• İstanbul 19 °C
  • Ankara 15 °C

D. Mehmet Doğan: Âkif’in fikirleri bugün de ufuk açıcı

D. Mehmet Doğan: Âkif’in fikirleri bugün de ufuk açıcı
Türkiye Yazarlar Birliği şeref başkanı ve Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi Başkanı D. Mehmet Doğan, gençlere “Camideki Şair Mehmed Âkif”i anlattı.

TYB Gençlik Birimi tarafından, İstiklâl Marşı’nın kabulünün 100. Yılı dolayısıyla başlatılan ve iki haftada bir cumartesi günleri gerçekleşecek “100.Yılında Gençliğin İstiklâli” söyleşilerinin ilk konuşmacısı D. Mehmet Doğan oldu.

6 Şubat 2021 tarihinde gerçekleşen ve TYB’nin instagram hesabından canlı olarak yayınlanan söyleşiyi Nigar Gizem Ünal yönetti.

İşte, program yöneticisi Nigar Gizem Ünal’ın Akif ile ilgili soruları ve D. Mehmet Doğan’ın cevapları.

-Öncelikle 2021 yılının İstiklâl Marşı Yılı olarak ilân edilmesi ile ilgili görüşlerinizi bizimle paylaşır mısınız?

 -Bu sene malûm İstiklâl Marşı'nın kabul edilişinin 100 yılındayız. Yani aradan 100 yıl geçti, çok da kısa bir zaman değil en az 3-4 nesil geçmiş demektir bu. Bu üç dört nesil hep İstiklâl Marşı ile büyüdü, yaşadı, hayatının her safhasında İstiklâl Marşı vardı. Okulda, işte hatta spor karşılaşmalarında bile biz İstiklâl Marşı söylüyoruz. Tabii ki İstiklâl Marşı'nı herkes biliyor, iki kıtasını ezberliyor. Bu biraz zor ama İstiklâl Marşı'nın bütününü bilmek, manasına nüfuz etmek, onun yazıldığı dönemi tanımak, o zor şartları bilmek ve o zor şartlar içinde İstiklâl Marşı'nın doğuşunu anlamak, Mehmet Âkif'i bu vesile ile yakından tanımak...

Mehmet Âkif'i biliyoruz, biz İstiklâl Marşı'nı bildiğimiz gibi ama olaylar vesilesi ile insanlar tanınır, yaptıkları ettikleri ile tanınır. Mehmet Âkif İstiklâl Marşı'nın yazılış sürecindeki tutumuyla, tavrıyla da bilinmesi gereken önemli bir şahsiyettir. Onun bu konuyla ilgili, yani millî marş yarışması ile ilgili görüşleri var. Bu düşüncesi yüzünden yarışmaya katılmıyor malum, sonuna kadar da o görüşlerinden vazgeçmiyor. İşte bütün bunların bir hafıza tazelemesi şeklinde 2021 yılı içinde önümüze gelmesini istiyorduk.

Geçen yıl, yani 2020 yılının başlarında malum bütün dünyayı kasıp kavuran salgın başladı, mart ayından itibaren de ülkemizde bu salgınla ilgili tedbirler alınmaya başlandı, günlerce sokağa çıkamadık. O günlerde biz, Türkiye Yazarlar Birliği ve Mehmed Âkif Araştırmaları Merkezi olarak 2021 yılının İstiklâl Marşı'nın 100. yılı olarak değerlendirilmesi, kutlanması konusunda hazırlıklar yapmaya başlamıştık. Biraz gecikmeyle mayıs ayından itibaren bunu resmi, üst makamlara da ulaştırdık, duyurduk. Tabii zor bir yıldan geçtik, her bakımdan zor bir yıldı 2020. Salgın, depremler, dış münasebetler, içerideki birtakım sıkıntılar falan. Ve nihayet biraz bize göre geç bir zamanda da olsa 2021 yılının İstiklâl Marşı yılı olması Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edildi. Meclis başkanımız bu konuda bir teklif hazırladı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde grubu bulunan bütün parti liderleri bunu kabul ettiler. Dolayısıyla 100 yıl sonra İstiklâl Marşı yine bir mutabakata vesile oldu bundan da büyük mutluluk duyuyoruz.

2021 yılı İstiklâl Marşı yılı oldu, bu ne anlama gelir? Tabii böyle resmen yıl ilan edilmiş ve devletin işin içinde olduğu konularda, hususlarda resmiyetin öne alması gerekiyor, yani resmi kurumların öncülük etmesi, bu konuyla ilgili birtakım çalışmalar, faaliyetler yapması gerekiyor. Bunu bekliyoruz, bir aydan fazla zaman geçti üzerinden, 12 Mart’a da bir ay kadar zaman kaldı. Henüz resmiyet anlamında çok ciddi bir etkinlik görünmüyor. Ama şunu söyleyebiliriz; İstiklâl Marşı yılı kabul edilmesi dolayısıyla Türkiye’nin her yanında ilgili kuruluşlar; belediyeler, milli eğitim müdürlükleri, vakıflar, dernekler gibi gönüllü kuruluşlar, üniversiteler kendi imkanları dahilinde 2021 yılı İstiklâl Marşı yılı dolayısıyla faaliyetler yapmak için hazırlık içindeler. Bunların bir kısmından bizim haberimiz var, tabii bizim haberimiz olmayan çabalar, gayretler de olabilir.

Bu salgın dolayısıyla insanların bir araya gelme imkânı olmuyor yani yüz yüze faaliyetlerin, toplantıların yapılması mümkün olamıyor. Öyle sanıyorum ki biraz da bu konuda faaliyet yapmak isteyenler, çalışmak isteyenler güz aylarını hedefliyorlar, yani ekim, kasım aylarında, son üç ayda aşı filan sebebiyle biraz işler yoluna girecek dolayısıyla o alışık olduğumuz, yıllardır yapılagelen tarzda faaliyetler yapılacak gibi de düşünülüyor olabilir. Tabii biz her ihtimali de göz önünde bulunduruyoruz ama onun için dahi şimdiden bir planlamanın ön hazırlığı yapılması gerekiyor.

Bizim faaliyetlerimizle ilgili bir sıkıntı yok. Biz aslında faaliyetlere kasım ayında başladık. 19 Kasım’da Mehmet Âkif’in Kastamonu’da meşhur Nasrullah Vaazı var, Nasrullah Camii kürsüsünde yaptığı konuşma var. Milli mücadelenin temel metinlerinden biri, orada konuşulmakla kalmamış Eşref Edip bunu güzel şekilde not etmiş, metin olarak dergisinde yayımlamış, kitapçık olarak basılmış ve o zamanın şartlarında Anadolu’nun her tarafına dağıtılmış, camilerde hocalar tarafından kürsülerden okumuş, toplu olarak bulunulan yerlerde yine bu vaazın metni okunmuş. Neden? Çünkü Milli Mücadele’nin ruhunu çok iyi yansıtan bir metin. Bunun yüzüncü yılını Kastamonu’da yapılan bir toplantıyla hatırlamış olduk ve başlangıcımız böyle oldu.

Bütün yıla yaygın bir faaliyet düzenimiz var bunları da peyderpey uyguluyoruz. Tabii 27 Aralık pazar gününe rastladı, biz 1978’den beri her 27 Aralık’ta Tacettin Dergâhı’na gidiyoruz. Orada mütevazı bir faaliyet, toplantı yapıyoruz. Kur’anı Kerim okuyarak başlayan ve Kur’an okuyarak tamamlanan Kur’an şairinin ruhuna uygun bir faaliyet bu. Bu sene cumartesi, pazar günleri malum sokağa çıkma yasağı var. Özel izin alarak birkaç arkadaşımız Tacettin Dergahı’na gittik. Bu yıl da nöbetimizi böylece yapmış olduk, bizim için bir nöbet, bu, nöbetimizi tuttuk. Azdık ama bu işin azı çoğu olmaz, önemli olan bir geleneğin sürdürülmesidir. Bu geleneği sürdürmeye devam ediyoruz. Tabii yıl içinde bizim çok faaliyetimiz var, bunlardan en yakın olanı ve büyük çaplısı 12 Mart haftasında başlayacağımız, yani 12 Mart günü başlayacağımız Yüzüncü Yılında İstiklâl Marşı ve Mehmet Âkif Bilgi Şöleni. Kırk kadar katılımcısı var (bilim adamları, fikir adamları, edebiyatçılar...) Biz bu çeşitliliği önemsiyoruz, sırf akademisyenlerden veya yazarlardan oluşan bir toplantı değil. Çeşitli açılardan bakabilen kişilerin bulunduğu bir faaliyeti daha önemli buluyoruz. İşte o hafta 5 gün, tabii elektronik ortamda bu faaliyeti gerçekleştireceğiz, kitabını da eylül, ekim gibi Allah nasip ederse çıkaracağız. Bu kapsamlı bir faaliyet ve bizim daha önce yaptığımız böyle 9 tane bilgi şöleni var. Onuncusunu böylece yapmış olacağız.

9 bilgi şöleninin kitabını da yayınladık, tabii kitap baskıları bittiği için de bütün bu şölenlerin kitaplarının elektronik versiyonunu Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi sitesinde paylaştık. Âkif üzerine çalışan, araştıran veya bilgi sahibi olmak isteyenler bu kitaplara kolaylıkla müracaat edebiliyorlar.

2021 yılı, yüzüncü yıl dolayısıyla çok şey söylenebilir, son olarak şunu söyleyip diğer soruya geçelim. Böyle bir yıldönümü 100 yılda bir gelir. Biz birinci yüzyılda yaşıyoruz, ikinci yüzyılda kimler olur onu bilemiyoruz. Tabii şu anda yaşayan hiç kimsenin olamayacağını biliyoruz, elbette çünkü bu andan itibaren 100 yıllık bir süre var. İstiklâl Marşı’nın ikinci yüzyılı belki de çok farklı şekillerde, çok farklı ortamlarda kutlanacak, biz kendi dönemimizde bunu en iyi şekilde yapmaya çalışmalıyız.

Âkif Anadolu’nun muhtelif camilerinde vaazlar verdi

-Camideki Şair Mehmet Âkif kitabının yazılma sürecinden bahseder misiniz? Siz bu kitabı Mehmet Âkif’in idealindeki gençliğe “Âsımın nesline” ithaf ediyorsunuz.

-Bu otuz küsur yıllık bir kitap, ilk defa 1989’da yayımlanmıştır. Tabii öncesi de var ben Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisinin yayın yönetmenliği yaparken (1974-77 yılları arasında) ansiklopedinin maddelerini dağıttık hocalara ve konuyla ilgili yazanlara. Kendim de Mehmet Âkif’i (Ansiklopedinin başlarında yer alıyor çünkü “e” harfi Ersoy’a göre alacağımız için. Mehmet Âkif Ersoy maddesini de kendim yazmak istedim, böyleye Mehmet Âkif’le ilgili o zaman elde bulunan her türlü kitabı okudum, notlar aldım ve bu uzunca maddeyi o zamanın şartlarında hazırladım. Yani Mehmet Âkif’le ilgili böylece hayatı, eserleri çerçevesinde uzunca bir ansiklopedi maddesi hazırlamış oldum. Bu kitabın ana maddesi budur. Mehmet Âkif, hayatı, eserleri, şahsiyeti diyebileceğimiz bir maddedir. Yine 1970’li yılların sonunda Ankara’da Türkiye Yazarlar Birliği kurulduktan sonra o zaman Yazarlar Birliği’ni kuran arkadaşlar oturduk, şunu konuştuk. Biz hangi yazarı öne çıkaralım? Onun üzerinde duralım, onu gençlerimize, milletimize tanıtalım, onunla ilgili yapılması gereken faaliyetleri yapalım diye bunu tartıştık ve sonunda Mehmet Akif’te karar kıldık. Bunun birçok sebebi var. Malum eserleri; İstiklâl Marş’ı, Safahat’i, şiirleri... bunlar çok önemli dilimiz ve edebiyatımız, düşünce hayatımız için. Bunun dışında Mehmet Âkif’in bir mücadelesi var, bir davası var ve bu mücadele Balkan Harbi’nde başlıyor ve son olarak Milli Mücadelede, İstiklâl savaşında devam ediyor. Mehmet Âkif hep bu dönemlerde olayların içinde oluyor, sonuncusunda çok daha fazla içinde oluyor. Bir de şahsiyeti var, Mehmet Âkif’in çok güçlü bir karakter sahibi olduğunu biliyoruz yani onun özü sözü bir bir insan olduğunu, hayatının bu istikametten sapmadan başlayıp bittiğini de biliyoruz. Böyle insanlar zor bulunuyor. Biz Mehmet Âkif gibi her bakımdan önemli, değerli, topluma takdim edildiği zaman sağından solundan çekiştirilmeyecek kıymetli bir isim üzerinde ittifak ettik. İşte o süreç içerisinde de yine Mehmet Âkif’le ilgili çalışmalar yaptık. Bazı dergilerde yazılarımız yayımlandı. Daha sonra da Mehmet Âkif’in Milli Mücadeledeki rolüyle ilgili bir gazete eki olarak uzunca bir yazım yayımlanmıştı. Bütün bunları toplayarak mütevazı bir  yayımladık. Biz daha sonra ne olacağını o zaman bilecek durumda değiliz, Mehmet Âkif’le ilgili yazılarımızı, çalışmalarımızı toplayıp bu konuyla ilgili olanları sunmak istedik. İsim olarak da “Camideki Şair” başlığını seçtik. Camideki Şair Mehmet Âkif. Tabii camiye gidip gelen, camiden geçen şair çoktur, ama camide fikirlerini yayan, cami kürsüsüne çıkan, vaaz kürsüsünden konuşan, oradan fikirlerini yayan şair bir tane var o da Mehmet Âkif.

Mehmet Âkif’in cami kürsülerine çıkma tarihi diyebiliriz ki 110 yıl öncesine dayanıyor. Balkan Harbi sırasında, Balkan Harbi’nin devam ettiği belki de artık sona yaklaştığı zamanlarda Müdafaa-i Milliye Cemiyeti diye yarı resmi bir teşekkül meydana getiriliyor. Bu cemiyet ne yapacak? Milletin maneviyatı Balkan Harbi dolayısıyla çok sarsılmış durumda. Muazzam Osmanlı devletinin güçlü bilinen ordusu 1912 yılında küçük Balkan Kavimleri karşısında ağır bir mağlubiyete maruz kaldı, bu halkın maneviyatını çok etkiledi. Tabii bu mağlubiyetin başka bazı sonuçları var. Balkanlardan yüzbinlerce Müslüman-Türk güvenlik endişesiyle İstanbul’a doğru akmaya başladı, büyük bir muhacir dalgası. Tabii kışta kıyamette bunların bir kısmı yollarda hastalıktan ve açlıktan hayatlarını kaybetti, geriye kalanları da İstanbul’a veya İstanbul’a yakın yerlere geldiler. Buralarda da bu kalabalık kitleyi barındıracak yerler yok. Camii avluları, medreseler, o zamanki büyük kamu binaları... Bunlara tahsis edildiler ama çok zor şartlardı. Yani mağlubiyetin arkasından gelen bu göçler de büyük tedirginliğe yol açtı. İşte Müdafaa-i Milliye cemiyeti bir taraftan askerlere silah, teçhizat gibi yardımlar yapmak üzere kurulmuştu diğer taraftan da halkın maneviyatını güçlendirmek, Balkan Harbi sonrası halkın maneviyatında meydana gelen kırılmayı onarmak, tamir etmek maksadını güdüyordu.

Bunun için bir irşad ve neşriyat heyeti, yani yayın ve aydınlatma heyeti meydana getirilmişti. Âkif bu heyetteydi. Bu heyete o zamanın ünlü şairleri, yazarları alınmıştı. Recaizade Mahmut Ekrem, Abdulhak Hamit Tarhan, Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin gibi başka isimler de var hepsini saymaya gerek yok... Mehmet Âkif bu heyetin katibi, şimdiki tabirle sekreteri yapılmış ve Âkif bu Neşriyat heyeti tarafından İstanbul’un selatin camilerinde halkın maneviyatını güçlendirici konuşma yapmak üzere görevlendirilmiş. Ve Mehmet Akif 1912 yılında Bayazıt Camii kürsüsünde vaaz etmeye, konuşmaya başlayarak bu vazifeyi yerine getirmiş. Zaten hatırlanacağı üzere Mehmet Âkif’in iki kitabı Süleymaniye kürsüsünde ve Fatih kürsüsünde işte bu cami kürsülerindeki konuşmaların şiirleştirilmiş şeklidir, manzum hale getirilmişidir. Süleymaniye kürsüsünde Abdurreşit İbrahim ağzından Akif konuşuyor. Neden onun ağzından konuşuyor, çünkü Abdurreşit İbrahim bütün İslam dünyasını görmüş. Gözlemlemiş. Ne olup bittiğini, zaaflarımızı, gücümüzü biliyor. Süleymaniye kürsüsünde onu konuşturuyor Akif. Aslında Âkif kendisi konuşuyor ama onun ağzından konuşuyor. Abdurreşit İbrahim’le tabii ki fikir beraberlikleri var, ayrı gayrı yok. İkinci Fatih Kürsüsünde ise kendisi konuşuyor. Yani cami kürsüsünde hem fiilen vaaz ediyor hem de bunu edebiyata yansıtıyor. O yüzden Mehmet Âkif’e biz “Camideki Şair” dedik.

Mehmet Akif 1912 yılında camilerde konuşmaya başladı, sonraki yıllarda da bu devam etti, Milli Mücadele yıllarında da Mehmet Âkif Anadolu’nun muhtelif camilerinde, önce Balıkesir’de, Ankara’da ve tabii biraz önce sözünü ettiğimiz Kastamonu’da cami kürsülerinde halka hitap etti, fikirlerini açıkladı, milleti aydınlatmaya çalıştı ve on yıl diyebiliriz ki Mehmet Âkif cami kürsülerinde konuşmasını sürdürdü biz o yüzden kitaba Camideki Şair ismini uygun bulduk. Bu isim Mehmet Âkif’e yakıştı, yani kitabın ismi o yüzden de ilgi çekti. Tabii daha sonra bizim Mehmet Akif’le ilgili çalışmalarımız, araştırmalarımız devam etti. Şunu demek istiyorum; biz oturup da Mehmet Akif’le ilgili bir kitap yazalım diye bir zamanı kesintisiz ayırıp böyle bir kitap yazamadık maalesef. Öyle de olabilirdi belki ama bir taraftan da bunun şu faydası var, kitabı daha sonraki yıllarda genişletme mecburiyeti hissettik. Bunun faydası şu: 1970’lerdeki Mehmet Akif imajı, 80’lerdeki Mehmet Akif imajı 90’lardaki Mehmet Akif imajı farklılaştı. 1970’lerin sonunda İstiklâl Marşı’na, Mehmet Akif’e karşı bir tavır vardı. Sağda da solda da vardı. İstiklâl Marşı’nda ayağa kalkmamak, ona riayet etmemek, saygı göstermemek solda da sağda da yapılan, belki herkesin içinde olduğu, katıldığı bir şey değildi ama böyle şeyler vardı. Tabii 80’lerde bu geri plana düştü. İstiklâl Marşı’nın önemi daha da anlaşıldı. Mehmet Akif’in önemi daha fazla kavrandı hatta 1986 yılında ilk defa devlet (vefatından 50 yıl sonra) Mehmet Akif’i resmi bir törenle andı. Başbakanın, kültür bakanının ve başka devlet erkanının da katıldığı bir törendi bu ve Mehmet Âkif’in 50. Yıl dolayısıyla devlet ilk defa Mehmet Akif’i andı. Bu bir nevi bir iade-i itibar gibi bir devlet açısından, yani Akif’in itibarına bir şey olduğu, değerinden bir şey kaybettiği yok ama devlet her ne kadar İstiklâl Marşı’nın şairiyse de Akif’ten uzak durdu, Mehmet Akif’i hatırlamadı. Ama 50. Yılında bu bir anlamdaki zincir kırıldı ve devlet Mehmet Âkif’i ilk defa o zaman andı ve ondan sonra da bu iş normal hale gelmeye başladı.

90’lı yıllarda yine Mehmet Âkif çok değer verilen, önemsenen bir şahsiyetti ama 1996, 97 yılında 28 Şubat hadisesi ortaya çıktı, bir nevi darbe bu, buna yarı darbe, müdahale diyorlar. Bir şekilde Türkiye’nin güç merkezlerini, siyasi sistemini değiştirmek, etkilemek için böyle bir hareket başlattı. Mehmet Âkif ve İstiklâl Marşı aleyhinde de o günlerde 1996-97-98... sonraki yıllarda da bu sirayet etmiştir. İstiklâl Marşı aleyhinde Mehmet Akif aleyhinde bir tavır ortaya çıktı. Bu yaygınlaştırılmaya çalışıldı hatta bir ara 10. Yıl Marşı milli marş olacakmış gibi bir hava meydana getirildi. Her yerde, her fırsatta 10. Yıl Marşı okundu falan böyle bir dönem geçirdik. İşte bütün bu dönemlerden sonra Mehmet Âkif’in tekrar yine devlet tarafından bir anlamda resmiyet tarafından dışlandığı bir dönemden sonra Âkif tekrar yine resmiyet nezdinde bilinen, tanınan, anılan bir şahsiyet oldu hatta 2007 yılında 12 Mart İstiklâl Marşı’nın kabul edildiği gün milli günlerimiz arasına katıldı. Biz bunun için neredeyse 10 yıl mücadele ettik, meclis nezdinde, hükümet nezdinde... En sonunda şimdi cumhurbaşkanımız olan Recep Tayyip Erdoğan o zaman Başbakandı, o bir kanun teklifi ile konuyu meclise getirdi ve 2007 yılında 12 Mart ilk sivil milli günümüz olarak kabul edilmiş oldu.

İşte bütün bu milli süreçler içinde Mehmet Akif konusunda biz yazdık, çizdik, Mehmet Akif’e yapılan saldırılara gerekli cevapları verdik ve onları da bu kitapta topladık. Kitabın hacmi tabii ilk döneme göre çok arttı ama ben Akif’le ilgili 2 kitap daha yayınladım. İkinci kitabımız İslâm Şairi İstiklâl Şairi’dir üçüncüsü de Çanakkale’den Sakarya’ya Mehmet Âkif kitabıdır. Dolayısıyla Âkif üzerine çalışmalarımız hep devam etti. Yazılarımız çeşitli mecralarda yayımlandı, gazete yazıları da var içinde, dergilerde yayımlanan yazılar da var, hiçbir yerde yayımlanmamış kitaba sadece koyduğumuzda daha uzun bahisler, fasıllar var. Velhasılkelam Akif üzerindeki çalışmalarımız devam ediyor. Hala da bu konuda yazmaya, çizmeye devam ediyoruz. Herhalde bu bizim ömrümüz boyunca sürecek işlerimizden birisidir. Gücümüz yettiğince, ömrümüz olduğunca Mehmet Akif bizim ilgi alanımız olacak.

Akif’i tanıdıkça onun büyüklüğünü yakından hissedersiniz

-Mehmet Akif Ersoy’un kişiliği ve Türk Milleti’ne bakışı ile ilgili bizi bilgilendirir misiniz?

-Mehmet Âkif’in kişiliği için birtakım tarifler var, Merhum Orhan Okay Hoca’nın Akif’le ilgili kitabında “bir karakter heykeli” ifadesini çok beğenirim. Yani Âkif bir karakter timsali. Bütün hayatı hakikatin peşinde gitmek, doğrularını yaşamak ve yaşatmak şeklinde geçmiştir. Mehmet Âkif’in dürüstlüğü, ahlakı, insan ilişkilerindeki doğruluğu, yalandan, hileden, hurdadan kaçınması, doğru bildiklerini sonuna kadar müdafaa etmesi, hesap kitap adamı olmaması, şöyle yaparsam şöyle olur, böyle yaparsam böyle olur gibi hiç hesaba kitaba girmemesi, yani kendini kurtaracak kadar bile siyaset yapmak istememesi; Bütün bunlar onu müstesna bir karakter yapıyor.

Bizim 19. Yüzyılda “Direktör Ali Bey” diye piyesler de yazan, Moliere’den adapteler yapan, mizaha meraklı bir yazarımız var. Onun bir mizah sözlüğü var Lehçet’ül Hakayık diye, “hakikatlerin lehçesi” veya “hakikatlerin dili” diye, orada bir kelimenin tarifi benim dikkatimi çekmişti. Cüce kelimesi, cüce kelimesinin karşısında “büyük adamların yakından görünüşü” yazıyordu. Büyük adamların yakından görünüşü bu gerçekten büyük ölçüde doğru bir tarif. Bunu hayatımızdan biliyoruz. Birçok büyük adam bildik, tanıdık, bunların içinde çok azının bu tarifin dışına düştüğünü söylesek hata etmiş olmayız. Yani bir büyük adamı, büyük şairi, büyük yazarı gençliğinde tanırsınız. Eseri sizi çok etkiler fakat onu tanımaya devam etmek gibi bir durum hasıl olursa, yani daha yakından tanımak için bir gayretiniz olursa o tanıma süreci devam ettikçe o büyük adamın birtakım zaaflarının, hatalarının, kusurlarının olduğunu fark edersiniz. O büyük adam küçülmeye başlar, o ilk büyük nispetini zamanla kaybeder, gerçekten de küçük bir adama dönüşür. İşte Mehmet Akif bunun tersidir. Mehmet Akif’i tanıdıkça onun büyüklüğünü daha yakından hissedersiniz. Mehmet Akif öyle büyük bir şahsiyettir ki onun büyüklüğü tanıdıkça anlaşılır. Bu ne anlama gelir? Bir anlamda büyüklüğünü gizleyen bir adamdır Mehmet Akif, yani öyle sıradan biriymiş gibi gösteren birisi. Bunu Mithat Cemal anlatıyor, Mithat Cemal’in dikkatini çekmiş bu. Onun tevazuu, insan ilişkilerinde sıradan bir adammış gibi görünmesine yol açıyor. Gerçekten de Âkif böyle birisi, onun bütün hayatında böyle olduğunu biliyoruz, hayatının bir döneminde şöyle, öbür döneminde böyle değil. Hayatının her safhasında böyle bir şahsiyet. Hüseyin Cahit Yalçın’ın bir sözü var: “Âkif eserinden büyük bir adamdır” diyor. Âkif’in eseri büyük zaten. Sadece Safahat’ı değil onun dışında yaptıkları, yazdıkları, hayatında sürdürdüğü mücadelesi büyük ama diyor o “eserinden de büyük bir adamdır” diyor, Hüseyin Cahit. Hüseyin Cahit de zihniyet olarak Âkif’le aynı kesimde değildir hatta belki ona zıttır. O dahi böyle söylüyor. Âkif’i tanıyan, onu bilen, onun fikri zikriyle uyuşmasa bile onun değerini takdir eden çok sayıda şahsiyet var. Bu kolay bir şey değil. Evet Âkif hayatını bütün olarak yaşamış birisi. Yarısı öyle yarısı böyle değil. Böyle büyük şahsiyet de çok fazla bulunmuyor ne yazık ki.

 

-Mehmet Akif’i çağını aşan bu güne ulaşan şair yapan özellikleri nelerdir?

-Mehmet Akif’i yüzyıl sonra da konuşuyoruz. Şiirlerini okuyoruz. Bize hâlâ bir şeyler söylüyor, bütün topluma söylüyor. Hatta bugün o şiirleri ezberlemek ihtiyacı hissediyoruz. Gençler hâlâ onun şiirlerini, bazı dil aşınmaları yüzünden zor anlasalar bile okuyorlar, beğeniyorlar, benimsiyorlar, ezberliyorlar. Neden böyle, çünkü Mehmet Akif hayatı ile şiiri iç içe geçirmiş. Bu sadece kendi hayatı değil, kendi dönemi, şimdi Safahat ne demek? Safhalar demek, devirler demek, dönemler demek. Mehmet Âkif hayatının safhalarını veya bizim milletimizin hayatının safhalarını bize şiirlerinde anlatıyor. Şiirleri hayatla iç içe. Bizim iyi tarafımız da var kötü tarafımız da var. Güçlü tarafımız da var, zayıf tarafımız da var.

Bütün 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başında olup biten hadiselerle ilgili Mehmet Akif’in şiirleri var. Balkan Harbi ile ilgili var, Çanakkale’yle ilgili var, Milli Mücadele ile ilgili var. Bunlar tabii ki biraz tarihe mal olan olaylar ama tarihe mal olmayacak kahvehanelerimiz var, sokaklarımız var, caddelerimiz var, şehirlerimiz var, köylerimiz var, köy hayatımız var, gencimiz var, ihtiyarımız var, dindarımız var, dindar olmayanımız var ve işte toplumun adeta bir aynası gibi eserleri. Ve o gün söylediği sözlerin bugüne de geçerliği var. Yani o gün söylediği sözler orada kalmış, bitmiş değil. Bugün de Mehmet Âkif’in fikirleri bizim için ufuk açıcı bir tesir uyandırıyor. Mehmet Âkif neden böyle, Mehmet Âkif bir kere “şiiri şiir olsun” diye yazmıyor. Yani “sanat sanat içindir” görüşüne bağlı bir şair değil. Bir kere Mehmet Akif’te çok güçlü bir şiir kabiliyeti var ama bunu o sadece bir şairmiş gibi ele almıyor. Yani milletinin, memleketinin en zor zamanlarında fikirlerini şiirle anlatmak isteyen, iyiyi, güzeli, doğruyu bu şekilde millete telkin etmek isteyen bir yol tutuyor. İşte o zaman milletin zihnine yönelik bu şiirler o zaman da etkili oluyor, şimdi de etkisini devam ettiriyor.

Mehmet Akif’in birçok metni bizim için temel, İstiklâl Marşı milli marşımız, onu her fırsatta söylüyoruz resmen de bu öyle olması gerekiyor. Öyle olmasa da bu şiir bizim için önemliydi. Ben diyorum ki Mehmet Âkif’in iki önemli şiiri var ki onları biz hiç mecburiyet olmadığı halde sürekli tekrarlıyoruz. Bunlardan birisi Çanakkale Şehitlerine şiiridir. Çanakkale Şehitlerine şiiri Türkiye’de en çok okunan, en çok ezberlenen şiirdir. Hâlâ bu böyledir ve o muazzam Çanakkale Savaşı, Çanakkale Mahşeri olarak tarif edilen Çanakkale Savaşı’nı zihnimizde diri tutan nedir denilirse işte o Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerine şiiridir.

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem” diye başlayan o çok yüksek tonda konuşan bölümü Asım’dadır bu da, hem Çanakkale Şehitlerine şiiri Asım’dadır hem de Zulmü Alkışlayamam, “İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu? diye biten” şiir bu da bizim mazlumiyetimizin marşıdır. Yani biz ne zaman kendimizi mazlum hissettik, sağdan soldan baskılara maruz kalsak, ezilmek istesek bu şiiri hatırlarız. Zalime zulme karşıyız, kendimize olduğu zaman da karşıyız, bizim dışımızdakilere olduğu zaman da karşıyız. Bu üç temel metin bizim vazgeçilmezlerimizdir ama tabii ki Âkif’in bütün şiirleri, bütün yaptıkları bizim için yine önemlidir ama içinden bu üç tanesi adeta milli marş gibi okunur, terennüm edilir. Bunu da unutmamak lâzım.

Asım karakteri üzerinden bir genç modeli oluşturmaktadır

-Mehmet Akif Ersoy yaşasaydı sizce gençlere ne söylerdi?

-Gençlere yönelik Mehmet Âkif’in çok şiirleri var, hatta diyebiliriz ki Mehmet Akif’in bu şiirlerinin tamamı gençlere yöneliktir. Çünkü böyle mürebbi konumunda olanları yani gençleri yetiştirmek için çabalayanlar, -Âkif bunların başında gelir-, toplumu değiştirmek, toplumu yenilemek isteyenler gençleri muhatap olarak alırlar. Belli bir yaşın üzerindeki insanların artık değişme kabiliyeti azalmıştır, zayıflamıştır ama gençler, yetişmekte olan insanlar böyle metinlerden, şiirlerden, eserlerden daha fazla etkilenebilirler ve onlar zaten geleceğin toplumunu meydana getireceklerinden mürebbi dediğimiz, terbiyeci dediğimiz bu şahsiyetler gençlere yönelirler, Akif de gençlere yönelmiştir. Birçok şiirinde bu doğrudandır. Bazı şiirlerinde doğrudan değildir ama yine arka planda gençlerin gözetildiğini düşünebiliriz.

Tabii Mehmet Akif’in doğrudan gençlere yönelik bir kitabı var hatta. Yedi ciltlik Safahat’in altıncı kitabı “Âsım” kitabıdır malum. Åsım, Mehmet Âkif’in en olgun eseri, şaheseri olarak kabul edilir. Mehmet Âkif daha önce beş şiir kitabı yayımlamıştır. Elbette ki bu kitaplardaki şiirler de çok önemlidir ama Âsım artık onun olgunluk döneminde yazılmıştır ve Mehmet Âkif bu Âsım’da şiirin zirvesine çıkmıştır, aruzun zirvesine çıkmıştır. İfadesini o kadar geniş bir çerçevede güçlendirmiştir ki. Toplumun en alt kesiminin konuştuğu dil de vardır orada en üst kesiminin konuştuğu dil de vardır. Akif bütün bunları bir şiir içinde, o zaman aruz vezninin dar kalıpları içinde ifade etmeyi başarabilmiştir.

Akif, Âsım karakteri üzerinden bir genç modeli oluşturmaktadır. Gençliğe sen böyle olmalısın diyebileceğiniz bir model sunmaktadır. Bu Âsım’dır. Âsım kim? Âsım Çanakkale Savaşı başlayınca Avrupa’daki tahsilini yarıda kesip gönüllü olarak cepheye giden bir gençtir. O zaman tabii ki ülkemizde birçok yüksek okul, orta kademe okul hatta medreselerden gençler Çanakkale Savaşı’na katılmışlardır. O yüzden Çanakkale’de böyle tahsilli zayiatımız çoktur. Âsım da bu gençlerden biridir ve o da Avrupa’daki tahsilini bırakıp gelmiştir, savaşmıştır. Bazı arkadaşları şehit olmuştur, o da gazi olarak İstanbul’a dönmüştür. Bir kere vatanı, milleti, dini, imanı için kendini feda edebilecek bir gençten bahsediyoruz. İdeal sahibi bir genç bu. Fizikten ruha yükselmiş bir genç daha doğrusu, fiziğinin ötesinde bir dünyaya ulaşabilmiş bir genç. Bu genç nasıl birisidir diye sorulursa Âkif onu bize fizik olarak da çok güçlü olarak anlatıyor. Fiziken çok güçlü, yani sporcu diyebileceğimiz, sportif karakterde birisi. Güreşçi de olabilir bu, güreş deyince hep ağır sıikletler aklımıza geliyor, öyle şişman birisi değil yani. Öyle anlaşılmasın diye böyle sportif birisi diyoruz. Sırım gibi bir delikanlı bir taraftan. Diğer taraftan da fiziği yanında ruhen de kuvvetli birisi. Bedenen kuvvetli, ruhen kuvvetli, zihni sağlam, aklı fikri yerinde, muhakemesi yerinde yani iki yönden de güçlü bir genç. Sadece bedeni güçlü değil. Maneviyatı da kuvvetli bir genç karakteri bize çiziyor ve bu genç haksızlık karşısında susmuyor, dilsiz şeytanlığı tercih etmiyor, gücü yettiği kadar hakkı üstün tutmaya çalışıyor. Âkif işte bu karakteri bize anlatıyor ve bize örnek, model olarak sunuyor. Âsım’ın nesli dediğimiz nesil, Âkif’in tarif ettiği bu nesil. 1924 yılı Ağustos ayında Âsım ilk defa yayınlanmıştır, o tarihten beri bizim literatürümüzde yeri olan bir kavramdır Âsım’ın nesli o günden bugüne Âsım’ın neslinden birçok gencimiz geldi geçti, hala da o nesilden olanlar var ama tabii ki herkes Âsım olamaz, herkes Âsım’ın neslinden olamaz. Onun şartları var, o şartları da işte Akif, Âsım kitabında bize en güzel şekilde anlatıyor.

Gençler Asım’ı mutlaka okusun

-Tüm bunlardan yola çıkarak siz gençlere neler söylemek istersiniz.

-Bizim gençlere söyleyeceğimiz Akif’in söyleyeceğinden daha üstün bir şey olamaz diye düşünüyorum. Tabii denilecek ki zaman çok değişti, araya yüz yıl girdi...  Doğru bütün bunları kabul ediyorum. Yüzyıl, bir asır geçti aradan, nesiller geçti, çok şey değişti, teknolojideki değişmeler baş döndürücü bir süratle oldu hatta son çeyrek diyelim yani 21. yüzyılın başındaki değişimler daha önceki yüzyıllarla kıyaslanamayacak ölçüde oldu ama insan yapısı, karakteri, psikolojisinde, bunlarda bir değişiklik olmadı, yani fon değişse bile, kullandığımız aletler değişse bile, teknoloji bizi şöyle veya böyle etkilese bile bizim o insani karakterimiz yine olduğu gibi devam ediyor. Bu yüzden Akif’in bilhassa Âsım’da gençler için söyledikleri önemli, yani gençlerimize bizim tavsiyemiz: Mehmet Âkif’i okuyun, Âsım’ı okuyun demekten ibaret olabilir. Eğer Akif’i iyi okurlarsa, anlamaya çalışarak okurlarsa, Asım’ı dikkatle okur, biraz önce söylediğimiz gibi bazı bölümlerini ezberlerlerse, Çanakkale Şehitlerine bunlardan biri, “Zulmü Alkışlayamam Zalimi Asla Sevemem” aynı şekilde böyle. Bunları ezberlerlerse o kitaptan bir hayli hayat düsturu devşirebilirler. Tabii Mehmet Âkif’in bütün bu gençlik için söyledikleri aslında bizim geçmişimizle ilgili atıflarla dolu. Yani geçmişimiz, bizi var eden kültürel yapı, medeni yapı nedir? Bu tabii ki din kaynaklıdır, Kur’an kaynaklıdır, Mehmet Akif’in atıfları esasen Kur’an’adır, Peygamberimizedir, söylediklerinedir. Dolayısıyla 20. yüzyılda bunların bir yorumudur Mehmet Âkif’in söyledikleri o yüzden de ayrıca önem taşıyor yani kafadan uydurmuş, söylemiş değil, çok sağlam dayanakları olan sözlerdir. O yüzden gençler Mehmet Akif’i dikkatli okumalı, Âsım’ı dikkatli okumalı ve bundan istifade etmenin yolunu aramalıdır.

Bu haber toplam 956 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim