• İstanbul 16 °C
  • Ankara 23 °C

Dr. Öğr. Üyesi Dursun Şahin: “Âsım”a Vücut Veren Mütefekkir: Nurettin Topçu

Dr. Öğr. Üyesi Dursun Şahin: “Âsım”a Vücut Veren Mütefekkir: Nurettin Topçu
Bir sıfat olarak, “düşüncenin tasarlayabileceği bütün üstün nitelikleri kendinde toplayan” (TDK Türkçe Sözlük 2005: 936) olarak tanımlanan ideal kelimesi, İdealist Antik Yunan filozo­fu Eflatun tarafından bir felsefî akım olarak ele alınmıştır.

Eflatun’a göre insan, ölümsüz olan ruh ve ölümlü olan bedenden yaratılmıştır. İnsan ruhundaki ilâhî meleke ise akıldır (Çetişli 2003: 42). Düşünce hayatımızın önde gelen mütefekkirlerinden Nurettin Topçu, Mehmed Âkif’in Safahat’ta aşama aşama ilerleyerek gerçekliği kaybetmeden idealizmi bulduğunu ifade eder.

“İdeal”i, “zihni realitelerin üstüne yükselterek düşünce ve duygulara sürekli tatmin getiren tasavvurlar” (Topçu 2011: 41) olarak tanımlayan Topçu, eseriyle hayatını birleştirmesi yö­nüyle “büyük adam” olarak gördüğü Âkif’te şu vasıflara dikkat çeker (Topçu 2011: 19): “Önce bütün ömründe ayni kanaatin, ayni imanın sahibi olan adamdır. Devirlere, zaruretlere, ce­miyetlere göre değişmez, muhitine uymaz; muhiti kendine uydurur, uydurmazsa çarpışır. Cemiyetten daha kuvvetlidir; cemiyeti sürükleyicidir.” Topçu’ya göre, büyük adamların bir diğer vasfı da münzevî oluşlarıdır. Ona göre Âkif’in inzivası, her ne kadar karşı taraftan aynı vefayı görememişse de, halkın içindedir (Topçu 2011: 20). Devlet ve ikbal mevkilerinden uzak kalış da, Topçu’nun büyük adamlarda bulunduğunu ifade ettiği üçüncü vasıftır. Âkif, şahsiyeti namına hiçbir makam, mevkî peşinde koşmamıştır.

İsmail Kara, Nurettin Topçu’da Mehmed Âkif sevgisinin ve hayranlığının Büyük Reşit Paşa Numûne Mektebi’nde öğrenciyken, İmlâ öğretmeni Nafiz Bey’le başladığını belirtir (Kara 2009: 90). Kara’ya göre bu sıralarda sakin, biraz içe dönük bir mizaca sahip olan Topçu’da küçük bir sandıkta kitap ve gazete biriktirme merakı vardır.

Vatan duygusunun, Namık Kemal’den sonra Âkif’in şiirlerinde, özellikle de Safahat’ın “Âsım” bölümünde dikkate değer bir realizme büründüğünü ifade eden Topçu, bu bölümü “Âkif’in manzum romanı” olarak nitelendirir (Topçu 2011: 44, 45): “Âkif’in manzum romanı diyebile­ceğimiz bu idealist eserde en realist kalemle çizilmiş tabiat parçalarının yanında Çanakkale Şehitleri’nin gömüldüğü ideal âlemi temaşa ediyoruz.”

“Âsım”da muhteşem din ve millet sentezinin varlığına dikkat çeken Topçu, dinî irade ile millî iradenin hiçbir kitapta ve hiçbir dimağda görülmemiş bir şekilde bu eserde birleştiğini; o zamana kadar milliyetçi denince dine karşı veya yabancı olan kişinin, dinci ve Müslüman denince de milliyetçiliği tanımayan kişinin akla geldiğini, Âkif’in ruhlarımızı bu safsatadan kurtaran kişi olduğunu belirtir (Topçu 2011: 46).

Osmanlı Devleti’nin sıkıntılı geçen zamanlarında, aydınların kurtuluş için önerdikleri birta­kım fikir akımları vardır. Bu fikirler arasında İslamcılık akımını benimseyen Mehmet Âkif, dü­rüst kişiliği, ahlâkı, karakteri, İslâmî duyarlılığı, millî değerlere bağlılığı ile ön plana çıkmış bir mütefekkir şairdir. Mehmed Âkif, hem bireysel olarak dinî yaşantısı ve din algısı ile hem de dinin sosyal hayattaki yeri ve önemiyle ilgili olarak Safahat’ta yer alan şiir ve manzumelerin­de, Sebilu’r-Reşat’taki nesirlerinde kimliğini açıkça ortaya koymuştur.

Âkif, ideal olarak düşündüğü Müslüman Türk gencinin nitelikleri üzerinde, yoğun bir biçim­de durmuş, hayal ettiği bu ideal gençliğe de “Âsım’ın nesli” adını vermiştir.

Turgut Özakman, “Güneşte On Kişi” adlı eserinin önsözünde “Aile düzenimiz, sokağımız, oku­lumuz “kahraman” yetiştirmek için “teçhiz” edilmemiştir. Çark, sorunsuz insan dökmek için dö­nüyor ve biz alkışlıyoruz. Bu gibiler güzel bezik oynar, bahşiş verir gibi rey verir, ayaküstü dünyayı idare edecek fikirler yaratır fakat “teba” olmaktan ileri gidemez. Karakter kahramanı yetiştirme­liyiz.” (Özakman 1962: 8) ifadeleriyle idealist bir nesil yetiştirmenin gerekliliğine vurgu yapar. Özakman’ın derdi, Âkif’in de derdidir. Âkif, geleceğimizi inşa edecek gençliğin niteliklerini, hem ruhen hem bedenen Âsım’da birleştirmiştir.

Karahanlı ve İslâm devri Türk edebiyatının ilk eserlerinden Kutadgu Bilig, edebiyatımızda ideal insanı anlatan eserlerin de ilkleri arasındadır. Âkif’in Âsım’ıyla birçok yönden benzerlik gösteren bu eserde Yusuf Has Hâcib, kendi devrindeki ideal bir insanda bulunması gereken vasıfları anlatmıştır. Yusuf Has Hâcib’e göre bu insan bütün kötü vasıflardan arınmış ve iyi huylarla bezenmiş bir insandır. Dinî yönden takva sahibi bir mümindir. Zamanının bütün ilim ve hünerlerini öğrenmiş bir âlim ve hâkimdir. Ayrıca bütün alfabeleri ve dilleri bilmenin yanı sıra şiir, belagat, hesap, hendese, tıp gibi alanlarda da maharetlidir. Adaletten ve doğ­ruluktan şaşmaz; ağırbaşlı ve alçakgönüllüdür. Hırsızlık yapmaz, yalan söylemez, içki içmez, dedikodu etmez. Son derece cömert ve iyilikseverdir. Etrafındaki insanlara merhametli ve insaflı davranır. Âdet ve an’anelere, görgü kurallarına uygun hareket eder. Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’de kahramanına yüklediği nitelikler, fazlasıyla, Âkif’in Âsım için düşündüğü ni­teliklerdir.

Âsım kitabı ile Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’i arasındaki benzerlikler sadece ideal kahra­manla sınırlı değildir. Yusuf Has Hâcib, eserini, dört kavramı temsil eden dört şahsın karşılık­lı konuşmaları üzerine kurmuştur. Şahıslar ve temsil ettikleri kavramlar şu şekildedir (Koca 2012):

1.

Hükümdar Kün Togdı

â

Adalet

2.

I. Vezir Ay Toldı

 

â             Baht

3.

II. Vezir Ögdülmiş

â

Akıl

4.

II. Vezirin kardeşi Odgurmış

â

Akıbet

 

Şahısların belli kavramları temsil etmesiyle alegorik bir nitelik taşıyan Kutadgu Bilig’de esas yapı, manzum hikâye şeklindedir ve şahısların karşılıklı konuşmaları esere tiyatro havası kat­maktadır.

Safahat’ın VI. kitabı olan Âsım da tıpkı Kutadgu Bilig gibi, karşılıklı konuşmaların, menkı­belerin, anıların, rüyaların vb. iç içe olduğu manzum bir hikaye şeklinde kaleme alınmıştır. Âsım’da da, Kutadgu Bilig’de olduğu gibi, konuşmalar dört kişi arasında geçmektedir. Bu kişileri Âkif, şu şekilde tanıtır (Ersoy 1977: 363):

“Bu eser, bir muhavereden ibârettir ki Harb-i Umûmî içinde ve Fatih yangınından evvel, Hocazâde’nin Sarıgüzel’deki evinde geçer. Eşhâs-ı muhâvere şunlardır:

Hocazâde: Merhum Hoca Tâhir Efendi’nin oğlu (Mehmet Âkif).

Köse İmam: Merhum Hoca Tâhir Efendi’nin talebelerinden (Ali Şevki Hoca).

Âsım: Köse İmam’ın oğlu.

Emin: Hocazâde’nin oğlu.

Âsım’da konuşmalar daha çok Hocazâde ile Köse İmam arasında geçmektedir. Emin, konuş­malara pek katılmazken, Âsım da eserin son bölümünde konuşmalara katılmaktadır.

Konuşmalar, Köse İmam’ın hocasının oğlu Hocazâde (Âkif)’yi ziyaretiyle başlar. Köse İmam, hocası Tâhir Efendi’yi kendini yetiştirmiş ve geliştirmiş iyi bir insan olarak görürken, oğlunu (Âkif) yerden yere vurur. Bunda Âkif’in şair olmasının rolü etkilidir. Köse İmam’a göre şairler, hem eyyamcı hem de iyi gün dostudurlar. Edebiyatı edepsizleştirdikleri yetmezmiş gibi, ta­savvuf adına dünyanın fani olduğunu yaymışlar, içki peşinde koşmuşlardır. Köse İmam, Sadi, Attar, Süleyman Çelebi gibi isimleri şairler arasında istisna tutar. Konuşmalarında savaştan da bahseden ikili, İngilizleri eleştirir.

Köse İmam’la Hocazâde arasında geçen konuşmalarda, sosyal hayatta görülen bozukluk­lara da yer verilir. Köse İmam, semtlerine yerleşip, ne kadar ev, arsa varsa üstüne konan ve hanımını boşayıp, Eleni adlı bir Rum kızıyla evlenen emekli bir paşadan ve paşanın istediği belgeleri para karşılığı yazanlardan dert yanarken, Hocazâde de, halkın yaşadığı sefillikleri, ahlâkî çöküşü bir kır düğünü tasviriyle göz önüne serer.

Köse İmam’ın rahatsız olduğu hususlardan biri de, din adamlarının kamuoyunda saygınlık­larını yitirmesidir. Hocazâde, din adamlarının yanlış tutumlarının payı olduğunu belirterek, bazı din adamlarının çıkarcılığına vurgu yapar.

Köse İmam’la Hocazâde arasındaki konuşmanın en hararetli bölümlerinden biri, mektep- medrese ikiliği üzerine yaptıkları tartışmadır. Köse İmam medreseyi savunurken, Hocazâde medresenin ıslahının şart olduğunu söyler ve Konya'nın bir köyünde, köylülerin, değerlerine saygı göstermediği gerekçesiyle, kovdukları bir öğretmen örneği verir. Köylünün mektep ve yol dışında bir isteği olmadığını belirten Hocazâde, anlatılan öğretmenin aksine, köye gelen ecnebi su mühendislerinin köylülerin inanç ve kültürüne saygıda kusur etmediklerini de ekler. Köse İmam, önce medresenin, sonra da mektebin eğitimde etkili olmasını dile ge­tirirken, Hocazâde’ye göre her ikisinde de iş kalmamıştır. Medreselerin yerine mekteplerin inşa edilmesini hazırlıksız bulan Köse İmam, bu değişim ve dönüşüm çabalarını körü körüne batı taklitçiliği bulunca, Hocazâde’nin kendisini “mürteci” olarak nitelendirmesiyle karşılaşır ve Safahat’ın meşhur bölümlerinden biri olan aşağıdaki dizeleri seslendirir (Ersoy 1977: 400):

Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla övemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta, boğarım...

—Boğamazsın ki!

—Hiç olmazsa yanımdan kovarım.

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.

Dolduğumdan beridir âşığım istiklale;

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale.

Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyumun

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.

Kanayan bir yara gördün mü yanar ta ciğerim.

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim, Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım.

Bu dizeler, Âsım'ın neslinin habercisi gibidir. Âsım’ın neslinin, bu dizelerde dikkat çeken iki yanı vardır: Birincisi, tarihine, geçmişine sahip çıkışıdır. İkincisi de haksızlıklar karşısında sus­kun kalmama; doğruya sahip çıkmak adına her türlü ezaya, cefaya katlanacağının sözünü vermektir.

Bu arada Köse İmam ile Hocazâde muhavereye devam etmekte, Cengiz Han’dan, Türk-Moğol ilişkilerine kadar birçok hususu, araya fıkralar, halk söyleyişleri, deyimler de katarak, dillen­dirmektedirler. Dönemin fikir akımları da bu sohbetten nasibini alırken, II. Abdülhamid dö­nemi istibdat yönetimine eleştiriler yapılır. İkili arasında dünle bugün karşılaştırılırken, yarına dair bir umut ışığı arayışı vardır. Bu açıdan bakıldığında Köse İmam, geleceğe karamsar ba­karken, Hocazâde gelecekten umutludur. Eserde anlatılan ve sağlam imanıyla haksızlıklara karşı çıkan Hoca Mandal gibi kişiler var olduğu sürece kurtuluş gerçekleşecektir.

Milletin kurtuluşu için İbn-i Sînâ, Gazâlî, Râzî gibi ilim adamlarına da ihtiyaç olduğu ifade edi­lirken, Hoca Mandal nitelikli sağlam iman sahiplerinin bu vasıflarını ilimle desteklemelerinin gerekliliğine dikkat çekilir.

Köse İmam ile Hocazâde’nin üzerinde durdukları bir diğer husus da adalettir. Bir toplumun olmazsa olmazlarından biri olarak adalet gösterilirken, örnek olarak da Hz. Ömer’in adaleti gösterilir. Yaşanan dönemin samimiyetsizliklerinden, menfaatçilerinden şikâyetlerin üstüne Köse İmam’ın oğlu Âsım’dan da şikayetçi olması karşısında Hocazâde Âsım’ı savunur ve gele­ceğin onda olduğunu belirtir. Eserde Âsım’ın neslini anlatan ifadeler de bu noktadan sonra belirginleşir (Ersoy 1977: 424):

Bizi kim kurtaracak var mı ki bir başka nesil

- Âsım'ın nesli, Hocam,

- Nerde!

- Hayır, haksızsın!

Gâlibâ oğlana pek fazla bugünler hırsın

- Âsım'ın nesli... diyorsun. Ne uzun boylu hayâl!

-Âsım'ın nesline münkâd olacak istikbâl.

 

Mehmet Âkif Asım ve Gençlik Bilgi Şöleni

Sana vicdânımı açtım okudum, dinlesene;

Söyleten başkasıdır, bakma, Hocam, söyleyene.

- Ne kehânet bu

- Bilirsin ki değil mu'tâdım.

  • Güzel amma, ne fazîletleri var evlâdım ?

Köse İmam’ın oğlunun meziyetlerini sorması üzerine Hocazâde, Âsım ve arkadaşlarının cep­heden cepheye aç çıplak koştuklarını söyler ve “Çanakkale Şehitlerine” diye bilinen dizeleri seslendirir ve Âsım’ın neslini:

Âsım’ın nesli... diyordum ya... Nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

diyerek övgülerini sıralar. Hocazâde’nin bunca övgülerine rağmen Köse İmam, oğlu Âsım’dan şikâyetçidir. Çünkü Âsım, oruçla dalga geçenleri dövmekte, meyhaneleri basıp, kumarbaz­ları tehdit etmekte, gece toplanıp eğlenceler düzenleyenleri tartaklamaktadır. Köse İmam, Hocazâde’den oğluna nasihatte bulunmasını ister. Hocazâde ise, Köse İmam’a hak vermekle birlikte Âsım’ı methetmeye devam eder ve Âsım’ın fizikî, ruhî portresini gözler önüne sere­rek, kahramanlıklarını meziyetlerini bir bir sıralar (Ersoy 1977: 430, 431):

  • Hocam, evlâdına benzer bulamazsın arasan, Görmedim ben bu kadar dörtbaşı ma'mûr insan. Ne büyük hilkat o Âsım, ne muazzam heykel! Onu, bir şi'r-i hamâset gibi, ilhâm-ı ezel, Sana sunduysa, açıp rûhunu teşrîhe çalış... Gâlibâ oğlanı yanlış görüyorsun, yanlış!

Yalınız göğsünün eb'âdı mı sandın yüksek İn de a'mâkına bir bak, ne derinmiş o yürek! Dalgalandıkça içinden taşan îman denizi, Dökülen hisleri gör: İncilerin en temizi, Gövde yalçın kayadan âbide, lâkayd-i ecel; Sanki hiç duygusu yok... Bir de fakat rûhuna gel; O ne ifrât ile rikkat! Hani, etsen ta'mîk, Bir kadın rûhu değildir o kadar belki rakîk. Sonra, irfânı için söyliyecek söz bulamam; Oğlanın bildiği, öğrendiği herşey sağlam. Boynu dehşetli, evet, beyni de lâkin zinde; Kafa enseyle beraber gidiyor seyrinde.

Çölde ben hayli görüştüm bu sefer Âsım'la;

Hoca, te'mîn ederek söylerim îmanımla: ...

Neydi oğlandaki endâmın o âhengi fakat!

Belli her uzvu için ayrı çalışmış hilkat.

Ya kemikler ne salâbetli, ya etler ne katı: Tepeden tırnağa, gûyâ, dolamışlar halatı, İki üç katlı büküp bir çınarın gövdesine.

Hele taşmış dökülürken o muazzam sîne, Öyle bâriz adelâtın ebedî dalgalan, Ki yorar ârızalar seyrine dalmış nazan.

Çok geniş dersen omuzlar, boy o nisbette uzun, O ne mevzun kafadır, sonra, ne sağlam o boyun! Ufarak bir kapı sırtın kabaran eb'âdı, Çarpışıp durmada nâçâr iki müdhiş kanadı. Enseden ta bele sarkan o derin hat, o yarık, Arzı umkunda nihan tûl-i mücerred artık! Bel nisâbında, omuzlar gibi taşkın çatılar, Adalî baldırının kutru hemen boynu kadar.

İki çam bölmesi kol, kim tutacak kim bükecek O bileklerle o ellerse demirden daha pek.

Köse İmam, Âsım’la ilgili söylenenlere diyecek söz bulamaz. Ancak Âsım’ın insanların fakirliği karşısında boş durmayıp, kumarbazlardan zorla para alması ve bu parayı öksüzlere dağıtma­sı Köse İmam’ın canını sıkmaktadır. Babası onun bu tavrını şöyle eleştirir (Ersoy 1977: 436):

Bize, Âsım, ne şunun yumruğu lâzım, ne bunun;

Birinin pençesi ister yalınız: Kânûnun.

Ver bütün kudreti kânûna ki vahdet yürüsün...

Yoksa millet değil ancak dağınık bir sürüsün...

Memleket zâten ayol, baksana: Allak bullak Sen de hissinle yürürsen batırırsın mutlak. Ya kuzum, zabtiye rûhuyle hükûmet sürenin, Yeri altındadır, üstünde değildir kürenin!

Köse İmam’a göre her şeyden önce kanunlara uymak gerekmektedir, efelik çıkmaz bir yol­dur. Âsım'ın kendini savunmasını yeterli bulmayan Köse İmam, Hocazâde’den Âsım’a nasihat etmesini ister. Emin, Âsım'ı getirince, Köse İmam gider. Hocazâde ile Âsım konuşmaya baş­lar. Hocazâde, Âsım'ı rahatlatmak için önce babası Köse İmam hakkında konuşur, ardından lafı edebiyata ve Muhammed Abduh ile Cemaleddin Afgânî arasındaki münakaşaya getirir. Cemaleddin Afgânî, Muhammed Abduh'tan bir an önce inkılâbı gerçekleştirmesini isterken, Muhammed Abduh, İslam coğrafyasının farklı bölgelerine yeni medreseler açılmasını, bura­larda nice Cemaladdin Afgânîler yetiştirerek, dört bir yana fikirleri yaymalarını önerir. Afgânî sabırsızdır. Abduh’un söyledikleri 20 yıl alacaktır. Oysa Afgânî’nin 20 gün beklemeye taham­mülü yoktur. Hocazâde’nin bu örneği vermekle niyeti, kıssadan hisse yoluyla, çok sabırsız bulduğu Âsım’ı sakinleştirmek, onun önce kendisini geliştirmesini sağlamaktır (Ersoy 1977: 441, 442):

Kıssadan hisse çıkarsak mı, ne dersin Âsım!

Anlıyorsun ya, zarar yok daha iyi anlaşalım: İnkılâb istiyorum ben de, fakat, Abduh gibi... Yoksa, ellerde kör âlet efeler tertîbi, Bâbıâlî'leri basmak, adam asmakla değil. Çek bu işten bütün ihvânını, kendin de çekil.

Gezmeyin ortada, oğlum, sokulun bir sapaya, Varsa imkânı, yarın avdet edin Avrupa'ya. Çünkü milletlerin ikbâli için, evlâdım, Ma'rifet, bir de fazîlet... İki kudret lâzım. Ma'rifet, ilkin, ahâlîye sa'âdet verecek Bütün esbâbı taçır; sonra fazîlet gelerek O birikmiş duran esbâbı alır, memleketin Hayr-ı i'lâsına tahsîs ile sarf etmek için. Ma'rifet kudreti olmazsa bir ümmette eğer, Tek fazîletle teâli edemez, za’fa düşer.

Geçmişte yaşanan şanlı günlerin ilimden kaynaklandığı söyleyen Hocazâde, Batının bugü­ne ilmiyle geldiğini bizim de ilmimizle kendimizi göstermemizin gerekliliğini anlatır (Ersoy 1977: 442):

Bizler, edvâr-ı fazîletleri cidden parlak Bir büyük milletin evlâdıyız, oğlum, ancak O fazîlet son üç asrın yürüyen ilmiyle, Birleşip gitmedi; battıkça da ümmet cehle, Bünyevî kudreti günden güne meflûc olarak, Bir düşüş düştü ki: Davransa da, sarsak sarsak. Garb'ın emriyle yatıp kalkmaya artık mahkûm; Çünkü hâkim yaşatan Şevket-i fenden mahrûm. Biz, evet, hasmımızın kudret-i irfânından, Bînasîbiz de o yüzden bu şerefsiz hüsran. Sonra, a'sâra süren haybeti çekmekle, bugün, O fazîlet bile hissiz, hareketsiz, ölgün.

Hocazâde’ye göre bizi Batıdan üstün kılan bir yanımız daha vardır: İslâm. Batının yalnızca ilmi alınıp, İslâm’a sarılınca kurtuluş gerçekleşecektir (Ersoy 1977: 443):

Göreceksin ki: Bu millette fazîlet en uzun, En derin köklere yaslanmada; hem sonra onun, Bir mübârek suyu var, hiç kurumaz: Dîn-i mübîn. ...

Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum, gözünüz; Sâde Garb'ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz. O çocuklarla beraber, gece gündüz, didinin; Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin.

Âsım gibi gençler, Avrupa’ya gitmeli, aldıkları bilgileri Doğuya aktarmalıdırlar. Hocazâde, Âsım’a gideceği adresi de gösterir. Ona Berlin’e gitmesini önerir. Hocazâde’nin konuşmasın­dan etkilenen Âsım, onun öğütlerini gerçekleştirmek üzere harekete geçer. Böylece milletin kurtuluşu için fazilet ve marifetin birleştiği, İslâm’a sıkı sıkı sarılmış, Batının ilmini almış nesil­ler yetişecektir (Ersoy 1977: 444):

- İnkılâbın yolu mâdem ki bu yoldur yalınız, "Nerdesin hey gidi Berlin " diyerek yollanınız. Altı ay, bir sene gayret size eğlence demek... Siz ki yıllarca neler çekmediniz, hem gülerek! Hani, bir ömre bedeldir şu geçen her gününüz; Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz. Şark'ın âgûşu açıktır o zaman işte size;

O zaman varmanın imkânı olur gâyenize;

O zaman dinlerim artık seni, Asım, bol bol...

- Yarın akşam gideriz.

- Öyle mi Berhurdâr ol.

Böylece Âkif, idealindeki Âsım’ın neslini tüm yönleriyle tarif etmiş ve ona gideceği yolu gös­termiş olur. Âsım’ın nesli; iman, irfan, fazilet ve ilimle kendini donatmış; karakteri sağlam, ahlâklı, kişilikli; vatanı, milleti ve dini için her türlü zorluğa göğüs geren bir gençliktir.

Mehmed Âkif sevgisi ve hayranlığı Büyük Reşit Paşa Numûne Mektebi’nde öğrenciyken, İmlâ öğretmeni Nafiz Bey’in etkisiyle başlayan Nurettin Topçu, Hocazâde’nin Âsım’a, yurtdışında öğrenim tavsiyesine uyar ve liseden mezun olunca kendi kendine Avrupa’da tahsil imtihan­larına girer ve kazanır (Kara 2009: 90).

Topçu, Paris’te, Batının ilmiyle kendini donatacağı alan olarak felsefeyi seçer. Burada Batıya kendisinden önce gitmiş olan diğer Âsımlar, Ali Fuat Başgil, Remzi Oğuz Arık, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Cevdet Perin, Bedrettin Tuncer’le tanışır.

Fransa’da “Ruhiyat ve Bediiyat”, “Umumî Felsefe ve Mantık”, “Muasır Sanat Tarihi”, “İçtimaiyat ve Ahlâk”, “İlk Zaman Sanat ve Arkeolojisi” sertifikaları alan Topçu’nun hayatı okul, ev, kütüp­hane üçgeni içinde geçmiştir.

Topçu, Strasbourg’da “Conformisme et Revolte” başlıklı çalışmasıyla doktorasını tamamla­yan Topçu, Sorbonne’a giderek Halide Edip Adıvar ve Adnan Adıvar’ın hazır bulunduğu bir ortamda doktora tezini savunur ve bu üniversitede felsefe doktorası veren ilk Türk öğrenci, ahlâk felsefesi çalışan ilk öğrenci olarak mezun olur.

1934’te yurda dönerek, Galatasaray Lisesi’nde Felsefe öğretmeni olarak göreve başlayan Topçu, burada Sosyoloji dersi okutur. Topçu’da, Âsım’daki haksızlıklara karşı dik duruşun ör­neklerinden biri Galatasaray Lisesi’nde gerçekleşir. Küçük yaştan itibaren etkisi altında kal­dığı Hüseyin Avni Ulaş’ın üvey kızı Fethiye Hanım’la kısa sürecek evliliğinin ilk akşamında İzmir’e tayin edildiğini öğrenir. Bu tayinin nedeni, Galatasaray Lisesi Müdürü Yusuf Behçet Gücer’in kendisine haziran imtihanında geçmesini istediği altı kişilik nüfuzlu aile çocuğu için yaptıklarıdır. Topçu, müdüre, “Eğer bunlar çalışkan talebelerse elbette geçerler.” cevabını ver­miş, talebelerin bir kısmı sınavda başarılı olamamıştır. Bu durum üzerine okul müdürünün, Topçu için yazdığı “Fena, geçimsiz, inzıbatı temin edemeyen ve dersinden istifade ettireme­yen bir öğretmen” şeklindeki raporu üzerine İzmir’e tayin edilmiştir (Kara 2009: 92).

Topçu, hak bildiklerini söylemekten, yazmaktan çekinmeyen bir mizaca sahiptir. Şubat 1939’dan itibaren yayımladığı Hareket dergisindeki yazılarıyla dikkat çeken Topçu, Hareket’in 4. sayısında yayınlanan “Çalgıcılar” başlıklı yazısından dolayı soruşturmaya maruz kalmış; okul müdürünün Topçu için “hemen başka bir yere nakli zarureti vardır (...) göz önün­de bulundurmak maksadıyla Ankara’da veya başka bir yerde tavzifini rica ederim” ifadeleri üzerine ortaokul öğrenimini yaptığı İstanbul Vefa Lisesi Felsefe öğretmenliğine atanır.

Hakkında hazırlanan raporlarda ilginç ifadeler vardır. İzmir Lisesi müdürü Topçu için “Bu yıl talebe ile münasebetleri bilhassa yılsonunda hoşa gitmeyecek vaziyette olmuştur. Hare­ket mecmuasındaki ‘Çalgıcılar’ makalesinin muhitte uyandırdığı tesir dolayısıyla talebe ile münasebetli münasebetsiz zamanlarda gizli gizli konuşmalar yapmağa kalkışmış ve idareyi haylice yormağa başlamıştır, idarenin sıkı kontrolüne de sebebiyet vermiştir” Ancak müdü­rün nihai değerlendirmesi ilginçtir: “Değerli ve o nisbette tehlikeli bir öğretmendir. Hisleri ve fikirleri müsbet değildir. Memleketteki bütün kıymetleri yıkan bir zihniyetle hareket ettiğine bu yıl kani oldum”

Toplam kırk yıl öğretmenlik yapan Topçu’nun bu meslekteki Âsımca özelliklerinden biri de İstanbul İmam Hatip Okulu’ndaki tavrıdır. Topçu, 1960 ihtilâline kadar ek görev olarak Ro- bert Kolej’de Tarih, İstanbul İmam Hatip Okulu’nda Psikoloji, Felsefe, Din Psikolojisi ve Dinler Tarihi dersi vermiştir. Topçu, “Din adamlığı yapacak talebelere verilen dersten ücret alınmaz” diyerek aylık 28 lira tutan maaşı almamış ve bu paranın okul idaresi vasıtasıyla fakir öğrenci­lere dağıtılmasını sağlamıştır (Kara 2009: 94).

Teşkilatçı bir yapısı olan Topçu’nun içinde yer aldığı başlıca vakıf ve dernekler arasında Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Cemiyeti, Milliyetçiler Derneği, Türkiye Milliyetçiler Derneği, Türk Talebe Birliği, Aydınlar Ocağı ve Türk Milli Kültür Vakfı gösterilebilir.

Âkif’in İslâmcılık düşüncesi, II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e sosyal hayattaki değişime şahit olan, ilk ve orta tahsilini Osmanlı’nın son yıllarında, lise tahsilini Cumhuriyet döneminde, üniversite eğitimini de Fransa’da tamamlayan Nurettin Topçu’da, içinde bulunduğu sosyal hayatın da etkisiyle bir değişme göstermiştir. Topçu, coğrafya olarak Anadolu’yu esas almış, birleştirici güç olarak İslâm’ı görmüştür. Topçu’yu bu hususta farklı kılan bir diğer yanı da meselelere ahlâk üzerinden yaklaşmasıdır.

Mehmed Âkif’e göre, Osmanlının kurtulabilmesi için öncelikle hurafelerden arınmış İslâmî bir anlayış ön plana çıkarılmalı ve halkın vurdumduymazlık, tembellik, cahillik ve korkaklık­tan arındırılması sağlanmalıdır. Batıdaki bilimsel gelişmeleri yakından takip etmek gerekir. Bununla birlikte Batının ahlâkı, kültürü, âdeti ve gelenekleri benimsenmemelidir. Osmanlıyı oluşturan farklı gruplar içindeki Müslüman halkları İslâm dini çerçevesinde, Hıristiyanları ise Osmanlılık ruhunda birleştirmek gerekmektedir. Âkif, Turancılık düşüncesini de reddetmez. Osmanlıyı dağılmaktan kurtarmak için yeterli görmediği bu düşünceye, Cumhuriyet’in ila­nından daha yakın olduğu “Özü sağlam, sözü sağlam adam ol ırkına çek”, “Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celal” gibi ifadelerinden anlaşılabilir.

Nurettin Topçu’nun fikir hayatı da Âkif’in fikir dünyası arasında birtakım benzerlik ve farklı­lıklar vardır. Bir felsefeci olarak dini görmezden gelen felsefi hareketlere karşı çıkan Topçu, Anadolucu milliyetçiliğini İslâmî bir görüşle ele almış; Turancılığı, enternasyonalist milliyet-

Asım ve Gençlik Bilgi Şöleni

çilikleri ve İslâmcılığı eleştirmiştir. Batı, Doğu ve İslâm medeniyetlerini karşılaştıran Topçu, kapitalizm, komünizm, sosyalizm, kültür ve medeniyet, sanayileşme, kuvvet ve teknoloji me­selelerini de eleştirel bir biçimde ele almıştır.

Yaşadığı dönemde muhafazakâr ve Müslüman çevrelerin kapitalist iktisadî sisteme ve ahlâk anlayışına doğru kaymaya başlamasına karşı Topçu, Anadolu sosyalizmini savunmuştur. Tıp­kı Âsım gibi, “yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacak” idealist bir nesil ye­tiştirmek için çaba göstermiştir (Kara 2009: 97).

Nurettin Topçu, “evrensel” olduğu söylenen ve büyük ölçüde bilim ve teknoloji üzerinden tanımlanan “medeniyet”in, içinde barındırdığı zorba ruhundan ve kapitalist bağlamından ayrı olarak düşünülemeyeceğini savunurken, Âkif’in:

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, “Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar? dizelerini açıklar gibidir.

Âkif, Âsım’dan Batıdaki bilim ve teknolojiyi öğrenmesini ve bunları alıp gelmesini ister. Topçu’nun bilim ve teknolojiye bakışı eleştireldir. Ona göre, insanla tabiatı tahrip eden sana­yileşme, sömürünün kaynağı, bilim ve teknolojidir. Kapitalist sistemi güçlendiren ve insanı köleleştiren teknolojik gelişmeler, insanlık için bir başarı ve ilerleme olarak gösterilemez. An­cak Topçu’nun bu düşünceleri, yaşadığı dönemde sıkça dillendirilen ve toplumun bilinçaltı­na işlenen “Ağır sanayi”, “kalkınma”, “sanayileşme” ifadelerinin gücü karşısında yeterli desteği görememiş, hatta Topçu’nun kalkınma, ilerleme karşıtı bir kişiymiş gibi değerlendirilmesine yol açmıştır.

Sonuç

Cumhuriyet dönemi Türk fikir hayatının önemli mütefekkirlerinden Nurettin Topçu’nun ya­şantısından izlerle Mehmed Âkif Ersoy’u nasıl anladığını, Âkif’in ideal nesli “Âsım”ı ne ölçüde hayata aksettirdiğini tespit etmeyi amaçlayan bu çalışmada, çocukluğundan itibaren Âkif’e hayranlık duyan Topçu’nun birçok yönden Âkif’i ve Âsım’ı temsil ettiği sonucuna varılmıştır.

Âkif de, Topçu da “ideal” insanıdır. İçinde bulundukları dönemin sıkıntıları karşısında çoğun­luğa tabi olmak yerine, doğru bildiklerini anlatmaya, yaşatmaya çabalamışlardır. Topçu’nun Âkif için uygun gördüğü “büyük adam” sıfatı her ikisi için de geçerlidir. Çünkü onlar, devir­lere, zaruretlere, cemiyetlere göre değişmemiş, muhitine uymamış; muhiti kendilerine uy­durmaya çalışmışlardır. Halkın içinde münzevi yaşamışlardır. Devlet ve ikbal mevkilerinin peşinde koşmamışlardır.

Âkif’i, din ve millet sentezcisi olarak gören Topçu, Anadolucu milliyetçiliğini İslâmî bir gö­rüşle ele almasıyla Âkif’le paralellik göstermiştir. İslâmcılık, Türkçülük ve Batıcılık fikirleri arasında İslâmcılık akımını benimseyen Mehmed Âkif, diğer akımlara da uzak kalmamış, bu akımlar içinde doğru bulduğu fikirleri almaya çabalamıştır. Topçu da, Batı, Doğu ve İslâm medeniyetlerini karşılaştırarak, doğruya ulaşmaya çabalamıştır.

Âkif’in, Âsım’a yüklediği en önemli özelliklerden biri, haksızlıklar karşısında suskun kalma­ma; doğruya sahip çıkmak adına her türlü ezaya, cefaya katlanmayı göze almadır. Topçu’nun öğretmenlik hayatında yaşadığı ilk zorunlu tayinin sebebi de, doğruluğu tercih etmesidir. Galatasaray Lisesi Müdürünün haziran imtihanında geçmesini istediği altı kişilik nüfuzlu aile çocuğundan sadece sınavda başarılı olanları geçirmiş olması, Topçu’nun her türlü sıkıntıyı göze alarak, doğruluktan şaşmadığının örneğidir.

Âsım, insanların fakirliği karşısında boş durmayıp, kumarbazlardan zorla para alan ve bu parayı öksüzlere dağıtan bir karakterdir. Topçu’nun ek görev olarak dersler verdiği İstanbul İmam Hatip Okulu’nda “Din adamlığı yapacak talebelere verilen dersten ücret alınmaz” di­yerek aylık 28 lira tutan maaşı almaması ve bu parayı okul idaresi vasıtasıyla fakir öğrencilere dağıttırması da Âsım’ca bir hareket olarak gösterilebilir.

Hocazâde, Âsım’a inkılâp gerçekleştirmek için aceleci olmaması gerektiğini, önce kendisini, ardından da yeni Âsımlar yetiştirmenin gerekliliğini öğütler. Hocazâde’ye göre Batı bugüne ilmiyle gelmiştir ve bizi Batıdan üstün kılan dinimiz vardır. Âsım gibi gençler, Avrupa’ya git­meli, aldıkları bilgileri yeni Âsımlara aktarmalıdır. Nurettin Topçu, Hocazâde’nin Âsım’a, yurt- dışında öğrenim tavsiyesini dikkate almış, liseden mezun olunca kendi kendine Avrupa’da tahsil imtihanlarına girmiş ve kazanmıştır. Kırk yıl öğretmenlik yaparak, nice Âsımlar yetişti­ren Topçu, yayımladığı Hareket dergisiyle, içinde yer aldığı Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçi­ler Cemiyeti, Milliyetçiler Derneği, Türkiye Milliyetçiler Derneği, Türk Talebe Birliği, Aydınlar Ocağı ve Türk Milli Kültür Vakfı gibi vakıf ve derneklerdeki çalışmalarıyla da topluma yol gös­terme görevini başarıyla yerine getirmiştir.

Nurettin Topçu ile Mehmed Âkif Ersoy merkezli hazırlanan bu sınırlı çalışma, yarının Âsımlarını yetiştirmede dünün tefekkür dünyasının önde gelen isimlerini anlamak ve dü­şüncelerini iyi anlatmak gerektiğini de göstermektedir. Çünkü geçmişini tanımayan, dünün­den kopmuş toplumların, geleceği inşası sağlıklı bir biçimde gerçekleşemeyecektir.

Kaynaklar

---------  (1986), Ölümünün 50. Yılında Mehmet Âkif Ersoy’u Anma Kitabı, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Ya­yınları, Ankara.

Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, “Mehmet Âkif Özel Sayı”, sayı 73, Mart 2006, Ankara.

Birgül, Mehmet Fatih (2011), “Nurettin Topçu’nun Âkif’i ve Safahât’ın Felsefesi”, Mehmet Âkif Ersoy Bilgi Şöleni, Ankara.

Coşgun, Melek (2013), “Safahat’ın “Âsım” Bölümünde Sosyal Değişme”, Akademik Bakış Dergisi, S. 34, s. 1-13.

Çetin, Nurullah (2010), Edebiyat ve Bilinç, Öncü Kitap, Ankara.

Çetin, Nurullah (2010), Millî Doğruluş Yeniden..., Öncü Kitap, Ankara.

Çetişli, İsmail (2003), Batı Edebiyatında Edebi Akımlar, Akçağ Basım Yayım Pazarlama A.Ş., Ankara.

Dilçin, Cem (1992), Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.

Elbir, Bilal (2006), Edebiyat Bilgi ve Kuramları, Pegem A Yayıncılık, Ankara.

Enginün, İnci (2003), Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Enginün, İnci (1991), Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergâh Yayınları, İstanbul.

ErcilasuN, Bilge (1986), “Mehmet Akif ve Otokritik”, Türk Kültürü, S.284, Aralık.

Ercilasun, Bilge (1997), Yeni Türk Edebiyatı Üzerine İncelemeler-1, Akçağ Yayınları, Ankara.

Ersoy, Mehmet Âkif (1977), Safahat (Yay. Haz. Ömer Rıza Doğrul), İnkılâp Kitabevi, İstanbul.

Gündoğan, Ali Osman (2000), Nurettin Topçu, Doğu-Batı, S. 11, s. 89-106.

Kanter, M. Fatih (2007), “Tanzimat Şiirinde İdeal İnsan Tipi”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S. 16, s. 167-190.

Kara, İsmail (2009), “Ahlâk Davasına Adanmış Bir Ömür: Nurettin Topçu”, İş Ahlakı Dergisi, S. 4, s. 89-101.

KartalcıK, Vedat (2008), “Asım’ın Sözvarlığı Üzerine Bir Çözümleme Denemesi”, I. Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu, s. 793-867.

Koca, Salim (2012), “Kutadgu Bilig’de “Hükümdar, Vezir ve Sûfî Tipleri”nin Tanıtılmasında ve Bu Tiplerin Temsil Ettikleri Fikirlerin Açıklanmasında Metaforların Rolü”, Gazi Türkiyat, S. 10, s. 64-79.

Hece Dergisi, Karakter Âbidesi ve Bir Çığlık Olarak Mehmet Âkif Özel Sayısı, sayı 133, Ocak 2008, Ankara.

Okay, Orhan (1998), Mehmet Âkif Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Akçağ Yayınları, Ankara.

Özakman, Turgut (1962), Güneşte On Kişi, (Önsöz), Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı.

ÖzçeliK, Mustafa (2008), Mehmet Âkif’in Âsım’ı yahut İdeal Gençliğin Vasıfları, Somuncu Baba İlim Kültür ve Edebiyat Dergisi, S. 91, s. 46-48.

Pepe, Kadir (2008), Mehmet Akif Ersoy’da Spor Sevgisi ve Gençlik İdeali, I. Uluslararası Mehmet Akif Sempoz­yumu Bildiriler Kitabı, s. 445-478.

Topçu, Nurettin (2011), Mehmet Âkif, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Topçu, Nurettin (2013), Yarınki Türkiye, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Topçu, Nurettin (2013), Türkiye’nin Maarif Davası, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Yapıcı, Asım (2008), “Mehmet Akif Ersoy ve Asım’ın Nesli”, http://blog.milliyet.com.tr/mehmet-akif-ersoy-ve- asim-in-nesli/Blog/?BlogNo=116965 (Erişim tarihi: 08.09.2014).

Yetiş, Kâzım (1992), Mehmet Âkif’in Sanat-Edebiyat ve Fikir Dünyasından Çizgiler, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara.

“Âsım”a Vücut Veren Mütefekkir: Nurettin Topçu

Özet

Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemine girdiği yıllarda, ümidini yitirmekte olan kitlenin karşısında, bir çıkış yolu arayan, devleti ayakta tutmaya çabalayan mütefekkirler yer almaktadır. Osmanlı’nın kurtuluşu için ortaya atı­lan fikir hareketleri içinde yer alan İslâmcılık düşüncesinin önde gelen isimlerinden biri de, Mehmed Âkif’tir.

Osmanlı’nın son dönemindeki manzarayı Safahat adlı eserinde tasvir eden Âkif’in Safahat’ı, bir şiir kitabı, bir edebî metin olmanın ötesinde fikrî yapısıyla da dikkat çekmektedir. Safahat’ın “Âsım” adını taşıyan altıncı kita­bı, bir ideal olarak, Mehmed Âkif Ersoy’un edebiyatımıza bir mirası gibidir.

2500 dizelik tek parçadan meydana gelen “Âsım”da toplum hayatının meselelerine yer veren Mehmed Âkif; Hocazâde, Köse İmam ve Âsım, arasında geçen karşılıklı konuşmalarla dünü, bugünü ve yarını sorgulayarak, “Âsım”ın fikri alt yapısını oluşturur.

Âkif’in “Âsım”da bölüm sonuna tarih olarak, 22 Zilhicce 1337 Hicrî tarih ve 18 Eylül 1335 Rumî tarih düştüğü görülür. Bu tarih Miladî olarak 18 Eylül 1919 tarihine denk gelmektedir. Vatanın dört bir yanının işgal altında olduğu günlerde yazılan bu bölüm, Âkif’in Darü’l-Hikmet-i İslâmiye Cemiyeti’ne üye olup, Balıkesir’e giderek Zağanos Paşa Câmii’nde vaaz vermesinden öncedir. Âkif’in “Âsım”da dile getirdiği hususların, yüreğindeki çırpınışın bir tezahürü olduğu açıktır.

Mehmed Âkif Ersoy’u eserleriyle hayatını birleştiren adam olarak tasvir eden Nurettin Topçu, onu ayrıca, de­virlere, zaruretlere, cemiyetlere göre değişmeyen, muhitine uymayan, muhiti kendine uyduran, uydurmazsa çarpışan, cemiyeti sürükleyen muvazeneli karakter sahibi olarak nitelendirir. Topçu’nun hayatı ve eserleri dik­kate alındığında, Âkif için söylediklerinin kendisi için de söylenebileceği görülür.

Bu çalışmada Cumhuriyet dönemi Türk fikir hayatının önemli mütefekkirlerinden Nurettin Topçu’nun hayatı ve eserlerinden hareketle Mehmed Âkif Ersoy’u nasıl anladığı, Âkif’in ideal nesli “Âsım”a nasıl can verdiği göz­ler önüne serilmeye çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Mehmed Âkif Ersoy, Nurettin Topçu, Âsım, Safahat, ideal insan.

Mehmed Âkif, Âsım ve Gençlik, 2015

Kitabın tamamı: https://kitap.tyb.org.tr/kitap/asim.pdf 

Bu haber toplam 619 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim