• İstanbul 15 °C
  • Ankara 18 °C

Çizgi Roman ve Kızılderili Olma Sevdası

M. Ali ABAKAY

Şehir konusunda yazdıklarımıza ekleyecek ne var?

Her görüp alamadığımız şehir kitabı, içimize acı olup oturur.

Şehirler konusunda kaleme alınan kitaplara baktığımız zaman, tekrarlar sebebiyle çoğu kitap alındığına pişman eder, insanı. Nihayetinde farklı bir şeyler olabilir düşüncesiyle baştan sona okunan bu kitaplarda bize kalan birkaç paragraflık yeni bilgiyse şükrederiz, bilgi için.

Kitaba verdiğimiz değer sebebiyle, muhabbetlerimizde artık dostlarımız kitap konusunu açmaz oldu. Bilirler ki kitap denince mutlaka belirteceğimiz husus var.

Geçenlerde çizgi romandan konuşuldu.

Suskunluğumuzu hayra yormayan dostumuz, bizi çembere almak istedi.

Çizgi romanlar hakkında bilgimizin olmadığını söyledim.

İnandırıcı olmadı.

Bizden istenen, Zagor’un, Tommiks’in, Zembla’nın, Gordon’un, Kinova’nın, Teksas’ın, Yüzbaşı Volkan’ın, Teks’in, Mandrake’nin çizgi romanları mıydı?

Ya da Kara Murat, Tarkan, Karaoğlan tarzı çizgi romanlar mıydı?

Sözü şehire getirerek, Kızılderili Toprakları’nı işgal edenlerin hayır görmemesi dileğiyle girdik.

İnka’dan, Aztek’ten bahsettik.

Kendilerinin barış çubuğunu tüttürerek, bu toprakların sahiplerine boyalı cam işlerini ellerindeki altınla değiştiren beyazlara lanet okuyarak devam ettik.

Ateş suyuna alıştırılan, baltaları toprağa gömülen, virüslü battaniyelerle kamplarda sonları getirilen, kafa derileri yüzülüp kafa derisi yüzmekle suçlanan Kızılderilileri, sinema sektöründe vahşi olmakla suçlayan kimi çizgi romanların tahliline başlarken  Ulu Manitusu’na ters gelen sözümü kesen biri, “Kızılderililer, akıllı olsaydı!..” demez mi?

İspanyol, Portekiz, İngiliz, İrlandalı çapulcularının “Altına Hücum!..” diyerek işgal ettikleri Kızılderili Toprakları’nı Hindistan’a yönelmek üzere keşfeden(? Ne demekse) kaptan sonrası, bu kıtanın yeni bir işgal yeri olduğunu ve kıtaya kendi ismini veren diğer kaptan, Kızılderililerin kendi bedduaları olan tütünle insanlığı ne hale getirdikleri hepimizin malûmudur.

“Şehir” denince, hanla hamam, köprüyle çeşme, Medreseyle Camii’den başka bir şey düşünmeyenlerin, aslında çoğumuzun bildiği bu engin yorumla ne kadar bilgilendiklerine sevindim.

“Sevindim.” Derken, şehirden ne anladıklarını tahmin ediyordum, aslında.

Çevre kirliliği, nazım plânı, yerleşim biçimleri, rezidanslar, çok katlı beton mezarlar konuşmamızın ikinci bölümünü içicine alıyordu.

Biz, şehirde operadan, tiyatrodan, baleden de konuştuk.

“Şehir” denince akıllarına gelen çok katlı beton mezarların çevre düzenlemesi, yüzme havuzu, birer soygun merkezi haline gelen AVM’lerden bahseden oldu.

Şehirlerin eski yerleşim alanlarının el değdirilmeden muhafazasının şart olduğunu belirttik. Roma’dan, Venedik’ten, Paris’ten, Bremen’den ve birkaç şehirden gözlemimizi ifade ettik.

Hayret ki şaşkınlık!.. Bu yerleri görüp görmediklerimizi merak eden dostlara, kalkıp İstanbul’u, Ankara’yı, son dönemde çok katlı yapılaşmaya mekân olan Konya’yı anlatmadan edemedik.

Şehirlerin bir ruhu olduğunu, şehirler ruhsuz olunca medeniyetin öldüğünü, aslını kaybeden şehirlerin yok olduğunu, şehirleri şehir kılan hususların mimarî yapılarda tecessüm ettiğini, bu yapıların korunmadan şehrin aslî sıfatlarına ulaşmadığını söyledik.

Medreselerin, hanların iş yerlerine, turist eğlendirme mekânlarına dönüşmesinin hayra alamet olmadığını belirttik.

Kimi yerlerde tarihî konakların restaurant şekline dönüşmesinin içler acısı halini ifade ettik.

Sonrasında şehir konusunda her şehirde bir şehri tanıtma merkezinin olmasının gerekliliğini dile getirmeye çalıştık.

Bu çizgi romanlarda dile getirilenlerden başa fotoroman okuyup okumadıklarını sorunca muhattap bildiklerimizin Red Kit’i bildiklerini, Kiling’in hakkında bilgi sahibi olmadıklarını öğrendim.

Yaşadığımız dünyada Superman, Conan, Super Girl, Örümcek Adam, Rambo olmak üzere birkaç  hayalî kahramana kendi reklâmını yapan anlayışın dünyayı kurtarma adına nasıl sömürdüğünü, şehirlerin bundan nasıl nasibini aldığını, ocakların neden söndüğünü, insanların neden bu çağda katlîamlara sürüklendiğini, binlerce senelik şehirlerin taş üstünde taş bırakılmadan çağın Mogol barbarlarınca ortadan kaldırıldığını, müzelerin talan edildiğini açıklamaya girişince tek konuşanın ben olduğumu gördüğüm masada kimsenin kalmadığını gördüm.

Doğrusu çay içmek için gittiğim çay ocağında küçücük masa etrafında benden başka kimse yoktu.

Elimde gazeteyi okurken haberlerden olsa kendi dünyamda bir anlık daldığım düşünce yumağı, bizi bu duruma getirdi.

Elimdeki çayın soğuduğunu hissettim.

Soğuk çayın sıcak niyetine içilmesi ne derecede doğru?

Bu yazıyı adeta olmuş gibi yazmanın mahcubiyeti nasılsa çaycıdan yeni çay isteme adına soğuk çayı birkaç yudumda bitirdim.

Arkadaşım, şehri gezme için beni çok bekletmişti.

Çay bardağının buharı üstünde tüterken, selam vermez mi?

Selam Allah’ın selamı, aldık.

Dostumuz, şehrin trafiğinden, olumsuzluğundan, kişilerin eğitimsizliğinden başladı, konuşmaya:

-Keşke köyde yaşasaydık, bu şehirde her şey vahşice!..

Nasıl olduysa söyledim, kendimce:

-Kızılderili olmak ne güzel. Onların yaşamı, köy hayatı!..

Şaşırıp kaldı, dostumuz. Söylediğimi anlamadı.

O, neden geciktiğini bir bir anlatmaya başladı.  

Bu yazı toplam 922 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim