Kaldığı barakada mutluydu. On metrekarelik alanda yer yatağı, derme çatma masası, kilimi, kabı kacağı vardı.
Gözden ırak olmasa da ilçeden uzak sayılırdı. Kimseyi rahatsız etmiyordu. Üç kilometrelik yolu, yürüyerek ilçeye geliyor, akşam üzeri barakasına gidiyordu.
Akan suyun kenarında, bulabildiği bir kaç direkten tahtalarla oluşturduğu barakasına ilçeli destek çıkmış, haline acıdığı, kimi kimsesi olmayan, nereden geldiğini kimsenin bilmediği bu genci sahiplenmişti. İlçede kaldığı müddetçe, zararsız, kendi halinde olan yirmili yaşlardaki gencin sağda-solda itilip kakılması, parkta yatması hoş karşılanmamıştı. Eve misafir olmayı, rahatsızlık vereceği için kabul etmeyen gence istediği barakayı yapmayacak mıydı, koskoca ilçeli?
Kaymakam, barakanın olduğu yeri görmüş, ilçelinin ısrarıyla kendisine kilim, yatak ve zarurî diğer ihtiyaçları için destek vermişti. O, birkaç aydır çektiği sıkıntılardan kurtulmuş, barakasını sahiplenmiş, herkese güler yüzlü, sakin, anlayışlı tavırlarıyla kendisini kabul ettirmişti.
İlçeye gittiğinde lokantanın girişine yakın durur, davet edildiği zaman en son masada oturur, sabah çorbasını içer, teşekkür ederek, çay ocağının yolunu tutardı. Dama oynayan yaşlıların yanına çöker, herkese selamını verirdi. Kendisine uzatılan kürsüye kimseyi rahatsız etmeyecek biçimde otururdu.
Damacıların yanına oturunca rahatsız edilmezdi. Her selam vereni görünce yerinden kalkar, selamı alır, sonra damayı takip ederdi. Damacıların aralarındaki şakalaşmalara karışmaz, her hamlede sanki kendisi oynuyormuş gibi heyecanlanırdı.
Kendisine verilen çay, şirketten olduğu için, kimin yanına oturursa, kimse hoşnutsuzluk göstermezdi. Çay ocağı sahibi, lokantacı bu zararsız genci sahiplenmişti. Fırıncı da her akşam bir ekmeği kendisine ücretsiz veriyordu. Kimseden para kabul etmeyen genç, dilenciliğe karşıydı. Sadece bir kaç kişinin verdiği paranın bir kısmını alır, gerisini iade ederdi:
-Neden hepsini almadın?
- Benim çoluk çocuğum yok ki... Ben, bu kadar parayı ne yapayım?
Bu yüzden acınacak duruma kendisini düşürmüyor, dilencilikten çok karnı doyarsa, buna şükrediyordu.
Arada bir sigara uzatanlar olduğunda, sigarasını alır, cebinden çıkardığı pakete bırakırdı. Paketinde kaçak sigaradan pahallı olanlara kadar dal dal vardı. Her sigara uzatana teşekkür ederdi. Sigara içtiğini kimse görmemişti. Sigara uzatanlar, onun teşekkürünü duymak için, adeta birbirleriyle yarışırdı. Üç kez de sigara uzatılsa sadece bir tane alırdı:
-Teşekkür ederim.
Teşekkürü sebebiyle bu gencin, asil bir âileden geldiği söylenirdi, kulaktan kulağa. Âşık olduğu kızı vermedikleri için çemberi kırdığı da söylenenler arasındaydı. Önceleri ilçede bu adamın başka amaçlarla geldiği iddiaları yayılmış iken, sonrasında zararsız olduğu emniyetçe söylenmişti.
Canı sıkkın olduğunda dolaşırdı, serserî mayın gibi. Kendisine kim selam verirse selamını alır, teşekkür ederdi. Beş kez selam versen beş kez selam alır, teşekkürü eksiksizdi. Bazıları bu yüzden kendisine "Bay Teşekkür" ismini takmıştı.
Esnaf bazen gençlerin kendisini sıkıştırdığını görünce kızardı:
-Allahın garip kuluna nedir, çektirdiğiniz sıkıntı? Selam veren ikinci selamı veremez, deyyusluk yapmayın!..
Bu itirazları, "Allahın selamı ne güzel!." şeklinde cevaplardı, "Onların kalbini kırmayın. Kalp kıran cennete girmez!."
Günde bir gazeteciye uğrar, gelen gazetelerin tümünü sadece o kontrol eder, okurdu. Okuması-yazması var mı yok mu bilen olmazdı. Gazeteci, arada bir kendisine takılmadan edemezdi:
-Ne yazıyor?
O, gülümseyerek cevaplardı, soru soruldukça:
-Görmez misin fotoğrafların altında yazı yok ki...
Resimlere oldukça bakar, sayfaları karıştırır, gazeteyi yıpratmadan nazik biçimde rafa bırakırdı. Bazen cebinden madeni para çıkarır, aldığı gazete eklerinin karşılığı olarak bırakırdı, masaya. Gazeteden çok eklere meraklıydı. Özellikle hafta sonu kimsenin okumadığı ekleri alır, poşetine bırakırdı.
Her öğle arası lokantaya girmeden önce masasının boş olup olmadığına bakardı. Masası boşsa gider otururdu.
Yemeklerde fazla et istemezdi. Çoğunlukla denemek isteyen lokantacıya, etin insan ömrünü kısalttığını söylerdi. Bu sebeple sebze yemekleri olunca, tabağı dolu dolu gelirdi.
İkindi sonrası alışılmış halde çay içmek için çay ocağına değil, aylarca yattığı ilçe parkına giderdi. Parkın işletmecisi, şekersiz çayını hemen kendisine vermez, bir kaç çay boşunu getirdiğinde kendisine verirdi.
Bazen parkçıya kızan da çıkardı:
-Bak teşekkürü hak etmiyorsun.
Akşama doğru alışılmış olduğu üzere fırından ekmeğini alır, manavdan sadece iki-üçü geçmeyecek sayıda domatesini, bir-iki biberine eşlik ederek, yola koyulurdu.
Bir iki gün ortalıkta görünmeyince ilçeli merak etmişti. Barakasına mı gidlmeli karakola mı baş vurmalı. Sonuçta lokantacı, birkaç arkadaşı ve gazeteci, barakaya gitmeye karar verdi. Yiyecek ve içeceği poşete bırakılarak, yürüye yürüye ikindi sonrası barakaya yol aldılar.
Gencin hasta olup olmadığı da konuşuldu, söz arasında. Belki kafası bozulup geldiği gibi gitmişti. Dört-beş arkadaş, yokuş aşağı inince barakanın ortadan kaldırıldığını gördü. En çok merak eden de lokantacı oldu:
-Garibin barakası yerle bir olmuş. Nedeni ne ola?
Gazeteci, "Belki kendisi çekip giderken yıkmıştır." dedi.
Barakaya vardıklarında direklerin yerlerinden çıkarıldığını, tahtaların parçalandığını gördüler. Ağacın gölgesinde uyuyan genci kaldırdılar.
İlk soruyu Fırıncı sordu:
-Barakana ne oldu?
Genç, ağlamaklıydı, ağlıyordu:
-Teşekkür ederim. Yabancılar gelip yıktılar. Evimi yıktılar. Ben ne yapacağım, şimdi?
O'nu teselli etmeye çalışırken, sürekli aynı şeyi söylüyordu:
-Evimi yıktılar. Benim kime ne zararım oldu? Ben kendi halimde biriyim.
Kendisine en güzelin bir barakanın daha yapılacağını, kimsenin bir daha barakasını yıkamayacağını anlattı, Fırıncı:
-Kimse yıkmasın, evimi yıkmasınlar!..
Önüne bıraktıkları poşetten karnını doyurmasını istediler. İki gün aç olmuş olmalı ki süratle yiyordu. Her bir domatesi, iki-üç ısırışta bitiriyordu
Gazeteci, etrafı toplamaya çalıştı. Etrafta gazetelerin hafta sonu ekleri, kitap ekleri yayılmıştı. Hepsini topladı, üst üste bıraktı. Gözüne çok yapraklı bir defter ilişti. Bu bir günlüğe benziyordu. Karıştırdı, defteri. Oldukça güzel bir yazıyla, anlamlı cümlelerle karşılaştı. Defterin sonuna baktı, merakla:
-Bu romanımı bitirdiğimde ilçe halkını ziyaret edeceğim. Bir delinin hayatını konu aldığım romanımı yazdığım mekânda, ekmeğini yediğim, suyunu içtiğim, beni bağrına basan...
Okuyamadı, cümleleri gazeteci. Gazetecinin elindeki defteri görünce uzattı elini, genç. Gazeteci, ısrar etmedi, verdi, defteri.
Gazeteci kitap dolu valize baktı. Hemen kapattı, valizini. Valizi, oldukça ağırdı. Sağa sola savrulmuş eşyasını, yatağını topladı.
Defteri bu esnada koynuna bıraktı, genç. Kalktılar lokantacı ile fırıncı. Gazeteci, bir araba istedi ilçeden. Genci alıp götüreceklerdi.
Lokantacı, fırıncıya yöneldi:
-Bu garibe sahip çıkamadık.
O esnada genç, gazeteciye yanaştı:
-Abi kurbanın olayım, okuduğunu kimseye anlatma!..
Gazeteci, ilgisiz gibi davrandı. Sanki duymamazlıktan geldi, lokantacıya dönerken. Fısıltıyla söylendi adeta, kendi kendine:
-Romancı merak etme, kimseye söylemem!...
19.08.2014
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.