• İstanbul 17 °C
  • Ankara 11 °C
  • İzmir 14 °C
  • Konya 11 °C
  • Sakarya 16 °C
  • Şanlıurfa 16 °C
  • Trabzon 16 °C
  • Gaziantep 9 °C
  • Bolu 11 °C
  • Bursa 16 °C

Deve Kuşu Muhabbeti Üzerine

M. Ali ABAKAY

Şehir konusunda duyarlılığımızı yazılarımıza yansıtmamız, adeta dış dünya ile irtibatımızı kopardı, bizim şehirden başka bir şey düşünmemeye sevk etti.

Elbette şehir, insan hayatında önemlidir. Bir coğrafyanın her beldeden, birçok ilden insanının bir araya geldiği, medenî halin yansıması olan şehir, dünün değerlerini bugüne aksettirirken, bugünü geleceğe taşımada köprü vazifesini görür.

Günümüzde birçok coğrafyada şehirlerin dününü tarih sahnesinden silmek isteyen anlayış, işe mimarî eserleri ortadan kaldırmakla başlar gibidir.

Topuyla tüfeğiyle değil, bombalamalarla yerle bir edilen şehirleri biliriz, televizyon ekranlarından halen canlı canlı seyrettiğimiz. Sadece ortadan kaldırılan mimarî eserler midir, bu arada? Hayır, mimarî eserler sadece bir başlık konusudur.

Biz, her Ramazan’da, Oruç Ayı’nda iftarımızı colalı içeceklerle açmaya, sahurda colalı içeceklerle sofradan kalkmaya zorlanmıyor muyuz, reklâmlar vasıtasıyla. Mutlu âile tablolarının eksik olmadığı reklâmlarda, gülen yüzlere tanıklık etmiyor muyuz? Onlarca yiyeceğin ortasında ön plânda görülen ve içinde ne olduğu sır gibi saklanan, uyuşturucu özelliği coca yaprağından gelen, cafeınli bu içeceğin savunucuları, değil midir bu coğrafyayı baştan başa değiştirmeye ahd etmiş olanlar?

Jean ile tanışan toplumlar, gençlerin özgürlüğünü savunmuyor mu? Jean giydik, colalı içecekler içtik ve değişim devam etmiyor mu?

Hamburger-fast food anlayışına teslim olmadık mı? Olduk!..

Evimizde içeceklerimiz, yiyeceklerimiz, beyaz eşyalarımız, giysiden ayakkabıya kadar, çok şey yabancı patentli değil midir? Yabancı patentli olmayan çok şeyi kullanırken “Sahtesini mi kullanıyoruz, bu çakma mıdır?” diye kendi kendimize sormadan edemediğimiz olur.

Bu toplumda yine teslim olmayan, kendi ayakları üzerinde dik durmaya çalışan, tarihine, kültürüne, inancına saygıda kusur etmemeye çalışan kesimler, değişime ister istemez ayak uyumunu sağlamaktadır, yer yer.

Binilen araçların, yaşanan evlerin patenti, kime ait? Markalı olmayan çok malzemeyi neden kullanmıyoruz?

Bize ait olması gerekenlere neden sahip çıkamıyoruz? Neden üretemiyoruz, tükettiklerimizi niçin dışarıdan almaktayız?

Elimizdeki cep telefonları neden sık sık değişmektedir?

Niçin adam gibi sinema eserleri ortaya koyamıyor, başkasının ortaya çıkarttığını göklere yükseltiyoruz?

Niçin ilaçları istediğimiz biçimde üretemiyoruz? Bize ait hiçbir otomobil fabrikamız olmadı, ürettiğimiz uçakların çoğu montaj ile sınırlı.

Bizi biz yapan değerlerden uzaklaştırıldıkça kazanan kimdir? Kaybetmeye mahkûm olmak kaderimiz olarak devam edecek mi?

Hançerelerini yırtanlar dışa bağımlılığı reddederken, şimdi öze dönüşle beraber, neden dün düşman bildiklerini ağabey sıfatıyla anar oldu?

BM, niçin görevini layıkıyla yapamıyor? Beş Kardeşin birinin itirazı olduğunda dünyanın neresinde olursa olsun, katliamlar devam etmiyor mu? 1948’de kurulan BM, kimin varlığını kutsamak için Cemiyet-i Âkvam’dan devşirilmesinin hikmeti nedir?

Coğrafyamızda sürekli kan kaybının müsebbibleri hala âyan-beyan ortada değil midir?

Kendi öz değerlerine sahip çıkanların karşısında duranların dayanak noktaları nedir ve bu karşı çıkışı yapanların iki yüz seneyi aşkın ülke üzerindeki emelleri niçin devam etmektedir?

Coğrafyamızın git gide küçültülen ve parçalara ayrılan topraklarında kendi özüne dönmenin gereğine dikkat çekenler, sahiplendikleri topraklarda vatan düşmanı olarak lanse edilmeye devam edilecek mi,  gazete ve televizyon patronlarınca?  Bu medya tekelleri, kimin tekelindedir? Doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterenler, ödüllerini kimden almaktadır?

Şakşakçı- yalaka- yanaşma- kişiliksiz-silik- insan varlığına düşman-jakoben- mürekkep yalamış- mukallid- benliğini paraya ve pula satmış birçok sıfata sahip kimileri, “Haçlı Savaşları” misali kendilerince “Gezi Seferleri” düzenlemeye devam ediyor? Tarihte Kılıç Arslan vardı, Selahaddinî Eyyûbî vardı, diğer eşsiz komutanlar, devlet adamları vardı.

Şimdi de Gezi Seferleri’ni içerden sürdürenler, kendi hayat düzenlerinin sarsılmasından endişeliymiş. İstedikleri gibi giyinmezmiş, ağaç sevgileri körelecekmiş, müskirattan dolayı ser-hoş olma hakları ellerinden alınıyormuş, Çağdaş Avrupa’dan, Dünya’dan kopacakmış!... Kendilerinin kimi haklı sebepleri olsa bile, niyet farklı olunca, sonucun ne olduğu ortada sırıtmaya devam ediyor.

İkide bir çatlak seslere baktığımızda “Bunlar mı, ülkeyi düşman elinden kurtarmış” diye düşünmeden edemiyoruz… Bunlar mı vatan  için çarpışmış, inancı uğrunda dünya değiştirmiş? Anlayabilmek, kavrayabilmek mümkün değil?

Başbakanın yakasına yapışıp özgürlük isteyen gence, söylenen “Bundan başka bir özgürlük mü var?” yollu cevap ile yetinmeyenler, bakıyorsunuz kendilerini beyaz bulmakta, diğer insanları zenci görmeye devam etmektedir.

Özellikle mürekkep yalamış ve birkaç kitap çıkarmış kimileri, kendilerine “Aydın” yaftası yapıştırıp, diğer insanlara hakaret etmeyi kazanılmış hak bilecek kadar jakoben tavırlarıyla, gülünç duruma düşerken, halkın kendi özüne dönüş hareketini kabullenmiyor. Onlar doktor olacak, mühendis olacak, mimar olacak, pilot olacak, başkası olarak gördükleri halk kesimlerinin çocuklarını bu haktan mahrum etme hakkına malik olma sıfatları devam edecek… Onlar, dün kapitalizme ve emperyalizme küfrederken, öze dönüşle birlikte kapitalist ve emperyalist kesimlerden gücünü almaya kalkışıyor, “Tu kaka!.” dediğine  bugün başka gözle bakıyor.

Şehir üzerine bir yazı kaleme almaktı, amacım. Nereden nereye geldik. Sahi tüm bu olanlar şehirde olmuyor mu? Ağaçların gölgesini bahane edenler, şimdi gerçek yüzleriyle maskelerinden arınmış, tüm çıplaklığıyla istediklerini sıralamaktadır. Bunlar, beyaz olma saltanatının ellerinden gittiğini gördükçe, öze dönüş hareketinin farkına vardıkça, istemediklerini daima söyledikleri diktatörlük anlayışının yerine kendileri geçiyor ve kendi hatalarını görmezlikten geliyor.

İlk kez, böylesi bir yazıyı kaleme alırken, kendimce üzülüyorum. Bir dostumuz, bize sitem ederken, konuyla ilgili neden yazmadığımızı sual etmiş. Biz, farklı bir şey düşünmediğimizi, her şeyin kurmaca olduğu devranda ağaç bahanesinin çocukça olduğunu, emsallerinin daha bir yerine oturduğunu, bundan sonra yapılacak olan senaryo uygulamalarının kayda alınmayacağını, aynı amaçlara hizmet için bir araya gelenlerin, özündeki birlikteliğin yazbozdaki eksik parçaları tamamladığını, doğruya, mükemmele karşı çıkanların tek millet olduğunu belirtsek mi?

İnsanlığa özü gürlük getirmeyi hedeflediklerini söyleyenlerin esas maksadı ortada iken, dünya hayatından başka bir şey düşünmeyenlerin çoğunlukla reddettiklerini bildiğimiz maddî menfaatlerin şimdi hayranı olduğunu belirtsek mi?

Villalarında oturanların, havuz başı muhabbetlerinin eksik olmadığı yaşantılarında aylık binlerce doları köşe yazarı oldukları gazeteden alarak, zevk u sefa sürerken, protestolara katalizör olmayanın manası var mıdır? Bunlar mı sadece bu ülkeyi düşünenler?

Hırsız da ev sahibi de birbirini tanımaktadır ve birbirinden haberdardır. Kimse itiraz etmesin ve yalan beyanda bulunmasın. Bu ülkede herkes iktidarın nimetine sahip çıkmak istiyor, istemektedir. Demokrasya anlayışında ne çoğunluk azınlığa tahakküm eder ne azınlık çoğunluğa tahakküm… Herkes eşit şartlarda yaşamak ve hayatını idame etmek zorundadır. Azınlık, çoğunluğun tam muktedir olma halinde kendilerinin yaşam hakkının olmayacağının tahmini üzerinde varsayımlar yaparak, medyum kehanetlerine dayanır. Bakarsınız Fransız Kehanetçinin yüzlerce sene önce yazdığı kehanetlerden devşirmeler yapar. Hani siz bilimin sadık kullarıydınız, bilime inanıyordunuz, bilimin kutlu ışığının yolundan yürüyecektiniz? Size tahminlerden yola çıkarak kurduğunuz hayallerinizin ayaklarının yere basmayacağını söyleyelim mi? Dün İstanbul’da Beyoğlu’nda yaşayanların sizin hayatınızdan farklı yönleri yoktu. Yaşam tarzınız sizin olsun, size müdahale edenin karşısında düşünceleri farklı da olsa insanlar vardır. Fakat, sadece “Bize bizden başka dost yoktur.” saplantınız  devam ediyor ve edecekse sözümüz yok, bundan gayrı.          

Siz, sandık isterüz dersiniz, halkın tercihini yok sayarsınız. Sandık ortaya çıkarken, her şeyin sandık olmadığını belirtirsiniz. Yük taşıma ortaya çıktığında kuş olursunuz, uçmak gündeme gelince develiğiniz tutar.

Kuzum siz devekuşu musunuz?

27.09.2013 
Bu yazı toplam 980 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim