Biliyorum, bu ismi duyduğunuzda, “Şakir’e çay yok!..” diyeceğinizi. Sinema Endüstrisi’nin bize hediyesi olan bu tür klişeleşmiş sözleriyle hareket etmedim, hiçbir zaman. Aklınıza gelir, bunu neden belirtmediğimizi soran olursa, Şakir’in bahsi geçen sözle bir alakası olmadığını, peşinen belirtmek istedim.
Şakir, kendi halinde, şükretmesini bilen biri. Buzdolabının elektriğin yaygınlaşmasıyla ilçelerde görülmeye başladığı zamanlar. Hasbe’l-kader, bu nimet, evimize girince Rahmetli Nenemizin dört tarafı ince tel örgülü dolabı, artık gözden düşmüştü.
Tel örgü dolabı, hava sirkülasyonu sağladığı için, daima muhafaza altında alınan yiyecekler, biraz geç bozuluyordu. Su, soğuk hale gelmekteydi, destide olmak şartıyla. Yiyeceğe sineğin konması, haşeratın ulaşması söz konusu değildi. Dolab, tel örgülerinden arındırıldıktan sonra enkaz haline geldi. Oldukça önem verilen dolabın iskeleti, avluda bekledi, bir zaman. Sonrasında annemizin sabahları yaptığı saç ekmeğine ateş için malzeme oldu.
Şakir, bir müddet ev ev dolaşarak, C Vitamini Sandoz hap kutularını toplamaya başladı. Aleminyumdan yapılmış bu kutuları ne yapacağını kimse bilmiyordu. Evimize geldiğinde Şakir’e küçük de olsa iki-üç kutu verdiğimizi hatırlıyorum, aradan zaman geçse de. Herkeste merak, Şakir bu kutuları ne yapacak?
Belki de aleminyum olduğu için bir değere sahipti, kutular. Kimi Şakir’den para istedi, ince uzun kutuları vermek için. Şakir, tereddütsüz parasını çıkarıp veriyordu, bir lira olarak. Zaten haplarıyla beraber, portakal tadında ekşimtrak tadında dopdolu kutu üç Lira’ydı. Olsun, öncelikli olan kutuları temin etmek. Herkesin alabildiği bu vitamin haplarının eczanede bittiğini öğrenenler, haplarını kendilerine alıp, kutularını Şakir’e satma plânı suya düşmüştü. Hatta eczaneci, reçetede yazılı bir kutu hap için Şakir’i çağırmış, hastanın mağduriyetinin önüne geçmek için ricada bulunmuştu. Şakir, iki kutusunu aldığı fiyata satmış, şart olarak da boş kutuları istemişti. Hasta, köyde olduğu için kutular gelmeyebilir düşüncesiyle Aleminyum folyoya sarılı hapları hasta sahibine vermiş, kutularını almıştı.
Küçücük ilçede Şakir, bu kutularla ne yapacaktı? Herkesin dilinde bu, kutular vardı. Kimse Şakir’in ne yapacağını bilmiyordu, açıkçası.
Bir gün ilçenin en işlek kahvesinin önünde kurulan tezgâhta Şakir’in C Vitaminli Eskimo satışına başladığı ve ürettiği tümüyle sıhhî, hiçbir yan etkisi bulunmayan, yenildiğinde insanı ferahlatan buluşu, herkeste merak uyandırdı.
Şakir, kuyruğa giren müşterilerine kızıyor, onların acele etmemesini istiyordu. El-kol işaretlerinden anlayanlar, çaresiz biçimde istenilene uymak zorundaydı.
İlçede buzdolabına sahip üç kişiden biri, Şakirin kardeşi Zinnet’ti. Şehirden aldığı buzdolabı için aylarca beklemiş, nihayetinde sipariş üzerine gelen buzdolabı ile işin en mühim olanı gerçekleştirilmişti: Eskimo Satışı.
İsteyene C Vitaminli Eskimo, isteyene vişneli, elmalı, limonlu, portakallı, colalı, sade gazozlu. C Vitaminli Eskimo, elli kuruş, diğer çeşitler yirmi beş kuruş. C Vitaminli Eskimo, hem büyük ve biraz kekremsi asit taşıyor hem de ilaç niyetine satışa sunulmuştu.
İlçede sadece Kaymakamın evinde, Belediye Başkanı’nda buzdolabı vardı. Günlük olarak jeneratörle ilçeye verilen üç saatlik, elektrik ancak su soğutmaya, kapısı sık açılmamak üzere içindeki yiyeceğin bozulmasını geciktirmeye yarıyordu.
Şehirde ikinci buzdolabında üretilen ve ilçeye kenarlarına buz kalıpları konulup, termos içinde taşınarak erimesi önlenen Eskimolar, herkesin iştahını kabartıyordu. Şakir, evdeki dolabını sadece günde bir kez açıyor, malzemesini saatlerce koruyan termos ve termosun bulunduğu bembeyaz köpükten yapılmış muhafazaya değer veriyordu.
İlçeli, sadece şehirde duyduğu bu eskimoyu, artık ilçelerinde görmekten mutluydu. Özellikle Ramazan’ı bekleyen Şakir, hedefi büyütmek amacındaydı. Bir dükkân tutuldu. Bu arada soğuk limonata, vişne servisi için masalar alındı.
İlçe Kaymakamı bile gelen misafirlerine arada bir limonata siparişinde bulunuyordu. Limonata cam sürahide, beli ince uzun bardaklarla tepsi üzerinde Hükümet Konağı’na götürülüyor, adeta törenle bir bardak-iki bardak limonata yaz sıcağının insanı bezdiren bunaltıcı havasında insana nefes aldırtıyordu.
Şakir, eskiden ekmek bulamazken şimdi “Şakir Bey” olmuş, şehirden gelen ablasıyla ilçenin en muteber, önemli iismleri arasında yer almıştı:
-Limonlu olsun!..
-Ben vişneli isterim.
-Ya gazozlu yok mu?
Verilen Eskimolar, arada bir hastalar için alınıyordu. Dondurulmuş ve kutudan kalıp biçiminde çıkan Eskimo çubuğu da özellikle temiz-hazır tahtadandı. Kimsenin bilmediği ve şimdikilerin daha yeni yeni kullandığı peçete, o dönemde lokantalarda kullanılan pembe-mavi renkli yağlı Kâğıtlardı. Kese kağıdına kutudan çıkarılmayan Eskimo, götürülür, kutu gelince depoziti iade edilirdi.
Şakir, işitme engelli olmasına rağmen ablasının buluşu sayesinde para görür olmuştu. Dükkânı, sabah açar, siparişi şehirden gelen ilk arabayla alır, evde yaptığı buzdolabında buza dönüşen taslarını muhafazaya bırakırdı.
Gelen Eskimoların yanındaki buzların erimemesi için, termos imdada yetişirdi. Hazır olan limonata ve diğer içecekler, istenildiği zaman bir parça buzla soğuk hale getirilirdi.
Bir gün Şakir’in adresine postahaneden bir mektup geldi, imzalatılmış halde. Okuması olmadığı için ablasına okuttu:
“İşletmenizin kâr getiren bir kuruluş haline gelmesi sebebiyle Mal Müdürlüğümüzün… “
Belediye Başkanlığı’ndan gelen bir yazı:” Ruhsatsız iş yerleri, belediyeden ruhsat almadıkları takdirde kapatılır ve İç İşleri Bakanlığı’nın verdiği yetki kapsamında…”
Şakir, elindeki iki mektupla Hükümet Konağı’na gitti. Kaymakamın Odacısı, Kaymakamın kendisini biraz beklemesi gerektiğini belirtti, Şakir’e. Bekle bekle çağıran olmadı.
Belediye Zabıtası, iş yerine ikinci bir tebligat göndermişti, dükkânına varırken. Gelen tebligatta satılan Eskimoların hijyen kurallarına göre hazırlanmadığı, meydana gelebilecek ishal ve diğer salgın hastalıkların önüne geçmek için İlçe Sağlık Ocağı’ndan alınan görüşle….
Şakir, hemen masaları dışarı atmaya başladı. Kardeşi buna anlam veremedi. Zaten on bardaktan oluşan cam kadehlerin çoğu kırılmıştı. Kalan birkaç kadehi, cadde ortasında patlattı. Karşı kahvedekiler, sadece seyirciydi. Eskimo Muhafazası ve küçük masalarla birkaç kürsü, çağrılan traktörün kasasına bırakıldı.
Şakir, başı dik, alnı açık biçimde caddede yürürken, kimseye bir selam da vermiyordu. Beş ay içinde kendi geçimini sağladığı bu ekmek teknesinden kopartılmak istenmişti. Kendisini şikâyet edenler, bu kârlı işten nemalanmak isteyenlerdi. Bu şikâyet edenler kimdi, kimlerdi? Tahmin ettikleri arasında Belediye Başkanının kardeşi vardı, amcasının oğlu vardı. Kaymakam ile Sağlık Ocağı Doktoru, belki sıkıntıdaydı, Belediye Başkanı’na karşı.
Kahve bitimi, traktör kasasına atladı. Kirada oturduğu iki gözlü evinden yatağını, buzdolabını , diğer eşyalarını alarak, hem dükkân hem ev sahibi olan komşusuna borcunun karşılığı olarak parasını verdi, kendisine bakıp duran oğluna ve etrafında biriken çocuklara birer Eskimo hediye etti. Kalan Eskimoları bakkala verdi. Herkese hakkını helal etmelerini isteyerek, traktör hareket etti.
Küçük komşu çocuğu yaladığı eskimoyla dili sapsarı olmuştu. Her eskimoyu yalayışta diğer çocuk, kendisine iştahla bakıyordu:
-Tadı nasıl?
Çocuk, bir sefer yalamasına izin verdi, eskimoyu:
-Fazla yeme ha!.. Şakir artık Eskimo satmıyor, gitti!...
20.08.2014
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.