'İnsanlığın büyük tarihsel dönüşümünde en temel evreler kadim, modernite, küreselleşme aşamalarından geçen evrelerdir. Kadim topluluklar, çoğulcu şehir, mahalle, sokak yapılarına sahip olan ve harmanlanarak bugüne kadar gelmiş çok köklü tecrübelerin birbirleriyle etkileşimleri üzerinde doğmuş bir birikim... Modernite, bu birikim üzerinde daha çok daha homojen ulusçu anlayışlarla tek tipe daha yatkın, ama vatandaşlık hukukuyla da tahkim edilen bir hukuk düzenini öngördü... Küreselleşme ise, bireylerin bütün sınırları, hukuki kayıtları da rahatlıkla aşabilecekleri büyük, geniş teknolojik araçlar ortaya çıkardı. Biz Latin Amerika ülkesi değiliz. Kuzey Amerika ülkesi değiliz, hatta Batı Avrupa ülkesi de değiliz. Bu topraklar, bu toprakların şehirleri, sokakları, devletleri, siyasi yapıları, sosyokültürel bağları en yakın zamana gittiğinde 2-3 bin yıllık geçmişe dayanır. Bizde bin yılı devirmemiş şehir neredeyse yoktur. Zaten şehirlerin şehir olması o bin yıllık bir sınavdan geçmesiyle irtibatlandırılır. Dolayısıyla bu topraklarda herhangi bir şehir tek bir mezheple, tek bir dinle, tek bir etnik grupla adlandırılamayacak kadar farklı tarihi tecrübeler yaşamıştır. Şu şehirler Kürt şehridir, şu şehirler Arap şehridir, şu şehirler Türk şehridir dediğinizde, tanımladığınızda, geriye doğru 100 sene öncesine baktığınızda o şehirlerin çok daha heterojen, çok daha birbiriyle bütünleşik bir şekilde yaşamış şehirler olduğunu görürsünüz, şu anda da bu özellikleri taşıdığını görürsünüz...
İki kavramı hala çözüm sürecinin temel unsurları olarak görüyorum; tarihdaşlık ve vatandaşlık. Tarihdaşlık bilincini kaybetmiş ve o kadim geçmişten bağını koparmış ulusalcı ideolojiler ister şu ulusalcı olsun, ister bu ulusalcı, ister şu ırk ya da etniği öne çıkarsın, ister şu ırk, mezhebi, bir müddet sonra dışlayıcı bir kültüre dönüşüyorlar. Modernite görünümü içinde süslü ve çarpıcı kelimelerle üzeri örtülse de, her gün barış ve demokrasi dense de, eğer bir ideoloji, tek bir ırka, tek bir mezhebe siyasi yaklaşım hitap etmeye ve devleti sadece şu veya bu mezhebin, şu veya bu etnik grubun malı gibi görmeye başlamışsa, bir müddet sonra tıkanır, donuklaşır ve anlamını kaybeder... Peki bu nereden çıkıyor? Modernitenin kimlik algısının yanlış yorumlanmasından… Belki başka ülkelerde olumsuz bir sonuç doğurmayacak bir ayrım, kadimi yoğun yaşamış bizim gibi toplumlarda et ve tırnağın birbirinden kopması gibi ülkeleri birbirinden, toplumları birbirinden kopardı; biz bunu çok derinlemesine yaşadık tarihi tecrübemizde. Balkan muhaceretini biliyoruz, mübadele dediğimiz, şimdi baktığımızda veri olarak görünen nüfus değiş-tokuşunun nasıl insani trajedilere yol açtığını biliyoruz. Hala Anadolu'dan göç etmiş Yunanistan'daki Rumlarla, Yunanistan'dan Balkanlar'dan göç etmiş Türklerin nasıl hüzünle o geri, geçmiş çok kültürlü ortamı özlediklerini hepimiz biliyoruz. Bu yaşanması gereken tecrübeydi belki belli aşamalarda,






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.