Bu durum sanat vasıtasıyla yapılınca daha etkili ve daha kalıcı olmaktadır. Esasen her sanatçı duygularının bir vesileyle paylaşılmasını ve anlaşılmasını ister. Güzel sanatların muhtelif şubeleriyle toplumla iletişim kurulmaya çalışılır. Sanatın ruha hitabeden etkili bir ifade vasıtası olması her devirde ilgi çekmiş, önemini hiçbir zaman yitirmemistir. Toplumların zor günlerinin tercümanı olan sanatçılar, zorluklardan çıkmanın bir yolu olan mücadele azmini daima diri tutacak söylemlerle nesillerin kurtuluşuna vesile olmuşlardır.
Sanatçı kendisine duyulan ihtiyaca göre sanatına şekil veren kişidir. Yaşadığı dönemin problemlerini görerek bunlarla ilgili temalar üzerinde durması daima beklenir. Sanatın ifade ve iletişim gücü insanlar arasındaki bağı artırırken, değerlerin diri kalmasını ve nesilden nesile aktarılmasını sağlar. Milli mücadele yıllarında Mehmet Âkif de kalemiyle bu yolun en kuvvetli şairi olmuştur. Yazdığı şiirler ve yaptığı manzum vaazlar, yalnız dar bir bölgede değil, memleket genelinde ve uluslar arası camiada muhatap bulmuştur. Şiirlerinin bir kısmı Osmanlı’nın son döneminin güncesi gibidir. Balkan savaşı yıllarında ve Milli Mücadele yıllarında yazdığı şiirlerde son durum ve son dönem karşımızdadır.
Balkan Savaşı Yıllarında Âkif
Âkif in karakter özelliğinde gösteriş ve kibir yoktur. En yüksekte olduğu zamanlarda bile tevazuu elden bırakmamıştır. Yaptıklarından dolayı gurura kapıldığı görülmemiştir. Şiirleri elden ele dolaşırken, Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad’taki yazıları nedeniyle gazeteleri yüksek tiraj yaparken o hiçbir şey olmamış gibi hayatını sürdürür. Ancak ne zaman vatanına ve ecdadına saldırılırsa Âkif de değişir, farklı bir heybetle muhatabına saldırır. Her türlü olumsuzluğu yok edecek bir hücum dönemi başlar.
“Rahmetle anılmak ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım kim beni nereden bilecektir”[1] [2] [3],
diyen şair, aslında herkes tarafından sözleri elden ele dolaşan bir üne sahiptir.
Balkan savaşı milleti şaşkına çevirmiştir. Herkes içinde bulunulan durumu anlamaya çalışmaktadır. Durum pek acı ve vahimdir. Birçok insan tedbir düşünmekte fakat bir türlü çıkış bulunamamaktadır. Âkif, bu noktada kendisine ihtiyaç doğduğunu hisseden ve yapılması gerekenleri tek tek yerine getiren insandır. Mehmet Âkif, tamamı on dörtlük olan Cenk Şarkısı isimli şiirini 17 ekim 1912 tarihli Sebilürreşat gazetesinde “Sebilürreşat ceride-i İslamiyyesinin kahraman askerlerimize armağanı” ithafı ile askerlerimize armağan eder.
Yurdunu Allah’a bırak çık yola,
“Cenge “deyip çık ki vatan kurtula.
Böyle müyesser mi gaza her kula ?
Haydi levent asker uğurlar ola.
Durma git evladım açıktır yolun
Cenge sıvansın o bükülmez kolun,
Süngünü tak, ön tarafa geçmiş bulun.
Uğrun açık olsun, uğurlar ola.
Balkanın üstünde sızan her pınar
Bir yaradır, durmaz içinden kanar!
Hangi taşın kalbini deşsen: mezar!
Gör ne mübarek yer... uğurlar ola.
Mehmet Âkif o yıllarda içinde yaşadığı toplumun hissiyatını en iyi ifade eden bir sanatçıdır. Ortak değerler ve heyecanlar açısından milletiyle tam bir bütünlük halindedir. O, milletin hissiyatını sanatçı ruhuyla yansıtan kişidir. Bu başarısı zor günlerde kendisine duyulan ihtiyaçtan ve şiirlerine gösterilen ilgiden anlaşılmaktadır.
Balkan savaşı yıllarında ve Edirne’nin işgal altında olduğu dönemlerde bir kurtarma planı tasarlanmaktadır. “Edirne’nin cesur ve ileri bir hamle ile alınmasının şartları bir avuç insan arasında görüşüldüğü ve hükümetten habersiz gizlice kararlaştırıldığı o unutulmaz günlerde, Enver Bey 3* , Edirne üzerine yürüyecek olan Milli Kuvvetler Umum Kumandanı Eşref Bey’in kendisine Âkif’in şu şiirini, Galatasaraylı aydın gençlerden kurulu “Ümid Akıncı Bölüğü” kadrosuna vererek bütün milli kuvvetlere okuttuğunu ve anlat- tığını”[4] söylemiştir. Şiirleriyle Mehmet Âkif, cephe boylarında askerlerin manevi duygularını coşturmaktadır. Şiir şudur:
Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş
Sesler de “-Vatan tehlikedeymiş, batıyormuş!”
Lakin hani milyonları örten şu yığından, Tek kol da “-Yapışsam...” demiyor bir tarafından! Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryadı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar.
Uğraş ki: Telafi edecek bunca zarar var.
“İş bitti..Sebatın sonu yoktur!” deme, yılma!
Ey millet-i merhume sakın ye’se kapılma![5]
Milli Mücadelede Âkif
Seferberlik, tüm halkın etkilendiği bir durumdur. Cephedekiler, cephe gerisindekiler bu durumdan etkilenmişlerdir. Zafer yüksek moralle kazanılacaktır. Milletin bütün fertleri içinde bulundukları duruma rağmen en üst seviyede başarı göstermek zorundadır. İstilacı güçlerin kuvveti, kalabalığı siyasi ve ekonomik üstünlüğü karşısında yüksek bir azimle mücadele etmek gerekiyordu. Olumsuz gibi gözüken her şeyi lehimize çevirmek şarttı. Milli Mücadele’nin tüm milleti kapsayacak bir ruhla kazanılacağına inanan Âkif, bunu millete tanıtmak ve benimsetmek hususunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Âkif halktan biridir. Çok kabiliyetli, yüksek şahsiyetli ve o oranda itibar sahibi olması, milletine daha fazla yaklaşmasına vesile olmuştu. “Mehmet Âkif Milli Mücadele’nin muazzam bir cihat olduğuna halkı o kadar yakından ikna etti ki, bu vadide öyle mahirane, öyle candan bir üslup kullandı ki Anadolu’nun birçok vilayetlerinde, kazalarında, hatta nahiyelerinde, camilerde, medreselerde, meydanlarda insan kitlelerine karşı hitabetti. O çok samimi konuşuyor, doğru söylüyordu. Sözleri herkesin üzerinde çok derin tesir ediyor, onu bir kere dinleyen ve eli silah tutabilen bütün erkekler ailesiyle vedalaşıyor, evini karısını, Allah’a emanet ederek cepheye koşuyordu.”[6]
İşgal edilmiş yurdun bir köşesinde boşu boşuna kalmak Âkif’e zor gelir. İstanbul’da yapacak iş kalmamıştır. İzmir’in işgali Anadolu’ya gidişin başlangıcı olur. Önce Balıkesir sonra Ankara... Âkif’in Anadolu’ya gelişi oradakilerin mücadele azmini artırır, sevince boğar. Kastamonu’da neşredilen Açıksöz gazetesi bu durumu okuyucularına şöyle açıklar: “Sebilürreşad başmuharriri büyük İslâm şairi Mehmet Âkif Beyefendi’nin Ankara’ya vasıl olduğu Ankara gazetelerinden okunmuştur. Zulme hakarete tahammül edemeyerek ailesini, refahını İstanbul’da terk ile Anadolu’ya firar edebilen bu vicdanlı şairin Anadolu’muzun ahvalini şiirleriyle terennüm etmesini temenni ederiz.”[7] Bu temenni dolu haber bir süre sonra gerçek olur. Âkif Kastamonu’dadır.
Kastamonu’da Âkif in yaptığı konuşmalar, Milli Mücadelenin lehimize gelişmeler gösterdiğinin işaretlerini taşır. Âkif konuşmasına şöyle başlamıştır:
“Sakın milli hareket aleyhinde olanların sözlerine kulak asmayınız. Çünkü onlar halkımızı köle haline getirmek istiyorlar. İçimizde yer yer çıkan isyanlar hep melun düşmanların parmağıyla olmuştur. Allah rızası için aklımızı başımıza toplayalım. Çünkü böyle düşman hesabına çalışarak elimizde kalan bir avuç toprağı da verecek olursak, çekilip gitmek için arka tarafta bir karış yerimiz yoktur.” [8]
Buraya giriş kısmını aldığımız konuşmanın tamamında Âkif ülkenin sıkıntılarını, yabancıların imtiyazlarla azarak ihanet içine girdiklerini, vatanın atadan yadigâr bir miras olduğunu ifade eder ve bir dua ile konuşmasını tamamlar. Dua tam bir finaldir. Elleri havada duaya katılan cemaat gözyaşlarını tutamamaktadır. Bu hitabenin ünü çok çabuk duyulmuş, Sebilürreşad’da basılarak tüm Anadolu’ya ulaştırılmıştır. Birçok camide cemaate ve her cephede askerlere okunmuştur. Hizmetin büyüklüğü ve etkisi her yanda hissedilmiştir. Nitekim El-Cezire Kumandam Nihat Paşa Âkif ‘e çektiği telgrafta şunları söylemektedir:
“Nasrullah Camii şerifinde irad buyurduğunuz mevizenin bulunduğu mecmuanın ancak bir nüshası elde edilebilmiştir. Diyarbekir Camii kebirinde müminlere okunmuştur. Fakat bu istifade pek mahdut kalacağından cephe mıntıkasını teşkil eden Elaziz, Diyarbekir, Bitlis, Van vilayetleriyle civar müstakil mutasarrıflıklar halkı da nasibedar edilmek ve şerefiyle, hukuku doğrudan doğruya zat-ı âlinize ait olmak üzere Diyarbekir Vilayet Matbaasında tab ve teksir edilerek bütün cepheye dağıtılmıştır. Cenab-ı Hakk’ın vatanperver ve dini gayretlerinizi meşkur eylemesi temennisiyle hürmetlerimi takdim eylerim.”[9]
Kazanılan her zafer millet fertlerini sevindirmektedir. Basarı başarıyı çekmektedir. Bu ortamda kaybedilen bir vatan parçası hüzün ve acıyı getirmektedir. İşgal edilen yer Bursa olursa acı kat kat artmaktadır. Âkif bu acıyı da en samimi duygularla ifade eder. Acı yü- reğindedir. Düşman kuvvetleri adeta yüreğini çiğnemektedir. Hissiyatını bülbülün feryadıyla ifade eder:
Eşin var aşiyanın var baharın var ki beklerdin
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül nedir derdin?
O zümrüt tahta kondun, bir semavi saltanat kurdun
Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.
Bugün bir yemyeşil vadi, yarın kıpkızıl bir gülsen
Gezersin hanümanın şen, için şen, kainatın şen
Teselliden nasibim yok hazan ağlar baharımda Bugün bir hanümansız serseriyim öz diyarımda! Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefasız, kansız evladı, Serapa Garb’a çiğnettim de çıktım hak-i ecdadı!
Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerç oldu,
Selahaddin-i Eyyubi’lerin Fatih’lerin yurdu.
Ne zillettir ki: Nakus inlesin beyninde Osman’ın;
Ezan sussun, fezalardan şilinsin yadı Mevla’nın!
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mazi serab olsun;
O kudretler, o satvetler harab olsun, türab olsun!
Çökük bir kubbe kalsın mabedinden Yıldırım Han’ın;
Şenaatlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın!
Ne haybettir ki: Vahdetgahı dinin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca mevasız kalan dindaş
Yıkılmış hanümanlar yerde işkenceyle kıvransın
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm’ın haremgahında na-mahrem...
Benim hakkım sus ey bülbül, senin hakkın değil matem! [10]
Milli Mücadelenin Anahtar Kelimeleri
Mehmet Âkif Safahat adını verdiği eserinde kitabın ismine uygun olarak safha safha bir milleti anlatmaya çalışmıştır. Önce durum tespiti yapan, sonra teşhis ve tedavi basamakları ile millete yön vermeye çalışan Âkif, Milli Mücadele yıllarını anahtar kelimelerle eserine almıştır. Ağırlıklı olarak üzerinde durduğu kelimeler, karşılaştırmalı bir anlatım ile okurun zihninde canlandırılmıştır. Zor günlerden kurtuluş anahtar kelimelerle anlatılmaya çalışılmıştır.
Milli Mücadele yıllarında insanımızın düşmandan kurtulma azim ve kararlılığı hatırlatılmış cephedeki kahraman mücahitlerimize şöyle seslenilmiştir:
Huda rızası için ey mücahidin-i kiram!
Sebatı kesmeyiniz, çünkü sade sizde ümit;
Dönerseniz ebediyen söner gider Tevhid.
Huda rızası için ricat etmeyin!............ [11]
Milli Mücadele yıllarında her insanda olduğu gibi Âkif’te de üzüntü ve matem görürüz fakat ümitsizlik görmeyiz. Ümitsizlik hayatının hiçbir döneminde yoktur. İçinde bulunulan zorluklara rağmen gelecekten ümidini kesmemiştir. Ona göre ye’se düşmek, bataklığa düşmek gibidir. Ümitsizlik ve korkudan kurtulmak ümide sarılmakla mümkün olacaktır. Bu düşüncesini şöyle açıklar:
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümmide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! [12]
Toprakları işgal edilmiş bir durumda var olma mücadelesi veren milletin zorluktan kurtulması imkansız değildir. Her ne kadar bütün şartlar aleyhimizdeyse de insanımızın birlik ve beraberliği Âkif tarafından en önemli sermaye olarak ifade edilmektedir. Dayanışma içinde bulunmak Tefrikaya bulaşmamak zafere yakınlaşmak demektir. Karesi Zağanos Paşa Camiinde yapılan vaazın giriş kısmı şöyledir:
Nasıl yekpare milletler var etrafında bir seyret,
Nasıl tevhid-i ahenk eyliyorlar, bak da ibret al.
Konuşmanın devamında Âkif “derdimizin başı”nın tefrika olduğunu söyleyerek dinleyenlere şöyle seslenir.”Mademki tek başına sarf olunan mesainin kıymeti yoktur, biz de aramızda vahdeti temin ederek topluca çalışmaya koyulmalıyız.” [13]
Milli Mücadele yıllarında üzerinde durulan anahtar kelimelerden biri de azimdir. Âkif, gayret olmayınca hiçbir şeyin başarılamayacağı kanaatindedir.Ona göre bir tarafta oturup ağlamanın gereği yoktur, ataletten kurtulmak düşmandan kurtulmanın ilk yoludur. Azmi bırakmak alçak bir ölüm ile ölmek gibidir:
Gözyaşından ne çıkarmış? Neye ter dökmediniz?
Bari müstakbeli kurtarmaya bir azm ediniz.[14]
Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak
Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak.
Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle:
İmanı olan kimse gebermez bu ölümle..[15]
İnsanın çevresinde olup bitenlere duyarlı olması sorumluluğunun gereğidir. Çevresine karşı duyarsız insan makbul bir insan değildir. Safahat’taki anahtar kelimelerden biri de duyarlı olmaktır.
Ey cemaat uyanın! Yoksa gün batacak.
Uyanın korkuyorum; leyl-i nedamet çatacak!
Ne vapurlarla, trenler sizi bidar etti!
Ne de toplar bu derin uykuya bir kar etti!
Sizi kim kaldıracak, suru mu İsrafil’in.? [16]
Hürriyet bütün mücadelenin aslıdır. Her şey vatan topraklarında hür yaşamaya bağlıdır. Esaret tasvip edilen bir durum değildir.Karakter özelliği gereği şahsiyetinden taviz vermeyen Âkif, bütün bir milletin yaşamaktan gayesini şöyle dile getirir:
Nasıl tahammül eder hür olan esaretine?
Kör olsun, ağlamayan, ey vatan felaketine! [17]
Âkif’e göre insan olmanın tek şartı hür olmaktır. Zaten mükellefiyetler de hür olmakla başlamaktadır. Esaret altındaki bir kişinin muhataplarına karşı ilk cümlesi “ben insanım” sözü olmalıdır. Bu şahsiyetli duruş hürriyetin davetçisi olacaktır:
Ezilmek, inlemek, yatmak sürünmek var ki adettir;
Ölüm dünyada mahkumine en son saadettir.
Desen bir kere ”insanım” o, kanmaz ,hem niçin kansın?
Ya sen hürriyetin, hakkın masun oldukça insansın.[18]
Mehmet Âkif, bir yandan yurdu istila eden düşmana karşı topyekûn bir uyanışı hazırlarken diğer yandan istilalar sebebiyle hicret etmek zorunda kalmış insanlarımıza da yardımcı olunması gerektiğini dile getirir. Doğup büyüdüğü yerleri terk ederek iç göçe mecbur kalan Anadolu insanı için mutlaka bir şeyler yapılması gerekmektedir. Balkanlardan göçenler hükümetin ve fedakar Anadolu insanının himayesine sığınmış olmasına rağmen, bu sefer Yunan işgaline uğrayan Anadolu halkının sığınacak yeri de kalmamıştır. Âkif Tasvir-i Efkar’daki yazısında bu durumu şöyle dile getirir:”Eğer millet ve hükümetçe ölmek istemiyor, ırkımızı yaşatmak istiyorsak miktarları yüz bini çok geçen bu hicran-.zedeleri de ölümden kurtarmanın çarelerini bulmalıyız.”[19]
Âkif bu zor günlerde hiç ümitsizliğe kapılmamıştır.. Ancak çevresindekiler zaman zaman bir endişe içindedir. Bu zor günler geçecek midir? Gerçekten o günlerde Yunanlıların Anadolu’daki ilerleyişi sürmektedir. Top sesleri Polatlı’dan duyulmaktadır. Bu durumda en yakın arkadaşlarından bazıları Kastamonu’ya mı yoksa Kayseri’ye mi çekilmek gerekeceğini gündeme getirmişlerdir. Âkif’in bunun konuşulmasına bile tahammülü yoktur. Tereddütlü ve korkak düşünen kim olursa olsun bu tür dostlarına karşı en ağır hicivleri yapmaktan kaçınmaz. Âkif in hicvi, ne yaptığını bilmeyen korkak, kaypak, ikiyüzlü, tereddüt içinde olan insanları uyarmaktadır. Onun bulunduğu mecliste bu fikri ortaya atanların şaşkınlığını gülünçlüğünü şu rüyayı anlatarak dile getirir. Kır Ağası olarak belirtilen şaşkın adamın rüyasının anlatıldığı şiir, Safahat’ın altıncı kitabında şöyle sunulur:
-Bilir misin ne gördüm...
-Hayırdır inşallah!
-Yemek yiyip yatıverdim, tamam yarıydı gece, Bir öyle hayvana bindim ki, seçmedim iyice, -Peki, o bindiğin at mıydı, anlasak neydi?
-Bilir miyim? Yalınız dört ayaklı bir şeydi...
Katır mı desem?
Öküz mü desem?
Al at mı desem? Koyun mu desem -Güzel!
Eşek mi desem?
İnek mi desem?
İdiş mi desem?
Çebiç mi desem
-Biraz yürüdük...
-Geçtiğin nasıl yerdi
-Nasıl mı yerdi?... Unuttum, görür müsün derdi?
İniş mi desem? Geniş mi desem Çayır mı desem? Hayır mı desem?
Yokuş mu desem Uzun mu desem? Çorak mı desem? Sulak mı desem?
-Tamam! İlerde ne gördün
-İlerde bir kocaman
Karaltı vardı...
-Peki, ismi yok mu?
-Bilmem, aman!
Ağaç mı desem? Kütük mü desem? Duvar mı desem? Höyük mü desem Ağıl mı desem? Hamam mı desem Yıkık mı desem? Tamam mı desem?
-Ya soma?
-Karşıma, baktım, dikildi...
-Kim?
-Bir adam...
- Tanıştınız mı?
-O bilmem tanır mı, ben tanımam...
Babam mı desem? Kızım mı desem?
Hasım mı desem? Hısım mı desem?
Çıfıt mı desem? Gavur mu desem?
Şudur mu desem? Budur mu desem? -Uzatma, sen buluyorsun belam Allah’tan...
-Bu, elde bir; yalınız pek seçilmiyor ne zaman.
Bugün mü desem? Yarın mı desem?
Uzak mı desem? Yakın mı desem?
Yazın mı desem? Güzün mü desem?
Güzün mü desem? Yazın mı desem?
-Ne kadar doğru! Hocam, hayra yorulmaz bu gidiş.
-Sen o rüyaya hakikat deyiver, tam bizim iş.[20]
Âkif milli mücadelenin kazanılmasında insanımızın ufkunu karşılaştırma yapmasını sağlayacak kelime ve kavramlarla açtığı görülmektedir. Hürriyet - esaret, gayret- atalet, tevhit -tefrika, ümit-korku, duyarlı olmak - ilgisiz kalmak, sevinç - matem, sebat etmek- ricat etmek sık sık rastladığımız hatırlatmalardır. Bu kelimelerin tekrarlanması ile millete hedef gösterilmekte ve bir zamanlar yaşadığımız çok güzel günlere olan özlem artırılarak aynı seviyeye çıkmanın zor olmadığı gösterilmektedir..
Balkan Savaşlarından itibaren Âkif in daha aktif bir şekilde milletin sıkıntısına bedeniyle ve kalemiyle ortak olduğu görülmektedir. Yoğun gayret, o oranda şiir yazmasına vesile olmuştur. Milletin dertlerini dile getirmedeki atılganlığına fedakarlığına zafer kazanıldıktan sonra ihtiyaç kalmamıştır. Safahat’taki şiirlerin büyük bir kısmı ülkenin en zor günlerinin hikayesidir. Onun Milli Mücadele’ye hız ve mana veren en önemli eseri olan İstiklal Marşı Osmanlı’nın safha safha son döneminin zaferle sonuçlanan bir finalidir.
Mehmet Âkif bu dönem içinde bazen bir hakemdir. Çoğu zaman bir uyarıcıdır. Değişik bölgelerde yaptığı konuşmalarıyla fiili bir mücadele adamıdır. İstanbul’dan Anadolu’ya taşıdığı gazetesiyle herkese ulaşmaya çalışan bir dava adamıdır. Milletin zor zamanında sanatına yeni bir şekil vererek daha içten, daha güncel ve gayet sade ve anlaşılan şiirler yazmıştır. Daha önce zaman zaman denediği şiir tarzını Milli Mücadelenin ihtiyaç duyduğu muhteva ile bütünleştirerek sanatını milletine tahsis etmiş usta bir şair olarak iz bırakmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.