Savaş, ona katılanlar açısından adeta kutsaldı. Kutsandı da. Militarizmin, şovenizmin kaynayan bir kazan içinde eridiğine tanık olundu. Kısa zamanda büyük zaferler kazanılacağına ilişkin beklentiler, bütün başkentlerde geniş yığınlara vaat edilen en önemli şeydi. Savaşa güle oynaya katılanlar, eğer sağ kalabildilerse, ruhlarını kaybederek geri döndüler.
Daha savaştan yıllar önce Alman genelkurmayı bir savaş plânı hazırlamıştı bile. Bu plânın birkaç temel ilkesi vardı. İlk ilke, Alman ordusunun asla iki cephede birden aynı anda savaşmaması gereğiydi. Somut olarak yazarsam; Almanya, hem Fransa sınırında batıda, hem de aynı zamanda doğuda, Rus sınırında savaşmayacaktı. Bunu tek tek ve sırasıyla yapacaktı; önce Fransa’ya saldıracak, onu altı hafta içinde yenecek, Paris’i alacaktı. Neden altı hafta diye soracak olursanız; çünkü Berlin, Rusya’nın ordusunu en erken altı hafta içinde seferber hale sokup, onu Alman ve Avusturya-Macaristan sınırına kadar getirebileceğini hesaplamıştı. Almanya’nın aksine Rusya’nın ulaşım alt yapısı gelişmemişti çünkü. Rus ordusu sınıra varıncaya kadar batı cephesinde işini bitiren Alman ordusunun, gelişmiş Alman demiryolu sistemiyle doğuya kaydırılması gerekiyordu. İkinci altı haftada da Rusya dize getirilecekti. Almanya’nın savaşı kazanması, yıldırım hızına bağlıydı.
Yazının devamı için: http://haber.stargazete.com/yazar/muhtesem-ve-hizli--zafer-fikri-siperlerde-eriyordu/yazi-957831






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.