Şiir, sembolik dil örgüsü oluşturarak topluma ait yeni metaforik alanlar yaratır. Bu alanlar içinde kimi zaman ya eskiye ait bir ideolojik eleştiri söz konusudur ya da geleceğe dönük yeni bir toplum tasarısı vardır. Kullanılan dilin yapısı, söz konusu topluma ait söylem ve dil birlikteliği oluşturmak için çoğu zaman yeniden kurulur. Şiirlerini dine dayalı sembollerle şekillendiren Mehmet Âkif Ersoy, toplumsal sorunlara ilmi derinlikli mülahazalarla yaklaştığı gibi kullandığı dil çatısını da din-kültür-simge üçlemesi ile tamamlar. Bunda, şairin yaşadığı devrin siyasi ve sosyal durumundaki değişimlerin etkisi göz ardı edilemez. Nitekim Osmanlı’nın ‘karmaşık modernleşme teşebbüsüyle’ birlikte birçok sosyal anomi durumuyla karşılaşan toplumun yaşadığı kimlik bunalımı, siyasi zeminde olduğu kadar sosyal zeminde de kaymalara yol açmıştır. Böyle kaotik bir ortamda, ortadaki tablo da geçmişin mirasına sahip çıkma ile geleceğin modern-seküler toplumunun inşa süreci arasındaki ikilemleri gözler önüne serer. Bu koşullar altında yeni kurtuluş hareketlerine sosyolojik zemin bulma gayreti içerisine girilmesi ile farklı ideolojik yaklaşımlar, bu ağır travmadan çıkma yolunda farklı çözüm önerileri ile toplumu içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarmak için paradigmalar öne sürerler. Mehmet Âkif Ersoy da düşünce dünyasını ve milletin kurtuluşu için önerilerini ve toplumun içinde bulunduğu manzaraları şiirleri aracılığıyla paylaşır. Zira toplumsal kimlik parçalanması yaşayan bir milletin içinden çıkmış olan Mehmet Âkif Ersoy, kendine ait bütün bilişsel sermayesini uygun bir dil aracılığı ile yaşadığı döneme taşır. Mehmet Âkif Ersoy, şiirlerinde parçalanmanın eşiğine gelen bir imparatorluğun sosyal buhran yaşayan halkına seslenirken mede- niyet-din-kurtuluş söylemleriyle, inşa edilmesini arzuladığı devlet ve toplum sisteminin de sınırlarını çizer.
Yitirilen Bellek: Sosyal Ahlak Zaafı
Toplumsal yaşamın oluşturduğu birliktelik, değerler ekseninde bütünlük kazanarak bireylerin mekân aidiyetlerini aynı zamanda sosyal ve kültürel bir kimliğe dönüştürür. Bu kimlikler, toplumların geçmişten itibaren oluşturdukları dinsel ve kültürel kodlarla şekillenir. Osmanlı toplumunun temelde din ve gelenek üzerinden beslenen kültürel kodları da, Tanzimat’a kadar devamlılık arz etmesine rağmen bu süreçten itibaren kırılmaya uğrar. Geleneksel değerlerdeki bu kırılma/çözülme ve dinin ürettiği ahlaki anlayışın zaafa uğraması, Osmanlı toplumunun kültürel belleğinde birtakım sarsıntılara yol açtığı gibi sosyal yaşamda da ikiliklerin ve çatışmaların kaygan bir zemine taşınmasına sebep olur. Toplumun kendi öz değerlerinden/dininden uzaklaşması ve kendi kültürüne yabancılaşması, Mehmet Âkif Ersoy’un üzerinde en çok durduğu konulardandır. Ancak Osmanlı toplumunun yozlaşması ve ideal Müslüman tipinden uzaklaşılmasının sebep olduğu korku ve endişe, Mehmet Âkif Ersoy’da ümit olgusundan bağımsız değildir. Nitekim şair, din algısı üzerinden kurguladığı ve mekânsal aidiyet olgusunu vurguladığı şiirlerinde, kültürel bunalımın “yabancılaşmaya” dönüşümünü din ve gelenek/görenek bağlamında ele alırken idealizmden uzaklaşmaz. Çünkü “Âkif’in idealizmi, milliyet ve inkılap, din ve mistiklik davalarına çevrilmiş olarak çok cepheli bir karakter taşımaktadır”(Topçu, 1998:36). Zira şair, ahlâk kaybını, milleti, milliyeti ve istiklali yok edecek en büyük “izmihlal” olarak yorumlar:
“Fakat, ahlâkın izmihlâli en müdhiş bir izmihlal;
Ne millet kurtulur, zira, ne milliyet, ne istiklal
Oyuncak sanmayın! Ahlak-ı millî, rûh-ı millidir
Onun iflası en korkunç ölümdür: Mevt-i küllidir”(Safahat, 1984:307)
Milli ahlâkı, milli ruh olarak değerlendiren Mehmet Âkif Ersoy’a göre, ahlakın çökmesi ya da iflası en korkunç ölümdür. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki siyasi ve sosyal ortamdaki kaos ve Batı kültürüyle çok yakın ilişkiler kurulmasıyla ortaya çıkan boşlukların toplumsal yapıda yol açtığı zedelenmeleri şiirlerinde tahkiyeli bir tarzda anlatan Mehmet Âkif Ersoy, devrin manzarasını canlı hayat sahneleri şeklinde Safahat adlı kitabında gözler önüne serer. Böyle bir dönemde, hem yaşam tarzı hem de eserleriyle halka yön göstermek amacında olan Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinin genel kurgusu, yitirilmeye yüz tutan dini ve milli değerlerin hatırlatılması yönündedir. Batı hayranlığı yüzünden Batı’nın her anlamda üstünlüğünü kabullenen yazarların karşısında Batı’nın sadece bilimini benimseyen buna karşılık İslâm dininin kaynaklarını temel referans alan Mehmet Âkif Ersoy vardır. Şair, “Taklitçilikle “terakki”nin sağlanamayacağı, bir milletin kalkınması için kendi kaynaklarına dönmesi ve meselelerin çözümünü kendi milli yapısı içerisinde bulması gerektiği”(Gökçek, 2005:181) fikrini ahlakın yüceltilmesiyle birlikte ele alır. Çünkü Mehmet Âkif Ersoy’a göre, ruhtaki bunalımların sebebi ahlâkın kaybolmasıdır. Kurtuluşun imkânı ise ahlâkın yükselmesine bağlıdır.
19. yüzyıldan itibaren materyalizm ve pozitivizm gibi düşünce akımlarının Osmanlı İmparatorluğu’ndaki aydın çevrelerinde kabul görmesi, dinin insan yaşamını sekteye uğrattığı düşüncesini doğurur. Bu düşünüş tarzının temelinde, Batı’nın her yönüyle Osmanlı’dan üstün olduğu fikri yatar. Mehmet Âkif Ersoy, böyle bir süreçte İslâm dininin
halkı kurtuluşla erdirecek ve ahlaki zaafları ortadan kaldıracak yegâne unsur olduğunu şiirleri aracılığıyla yansıtır. Dinin geri kalmışlığa engel olarak sunulmasına karşı çıkan şairin, devrin sosyal ve siyasi manzarası ile ilgili realist tavrı, ideal insan/Müslüman tipi üzerinden samimi bir tarzda sunulur. Şaire göre, “İslâm âleminin çöküş sebebi, İslamiyet’in kendisi değil, kendisini Müslüman sayan halkın, bir tarihten sonra, onun ruhunu ikmal ederek, din diye bir batıl inançlar bataklığına saplanmış olmasıdır”(Kaplan, 1999:194).
Milletin kurtuluşunu dini değerlerine sahip çıkan bireylerin varlığında gören Mehmet Âkif Ersoy’a göre, bireylerin şahsi menfaatlerinin ve ihtiraslarının haksızlığa dönüşümünün ödettiği bedeller, Osmanlı milletinin geleceği için bir tehlikedir. Toplumsal çöküntünün temelinde, bireysel zaafların toplumsala dönüşmesinin etkileri olduğunu vurgulayan şair, ilmi gelişmelerin takip edilmesine tepki gösterilmesinden de hoşnut değildir. Şair, bu hoşnutsuzluğunu dile getirirken hırçınlaşan sesine rağmen kullandığı samimi üslupla toplumsal değerlerin taşıyıcılığını üstlenmeyi kutsamış bir misyonla karşımıza çıkar:
"gelelim şimdi, ne merkezde avamın hissi...
Şüphe yoktur ki tamamıyle bu fikrin aksi:
Görenek neyse, onun hükmüne münkad olarak
Garb’ın efkârını, asarını düşman tanımak;
Yenilik nâmına vahy inse kabul eylememek
Şöyle dursun o teceddüd ki dışarıdan gelecek
Kendi milliyetinin kendi muhitinde doğan Yerli, hem halkı teceddülerle hatta udvan Müşterek hissi budur işte avamın sizde” (Safahat, 1984:183)
Göreneğin dinin unsurları gibi algılanmasına itiraz eden Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinde eleştirdiği noktalardan birisi de devlet kurumlarında işleyişlerin çıkar ilişkisine dayanmasıdır. Zira Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çözülmelerin/bozulmaların kurumlara da sirayet etmesi ve bürokrasideki ağır işleyişin, yolsuzlukların ve bireylerin görev bilincinden uzaklaşmalarının oluşturduğu memnuniyetsizlik, Mehmet Âkif’in şiirlerinde, din eksenli sosyal değerler aracılığıyla ele alınır. Bürokrasideki bu çözülmeleri ve devlet kurumlarındaki yanlış işleyişleri adalet duygusunun yitirilmesine bağlayan şaire göre, düzelme öncelikle bireyden başlamalıdır. Çıkar ilişkilerinin ve ahlaki yozlaşmanın hesaplaşmasını yapan şaire göre, ahlak duygusunu oluşturan unsur ise Allah korkusudur.
Medeniyet Dilinin Yanlış Algısı
Toplumsal ilişkilerdeki yozlaşmaların ve ahlaka aykırı davranışların meşruiyet kazanması, Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinde, “medeniyet algısı”nın dindışı modernizmle birlikte düşünülmesine bir tepki olarak ele alınır. Zira Mehmet Âkif Ersoy, vahşet olarak nitelendirdiği medeniyetin kutsanmasına ve gelişmişliğin yegâne sembolü olarak algılanmasına şiddetle karşı çıkar. Süleymaniye Kürsüsü’nde şiirinde edepten bahsederek sekü- lerliğe dayanan modern algıyı eleştiren şair, Avrupa kültürünün etkilerinin Osmanlı’da etkin yer edinmeye başlamasını, Avrupa’ya gidenlerin Osmanlı’yı küçümsemelerini ve kökten kazımak gerek dedikleri dine hücum etmelerini “züppelik” ve “edepsizlik” olarak
nitelendirir:
“Günde on kere gelip istediniz, hep verdim
Yine vermezsem eğer millet için, nâ-merdim
Yalınız, ehline gitsin bu emekler... Olur a, İşte bizim Avrupa yaranına benzer sonra! Hâli ıslah edecekler, diyerek kaç senedir, Bekleyip durduğumuz züppelerin tavrı nedir? Geldi bir tanesi akşam hezeyanlar kustu!
Dövüyordum, bereket versin, edepsiz sustu.
Bir selamet yolu varmış. O da neymiş? Mutlak, Dini kökten kazımak. Sonra, evet, Rus’laşmak!”
(Safahat, 1984:166-167)
Mehmet Âkif Ersoy’un medeniyet algısı, sadece teknoloji ve fen alanında ilerlemede gösterilen başarılara dayanır. Çünkü şaire göre, Batı’yı kültürel anlamda medenileşme adı altında körü körüne taklit etme eğilimi, toplumu kendi öz değerlerinden uzaklaştıracak ve toplumu felç edecek bir durumdur. Özellikle taklitçi ve menfaatçi bireylerde görülen bedenle var olma arzusu ve toplumda yaşayışıyla üst bir kimlikle görünme çabası adeta şairi çileden çıkarır. Nitekim Mehmet Âkif Ersoy, “medeniyet diye yutturulmak istenen sefahata ve milli bünyemizi kemiren, yok eden zararlı şeylere karşıdır”(Yetiş, 1992:86).
Mehmet Âkif Ersoy, Batı’nın tahakkümü altında yaşanma zorunluluğunu da eleştirdiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş dönemine gittiği süreçte, devletin iradesini kaybetmesini ve iktidarın Batı’nın emrine verilmesini hazmedemez.
“Bizler, edvâr-ı faziletleri cidden parlak
Bir büyük milletin evladıyız, oğlum, ancak,
O fazilet son üç asrın yürüyen ilmiyle,
Birleşip gitmedi; battıkça da ümmet cehle,
Bünyevî kudreti günden güne meflûc olarak, Bir düşüş düştü ki: Davransa da, sarsak sarsak. Garb’ın emriyle yatıp kalkmaya artık mahkûm Çünkü hâkim yaşatan şevket-i fenden mahrum”(Safahat, 1984:442)
Mehmet Âkif Ersoy’un medeniyetle ilgili eleştirileri, kimliğinden kopan ve ödünçlediği yeni bir kimlikle varlık alanı oluşturmaya çalışan bireylerin yol açtıkları toplumsal bunaltıya dairdir. Eğreti duran ve Osmanlı toplumunun öz benliğinden uzak olan bu yamalı kimliğin ödettiği bedeller, hem siyasi hem de sosyal anlamda zararlara yol açar. Bunun acısını şiirlerinde dile getiren şair, medeniyet olgusuna kültürel odaklı yaklaşımı eleştirir. Medeniyetin ölçütü olarak Avrupa kültürüne ait maskelerin takılmasından hoşnutsuzluk duyan şair, geçmişe sığınır. Oysa Batı’ya yönelme ve kendilerini medeniyetin taşıyıcıları
olarak görme, ötekinin varlığı üzerinden temsil edilebilirlik arzusunun bir sonucudur.
Toplumdaki çözülmeye karşı kayıtsızlık ve öteki olmak için verilen mücadeleden yakınma, Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinde zaman zaman en sert ifadesine kavuşur. Şiirlerinin yeni toplum inşasında aracı unsur olması, köklerinden yavaş yavaş kopmaya yüz tutan bir milletin geçmişini ve dinini hatırlatmaya yöneliktir. Çünkü Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinde, taklide dayalı medeniyet algısı sosyal bir kışkırtmanın tezahürü olarak ele alınır. Bunun dizginlenmesi için de dine dayalı sosyal ve ahlaki bilincin kazandırılması gerekmektedir. Bu bakımdan Mehmet Âkif Ersoy’un şiirleri, özellikle sosyal yaşam içinde kutuplaşan bireylerin medeniyet adı verilen yabancılaşmanın boyunduruğu altında kalmalarının irdelenmesi etrafında kurgulanmıştır. Şair, medeniyet bunalımının yol açtığı köksüzlüğün ortadan kalkması için din eksenli telkinlerinin altını çizer. Çünkü bireyden başlayan yozlaşma, çevresel etkilerle geniş bir yayılma alanı bulur. Süleymaniye Kürsüsünde şiirinde aydınların izledikleri yolu eleştiren şair, Avrupa’ya giden aydınların bir kısmının gerçekten tahsil için gittiklerini ancak dönüşlerinde yeni ve eğreti bir kimlikle döndüklerini vurgular. Aydınların halkın varlığını görmezden gelmesinin temelinde, medeniyetin gerçekleşmesinin tek yolunun Avrupa’nın taklit edilmesi düşüncesi yatar. Kurtuluşun sadece taklitle gerçekleşeceği düşüncesini eleştiren Mehmet Âkif Ersoy, Batı kaynaklı fikirlerin ve eserlerin düşman sayılmasına da karşıdır. Halkla aydın tabaka arasındaki fikri uçurumun/uyuşmazlığın toplumu felç edeceğini vurgulayan şair, Süleyma- niye Kürsüsü’nde şiirinde:
“Sizde erbab-ı tefekkürle avâmın arası, Pek açık. İşte budur bence vücudun yarası Milletin beyni sayarsak mütefekkir kısmı, Bilmemiz lazım olur halkı da elbet cismi.”
(Safahat, 1984:182)
Diyerek halkın yok sayılmasına tepkisini dile getirir. Zira Mehmet Âkif Ersoy’a göre medenileşmenin en önemli ölçütlerinden birisi de milletin cehaletten kurtulmak için çalışmasıdır. Kurtuluşa ermek için öncelikle bütün millet cehalet denilen yüz karasından arınmalıdır.
Medeni bir millet olmanın şartını kültürel taklitçiliğe değil de eğitime ve Batı’daki fen ve teknoloji alanındaki gelişmelerin takip edilmesine bağlayan Mehmet Âkif Ersoy’un şiirleri, bunalım içindeki bir toplumun manzarasıdır. Bu bağlamda şair, özellikle çıkar çatışmaları içinde körleşen ve öz değerlerinden uzaklaşarak modern bir medeniyet tasarısını arzu eden bireylerin yanlış tutumlarının altını çizer.
İdeal Genç Tipin Temsili: Asım
Yeni toplum tasarılarını gerçekleştirecek ideal tipleri topluma kazandırmak ve toplumun ürettiği aidiyet duygusunu ideal tiplerle bütünlemek arzusunda olan Mehmet Âkif Ersoy’un idealize ettiği tip, ilim ve irfanıyla özümsediği ve sindirdiği Müslüman kimliğiyle var olmayı başaracak Asım’dır. Nitekim şair, “Asım’ın neslinin, temelini bilginin oluşturduğu uzun vadeli bir ilerleme modeline öncülük etmelerini istemektedir”(Gökçek, 2005:235). Asım’ın karşısında ise ilim ve irfan eksikliği ile sorumluluklarının bilincinde
olmayan dine ait unsurları sekteye uğratan Batı hayranı cahil tipler vardır.
Batı’ya atfedilen kutsiyete karşın Osmanlı’nın küçümsenmesi/hor görülmesi, Mehmet Âkif Ersoy’un başkaldırısının temel noktalarından birisidir. Oysa şairin inşasını istediği toplumun bilinçli bireylerini temsil eden Asım, haksızlıkların, yanlışlıkların karşısına dikilen ve zulme boyun eğmeyen mücadele insanıdır. Nitekim Asım, dinin karşısında duran ve dinden uzaklaşmayı medeniyet olarak yansıtan tipleri bozguna uğratacak bir kimliğin taşıyıcılığını üstlenerek sembolik kahramanları şahsında cisimleştirecek kişidir. Nurettin Topçu’ya göre “Asım, şairin bulunduğu yaşın olgunluğu ile birleştirip yaptığı kendi gençlik heykelidir”(Topçu, 1998: 68).
Mehmet Âkif Ersoy, Asım’ın idealistliğini çalışmak ve milletin çıkarlarını şahsi çıkarlarından önce düşünmek bağlamında ele almıştır. Düzelmenin önce bireyden başlayacağı düşüncesi, Mehmet Âkif Ersoy’da, çalışma ve çalışarak kendini gerçekleştirme olgularıyla ifade edilir. Bireyin iradesinin vurgulanması ise kadere sığınarak iradeyi felç etmenin ve kötürümleştirmenin eleştirisi şeklindedir. Nitekim “Mefluc ederek azmini bir felc-i ira- di/ Yattı kötürümler gibi yattı mütemadi(s.391) diyen şair, milletin azminin kırılmasından duyduğu endişeyi dile getirir.
Milletin içinde bulunduğu durumu yukarıdaki dizelerde ifade eden Mehmet Âkif Ersoy, istenilen toplum düzeninin kaba kuvvetle inşa edilemeyeceğinin farkındadır. İdeal toplumun kurulması için sabırla yılmadan uzun zaman gayret göstermek gerektiğini dile getiren şair, güçlüklere göğüs germeyi göze almanın önemini “Köse İmam ile Asım” şiirinde de dile getirir.
“Hadi tahsîlini ikmâle tez elden, hadi sen!
Çünkü milletlerin ikbâli için, evlâdım.
Ma'rifet, bir de fazilet... İki kudret lâzım.
Ma’rifet, ilkin, ahâliye sa’âdet verecek
Bütün esbâbı taşır; sonra fazîlet gelerek, O birikmiş duran esbâbı alır, memleketin Hayr-ı i’lâsına tahsîs ile sarf etmek için. Ma’rifet kudreti olmazsa bir ümmette eğer, Tek fazîletle teâlî edemez, za’fa düşer.” (Safahat, 1984: 441-442)
Eğitimin bir milletin geleceği için göz ardı edilemeyecek en önemli ilerleme merhalelerinden olacağı fikrini şair, “marifet” ve “fazilet” olgularıyla pekiştirir. İnsanlığın ruhunu esir alacak musibet şaire göre, faziletin olup marifetin olmamasıdır. Oysa faziletli bir millet olan Osmanlıların bünyevi kudretinin felç olmasını ve düşmesini, Batı’nın emrine girilmesine bağlayan şaire göre, bunun temelinde de irfan kudretinden yoksun olma yatar. Bunun sıkıntısını duyan şair, Doğu’nun marifetten de faziletten de ayrı kaldığını söylemesine rağmen Asım’ı ve onun şahsında bütün gençleri teselli edecek bir şey olduğunu vurgular. Zira marifetin de faziletin kökü geçmişe indiği gibi bu unsurların suyunu kurutmayacak olan da “din-i mübin”dir:
“Hâdisât etmesin oğlum, seni aslâ bedbîn.
İki üç balta ayırmaz bizi mâzîmizden.
Ağacın kökleri mâdem ki derindir cidden,
Dalı kopmuş, ne olur? Gövdesi gitmiş ne zarar?
O, bakarsın, yine üstündeki edvârı yarar,
Yükselir, fışkırıp, âfâk-ı perîşânımıza;
Yine bin vâha serer kavrulan îmânımıza.”
(Safahat, 1984: 442-443)
Yukarıdaki dizelerde ümitsizliği ortadan kaldırmayı amaçlayan ve idealize ettiği genç tipini yönlendiren Mehmet Âkif Ersoy, kâbusun sona ereceğini telkin ederek yılgınlığa meydan verilmemesi gerektiğini vurgular. Bu noktada şair, medenileşmenin taklide dayalı bir anlayış içermesine karşı çıktığı gibi Asım’ın nesline cesaret ve sebat aşılar. Zira bu yaşananlarla başa çıkmanın yolu, gece gündüz didinmekten ve Batı’nın sadece ilmini almaktan geçer.
“Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum, gözünüz;
Sâde Garb’ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz.
O çocuklarla beraber, gece gündüz, didinin;
Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin.
Fen diyârında sızan nâ-mitenâhî pınarı, Hem için, hem getirin yurda o nâfi’ suları. Aynı menba’ları ihyâ için artık burada, Kafanız işlesin, oğlum, kanal olsun arada.”(Safahat, 1984:443)
Mehmet Âkif Ersoy, gençliğin acziyet içinde bulunmasına tahammül edemez. Bir an önce Batı’nın ilminin alınmasını vurgulayan şaire göre, Asım’ın nesli, haksızlıklara ve zulümlere de karşı çıkacak vasıflara sahip olmalıdır.
Sonuç
Şiirlerinde, medeniyet krizi yaşayan bir toplumun manzaralarını gözler önüne seren ve toplumsal kurtuluşun ancak dini referans alan bir yaşam tarzının inşasından geçtiğini savunan Mehmet Âkif Ersoy, aydınların halkı aydınlatmadaki yetersizliklerinden ve bürokrasideki yanlış işleyişlerden şikâyet ederken idealize ettiği toplum anlayışından yola çıkar. Ona göre, Tanzimat’tan itibaren sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve sosyo-po- litik kırılmalar yaşayan Türk toplumu ancak aslî kodlarını hatırlayarak yeniden selamete çıkabilecektir. Onun Batı’yla olan mesafesi de, Türk toplumunun manevi dinamiklerini ayakta tutabilmesine bağlı olarak ayarlanmıştır. Şiirini de bu anlayışın ve bakış açısının emrine vermekten kaçınmaz. Bir hayranlık hâlesi etrafında şekillenen Batı algısı, Türk toplumunun benlik yitimi yaşamasına yol açmaktadır. Böylelikle meydana gelecek sosyal uçurum, toplumu bekleyen en ciddi tehlike olarak işaret edilir. En büyük sorumluluğu bu noktada aydın figürüne yükleyen Mehmet Âkif Ersoy’un yaşanan olaylar karşısındaki başkaldırısı, kayıtsızlığa ve umursamazlığa bir tepki niteliğindedir.
Kaynaklar
Gökçek, Fazıl(2005) Mehmet Âkif’in Şiir Dünyası, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Ersoy, Mehmet Âkif(1984) Safahat, İnkılâp ve Aka Yayınları, İstanbul.
Kaplan, Mehmet(1999) Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 2, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Topçu, Nurettin(1998) Mehmet Âkif, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Yetiş, Kazım(1992) Mehmet Âkif’in Sanat-Edebiyat ve Fikir Dünyasından Çizgiler, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara.
Türkiye Yazarlar Birliği'nin vefatının 90. yılında Âkif'i anmak için düzenlediği bilgi şöleninin tebliğlerini içeren kitap, TYB'nin 45., Mehmet Âkif Ersoy Araştırmaları Merkezi'nin 6. kitabı...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.