• İstanbul 16 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 15 °C
  • Konya 14 °C
  • Sakarya 15 °C
  • Şanlıurfa 20 °C
  • Trabzon 15 °C
  • Gaziantep 15 °C
  • Bolu 11 °C
  • Bursa 15 °C

Engelli İnsanımızın Dünyasına Yolculuk Hikâyeleri: ŞÜKRİYE

M. Ali ABAKAY

"Allah, insana  çocuk verirse anne ona bakmak zorundadır." der, elindeki oyuncak bebeği, gerçekmiş gibi sallar, ona konuştuğu dilden şarkılar söyler, ayaklarında uyutur, ninnileri eksik etmez, yemek yedirdiği anlaşılsın diye önüne yakalık takar, yakalığı biraz da kirletir, Şükriye. Yakalığı her gün yıkamayı ihmal etmez.
Şükriye için çocuğu olmadığından delirmiş derler. Bu ne derece doğru bilinmez. Belki çocuk sahibi olmayışındandır, bebeğine bu denli düşkünlük.
Darmadağın olmuş saçları, zayıfça yüzü, bir gün aç bir gün tok hali, Şükriye için önemli değil. O, sadece benimsediği, çocuğu yerine koyduğu bebekle ilgilenir, onunla dertleşir, onunla oynar.
Komşular, kendisine yemek getirdiğinde ilk tadan bebeğidir. O, tok olmasa kendisi yemeğe el sürmez.
Tek gözlü evinin önünde minicik bebeğin çamaşırlarını serdiği kurutmalık ipi daima durur. El kadar elbiseleri yıkar, mandalla ipe tutuşturur. Elbiseler kuruduktan sonra özenle bisküvi kutusuna bırakır, her gün kendisince farklı elbiselerle donatır, bebeği.
Bebeğin sesinin soluğunun çıkması söz konusu değildir. Sadece yatırınca gözleri kapanır, yerden kaldırınca gözleri açılır. Sırtına elle vurulunca pil düzeneği olduğu için "Inga!..." sesini çıkarır.
"Leyla"sesi-soluğu çıkmayınca hastalanır, bakkala götürülen bebeğin iki kalem pille tedavisi yapılır. Tekrar sağlığına kavuşan bebek, konuşmaya başlar.Bu Şükriye'ye dünyanın mutluluğudur.
Şükriye, gözlem için gittiğim zaman, uzaktan gelen yabancı hissettiğinde ilk yaptığı şey, bebeğini nazardan saklamaktır. Üzerinde makasla pileli hale getirdiği, rüzgarla savrulan entarisinin yenine bebeği sarmalar, böylelikle Leyla saklanmış olur.
Leyla'yı sorarsanız, az önce uyuduğunu duyarsınız, ondan. Yüksek sesle konuşursanız, Leylanın uykusu  bozulur. Hava soğuksa Leyla, mutlaka battaniyeye sarılır, beşiğinde yatırılır.
Leylasına mecnun kesilen Şükriye, her daim evinin kapısını kitli tutar. Tek gözlü evinin kapı kilidini de boynuna astığı iple garantiye alır. Çocuğunun kaçırılmasından oldukça korkar.
O'nun dünyasında sadece Leyla vardır, çünkü. Onun dilinden anlayan Leyla'dır. Onunla yatan, onunla kalkan Leyla'dır. Onu dinleyen de Leyla'dır. Onunla nefes alan, ona gözünü kırpan Leyla'dır.
Şükriye'yi Elazığ'a götürünce Leyla'yı da beraberinde götürmüşler. O, gelmeden arabaya binmemiş. Leyla'ya kim su verecek, yemek verecek, yatıracak, giydirecek? Doktor, çocuğunu bu denli seven bir kadının çocuğundan ayrılmasına rıza göstermemiş, çocuğunun da alınmasını söylemiş. Ambulansa getirildiğinde Leyla'ya sarılan Şükriye, göz yaşı dökmüş.
Elazığ'da bir ay kaldıktan sonra Leyla ile beraber gelmişler, köylerine. Köy dediğin on beş -yirmi hane.
Şükriye hakkında bilgi edinmek için henüz erken. Köyden tanıdık bir arkadaşa danışıyorum. Şükriye'nin babasının evine beraber gidiyoruz. Oldukça yaşlı, babacan, misafirperver Ahmed Efendi, bizi evinin önünde yaptığı çardağın altında ağırlıyor. Her taraf çiçeklerle dolu, güllerle bezeli.
Şükriye geçince yanımızdan, sözü açmak istiyoruz, konuşma faslına:
-Rabbim, yardımcısı olsun, bu kadının...
"Amin!.." diyor, iç geçirerek, Ahmed Efendi.
"Sonrasında kimi kimsesi yok mu?" sorusuna cevap vermeye çalışıyor, babası olmadığını belli etmemek adına:
-Doktorsa gidildi, ziyaretse gidildi. Elden ne geldiyse yapıldı. Çare yok, dermana rastlanmadı.
Bana bir ara neden köye geldiğimi sorunca, hemen akla gelen hemşehrilik oldu:
-Mustafanın askerden hemşehrisiyim.
Arkadaşım, hemen konuyu açıklığa kavuşturdu:
-Hacı Ahmed Baba, askerlik arkadaşım. On yıl sonra görüşebildik. O'nu köye davet ettim.
Ahmed Efendi, ikinci bir iç çekti, derinden:
-Şükriyenin eri de gitti gelmedi, askerden. Ruha'da mayına basmış, ölmüş. Babası da çocuğunu kendi köyünde defnetti. Şükriye bekledi, uzun zaman. Elendirmek istedik, nafile. Yemin içti, ahdi vardı. Olmadı, bir türlü. Genç yaşından bu güne yıllar geçti, ellisinde artık. İşte durumu bu, gençler.
Mustafa oldukça suskundu, bu köydendi nihayet. Şükriye, etrafta deli olarak biliniyordu. Engelli insanımızın hayat hikâyelerini yazdığımı duyunca Şükriye'den bahsetmiş, bu portreyi de kitaba dahil etmemi istemişti.
Ahmed Efendi, gelen çayı eliyle bize takdim etti. Şükriye'nin dramını öğrendikten sonra biz de duygulanmadık değil. O, belli etmemeye çalışıyordu, babası olarak. Derken askerlik konusunu açtığımıza pişman olduk.
Diyarbakır'da işimizi belirttik, geldiğinde elimizden ne gelirse yapacağımızı ifade ettik. Çaydan sonra elini öperek müsaade istedik.
Biz, kalkarken Şükriye yanımıza yaklaşır gibi oldu. "Baba" dedi, Ahmed Efendi'ye, "Leyla hastalanmış. "
Ahmed Efendi, yelek cebinden çıkardığı parayı verdi, kendisine. Gelmedi, Şükriye. Biraz uzağa atarak, "Doktora git!.." dedi.
Ayrılırken Ahmed Efendi, çardağın altında demlenen çayını büyükçe bardağına doldururken, Şükriye sevinçle koşuyordu, karşı tarafa.
Mustafa ile ben, sessizce yürüyorduk, bağlık alana kadar. Demek Şükriye, bu köyün  kızı ve babası da Ahmed Efendi'ymiş. Hakkında anlatılanların gerçek olmadığını anlarken köyde olan Mustafa bile gerçeği bilmiyordu.
Şükriye hakkında anlattıklarını duyunca, gelmemezlik edememiştim. Köyün tümüyle akraba olduğunu belirtmiş, Şükriye hakkında kendisine anlatılanı bana aktarmıştı. Anlatılanlara göre çizdiğim plân, oyuncak bebekle mutlu olan bir kadının senaryosuydu. Belki benzeri olmayan bir durumdu, şahid olacağımız.
Çocuğu olmadığı için kocası tarafından terk mi edilmiş?
Üzerine evlendikten sonra kuması tarafından dışlanmış mı?
Sadece kız çocuğu doğurduğu için koca dayağından delirmiş mi?
Bizden iyilerin tasallutuna mı uğramış?
Emsali çok görülen bu durumlar, hemen hemen her yerde farklılık göstermiyordu.
İlk kez, düşündüklerimde yanıldığımı anladım. Anneyi görmedik, baba yüreğinin evladı için nasıl yandığına gözümüzle şahid olduk. Belki böylesi durum bir ilkti, bizim için. Geçmişte kalan bir çok hikâye, bizim yabancımızdı.
Birçok hikâye dinledim, Şükriye'nin oldukça farklıydı, dinlediklerimden, duyduklarımdan, gördüklerimden. Ah Şükriye!...
Bu yazı toplam 744 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim