Oturduğuyla kalkması bir oldu, çay ocağında. Yalvardılar, yakardılar nafile… O da vatandaştı, oyunu kullanmak vatandaşlık göreviydi. Kimseyle rahatlıkla konuşamıyor, derdini anlatamıyordu. Bu, ayrı mesele. Oy kullanma hakkını kimse engellemezdi.
Köyden kalktı, sabah erkenden. Yapılacak seçimde oyunu kullanmak üzere ilçeye gidecekti. Kendisini ilçeye giden minibüsün ön koltuğuna bindirdiler. Hatta arkasından su bile döktüler, sağlıkla sağlıcakla gelesin diye.
Son dönemde gittikçe artan rahatsızlığı, kendisini bunaltmıştı. “Ne yapalım ne edelim?” diye düşünen köylü, seçimin olduğunu, koskoca ülkede sadece kendisinin oyunun kullanılmadığını, oyunu kullanırsa seçimlerin tamamlanacağına ve bu ülkenin refaha kavuşacağına kendisini inandırmıştı. Gaye kendisini zarar görmeden, sessiz ve sakin şekilde ilçeye, oradan da tedavisini yapmak üzere şehre yollamaktı. Bunu saklayan köylü, niyetini gizlerken bu seçim oyununu ortaya koymuş, kendisini bu yolla tedavi etmeyi düşünmüştü.
Minibüs, yola koyulurken geride kalanlar, nelerin olup olmayacağı üzerinde konuşuyordu:
-Mutlaka, muhtar çözümü bulmuştur. Koskoca köy muhtarı bilmezse biz mi biliriz?
-Yanlışlık olmaz, muhtarda. O, en iyisini yapmıştır.
Kendi aralarında konuşup, meseleyi ele alanlar, köyde bir tatsızlık çıkmamasında en iyi yolu bulan Muhtar’ı, olduğunca övüyordu.
Minibüs sahibi, bu hayra işaret durumdan memnundu:
-Sürücü, onu sağ salim Abdi Bey’e teslim etsin. O da şehre kendisini götürür. Kendi rızasıyla tedavi olmak için imzasını atar. Oy kullandığını sayarak, hastaneye yollanır. Belki garibim ömür boyu orada kalır. En azından rahat eder. Biz de rahat ederiz.
Kahveci, artık her gün kırılan bardaklardan kurtulmuştu. Çayını içtikten sonra, bardağı keyifle yere çalan Çelebi, bu işten, yaptığından zevk alıyordu:
-Bak, çayın çok güzeldi. Bardağın çıkardığı sese bak. O bile şakkkk!...diyor.
Her bardak kırmasıyla kendisini öpüyor, kırdığı bardak sayısının arttığını gören kahveci, sonunda muhtarla kafa kafaya verip bu çözüm yolunu bulmuştu:
-Çello, seçim var. Oyumuzu kullandık, sadece senin oyun kaldı. Koca ülke, senin vereceğin oy ile ya batacak ya düze çıkacak!..
Bu önemli haberle sevinen Çelebi, traş edilmiş, üstüne yeni elbiseler alınmış, cebine bir miktar para konulmuş. Askere uğurlanan gençlere ne muamele edilirse, aynısı kendisine yapılmıştı:
-Başbakan belki senin oyunla kazanacak. Belki sen mebus olursun.
-Sen, bu ülkenin yüz akısın.
-Çello, mebus olursan köyümüze yol elektrik getir.
Çelebi, yüz hatlarını keskinleşerek, kimsenin beklemediği cevabı veriyordu:
-Canım hele bir olalım. O zaman düşünürüz.
-Neyi düşünürsün, Çelebi?
-Köyü buradan kaldırır, ilçeye, ilçeyi buraya getireceğim.
Minibüste kendisinin rahat etmesi için her tertibat alınmış, en sevdiği arabesk parçalardan oluşan kaset, çalıyordu:
Bir ara minibüsü durdurdu:
-Şimdi burada dur!..
Sürücü sordu, kendisine:
-Çelebi Bey, neden duracağız?
Manalı manalı başını salladı:
-Duymuyon öküz, bak durdurun dünyayı ben ineceğim diyor. Bari minibüsü durdur . Adamın kalbi kırımlasın.
Minibüs sahibi, yolda ne olursa olsun, durmamasını salık verdiği sürücü, bu esnada uyarıyı unutmuş görünüyordu. Kalan yarım saat yolculukta tatsızlık çıkmasın düşüncesi ağır basınca birkaç metre mesafe sonrası durdu:
-Senin hatırın için durdum. Bak, başkası olsaydı durmazdım.
Çelebi, teşekkür etti kendisine. Bir isteği daha olduğunu söyledi, sürücü kapısını açtıktan sonra:
-Sen, biraz uzaklaş, su dökeceğim. Ayıptır.
Buna da olumlu yaklaştı, sürücü:
-Ne demek sayın mebusum!..
O esnada sürücü uzaklaştıktan sonra, kapıyı kapatıp, çalışır vaziyette duran minibüsün direksiyonuna koyuldu. Arabayı kaldırdı, yerinden. Gaz pedalına bastı.
Sürücü ne olduğunu bilmeden tek başına koşmaya başladı, minibüsün ardından. Belki şaka yapmıştır, belki bir ötede durur diye geçirdi, içinden. Çelebi, gözden kaybolmuş, sürücü toprak yolda bitkin düşmüştü.
Mecburen köye dönmeyi düşündü. Hangi yüzle dönecekti? Ne de olsa sürücüsüydü, aracın. Mal sahibi, minibüsü kendisine emanet etmiş değil miydi? Köye dönerken kendi içinden bazı senaryolar kurmaya başlamıştı, bile:
-Sen deli miydin oğlum, kontağın üstünde kilidi bıraktın?
-Be sersem, şimdi bu aracı bir yere vurmuşsa ben nasıl tamir ederim? Dünyanın parası gider.
En sonunda bu gibi soruları dinleyecek, azarları işitecek ve son cümleyle işi bağlayacaktı, sürücü:
-Halimi görmez misiniz? Gözüm mosmor, burnum belki kırılmıştır. Kan revan içindeyim. Hadi ben aptalım, neden biriniz benimle gelmedi? Korkuyordunuz, adamı başıma bela ettiniz. Mebus olacağına inandırtınız, adamı.
O bunları söylerken belki birisi, çıkıp şu espriyi patlatacaktı, işi tatlıya bağlayacaktı:
-Adam haklı. Mebus dediğin tek başına ilçeye arabasıyla gitmeli. Hata, suç bizdedir.
Köy görününce, sürücü, aklına gelen son tedbiri uyguladı. Burnunu kanatıncaya kadar yumrukladı. Üzerindeki gömleği yırttı. Yüzünü tırmıkladı. Üstü başı perişan hale geldi.
Köy kahvesinde herkes, Çellonun teslim alındığını konuşurken, köy kahvesine koşarak gelen haberci, minibüs sürücüsünün halini anlatıyordu, heyecanlı heyecanlı:
-Ağam, gözü şişmiş, ağzı-burnu dağılmış. Üst başı yırtık, her tarafı garibimin perişan!..
Köy kahvesi, bu gelen haberle anında boşaldı. Herkes, sürücüye taraf koşmaya başladı. Minibüs sahibi ve muhtar, başı çekiyordu.
Açıklama: Bu hikâyeler, ileride engelli insanımıza yardım amaçlı bir kitapta toplanacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.