendi içinde harap olur gider, gözlerden ırak ve her terk edilen şehir, yüzyıllar sonra arkeolojiye, sanat tarihine malzeme olur, zaman biz insana göre eskidikçe, tarihe mal oldukça.
Şehirlerin insan misali canlılığını kaybettikçe ölüme doğru yaklaştığını, yerleşim alanı olmaktan çıkarıldığında şehir olma vasfını kaybettiğini, zaman içinde hayatın nevş û nema bulduğu mekânlarının nisyana terki ile sadece tarihî eser vasfını taşıdığını belirtmeye gerek var mı?
Birçok şehrin kurucusu, şehre verdiği isimle anılırken bazen egemen olan iktidar sahiplerinin bu şehirlerdeki nüfusu, başka şehirlere taşıdığını biliyoruz. Bir şehir yıkılırken başka bir şehir can buluyor, böylelikle. Her şehrin kaderinde olan bu olumsuzluk, çoğunlukla devletlerin stratejik amaçla kurduğu şehirler içindir.
Tarihte birçok şehir, binlerce senelik geçmişiyle dünden bu güne gelen tarihî-kültürel mirası ve değerler toplamı ile canlılığını muhafaza etmektedir.
Son yıllarda gittikçe artış gösteren çok katlı yapılaşmalarla artan mimarî anlayış kirliliği, şehir merkezlerinde az alanda çok katlı yapılaşma düşüncesi, çarpık anlayışın çok kazanma hırsı ile önü alınamaz hale gelmiştir.
Konya’da düzlük alanda görülen çarpıklık, İstanbul’da şehrin birçok mimarî eserinin siluetini bozan görünüm, Diyarbakır’da tarihî özelliklere sahip eserlerin bakımsızlığı olmak üzere hemen hemen çok şehirde bu tarz istenmeyen durumlar, şehirlerin tarihî kimliklerini ifsad etmekte ve ortaya çıkan manzarada birçok mekânın oldu-bittiye getirilip ortadan kaldırılmasına sebebiyet vermektedir.
Şehir Araştırmacısı sıfatıyla Kasım 2014 içinde 12 kitaptan oluşan Şehir Araştırmaları Merkezi Diyarbakır Kitapları Dizisi’ni yayınladım. Görülen o ki kitap okurunun gittikçe niteliğini yitirdiği, şehirle ilgili geçmişten bî-haber olduğu ortamda siz 12 değil 212 kitap da kaleme alsanız, değişen bir durum görülmez, kanaatleri değiştirmeniz deveye hendek atlatma misali müsbet netice vermez.
Hayata bakışı değiştirecek bu tarz anlayışların merkezinde yerel yönetimler bulunmaktadır. Şehrin imajını dünle bugünü barıştırıp geleceğe olumlu tablolar bırakma adına şehir konulu araştırmalarda bulunanların sırtında olan ağır yükün hafifletilmesinde yardımcı olmalarını beklediğimiz üniversitedeki akademisyenlerin sessizliği, bu işe gönül verenlerin yalnızlığa terk edilmesi manasını taşır.
Diyarbakır Şehir Araştırmaları Kitap Dizimizin ilk seti, şehir yazılarımızla diğer dergilerle gazetelerde yer almış çalışmalarımızdan bir derleme oluşturuldu, yeni makalelerle sempozyum bildirilerimizle harmanlandı. Biri hikâye ikisi şiir çalışmamız, bu set içinde şehir açısından değerlendirildi.
Günümüzde kitap okumanın önündeki en büyük engellerden biri olan eğitim alanındaki çıkmaz, öğrencilerin birer test kölesi haline getirilip, genç dimağların tarihle, kültürle, medeniyetle şehirle ilgilerinin kopuk olmasıdır. Bunun yanında yazılı-sesli-görsel medyanın (Televizyon-Gazete-Dergi) yirmi dört saatimizden en az beş saatimizi çalması, evde daima bulunanların on saatini katli, okumanın önünde engel teşkil eder. Programların kalitesizliği, dizilerin fikri iğdiş etme hali ve diğer hususlar toplamı, medeniyet içinden gelen şehirleri, insanımıza yabancılaştırmıştır. Yapılar, birer taş duvardır, kaleme alınmış eserler kâğıttan öteye gitmeyen, alfabesi farklı, ancak yüz binde bir kişinin anlayacağı arşivlik eserlerdir. Şehrin yetiştirdiği şairler-yazarlar, günümüze hitap etmemektedir. Dünün mimarî tarzı, çağdaş değildir. Sokaklarımız, caddelerimiz istenilen düzeyde olmaktan uzaktır. Dünün giyim kuşamı, mutfak anlayışı, konuşması bu güne terstir.
Kısacası kendisinin olmaktan çıkmış insanımızın nasıl bir garip hal içinde olduğunu gördüğümüz bugün, geçmişten ne esintiler varsa bir kıymete sahip değildir. Şehrin en önemli yönü turist çekip çekmediğidir. Turistin istediği kumsaldır, çevredeki tarihî eserlerdir. O zaman denize kıyısı olmayan şehirler, bu önemi taşmakta zorlanır. Madem turist, tarihle kültürle mimarî ile iç içe yaşamak istiyorsa, biz neden bu değerlere sahip şehirlere önem vermiyoruz?
Turizme yönelik yatırımlarda bulunan maddî boyutta varlıklı kimselerin bu şehirlere önem vermesi gerekmez mi? Otelini yapacağı alan denize yakın değilse şehirler önem taşımayacak mı?
Bir hafta kaldığımız İstanbul Eyüp’de Eyüp Mezarlığını dolaşırken, çıktığımız tepede Pıerré Lotî adına sık sık rastladım. Tamam, bu müstemlekeci devletin bizdeki temsilcisi İstanbul’a âşık ve bu tepeye çıkarak dinleniyor. Bunu anladık. Şehre hâkim tepenin adı Pierré Loti olmasa, ne olacak?
Her şeyimizle başkasının taklitçisi olduğumuz ortamda tabelaları değiştirildi iş yerlerinin, isimleri değiştirildi mekânların, sonra köylerin, ilçelerin ve dahi şehirlerin.
Şehir Araştırmacısı olarak ne demeli, bu konularda?
Şehirlerin kimsesizliğine mi yanmalı, gönül?
Şehirleri şehir yapan değerlere yabancı kaldığımıza ya da bırakıldığımıza mı?
Şehirleri şehir yapan kalemlerimize sahip çıkmayışımıza mı?
Eyüp’de mezarlıkta yatanların çoğunun kabrini ziyaret ettim, yüzü aşkın isim gördüm.
Fransa’nın Paris Merkez’deki ünlü mezarlığını da yerinde gören biri olarak karşılaştırma yaptım, 22 Kasım 2014 Tarihinde.
Biz, yaşarken değer vermediğimiz insanımıza ölürken ağıtlar yakar, mersiyeler dizer, alkışlarla mezarlığa kadar gideriz. Defnedildikten sonra merhumu-merhumeyi yılda bir kez hatırlarız veya hatırlatan çıkar.
Kabirler bakımsız ve çoğu sahipsiz.
Paris’teki gibi heykeller vs… durumlar geleneğimizde yok, bunu biliyoruz. Fakat şehri şehir yapan değerlerden biri olan mezarlıkların önemi oldukça büyük. İsmini dilerinden düşürmeyen bir fikir adamımızın kabrine uğradım. İmzasını taşıyan kabri oldukça mütevazı. Bir aşağısında ona dostluğunu ölümüne kadar devam ettiren talebesinin kabri de var. Aynı alanda oldukça önemli bir devlet adamımızın aile kabristanı yer alıyor.
Bu mezarlıklara sahip çıkmayanları yaşadığımız dönemde şehri tanımaya çağırıyoruz, şehir kitaplarını okumaya davet ediyoruz. Dedesinin kabir taşında ne yazdığını bilmeyen torunun, babasının kabir taşında ne yazıldığını bilmekten uzak oğlun şehre merakı olabilir mi?
Evet, bu İstanbul Eyüp’de böyledir, Ankara’da farksızdır, Diyarbakır Mardin Kapı’da değişmezdir.
Şimdi dünü bilmekten uzak bıraktırılmış ya da kalmış bizim kendi köklerimizi öğrenmenin zamanı biraz eskidi. Şehirlere değer vermekten yana nasibini almamış kuşağı bu konuda aydınlatma, bilgilendirme görevimiz…
Hangi şehirde yaşamaktaysanız, bu haftayı o şehirle ilgili kitaplarla dolu dolu geçirin. Devlet, yılın her gününü, haftasını farklı isimler altında değerlendiriyorsa, bir haftayı da “ Şehir Haftası” adıyla biz kutlayalım, beş-on sene içinde yaygınlaşacaktır, bu adet.
Diyarbakır’ı merak eden dostlarımızı da yazdığımız 12 yeni kitabımızı okumaya davet etmek, bu durumda kaçınılmaz oluyor. “Bu derdin sıkıntılarına ol derman” derken, okurdan sadece kitapları okumasını beklemiyoruz. Şehirler elden gittiği zaman, içinde yaşadığımızı sandığımız, otele dönüşen binalarda elden giden sadece tarih değildir, mimarî değildir, kültür değildir, bizim medeniyetimizdir, inancımızdır, her şeyimizdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.