• İstanbul 12 °C
  • Ankara 11 °C

Doğan: İstanbul’un fethinde Ankara birinci derecede rol oynadı

Doğan: İstanbul’un fethinde Ankara birinci derecede rol oynadı
Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan, TYB Gençlik Biriminin canlı yayın programına konuk oldu.

Büyük Türkçe Sözlüğünün yeni baskısı yayınlanan, günümüzün önemli edebiyatçı ve fikir adamı,  bahse konu kişi ve olayları belgelere dayanarak, yer ve zaman göstererek yazması ve konuşması ile tanınan D. Mehmet Doğan, İstanbul’un fethinin 567'inci yıldönümü dolayısıyla "Edirne ve Ankara'dan İstanbul'a: Fethin Hikâyesi"ni anlattı.

Ökkeş Yıldırım'ın yönettiği; “Edirne ve Ankara'dan İstanbul'a: Fethin Hikâyesi" konulu program 30 Mayıs 2020 tarihinde gerçekleşti ve TYB ve Genç TYB instagram hesaplarından canlı olarak yayınlandı.

İstanbul’un fethinin temelleri Malazgirt’te atılmıştır

Doğan yaptığı konuşmada, “İstanbul’u fethi dünya tarihinin önemli hadiselerinden birisi. Bilindiği gibi Roma İmparatorluğu dünya tarihinin en uzun ömürlü devletidir. Bunun sonradan Batı Roma denilen merkezi Roma şehridir. Doğu Roma olarak kabul edilen sonradan Bizans denilen bölümünün merkezi Konstantinopol/Kostantiniye’dir. Biz Anadolu’ya Doğu Roma’yı mağlup ederek yerleşmeye başladık. Aslında İstanbul’un fethinin temelleri diyebiliriz ki, Malazgirt’te atılmıştır. Selçuklu Devleti’nin Horasan’dan İran’dan Anadolu’ya doğru yayılması, Malazgirt zaferinden sonra 5 yıl gibi kısa bir sürede, Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kutalmışoğlu Süleyman tarafından İznik başkent olmak üzere kurulması -İstanbul dibinde İznik- aslında hedefin neresi olduğunu bize gösteriyor. Ama tarih tek çizgi üzerinde yürümüyor, araya başka olaylar giriyor.” dedi.

İstanbul’u al, aç, Gülizar yap

Selçukluların Anadolu’da yerleşmesi, Haçlı Seferlerinin başlaması, Haçlı Seferleri sırasında İznik’in bırakılıp Konya’nın merkez edinilmesi; bütün bu süreçlerden sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol yayılmacılığıyla yıkılmasıyla beyliklerin de oluşmaya başladığını ifade eden Doğan, “ Beylikler içinde en küçüğü gibi görünen BilecikEskişehir civarında ortaya çıkmış olan Osmanlı Beyliği’nin zaman içinde gelişerek hem bölgeye hâkim olması, Balkanlar’a yani Rumeli’ye doğru yayılması İstanbul’un fethiyle ilgili nirengi noktaları denilebilir. Osmanlı Devleti kurulduğundan beri Yazıcıoğlu’nun Osman Bey’e Osman Bey’in de oğlu Orhan Bey’e hitaben söylediğini kabul edebileceğimiz “İstanbul’u al, aç, Gülizar yap.”, İstanbul’u aç, açmak fetih demektir. İstanbul’u fethet, gül bahçesi yap. Tabii bunun bir şair tarafından söylendiğini unutmayalım.”

Osmanlı Beyliğinin Anadolu’nun Batı bölgesinde ve Rumeli’de gelişme sürecine ilişkin bilgiler veren D. Mehmet Doğan sözlerini şöyle sürdürdü:

“Doğu Roma yani Bizans’ın da geleceği aslında yavaş yavaş belli olmaya başlıyor. Osman Bey’in vasiyeti torunları tarafından uygulanmaya çalışılıyor. İstanbul Yıldırım Bayezid tarafından muhasara ediliyor. Araya Fetret devri giriyor, Timur bozgunundan sonra. Bu savaşın da Ankara’da olduğunu unutmayalım. Bu dönemin akabinde de Çelebi Mehmet Ankara’da bir yıl yerleşik kaldıktan sonra Bursa üzerine yürüyor, Bursa’yı ele geçiriyor ve Osmanlı Devleti’nin hâkimi oluyor; daha sonra Edirne’ye geçiyor. Onun oğlu 2. Murad İstanbul’u kuşatıyor bütün emeli, dede vasiyeti olarak gördüğü İstanbul’u almak, açmak, fethetmek. Ve asıl İstanbul’un fethiyle ilgili Osmanlı halkı üzerinde zihni bir faaliyet, yani düşünceler, idealler bu dönemde boy vermeye başlıyor. 2. Murad İstanbul’u kuşatıyor, almak istiyor ama başarılı olamıyor.”

Anadolu’da bir mânevî güç merkezi: Hacı Bayram-ı Velî’

Doğan konuşmasında Hacı Bayram-ı Velî’nin Edirne’ye gidişi hakkında da şunları söyledi: “Ankara savaşı sonrası Anadolu’nun durumu malum, Ankara’da da Hacı Bayram ortaya çıkmış ve etrafında da kalabalık bir grup toplanmış. Ankara’da ortaya çıkan bu mânevî merkez aslında çok kısa süre önce Şehy Bedreddin isyanına maruz kalmış olan Osmanlı merkezinde tereddüt uyandırıyor. O yüzden Hacı Bayram-ı Velî’nin kişiliğini, kimliğini araştırmak üzere Edirne’den görevlendirme yapılıyor. Görevliler Ankara’ya geliyorlar, Hacı Bayram-ı Velî’nin nasıl Anadolu’da bir mânevî güç merkezi olduğunu, insanları mâneviyat bakımından nasıl güçlendirdiğini görüyorlar. Bir taraftan ziraatle uğraşan; buğday eken, burçak eken bir kişi. Müritlerini de mutlaka bir meslek sahibi olmaya mecbur tutuyor. Aynı zamanda Anadolu’nun maddi olarak güçlenmesi için de çalışan bir şahsiyet Hacı Bayram. Bütün bunları görüyorlar ve kendileri ikna oldukları gibi Hacı Bayram Velî’yi de yanlarına alarak Edirne’ye götürüyorlar. Böylece 2. Muradla Osmanlı Devleti’nin -Fatih’in babası olarak daha sonradan bileceğimiz- çok önemli bir padişah 2. Murad. 2. Murat’la Hacı Bayram Velî bir araya geliyorlar. Muhtemelen çok güzel sohbetleri oluyor. 2. Murad Hacı Bayram-ı Velî’yi çok önemsiyor hatta yeni yaptırdığı Camii’nin (şimdi ona Eski Camii deniyor Edirne’de) o Camii’de Hacı Bayram-ı Velî’ye bir kürsü tahsis ediyor. Bugün Eski Camii’yi ziyaret edenler tabii okuryazarlıkları varsa orda Hacı Bayram-ı Velî’nin kürsüsünü görürler, ismini de orada okuyabilirler.”

Ravzay-ı Murat’ta bir Gül-i Muhammedî açıyor

Fatih Sultan Mehmet’in doğuşu ve tahta geçişini de anlatan Doğan, “ Hacı Bayram Ankara’ya dönüyor, irşat faaliyetlerine devam ediyor. Birkaç kere 2. Muradla görüşmeleri oluyor yani Edirne’ye gidiyor son ziyarette biraz menkıbevi bunlar ama menkıbelerin de tarihi olayların açıklanmasında önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Tarihçiler bunları da göz ardı etmemeli, etmiyorlar da zaten. Son görüşme, Hacı Bayram-ı Velî Bursa üzerinden Edirne’ye gidiyor. Bursa’da Emir Sultan’ın vefatı vuku buluyor onun cenaze namazını da kıldırıyor. Emir Sultan da çok önemli bir şahsiyet bizim mânevî hayatımız açısından Bursa’da. Edirne’ye gidiyor Edirne’de tekrar 2. Murat’la beraber oluyorlar. O sırada da yeni bir şehzade doğmuş. 2. Muradın çok sevindiği, çok memnun olduğu bir hadise bu, bir oğlu oluyor. “Ravza-yı Murat’ta bir Gül-i Muhammedî açıyor.” Yani Muradın bahçesinde bir Muhammed (s.a.v.) gülü açıyor, böyle anlıyorlar bu doğumu. Ve bu mevzuyu konuşuyorlar, İstanbul nasıl fethedilecek, ben fethedecek miyim, Hacı Bayram-ı Velî’ye ısrarla bunu soruyor, ısrarla soruyor; artık bir soruyor iki soruyor üç soruyor, üçüncü soruda Hacı Bayram-ı Velî diyor ki: “Hünkarım İstanbul sizin ve benim zamanımda değil, işte bu beşikteki şehzade ile bizim Köse zamanında fetholunacak.” Köse dediği Akşemseddin’dir. Akşemseddin biraz sakalları seyrek birisi, Hacı Bayram gibi ulemadan sonradan Hacı Bayram Velî’ye intisap etmiş uzun hikâyesi var bunun. Tıpla filan da uğraşıyor, tabipliği var yani. Ve böylece bu konu burada konuşuluyor bunun önemi şurada; çünkü 2. Murad bir daha İstanbul’u muhasara etmiyor yani İstanbul’u alma ümidini bir kenara bırakıyor fakat şunu yapıyor bir süre sonra; oğlu Mehmed büyüyor 12, 13 yaşına gelince şöyle bir düşünceye dayanarak muhtemelen: “Madem ki İstanbul’u ben fethedemeyeceğim hadis-i şerifteki müjdeye nail olamayacağım hükümdar olarak, bu oğlum zamanında olacak ben onun zamanındaki fetihte bulunayım ben de asker olarak o müjdeye nail olayım” diye küçük yaşta oğlunu tahta çıkarıyor. Tabii Osmanlı bürokrasisi artık belli bir güç kazanmış ve bu bürokrasi, yerleşik bir bürokrasi, belli bir aile Çandarlı ailesi çok ön planda bulunuyor. Genç yaşta tahta çıkarılan hükümdarın, bu hükümdarlığı çok uzun sürmüyor yani bürokrasi biraz genç/çocuk Mehmed’i kendi başına uygun bulmuyor. Onun üzerine meşhur hikâyedir gene bu da bir menkıbe gibi. Fatih babasına bir mektup yazıyor diyor ki: “Eğer sultan sen isen gel tahta otur, eğer ben isem emrediyorum gel tahtına sahip çık.” Bilmiyoruz böyle bir şey gerçekten var mı, yok mu, yoksa bile böyle bir sözün ortaya çıkması önemli işte menkıbe budur zaten. Bunun üzerine tekrar 2. Murad tahta geçiyor ama o dönem boyunca da İstanbul’u kuşatmıyor. Yani İstanbul konusu genç Fatih’e kalıyor.

Fatih, babası vefat edince Manisa’dan hızla yola çıkıyor Edirne’ye geliyor tahta çıkıyor. Zihnindeki ilk iş, İstanbul’un fethi. Ama Karamanoğllarıyla ilgili acil bir mesele var, o yüzden önce Karamanoğllarıyla ilgili harekâtı yapıyor daha sonra da İstanbul’un fetih hazırlıkları Edirne’den başlıyor.”

Ya İstanbul beni alır ya da ben İstanbul’u

İstanbul’un fethiyle ilgili maddi hazırlıkların Edirne’de yapıldığını, orada askerlerin savaşa hazırlandığını, toplar döküldüğünü belirten D. Mehmet Doğan, “Genç Fatih en kısa zamanda İstanbul’u almak istiyor. İstanbulun fethi onun için artık mutlaka üstesinden gelinmesi gereken bir iş. “Ya İstanbul beni alır ya da ben İstanbul’u” sözü işte bunu açıklayan bir söz. Edirne tarafı böyle, Edirne tarafının anlaşılmaz bir tarafı yok çünkü padişah orada, hükümet merkezi orada, askeri hazırlıklar orada yapılıyor ama İstanbul’un fethiyle ilgili asıl manevi hazırlıklar Hacı Bayram-ı Velî’nin o meşhur konuşmasından sonra başlatılmıştır zaten. Bayramîlik Anadolu’da ortaya çıkan bir tarikat ve o dönemde 2. Murad döneminde, Fatih döneminde. Darende’den Balkanların içlerine kadar yayılmış çok etkili bir tarikat. Ve bütün Bayramî tekkeleri İstanbul’un fethiyle ilgili zihinleri hazırlamakla meşgul. Hacı Bayram’ın vekili diyebileceğimiz Akşemseddin de burada ön planda bir rol oynuyor. Bizim tarih kitaplarında ne denir, “Akşemseddin Fatih’in Hocasıdır.” Aslında Akşemseddin fiilen, fiziken Fatih’e hocalık yapmamıştır. Fatih, gençlik dönemini Manisa’da geçirdi, Akşemseddin Manisa’ya Edirne’ye gittiyse bu bir iki keredir. Birinde tedavi için olduğunu biliyoruz. Fatih’in çok önemli hocaları var her ilimle ilgili. Molla Gürani’den başlayarak gerçekten o zamanın alimleri, bilgeleri, bilginleri Fatih’e hocalık etmiştir. Ama Akşemseddin’in böyle fiili bir hocalığı yoktur.” diye konuştu.

Akşemseddin Fatih’e İstanbul’un fethinde hocalık yapmıştır

Konuşmasında, Fatih’in hocası Akşemsettin ve Bayramilerin İstanbul’un fethindeki rollerine de değinen Doğan, “Akşemseddin’in hocalığı İstanbul’un fethiyle ilgilidir. Akşemseddin Fatih’e İstanbul’un fethinde hocalık yapmıştır. Fatih’in Karamanoğlu meselesinden sonraki harekâtı İstanbul üzerinde olmuştur. Önce malum Rumeli hisarını Anadolu hisarının karşısına yaptırmıştır, sonra askerî hazırlıklar tamamlanınca da 1453 yılının Nisan ayında İstanbul kuşatması başlatılmıştır. Burada şöyle bir şey görüyoruz: Fatih, İstanbul harekâtını başlatmaya karar verdiğinde sadece Bayramîleri davet ediyor başta Akşemseddin onun gibi Bayramîlerin önde gelenlerinden Akbıyık, Kızılca Bedreddin gibi önemli Bayramî önderleri var. Hem bu Bayramî önderlerini davet ediyor hem de Bayramîleri genel olarak davet ediyor ve 20 bin kadar Bayramî müridi İstanbul’un fethinde hazır bulunuyor. Şöyle deniliyor: İstanbul’un fethinde Osmanlı ordusu 40-50 bin civarındaydı tabii çok mübalağalı rakamlar da var 100 bine kadar çıkaranlar var ama bunun 40-50 bin civarında olduğunu daha gerçekçi görüyoruz.  20 bin Bayramî müridi o yüzden çok önemli. Akşemseddin bilhassa önemli ve Akşemseddin muhasaranın başladığı andan itibaren Fatih’in sürekli yanında bulunan, destekçisi olan bir şahsiyet. Osmanlı Divanı’nda  İstanbul’u fethetmenin zor olduğuyla ilgili sesler yükselse de Fatih’in destekçileri Zağanos Paşa ve Akşemseddin Fatih’in İstanbul’un fethiyle ilgili her konuda yanında oluyorlar. Fatih de Akşemseddin’e çok önem atfediyor.” İfadelerini kullandı.

Doğan, İstanbul’un fethinde fikri anlamda Ankara’nın katkısıyla ilgili olarak da şu bilgileri verdi:

“Osmanlı’nın diğer zaferlerinde, fetihlerinde olmayan bir şey var, İstanbul’un fethinde. İstanbul’un fatihi tamam Sultan Mehmed’tir ama bir de fatihi vardır. Bir tek İstanbul için mânevî fatih kavramı söz konusu olmuştur. İstanbul’un mânevî fatihi de ta Fatih döneminde, fetihten beri Akşemseddin’dir. Evet orada Ankara’ya geliyoruz zaten. Ankara, İstanbul’un fethinin adeta ideal olarak, fikir olarak oluşturulduğu, bütün Anadolu’ya Balkanlara yayıldığı bir merkezdir. İstanbul’un fethinde Ankara birinci derecede önemli rol oynamıştır. Sadece Akşemseddinle değil, Bayramî şeyhleriyle değil, bu muhasaraya katılan Bayramî müritleriyle de -bu müritlerin yarısının fiilen savaştıkları yani kılıç, silah kullandıkları diğer yarısının da askerin mâneviyatını kuvvetlendirmek için gayret ettikleri- biliniyor. Bu da önemli, savaşlarda sadece maddeler çarpışmaz elbette ki çok güçlü bir Osmanlı ordusu var, o zamanın en iyi teknolojisine sahip, en büyük toplarını dökebilen ve bunları hareket ettirebilen, kullanabilen bir Osmanlı ordusundan bahsediyoruz. Muktedir bir hükümdar var genç ama heyecanlı, ihtiraslı bir hükümdar var, iyi yetişmiş kumandanlar var. Zaferde elbette ki bunun rolü büyüktür. Fakat bunu güçlendirecek, gerçek anlamda harekete dönüştürebilecek heyecan verecek olan başka unsurlara da ihtiyaç var işte Akşemseddin ve Bayramîler bunu sağlıyorlar. “İstanbul’un fethi müjdelenmiştir zamanı gelmiştir, bu zaman o zamandır” diyorlar. Her durumda her yerde böylece askerin maneviyatını kuvvetlendiriyorlar. Akşemseddin de tabii ki Fatih’in her ümitsiz anında ona bunu söylüyor. Fetih müyesserdir, müjdelenmiştir buradan geri gidiş yok. Çünkü uzun süren bir muhasaradan bahsediyoruz bahar aylarında başlayan, Nisan’da başlayan Mayıs’ta devam eden 52 gün bir muhasaradan bahsediyoruz.”

 Eba Eyyüb-el Ensari Medine’den fetih için geldi

İstanbul’un Müslümanlar tarafından kuşatılmasının çok erken dönemlerde başladığını bu kuşatmalara sahabeden önemli isimlerin de katıldığını vurgulayan D. Mehmet Doğan Eba Eyyüb-el Ensari’nin İstanbul’un fethine katkı sağlamak için neler yaptığına dair bir soru üzerine ise şöyle konuştu:

“Malum bir hadis var, bu hadisle ilgili birtakım olumsuz iddialar da öne sürülüyor. Bütün bu olumsuz iddialara başüstüne diyorum fakat şunu da izah etmelerini istiyorum; niye Peygamber Efendimiz’i Medine’de, evinde ağırlayan aynı evi paylaştıkları Eba Eyyüb-el Ensari 80’li yaşlarında ta Medine’den yola çıkıp İstanbul’a kadar uzun bir sefer yapmayı göze alıyor ve bu muhasaraya katılıyor, bu muhasara sırasında da şehit oluyor. Ve kabri de İstanbul surlarının yakınlarına bir yere o zaman kazılıyor ve sırlanıyor. Yani bunun açıklanması gerekiyor. Mutlaka, Peygamber Efendimiz’in böyle bir tebşiri var böyle bir müjdesi var belki kelimeler yer değiştirebilir cümle farklı kurulmuş olabilir ama bu olmalı ki Eba Eyyüb-el Ensari gibi Peygamber Efendimiz’in çok yakınında bulunmuş bir şahsiyet ileri yaşta dahi o sefere katılıyor. Şimdi bile Medine’den İstanbul’a uçakla gelmek insanları yoruyor. O zamanın şartlarında kim bilir kaç aylık bir yolculuk yapmak gerekiyor. Çok sıcak ya da çok soğuk günlerde olabiliyor böyle zor bir yolculuğa çıkmanın da bir sebebi, saiki olması lazım. İnsanları yönlendiren bir tarafı olması lazım. Bunun, Peygamberimizin bu müjdesi olduğu kanaatindeyim.”

Bu coğrafyanın kıymetini bilelim

Doğan, Ökkeş Yıldırım'ın Fatih Sultan Mehmet bugün yaşasaydı nasıl tasavvur ederdiniz sorusu üzerine de şöyle konuştu:

“Tabii bu spekülatif bir soru. Fatih Sultan Mehmet kendi dönemi içinde yapılması gerekeni yapmıştır. Döneminde yapılması gerekeni yapmıştır, Osmanlı Devleti’ni yeni bir safhaya getirmiştir ve kendisinden sonrasıyla ilgili de tanzim edici olmuştur. Fatih’ten itibaren yeni bir Osmanlı Devleti vardır. Bugün güçlü bir liderin ne yapması gerekir diye düşünmemiz gerekseydi, bugün Türkiye’nin bulunduğu stratejik mevkilerin gereklerini yerine getirmektir. Dünyada olup bitenlere uzak kalmamak, bulunulması gereken yerde bulunmak, güç gösterilmesi gereken yerde güç göstermek ve mevcut coğrafya içinde siyasi sınırların ötesindeki sınırlarımızı da dikkate alarak hareket etmek, bugünün liderinin programı bu çerçevede olabilirdi. Evet Fatih’i, onunla birlikte savaşan, şehit olan gazi olarak bu savaşa katılan bütün cetlerimizi sadece silah kullanan değil, silah kullanmadan savaşan atalarımızı rahmetle anıyoruz. Onlar bize sadece İstanbul’u değil, istikrar içinde tutulabilecek güçlü bir coğrafyayı emanet ettiler bunun kıymetini bilmemiz gerekiyor.”

Mahmut Erdemir- Rabia Nur Akmaz
 
Bu haber toplam 1131 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim