• İstanbul 14 °C
  • Ankara 11 °C

D. Mehmet Doğan: Elaziz’de üç güneşli gün-2 Güne düştüm, güne düştüm!

D. Mehmet Doğan: Elaziz’de üç güneşli gün-2 Güne düştüm, güne düştüm!

Ah yine geldi geçti yar geldi geçti
Ah anam bağrımı yar yar deldi geçti
Agam nice şah nice sultan gel ben ölem
Hele kurban tacı tahtı yar yar bıraktı geçti

Harput türkü ile, mûsıkî ile anılan şehirlerimizden… Bu şehir mûsıkîsinin klasik müziğimize yakınlığı tasnifini güçleştiriyor. Klasik mûsıkîmiz bestekârları belli eserler üzerinden yürür. Harput müziği ise neredeyse tamamen anonimdir, fakat o alışılmış tabirle “halk müziği” olarak adlandırılamaz. Yüzlerce yıllık melâlimizi, hüznümüzü yakıcı bir eda ile teyid eder. Bu yitenin, gidenin, kaybolanın, kısacası hasretin mûsıkîsidir. İnsan, hayatın akışında ebedilik karşısında çaresizliğini birçok şekilde ifade eder. Şiir, mûsıkî en güçlü ifade şekilleridir. Tek bir vak’a üzerine yakılan bir türkü veya şarkı bile işte bu hüzn-i umumîyi terennüm eder.

Her defasında Harput’un daha bakımlı hale geldiğini görüyoruz. Camiler, türbeler, diğer kamuya mahsus yapılar onarılmış, onarılıyor. Yollar kaldırım taşları ile biçimlendirilmiş. Hatta birkaç sivil yapı, yani ev de ayağa kaldırılmış.

Ulu Camii yakınında iki asırlık bir konak ihya edilmiş; yani restore edilmiş! Eğimli bir arazide yapılan bina her cephesinden farklı bir güzellikte görünüyor. Kapalı alanın çeşitliliği geniş bir ailenin dört mevsim yaşayabileceği bir mekân ölçüsü veriyor. Bahçe duvarlarını aşan dut, kayısı, kiraz gibi ağaçların görüntüsü, konağın büyüklüğü yanında bahçenin genişliğini de haber veriyor. Bahçe kapısından girmek, ferahlığa, huzura adım atmak gibi bir şey.

1-093.jpg

            Harput Ulucamii ve Harput konağı

Döneminin şehir dekorunu teşkil eden dibekler, değirmen taşları, loğlar/yuvaklar… manzarayı tamamlıyor. Eve dahil olduğunuzda kapalı mekânın insanî nisbetleri ve sıcaklığı sizi sarıp sarmalıyor.

Yine de bir müzedesiniz. Yaşanan-yaşayan bir yerde değil, devrinin eşyaları ile döşenmiş bir müzede. Belki haddinden fazla eşya var, ilave olarak resimler ve ev içinde kullanılan âletler görülüyor. Bu güzel yapıyı bir ev olarak tasavvur etmek için bir sedirine ilişiyoruz. Birden esrarengiz bir şekilde evin hayatına dahil oluyoruz. Mutfağında yemek pişirilen, sofasında, hayatında bulgur çekilen, kahve dövülen, çocukların merdivenlerden hızla inip çıktıkları; büyükler kürsü başında otururken gelinlerin, kızların evin işlerini usuletle yapmaya koyuldukları bir konak hayatı…

2-082.jpg

Harput konağının kürsü başında: İzzetpaşa Vakfı Başkanı Necip İlhan, TYB Başkanı M.Kâzım Arıcan, D. Mehmet Doğan, M. Enes Kala, Mehmet Kurtoğlu, Ali Kılcı

Beni ansızın bu tahayyüle sürükleyen nedir? Müzeyi yaşanan bir eve çevirecek hayallere dalmamın sebebi ne olabilir?

Bu tam da Harput’un havasına, suyuna, tabiatına karışan bir horyat!

Güne düştüm güne düştüm

Gölgeden güne düştüm

Felek evin yıkılsın

Dediğin güne düştüm.

Düşte gör düşte gör

Hayalde gör düşte gör

Dostunu düşmanını

Hele bir de düşte gör.

Horyat/hoyrat denilince önce Kerkük hatıra gelir. Fakat Diyarbekir, Urfa, en çok da Elaziz bu söz ve ses sanatı ile haşır neşirdir. Evin içinde odaları, sofaları, eyvanları canlandıran, bizi evin hayatına dahil eden bu hoyratı TRT Erzurum radyosundan İsmail Bingöl okuyor. Onun türkülerle ilgili kitabını biliyorduk da böyle güzel icralarından haberdar değildik.

Horyat şiir olarak mâni, müzik olarak uzun hava veya maya…

Bir horyat dinlerken asıl mâni yanında ifadeyi içe işleten nidalar, haykırışlar işitirsiniz: Ah, ey, hey, of, vah vah, oy oy, vay vay, aman, anam, nidem elinden, yar yar, zalım elinden, ölem ölem, kurban…

Bizde evin ahalisindenmişiz hissi uyandıran şiir ve müzik kesilince bugüne dönüyoruz. Bu evi Elazığlı bir iş adamı dörtbaşı mamur ihya ettirmiş. Çevresiyle birlikte zaman tünelinden bize Harput’un geçmiş hayatını gösteriyor. İşin içine söz ve ses girince illüzyon tamamlanıyor. Evden ayrılırken, yazımızın başına aldığımız Harput horyatı dilimize takılıyor:

Ah yine geldi geçti yar geldi geçti
Ah anam bağrımı yar yar deldi geçti
Agam nice şah nice sultan gel ben ölem
Hele kurban tacı tahtı yar yar bıraktı geçti…

Asıl mâni siyah harfli kısımdır. Geri kalanlar nidadır, dövünmedir…

Ulu Cami yönündeki bahçe kapısından çıkarken, evin mütemmimi kemerli müşekkel çeşmeden bengisu niyetini birkaç yudum su içiyoruz…Bugünümüzün sonsuzluğuna şükür niyetine!

3-080.jpg

İsmail Bingöl’le Kurşunlu camii çınarı önünde

Bu haber toplam 732 defa okunmuştur
  • Yorumlar 1
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim