İstanbul’da araştırmalar yaparken dikkatimizi çeken en önemli husus, İstanbul Kalesi’nin oldukça önemli bir bölümünün ortadan kalktığıydı. Sadece iyi korunan kısmının Topkapı ve diğer birkaç bölümün olduğunu gördük. İstanbul konulu kaynakları Şehir Araştırmaları Merkezi için bir araya getirirken İstanbul’u site şehir devleti çerçevesinde koruyan kaleden ciddî anlamda şehir merkezinde kayda değer uzantılar göremedik.
Kâdîm Bizans mirasının 1453’ten bu güne gelemeyişinin sebepleri vardır. Özellikle kale burçlarının ve surlarının ana malzemesini oluşturan yapı öğelerinin istenilen düzeyde dayanıklı olmadığını bilmekteyiz. Ayrıca şehrin Osmanlı Devletinin Başkenti olmasıyla beraber büyümesi, ister istemez yeni yapılaşmayı beraberinde getirmiştir. 1900’lerden 2000’e kadar devam eden 100 Yıllık zaman diliminde şehrin imar açısından müdahalelere açık oluşu İstanbul Kalesi kadar Osmanlı İslam Eserleri’ni de tahribata uğratmıştır.
Bu tahribatın yeni yerleşim alanları, cadde genişletme çalışmaları sebepli oluşu karşısında tepki gösteren anlayış, Bizans eserleri için daîma sol tandanslı ve Levanten kesim, Osmanlı eserleri için sağ tandanslı muhafazakâr çevre’den gelmiştir. Bu iki anlayışın birlikte tepki gösterdiği, uzlaştığı ortak bir eser olmamıştır. Ayasofyanın Camii haline getirilmesine karşı çıkanların başında gelen sol kesim ve Levanten kesim karşısında muhafazakâr çevre daima savunmada kalmıştır. Özellikle Tek Parti Dönemi’nden Demokrat Parti sonuna kadar bu değişmemiştir. Demokrat Parti Dönemi’nde dahi eserlerin tahribata kapalı olmadığı görülmüştür.
Antakya Kalesi, İstanbul Kalesi’nden sonra Türkiye’de ikinci uzunluğa sahip kaledir. Bu kalenin korunmayışı, günümüzde birçok bölümünün yıkılmasına yol açmış ve unutulanlar arasına katılmıştır. Kalenin kimi Antakya’yı ele alan eserlerde kısmen yer alması bunu gösterir.
Şanlıurfa Kalesi’nin incelenmesinde esas kaleden kalan küçük bölümlerin kale hakkında yeterince bilgi sahibi olunmasına yetmemektedir.
Gaziantep Kalesi’nin sadece şehir merkezinde dar bir alanda oluşu Kahramanmaraş Kalesi gibi sembolik vasfa sahiptir.
Mardin Kalesi’nin de savunma amaçlı inşâ edilmesi, Kalenin diğer kalelerle İstanbul-Antakya ve Diyarbakır Kalesi ile mukayesesini gerektirmez.
İstanbul Kalesi, Antakya Kalesi ve Diyarbakır Kalesi, yapısı itibariyle şehir site devleti konumundadır, diğer kalelerden ayrılır.
Diyarbakır Kalesi’nin günümüze kadar geliş şekli, diğer kalelere göre sağlıklıdır. Son yüzyıldaki konumu, kalenin gittikçe tahrip edilmesi, onarımların zamanında ve yerinde yapılmaması, gecekondulara taş ocağı vazifesi görme hali, 1950’lere kadar yer yer burçlarının ve surlarının yıktırılması, özellikle 1930’lu yıllarda kural-kaîde tanınmadan Mardin Kapı, Dağ Kapı sur bölümünün birkaç burçla beraber yıktırılması söz konusudur. 1980’lere gelinceye kadar yer yer surlar etrafında, özellikle Şehitlik ve Yeni Kapı’dan Keçi Burcu’na varan çizgi ile Yeni Kapı’dan Fis Kaya’ya kadar çizginin dış kısmındaki yapılanmalar-gecekondular kalenin taşlarının bina yapımında sık sık kullanılmasına yol açmıştır.
Diyarbakır’da yaptığımız araştırmalarda site şehir devleti konumunda olan Silvan’da Silvan Kalesi’nin özelliklerini büyük çoğunlukla yitirdiğini görüyoruz. Çüngüş, Çermik, Dicle, Ergani, Tercil (Hazro) kaleleri söz konusu özelliklerini kaybetmiştir. Eğil Kalesi ve Pasûr- Kulp Kalesi, doğal kaya yapısı ile özelliklerini korumuştur. Çınar’da Mir Hıdır-Mîr Hızır Kalesi yıkılmışken Zerzevan Kalesi, iç kısımlarındaki yapı kalıntılarıyla ayaktadır.
Türkiye’de yerleşim alanlarından uzakta kalmış kalelerin korunmaktan uzak oluşu, kaçak kazıların artmasına sebep olurken, kimi kitabelerin-buluntuların kaçırılmış oluşu üzücüdür. Zaman zaman basına yansıdığı haliyle haberdar olduğumuz kalelerdeki arkeolojik kazılar, geçmişe dair önemli konularda bizi fikir sahibi yapmaktadır.
Şehir Araştırmaları Merkezi çalışmalarımız esnasında şehirlerle ilgili kaynak eserleri incelediğimizde şehirlerimizde birçok kalenin varlığına tanıklık ediyoruz. Bu kalelerin hangi devletten kaldığı ya da kimler tarafından yapıldığı önemli değildir, önemli olan bu kaleleri korumak, onarımlarını yapmak ve miras olarak yarına bırakmaktır.
Gördüğümüz kadarıyla birkaç burçtan oluşmuş kimi şehir kalelerine gösterilen önem, diğer kalelerden esirgeniyorsa, akla turizm tuzağı gelmektedir. Turistler görsün, gezsin, dolaşsın mantığıyla kaleler onarılıyor ve turizme kazandırılıyorsa diğer şehirlerdeki kalelerin onarılmasının ve turizme kazandırılmasının önünde hangi engeller vardır?
Diyarbakır Kalesi’nde mevcut olan burçlar ele alındığında sağlıklı biçimde bir plânlamayla restore edilen burçların, zaman içinde diğer burçların da onarımını sağlayacak denli kendisini amorti edeceğini söylemek mümkündür.
Gelin görün ki bu sadece bir temenniden ibaret kalmaktadır. Günümüzde yer yer görülen kimi burçların birer çay- kahve işletmesine dönüşme eğilimi, bizim düşündüğümüz manada kullanılmayışı, fazla söz söylemeye engel teşkil etmektedir.
Şehrin eski merkezi olan Sur’da tarihî evlerin-konakların birer lokantaya ve çay-kahve işletmesine dönüşmesi, kimi alanların kültürel mekân adı altında abuk-subuk işletilmesi, akla bu işi adam gibi yapamadığımızı gösterir. Yoksa geçmiştekiler, bu mekânları böyle absurd işler için mi yüzyıllar öncesinden yaparak bize hediye etmiştir? Sonuçta bunu düşünmekten kendimizi alamıyoruz?
Gaziantep’te, Mardin’de, Şanlıurfa’da gördüğümüz eski büyük evlerin, yapıların eğlence merkezi haline getirilmesi Diyarbakır’a da sıçrarken, kültür ve tarih anlayışımızın duvarlara asılmış eski fotoğraflardan ibaret kaldığını üzüntüyle müşahede ediyoruz. Tarih-kültür mirası eserlerin bu şekilde kullanımı karşısında esef duyarken, yapabildiğimiz sadece yazmakla kalıyor. İşte insanı üzen, hüzne gark eden durum da budur, bir yönüyle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.