• İstanbul 17 °C
  • Ankara 22 °C

Prof. Dr. Nesrin Karaca: “Âsım” ya da Mehmet Akif Ersoy’un Manzum Kurgusunda Gençlik ve Gelecek Tasarımı

Prof. Dr. Nesrin Karaca: “Âsım” ya da Mehmet Akif Ersoy’un Manzum Kurgusunda Gençlik ve Gelecek Tasarımı

Türk düşünce tarihi ve edebiyatında fikirleri, şiirleri ve sanatıyla olduğu kadar hayatı, de­ğerleri ve mücadelesiyle de müstesna bir kişiliğe sahip, 1908 sonrası Türk edebiyatının önde gelen simalarından olan Mehmet Âkif Ersoy’u (1873-1936) şair, fikir adamı, idealist ve aynı zamanda müstesna bir seciye ve ahlak sahibi olarak ele almak gerekir. Mehmet Âkif, Safahat’ında Türk tarihinin ve toplumunun en sancılı yılları olan 1908-1923 arasının sos­yal ve siyasal panoramasını safhalar halinde verirken, aynı zamanda kendi neslinin kültür- medeniyet çatışmasını sergilemiştir. Millî Mücadele yıllarında halkı uyandırmak için yaptığı faaliyetlerle ülke geleceğinin aydınlık bir iklime taşınması yolunda fikirler öne sürmüş, ül­kesinin maddî-mânevî problemleri üzerinde kafa yormuş ve bunlara çağının çok ilerisinde çözümler üretmiştir.

Âkif, içinde bulunduğu coğrafyanın ve Türk-İslâm tarihinin bir aydını olarak ömrü boyunca çizgisini koruyarak sürdürmüştür. Âkif’in fikirlerinin tutarlı olmasının temelinde kendisinin hem pozitif bilimlerde hem de dinî ilimlerde çok iyi bir eğitim almış olması, köklü tarihin maddî-mânevî dinamiklerini iyi bilmesi ve çağını iyi tanıması yatmaktadır. Bu özellikler onun şiirlerini çok iyi beslediği gibi fikirlerinin de tutarlı olmasını sağlamıştır.

“Akif; İnanmış adam, Büyük şâir!” Nazım Hikmet

Şiirini, ait olduğu toplumu daha ilerilere götürmek için vasıta yapmış olan Mehmet Âkif, bunu yaparken sanatından taviz vermediği gibi sığ bir propaganda batağına da saplanmamıştır. O’nun en çok görüş bildirdiği konulardan biri ilim olmuş; şiir, Âkif’in ikliminde çok önemli ifade imkânlarına kavuşmuş, her yönüyle hayatın içine sokulmuş ve işlenmiştir. Akif’in sa­vunduğu değerler ve sosyal meseleler karşısındaki tavrını yansıttığı şiirlerinde kuvvetli bir realizm ile lirik bir hassasiyeti birleştirmiştir.

Mehmet Âkif’in dünyasının ve kişiliğinin oluşmasını sağlayan en bariz özellik, ailesinden aldığı dini-ahlakî terbiye ve kendisini yetiştirmeye azmetmiş bir dirayetten geçmektedir.

Sanatkâr kişiliği ve duyarlılığı, güçlü Türk-İslam kültürü, bilimsel zihniyet, sağlam bir dil şu­uru ve içinde yaşanılan tarihi ve sosyal şartların realist bir gözle müşahedesi çerçevesinde yoğunlaşan Mehmet Âkif, bu özelliklerine hayatı boyunca sahip çıkmış, idealleri, fikirleri ve doğru bildikleri uğrunda geri adım atmamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinin hızlandığı ve Milli Mücadele’nin ivme kazan­dığı dönemde; şair, düşünce-dava adamı, birey, hatip ve yazar kimlikleri ile öne çıkan, özel ve toplumsal hayatında örnek bir portre çizmiştir. Çağdaşları içinde hayata ve sanata dair öncelik sıralaması çok farklı olan Mehmet Âkif için, toplum meseleleri daima ilk sırada yer tutmuştur. Bu yüzden ‘toplum’un iyiye ve doğruya yönlendirilmesi konusunda hiçbir zaman görev almaktan kaçınmamıştır. Görev ahlâkına bağlı bir kişilik olan Mehmet Âkif, aile haya­tında çocuklarıyla çok fazla vakit geçirememiş, her zaman yanlarında olamamıştır ama on­lara yaşadıkları topluma faydalı olmayı, vatan için fedakârlık yapabilmenin önemini, kendi hayatından örneklerle göstererek öğretmeye adamıştır.1

Arayışlar döneminin söylem ve eylem adamı olan Âkif’in Batı karşısındaki tavrı hiç bir zaman tamamen reddetmek olmamış, batının bilimsel ve sanatsal yönünden yararlanmanın çağın bir zorunluluğu olduğunu çeşitli vesilelerle vurgulamıştır. Âkif’te“marifet-fazilet” bileşimi bir ilke olarak karşımıza çıkan husus; Batı’dan Avrupa medeniyetinin bilim ve sanatının “mari­fet” olarak alınabileceği; ancak Avrupa’nın kötülüklerinden “fazilet” ile uzak durulabileceği noktasıdır. Fazilet-erdem niteliği ise gerçek İslam’ın içinde mevcut olan iyi ahlak, çalışma ve azimden geçmektedir.

“Akif’in hayatı da büyük bir şiirdir.

Hüseyin Cahit Yalçın

Denilebilir ki; Mehmet Âkif’in 1873-1936 yılları arasındaki altmış üç yıllık ömrü veya 1908­1936 yılları arasını kapsayan otuz yıllık sanat hayatında birkaç manzumede hatta birkaç manzumenin bazı bölümlerindeki söyleyişinde dile getirdiği gibi az yaşanan duygu, sevinç ve mutluluk olmuştur. Bunun bir kısmı hâle ve an’a değil; geçmişe, özellikle çocukluk yılla­rına ait bireysel duygular iken, çok az kısmı da toplumsal olana yöneliktir. Hayatının çizgisi ve öncelikleri, yıllarını dolduran görevler, vatanı kurtarmak ve bağımsızlığa kavuşturmak uğruna yaptığı seyahatler onu ailesinden zaman zaman uzaklaştırmış, Âkif’in çocuklarıyla fazla ilgilenmesine engel olmuştur. Onun Mısır’a gidiş gelişleri sırasında çocuklarına karşı babalık vazifesini yerine getirememiş olmasının verdiği vicdan azabını, özellikle dostlarına ve yakınlarına yazdığı mektuplarda hissetmek mümkündür.[1] [2]

Mehmet Âkif Ersoy’un yaşadığı zamanlar, İmparatorluğun sınır uçlarında başlayan yangının içeriye de sirayet ettiği yıllardır. İmparatorluğun çöküşüyle neticelenen değişimler, dönü­şümler ve gelişmeler; bir insan ömrüne sığacak kadar hızlı yaşanmış tarih safhalardır. Daha sonra tüm şiirlerine başlık olacak bu tarihi safhalar Âkif’in ‘medeniyet’ fikrinin temellenme­sinde belirleyici olmuş, onu sadece bir direniş ruhu ve aksiyonu geliştirmeye yöneltmekle kalmamış, çöküşe karşı acil ve pratik çözümler üretmeye de şevketmiş: ".yaşadığı çağda bazen aydınlanma, bazen Rönesans olarak somutlaşan ifadeler, Akif’in şahsında İslamcı düşün­cenin uzaklaştığı düşünülen öğretilerden; Kur’an, hadis ve sünnetin ışığına yeniden dönmek ve sağlığı da esenlik ve kuvveti de orada bulmak anlamını...” (Emre 2014, 158) beraberinde getir­miştir.

Mehmed Âkif’in paradigmasında ve düşünsel gelişiminde en belirleyici öğe, onun çağdaş İslâmî düşünüş biçimidir. Bu çağdaş duruş, Batı burjuva uygarlığının temel değerlerinin İslâm kaynaklarına uyarlı olarak yeniden gözden geçirilmesini, Batının toplumsal ve düşün­sel oluşumu ve değerleriyle özde bağdaşık, ama yerel özelliklerini koruyan güçlü bir toplum yapısına varmayı öngörür.

Halkı eğitmenin önemine inanan Âkif, Anadolu’yu ve İslâm coğrafyasını karış karış gezer. İlhamı Kur’an’dan almak, bilinçli bir idrak ve algıyla Batı’ya gidip bilim, teknoloji ve sanayi öğrenip yurda dönerek çok çalışmak ve iyi eğitim, o’nun nezdinde ilk yapılacak şeylerdendir. (Ercilasun 1986, 783-) Aslında onun bu fikirleri aynı zamanda; İslâm’ın terakkiye mâni olduğu şeklinde yöneltilen suçlamalara cevap niteliği taşır.

Safahat ve Âsım

"Âsım; asrımızın gelecek asırlara tahsis edilmiş bir hediyesi, bir heyecan selamıdır. Asım, bir ıstırap içinde kıvrana kıvrana can veren altı yüz senelik bir devrin, Akif’in dehasının yarattığı bir kuğu şarkısıdır..."

Süleyman Nazif

“Safhalar, devreler, dönemler” ve “görünüşler, manzaralar” anlamına gelen Safahat, Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerini topladığı yedi kitaplık şiir külliyâtının adıdır. İçinde 11.240 mısra tutan 108 şiir bulunmaktadır. Safahat’ı teşkil eden manzumelerin tamamı “aruz” vezni ile yazılmış­tır. Şiirlerin uzunluğu bir kıt’adan, 2292 mısra’a kadar değişmektedir. Bölümlerden; Safahat 44 şiir, 3084 mısra; Süleymâniye Kürsüsünde 1 şiir, 1002 mısra; Hakkın Sesleri 10 şiir, 482 mısra; Fâtih Kürsüsünde 1 şiir, 1692 mısra; Hâtıralar 10 şiir, 1314 mısra; Âsım 1 şiir, 2292 mısra; Gölge­ler 41 şiir, 1374 mısradan oluşmuş bir külliyattır.

Safahat’tın VI. Kitabı, Mehmet Âkif’in dostu ‘Fuad Şemsi’ye ithaf etmiş olduğu “Âsım”, eser­de en kolay anlaşılır bölüm olarak nitelendirilmiş, içeriğinin nasıl olacağı başında yer alan konu, kişiler, mekân ve zaman bilgileri; karşılıklı konuşmalarla ilerleyeceği ve adeta manzum bir oyun metni olacağı yönünde okuyucuyu hazırlamıştır. Kişi kadrosunda özel bir yer tutan Âsım’ın şahsında ise, özel olarak seçilmiş bir kimlik ve geleceğin sahibi olacak ideal bir genç­lik modeli simgeleştirilmiştir.

Eser, işaret edildiği gibi, manzum hikâye tarzında konuşma üslubuyla kaleme alınmıştır. Âkif’in belirttiğine göre yaşanmışlıklara dayanan bu konuşmalar; I. Dünya Savaşı bütün ağırlığı ile devam ederken Fatih yangınından önce Hocazâde’nin Sarıgüzel’deki evinde geçmektedir. Eser, ‘Hocazâde’ olarak tanımlanan Mehmet Âkif’in ve hayatındaki bazı rol-model karakterlerin izdüşümleriyle diyaloglar halinde örülürken; sade, akıcı bir anlatım ve sağlam bir realizm eşliğinde bir gelecek tasarımı sergilenmektedir.

Uzun bir manzum hikâye kurgusu içinde ilerleyen Âsım’da; I. Dünya Savaşı günlerinden tablolar çizilerek, birçok sosyal yaramızın anatomisi çıkarılmış, tespit ve teşhislerde bulu­nulmuş, arkasından çare ve çözümlere yönelinmiştir. Burada Âsım, diğer adıyla Ali Şevki Hoca olan Köse İmam’ın oğludur ve kişi kadrosu içinde Âkif’in idealize ettiği genç bir tip­tir, Hocazâde’nin oğlu Emin’e ise fazla yer verilmemiş, Âsım üzerinde odaklanılmıştır. Meh­met Âkif bu ideal tipi ortaya çıkarmak için gerekli olan ortamı Hocazâde ve Köse İmam’ı tartıştırarak yaratır. Bu atmosferi yaratırken konuları aydınlatmaya yarayan birçok telmihe başvurur ve böylece yararlanılan telmihlerin zihinlerde açmış olduğu tarihî ve coğrafî saha­lar, şairin amacı doğrultusunda eserde işlenen konuyla tutarlı olacak biçimde ele alınmıştır. Diyaloglarla ilerleyen bu epik şiirin sonlara doğru ideal tip olarak sunulacak olan Âsım’ın olumlu yanlarını görünür duruma getirme isteği ön plana çıkar. Bu doğrultuda Köse İmam ve Hocazâde, oldukça uzun sürecek sert bir tartışmaya giriştirilir. Âkif, bu tartışmaları sanki, Âsım’ın bir şekilde devreye gireceğini ve bunun kaçınılmaz bir durum olduğunu göstermek için kurgulamış gibidir. Bu tartışmalar eserin tezinin kuvvetlenmesine hizmet ederken, en yakınındakinin (akraba, komşu) sorunundan başlayıp,vatanın bütün meselelerine kadar ge­nişler. Karşılıklı uzayıp giden tartışmalarla mevcut bütün aksaklıklar, eksiklik ve bozukluklar yer yer geçmişle halin karşılaştırılması yoluyla, yer yer de ironik bir anlatımla gözler önüne serilir.

Bunu yaparken de, kişilerin (Hocazâde, İmam) savundukları tezleri kuvvetlendirmek ama­cıyla kendi görüşlerine uygun düşecek tarzda telmih ve göndermelere yöneldikleri görülür. Tartışmaların ilerlediği uzun bölümde, eserin tarihî ve coğrafî tabakası da konuyla ilgisi nis­petinde genişletilerek ve oldukça kapsamlı bir tablo ortaya çıkarılmıştır.

Âsım bu tartışmaların sonunda bütün olumlu özellikleriyle birlikte adeta bir heykel sağlamlı­ğıyla karşımıza çıkarken, hem karakter hem de fizikî yönden gücün ve kuvvetin temsilcisidir. Âsım’ın, ortaya çıkmasından önce çizilen ümitsizlik tablosu, onun tam anlamıyla belirginleş­mesiyle birlikte kaybolur. Âsım, Köse İmam ve Hocazâde’nin bir bireşimi ve sentezi gibidir. Bir başka deyişle Âsım, bir yandan Köse İmam ve Hocazâde’den izler taşırken, bir yandan da onlardan farklı olarak gençtir, dinamik, cesur ve atılgandır.

Eserde, aktüel anlatma zamanı olarak Köse İmam’ın, Hocazâde’nin evine misafirliğe gitmesi ve bu esnada yapılan konuşmalarla geçen kısa bir zaman dilimini, mekân olarak da sadece Hocazâde’nin Sarıgüzel’deki evi gösterilse de telmih ve atıfların genel olarak konunun akışı­na paralel ve tutarlı bir şekilde kullanılması, eserin tarihî zaman tabakası olarak; Osmanlı’nın yıkılış, yükseliş ve kuruluş dönemleri ile Hz. Muhammed ve Hz. Musa’nın devirlerine kadar uzanırken, mekan ve coğrafya tabakası ise bütün Osmanlı ile Arap sahasına -özellikle Mısır ve İran sahasına, OrtaAsya’ya ile Avrupa’ya kadar genişlemektedir.

İsim olarak sadece VI. Safahat’ta geçen Âsım, gerçekte onun bütün kitabına hâkim bir karak­terdir. Âsım, bir idealdir ve geleceğin tasarımı onun üzerinden yapılır. Çünkü Âsım; Türklü­ğün, İslâmın, çağın ve insanlığın kurtuluşunun simgesidir. Âsım için, Safahat’ı okumak isteyenler için VI. kitaptan başlamalarının uygun olacağı belirtilmiş, dilinin sade ve akıcı, kolay anlaşılır olması ve şairin ‘ustalık dönemi’ eseri sayılmasıyla birlikte Âkif’in üzerinde en fazla çalıştığı eseri olarak nitelendirilmesi hususları, eserin önemini vurgulayan noktalardır. Nite­kim Süleyman Nazif de Âkif’in bu kitabını “Bir şiir mucizesi” olarak telakki eder.

Mehmet Âkif, ‘Âsım’ın nesli’ derken; bilgi, irfan, fazilet ve imanla donanmış, karakterli, ahlaklı, kişilikli; vatanına, milletine ve kültürüne sahip çıkan, bunları yüceltmek için tüm imkânlarını seferber eden bir gençliği kasdetmekte ve bunun hayalini kurmaktadır. Âkif, Asım’ın nesli­nin nasıl olması gerektiğinin ipuçlarında,‘gelecek’ demek olan gençliğin; hurafelerden uzak, hayatı ve dünyayı varoluşcu anlamanın yönünü statik değil gelişen bilgiyle yoğrularak, çağa uygun bir dinamizm ve sinerji şeklinde algılamasını istemektedir. Böylece Âsım; öncelikle tarihiyle, kültürüyle, toplumuyla ve diniyle barışık olacak, ürkek, korkak ve çekingen değil, mücadeleci ve özgüven sahibi bir karakter ortaya koyacaktır. Âsım’ın nesli Hıristiyan Batı’nın baskı ve tahakkümüne karşı milletinin ve kültürünün bağımsızlığını savunacak, koruyacak gerekirse bunlar için canının bile feda edebilecektir. Âsım ile birlikte Köse İmam, Âkif’in öz­lediği, idealize ettiği aydın din adamı tipi olup, mahallenin bütün meseleleriyle ilgilenen ve sosyal yapılanmanın sağladığı otorite ile sıkıntılara çözüm bulmaya çalışan bir karakterdir ve Âkif, diğer pek çok sosyal konuda olduğu gibi kadın ve evlilik konusunda da, İslâm’ın, çıkar­lara uygun olarak amacı dışında kullanılmasını Köse İmam’ın ağzından eleştirir.

“Sorarım kendime: gurbette mi, hayrette miyim?

Yoklarım taşları toprakları: izler kan izi;

Yurdumun kan kusuyor mosmor uzanmış denizi! Tüter üç beş baca kalmış... O da seyrek seyrek...

Âşina bir yuva olsun seçebilsem, diyerek,

Bakınırken duyarım gözlerimiz yandığını:

Sarar afakımı binlerce sıcak kül yığını.

Ne o gömgök dereler var, ne o zümrüt dağlar;

Ne o çıldırmış ekinler, ne o coşkun bağlar.

Şimdi kızgın günün altında pinekler, bekler, Sade yalçın kayalar, sade ıpıssız çöller.

Yurdu baştan başa viraneye dönmüş Türk’ün;

Dünkü, şen şâtır ocaklar yatıyor yerde bugün.” (s. 379)

Âkif’e göre; insanlar örf, âdet ve geleneğin yüzyıllarda meydana getirdiği kendi milliyetine has değerlerini kaybettiklerinde insan olma vasfını da kaybederler. Sebep-sonuç ilişkisinden bakıldığında ise en büyük etken sığ, yetersiz ve kulaktan dolma bilginin verdiği cehalettir. Âsım’da; sağlam ve vakur duruşlu eski hayatın bozulmasını depreme benzeterek;

“Âh o yekparelik eyyamı hayal oldu bugün, Milleti halini gör, sonra da maziyi düşün. Kim bu yalçın kayalar sarsılacak derdi? Öyle sarsıldı ki edvâra tezelzül verdi!..” (s. 384)

O’nun şiirlerinde bizi biz yapan değerlerin önemi, herkes için bir korunak olan ailenin huzuru ve devamı, ailenin önemi ve bireylerini görevleri, kadının önemi ve değeri, çok evliliğin sa­kıncaları, ailenin dağılma sebepleri ile boşanma hukukunun yanlış anlaşılması gibi konulara sıkça yer verilmiştir. Âkif’in topyekûn karşısında olduğu şey cehalettir. Safahat’ın temel iletilerinden biri olarak, Müslüman dünyanın acınacak durumu, tembelliği, cehaletin acı sonuç­ları ve insanlığın duyarsızlığı anlatılırken daha çok erkekler hedef alınmıştır.

İlke ve nazarîye bağlamında Türkçü ve Turancı olmayan Mehmet Âkif, İslâm birliği içinde büyük bir milliyetçi konumunda mücadelesini yapar ve ütopyasını büyük ölçüde bu tasarım üzerine kurar. Realist bir gözle yaşadığı toplumu analiz ederken; şiiri hayata, hayatı şiire so­karak değerlendiren, devrinin sıkıntılarına olduğu kadar, günümüzün meselelerine de ışık tutan Mehmet Âkif’i anlamak; içinde yaşadığı dönemin ve toplumun siyasî, sosyal gerçekle­rini, psikolojisini ve bütün bunların görünüşlerini yansıtan söylemi eşliğinde “tek dişi kalmış canavar” dediği medeniyeti hakim olduğu eserlerinin izini sürmek, temellendirilmiş önemli sonuçlara açılmaktadır. Âkif, Batı ile münasebetlerimizi bazı prensipler üzerine oturturken Batı’nın ilmini almamız gerektiğini savunup kendi değerlerimizi korumamız gerektiğini ifa­de ederek dünyanın sosyo-kültürel, sosyo-politik durumunu ve içinde bulunduğu çağı çok iyi tahlil etmiş, onun eksik taraflarını ve arızalarını, çürümüş yanlarını teşhis etmiş, inanç- vicdan-bilim eksenli önemli reçeteler sunmuştur. Âkif; toplum problemleri karşısındaki ıstı­rap, felsefî-hikemî duygu, düşünce ve endişeler içeren bu metotla problemlere ciddi etütler mahiyetinde teorik ve pratik çözümler getiren, tarihî ufukları araştıran, geleceği işaret eden, yine bu anlamda teklif ve tavsiyeleri olan bir şiir ortaya koymuştur.

“yalnız asrımızın değil, hatta tarihimizin en büyükdestanî şairi...”

Cenap Şahabettin

O’nun yapıp ettikleri, varolma savaşımında atılan bir çığlıktır. Öncelikle; ontolojik anlamda sahiplenilecek, sözün ve hükmün geçerli olabileceği bir vatan derdindedir. Bu nedenle Âkif hemen, şimdi yapılabilecek ve hayata geçirilebilir pratik çözümlerin arayışındadır. Âsım ki­tabı bu anlamda bir gelecek tasarımı olarak okunabilir. (Ersoy 1977, 442-) Ancak, bu uzak bir gelecek değil orada öne çıkan hemen, şimdi yapılabilecek, yakın bir geleceğin ufukları­dır. Mehmet Âkif, pratik çözümler peşinde koşarken, geleceğin dünyasından ve medeniyet tasavvurundan tamamen kopmayarak, geçmişte de İslâm’ın bir büyük medeniyetle zuhur ettiğini söyler.

Âkif, Âsım’ın başlangıcında Köse İmam’ın dilinden kendisi de dahil, bütün şairlere olumsuz bir şekilde bakmakla birlikte, edebiyatın bütün ifade vasıtalarıyla şiirinin hududunu nesir kadar, genişletir ve onu hayatın kendisi yapar... Âkif, ‘kalabalığın sadece kelimelerini değil, de­yimlerini, benzetmelerini, ifade hatta bütün cümlelerini dahi almaktan çekinmez’ (Kaplan 1997, 146) ve böylece Safahat genelinde ve özellikle de Asım’da; tasvirler yapar, portreler çizer, hikâyeler ve fıkralar anlatır, diyaloglara başvurur ve yer yer vaaz eder. Komik, trajik, öğretici, hamâsî, lirik, hakîmâne, her edâyı veher tonu kullanır. Bu edebi hünerleri genişleten Âkif; Servet-i Fünûn edebiyatında yaygın kabul gören “tablo şiir” konusunun, muhtevasını de­ğiştirmiş, bu sun’i yaklaşımı hayatın bütün yönlerini ve renklerini içine alır hale getirmiştir.

Mehmet Kaplan, Türk şiirine gerçek hayatı sokan Âkif’in Safahat’ındaki içerik ve kompozis- yonu:“.. Türk edebiyatında onun kadar içinde yaşadığı devri bütün teferruatı ile gören ve gös­teren başka bir şair yoktur. Safahat, adeta, muayyen bir nokta-i nazardan tasvir edilen bir man­zum romana benzer: Sokak, ev, kulübe, saray, meyhane, cami, köy, şehir, fakir, zengin, dindar, dinsiz, cılız, pehlivan, korkak, kahraman, halk, yüksek tabaka, münevver, cahil, yerli, yabancı, Av­rupa, Asya, ticaret, siyaset, harp, sulh, şehircilik, köycülük, mazi, halihazır, hayal, hakikat, hemen hemen her şey Akif’in duyuş ve görüş sahnesine girer ve o bunları yalnız şiirin değil, edebiyatın bütün ifade vasıtalarıyla anlatır: Tasvirler yapar, portreler çizer, hikayeler söyler, fıkralar anla­tır, konuşmalara başvurur, vaaz eder. Komik, trajik, öğretici, hamasi, lirik, hakimane her edayı, her tonu kullanır. Bu suretle Akif, şiirin hududunu nesir kadar, edebiyat kadar genişletir; hatta edebiyatı da aşar, onu hayatın ta kendisi yapar. (...) Akif'in esas konusu dünya ve cemiyettir. Onun için din, insanları nizama sokan ve yükselten bir kuvvettir. Akif, müslümanlığa sadece bir ahiret dini gözüyle bakmıyor, onun dünyayı da düzeltebileceğine iman ediyordu. Akif’e göre, insanları kötüleştiren ihtiraslardır. İhtirasları tanzim eden kuvvetler -din bunların başında geli­yordu- ortadan kalktı mı, fertler de, cemiyetler de hayvanlık seviyesine düşerler.” (Kaplan 1997, 145) ifadeleriyle ortaya koymuştur.

“Yarabbi!.. Şair bu mısraları senin arş-ı ilhâmından birer birer yer­yüzüne indirirken, ruhu, kimbilir, heyecandan ne kadar sarsılmış; dimağı, kalbi, a'sâbı ne kadar yıpranmış... ve ne kadar harâb ol­muş!.. Onun yazdıklarını biz yalnız okurken, bu kadar titredik ve sarardık.”

leyman Nazif Çağının Müslüman dünyasının ilim ve irfandan çok uzak düştüğünü;

“Şark’ın ki mefahir dolu, mazi-i kemali,

Yâ Rab, ne onulmaz yaradır şimdiki hali” (472)

söylemiyle dile getiren şaire göre sağlam bir bilim, rasyonalite ve idealizm İslâm’ın daha iyi anlaşılmasına ve yaşanmasına da vesile olacaktır. Bunun sebeplerini, Müslümanların İslâm’dan uzaklaşmalarını, din yerine hurafelere inanmaları, tembelliğe, atalet ve miskinliğe sığınmalarına bağlamayan Âkif, aynı zamanda milleti, tembellik ve cehalet konusunda uyar­maya çalışmaktadır.

Âkif, Tanzimat’la birlikte ilim tahsili için Batı’ya gönderilen veya Batı tarzı okullarda eğitim görmüş ama kültüründen, millî ve mânevî değerlerinden uzaklaşmış, aynı zamanda Batı’nın da bilim ve felsefesini hakkıyla anlayamamış kesimleri de ironik bir dille eleştirirken: ‘Al okut, Avrupa tahsîli desinler, gönder ‘Servetinden bölerek nâmütenâhî para ver;

Sonra bir bak ki: Meğer karga imiş beslediğin!’ ‘Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi; Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi!’ diyecektir.

Âkif’in hayalindeki insan-fert tipolojisi, hem Doğu’yu, hem Batı’yı bilecek ve bunlar arasında bir sentez yaparak bu sentezi hayata uygulayacak bireylerden oluşacaktır.

Âsım’da, manzum kurgunun sonlarına doğru idealize ettiği ve geleceğin aydınlık neslinin sembolü olarak gördüğü mânevî oğlu Âsım’ı, tahsil için Berlin’e gönderen Âkif, yolculuk ön­cesinde Âsım’a ve Âsım’ın şahsında vatanın gençlerine:

‘Sâde Garb’ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz.

O çocuklarla beraber, gece gündüz didinin;

Giden üç yüz senelik ilmi tez elden edinin.

Fen diyârında sızan nâ-mütenâhî pınarı,

Hem için, hem getirin yurda o nâfi’ suları.’ (s. 443)

diyen Âkif, Berlin’e gidecek olan Âsım’a tavsiyelerde bulunur;

‘Aynı men’baları ihyâ için artık burada

Kafanız işlesin, oğlum, kanal olsun arada’ (s. 423)

ve yine Âsım’ın diliyle içinde bulunduğumuz acı durumu bir kez daha hatırlatarak:

‘Yazık hâlâ biz, dünkü ilmin bile bîgânesiyiz, câhiliyiz.’

söylemiyle, bunun kırılmasını isterken, yakın geleceğin ilmini ve dünyanın nereye gittiğini çarpıcı şekilde dile getirir:

‘Yarının ilmi nedir, halbuki? Gayet müdhiş:

Maddenin kudret-i zerriyyesi’ uğraştığı iş.” (s. 443)

Hayatının her döneminde tam bir denge insanı olan Âkif, çağının manzarasını irdelerken;

‘Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir, Müslümanlık bilmem ammâ, galiba göklerdedir.’ tespiti ve serzenişlerle birlikte, çareye de işaret etmektedir:

‘Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı, Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı.’ (s. 418)

Bilime, medeniyete ve Garb’a tamamen yüz çevirme anlayışını şiddetle eleştiren Âkif’e göre, insanın bu dünyadaki görev ve sorumluluklarını bilme yolunda ve evrenin yapısını, işleyişini anlamada bilim bir araçtır ve asıl önemli olan irfan ve fazilet dinamiği eşliğinde:

‘Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.’ (s. 307)

ilerleme tekamülle olacaktır, aksi takdirde:

"... Bu muazzam ağacın gövdesi baştan aşağı; sayısız kökleri, tekmil dalı, tek­mil budağı milletin sine-i mazisine merbut, oradan uzanıp gelmektedir. Bir cemaat bu ağacın bazı yerlerini, mesela çiçeğini beğenmez onu elindeki baltayla kesmeye kalkar­sa, biliniz ki, sadece terakki imkânlarını değil; kendi kendini de yok eder. Çünkü ortada canlı bir varlık değil, sadece odun kalır.” (s. 187), (Erişirgil 2006, 152)

20. yüzyıl için ‘zamân-ı ulûm’ diyen, yine bu yüzyılda varlığının ve vatanının maddî- mânevî problemlerine çâreler arayan Âkif’in aradığı ve özlediği şey; bugün de dünyanın muhtaç olduğu barış, adalet, huzur, hakkaniyet ve gerçeğin, geleceğe taşınacağı yeni bir tasarım ve sentezi içeren bir ilerleme projesidir. Yüksek bir seviyeye ulaşmış bilimin, din-vicdan ve ahlâk boyutlu yeni yorumu, Âkif’in de gelecek tasarımının resmini ortaya koymaktadır.

Geleceği kurmada eğitim ve öğretimin temel olduğunu düşünen, ‘öğretmen’ faktörü için “öğretmen imanlı, edepli, liyakatlı ve vicdanlı olmalıdır” diyen Âkif, mukaddes değerlere say­gıyı önceleyerek, vazifenin büyük olduğunun bilincinde olan insanlarla gerçekleştirilebile­ceğini ifade etmektedir:

‘Evet, ulumunu asrın şebaba öğretelim;

Mukaddesata, fakat, çokça ihtiram edelim.

Eğer hayatını kasteyliyorsanız vatanın:’

Âkif’e göre vatanın ve geleceğin bekası Batı’nın kültürüne, değerlerine değil, bilim ve tek­nolojisine sahip olmada ve bu sahadaki gelişmeleri izleyip, içselleştirmeden geçmektedir:

‘Sade Garbın, yalnız ilmine dönsün yüzümüz. O çocuklarla beraber, gece gündüz, didinin; Giden üç yüz senelik ilmi tez elden edinin; Fen diyarında sızan na-mütenahi pınarı, Hem için, hem getirin yurda o nafi suları

Yarının ilmi nedir? Halbuki, gayet müthiş: ‘Maddenin kudret-i zerriyesi’ uğraştığı iş. O yaman kudrete hakim olsam diyerek, Sarf edip durmada bir çok binlerce emek O’na yükseldi mi, artık, değişir ruy-u zemin: Çünkü bir damla kömürden edecekler te’min, Öyle milyonla değil, na-mütenahi kudret!..’ (s. 443)

Mehmet Âkif kendisini ıstıraba düşüren sosyal dengesizlikleri ve yozlaşmış kitlelerinin duru­munu da kategorize ederek:

‘Bizim muhiti, bizim halkı seyredince nazar; Görür ki: beyni bozulmuş yığın yığın kafa var. Düşünceler mütehaliftir istikamette Şu var ki, hepsi nihayet bulur sakamette! Birinci zümreyi teşkil eden zavallı avam, Bıraksalar edecek tatlı uykusunda devam. Bugün nasibini yerleştirince kursağına;

‘Yarın’ nedir? Onu bilmez, yatar dönüp sağına. İkinci zümreyi teşkil eden cemaat ise, Hayata küskün olandır ki: saplanıp ye’se 'Selametin yolu yoktur... ne yapsalar boşuna!' Demiş de hırkayı çekmiş bütün başına. Üçüncü zümreyi kimlerdir eyleyen teşkil? Evet, şebab-ı münevver denen şu nesli sefih. -Fakat nezihini borcumdur eylemek tenzih- Bu züppeler acaba hangi cinsin efradı?

Kadın desen, geliyor arkasından erkek adı:

Hayır, kadın değil, erkek desen, nedir o kılık?

Demet demetken o saçlar, ne muhtasar o bıyık? Sadası baykuşa benzer, hıramı saksağana;

Hülasa, züppe demişti ya artık anlasana! (s. 286-87)

Toplumun çözülmüş sosyal yapısını üç sınıfa ayırıp inceleyen Âkif, bunları; tevekkül ardına sığınan, günü kurtarmaya bakan, dünya yıkılsa ilgilenmeyen tembeller; hayata küskün, ka­ramsar ve ümitsiz insanlar ile değer ölçüsü olmayan sıra dışı züppeler olarak tarif etmekte, bu durumu değiştirecek, dönüştürecek aydın ve sorumlu öğretmenleri göreve çağırmaktadır:

‘Fakat bu maskaralıklar devam edip gitmez; ‘Adam, benim neme lazım!’ demekle iş bitmez. Sonunda kuvvetimiz şüphesiz ilerlemeli; Fakat düşünmeli her şeyde önceden temeli.

Teammüm etmesi lazım ma’arifin mutlak: Okur-yazarsa ahali, ne var yapılmayacak? Donanma, ordu birer ihtiyacı mübrimdir, O ihtiyacı, fakat, öğreten ‘muallim’dir! Deyip kararını vermiş ki, aynen icraya, Konunca ortaya çıkmış, bu günkü Almanya. (s. )

Âkif, güçlenme ve ilerlemenin hayati bir zorunluluk, her şeyin temelinin eğitim olduğu­nu, başarının ve başarısızlığının temelinin öğretmenden geçtiğini vurgularken, dönemin Almanya’sını buna örnek gösterir:

“Ne derler, bilir misiniz? Hem de öyledir inanın:

‘Muallem ordusudur harp eden Prusyalının;

Muallim ordusu lakin, asıl muzaffer olan!’

Bu sözden almalıdır, hiç değilse ibret alan.” (s. )

Realitede, Batı’nın müspet bilimlerini ve yönlerini değil, kötülük ve olumsuzluklarını alıp ge­len gençliğin benimsemiş olduğu yeni algının ortaya koyduğu durumun sorumluları, millî ve dinî değerleri tanımayan, halkından kopuk “muallimlerdir”. Savaş durumunda ordunun, askerin de bilgili olmasının önemli olduğunu ifade eden Âkif, ancak gerçek zaferi kazanan­ların öğretmenler yani eğitimciler olduğuna vurgu yapar.

Buna göre, Mehmet Âkif’in özlediği ‘öğretmen modeli’, ancak bilimin ışığında hazırlanmış programlar ortaya koyan, bedenen-ruhen sağlıklı ve ahlaklı bireyler olma idealine sarılmış, bilgisi-becerisi temayüz etmiş, vatan-millet sevgisi ile insan yetiştirmeye yönelmiş gençler­den oluşan eğitim kadrosuyla gerçekleşebilir. Gençliğin ümidini artıracak, azim, özgüven ve başarısını yükseltecek eğitim politikalarının şart olduğunu düşünen şair, ‘yarın’ duygusunun filizlendirilmesini önemsemektedir:

“- Zerk etmediler kalbime bir damla ümid, Hoca, dünyada yaşanmaz, yaşamaktan nevmîd. Daha mektepte çocuktuk, bizi yıldırdı hayat, Oysa hiç korku bilmeyecektik, heyhat !

Neslim ürkekmiş, evet, yoktu ki ürkütmeyeni, “Yürü oğlum!” diye teşci edecek yerde beni, Diktiler karşıma bir kapkara müstakbel ki, Öyle korkunç olamaz hortlasa devler belki ! Bana dünyaya çıkarken “batacaksın !”dediler. (...)

Bir ışık gösteren olsaydı eğer, tek bir ışık, Biz o zulmetleri bin parça edip çıkmıştık. İki üç yüz senedir serpemiyor bizde şebâb, Çünkü bîçarenin âtisine imanı harap.” (s. 408)

Gençlerin Avrupa’da öğrenim görmeleri, kendilerini iyi yetiştirip yurda dönmeleri ve mem­lekete hizmet vermeleri üzerinde duran ve:

“Sade garbın, yalnız ilmine dönsün yüzünüz, O çocuklarla beraber, gece gündüz didinin

Giden üç yüz senelik ilmi sık elde edinin Fen diyarında sızan namütenahi pınarı Hem için, hem getirin yurda o nafi suları” (s. 443) diyen Mehmet Âkif, Gölgeler’de de, devrin karamsar, ümidini yitirmiş ve aciz gençliğin duru­munu tekrar ele almıştır:

“Doğduk, “yaşamak yok size!” derlerdi, beşikten, Dünyayı mezarlık bilerek indik eşikten, Telkîn-i hayat etmedi asla bize bir ses

Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes, Ye’sin bulanık ruhunu zerketmeye baktı; Mel’un aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı. “Devlet batacak!” işte bu öldürdü şebâbı. Git yokla da bak, var mı kımıldanmaya tâbı? Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik, Batmazdı, hayır, batmadı, hem batmayacaktır, Tek sen uluyan ye’si gebert, azmi uyandır!” (s. )

Mehmet Âkif, bunun için çocukların ve gençlerin kafalarının peri masallarıyla, hurafelerle, umacı hikâyeleriyle doldurulmamasını ister. Şiddet ve dayakla yapılan eğitimin tamamen faydasız olduğunu söyleyerek, genç nesillerin kafalarının dışını değil, içini işleme gereğinin önemini:

“Gül değil, kıl bile bitmez sopa altında! Hele!’ Uyarısı ile dile getirmiştir.

Geleceğin ve var olmanın temeli olan gençliğe önemli uyarılarda bulunan Akif, Safahat’ın geneline teşmil edilen bu vurguya, Âsım’ın şahsında öğütler verirken, dört hususu önemle tavsiye etmektedir:

  1. Marifetli (ilim, teknik, sanat, her konuda ustalık..)
  2. Faziletli ( iyi huy , iyi ahlâk, tutarlı kişilik..) Marifet, milleti mutlu kılacak bütün mad­di imkanların hazırlanmasını temin edecek, fazilet de bunu olgunlaştıracak ve ta­mamlayacaktır.
  3. Liyakatli (nitelikli, iyi yetişmiş) olmalı.
  4. Vicdanlı olmalıdır.

“Bir alay mekteb-i âli denen yerler var; Sorunuz, bunlara millet ne verir? Milyonlar. Şu ne? Mülkiye. Bu? Tıbbiye. Bu? Bahriye. O ne? O mu? Baytar. Bu? Ziraat. Şu? Mühendishâne. Çok güzel, hiçbiri hakkında sözüm yok, yalnız, Ne yetiştirdi ki şunlar acaba? Anlatınız!”            (s. 393)

diyen Âkif, Tanzimat’tan sonra memleketin her tarafına yayılmış olan Cizvit, Frere, Amerikan vs yabancı okullara, Hıristiyan tarikat mekteplerinde çocukların eğitilmesini de eleştirerek, bu durumun Türk toplumuna açabileceği zararlara da dikkati çekmek ister.

Görüldüğü gibi, Mehmet Âkif; hiçbir konum ve şartta geçmiş, tarih ve inanç değerlerinden yüz çevirmeyi düşünmediği gibi çağın gerçeklerine de ilgisiz kalmayı onaylamaz. Eserlerin­de, ağırlıklı olarak da Âsım’da, geleneğe bağlı kalmakla birlikte, yaşanan devrin yeniliklerine sahip olabilme tezini işlemiş, ne sadece ‘gelenek’ ne de, ‘yenilik’ taraftarı olmuştur. O, her ikisinin de ana kavşağını işaret eden, kesişme noktasında duran adamdır. (Karaismailoğlu, 2007, 58)

"Gökten inmezbir de hiçbir şey... Bütün yerden taşar;

Kendi ahlâkıyla bir millet ölür, yahut yaşar.” (s. 319) diyerek, kutsal değerlere hürmet eden, geleneksel bilgi ve irfan kaynağından aktardığı ha­yata bakış tarzıyla aynı zamanda inancını yaşayan ve an’ane olarak nitelediği geleneğe bağlı biri olan Âkif’in yenilik programının özü; yanlış anlaşılan kader, kaza, tevekkül, çalışmak gibi günlük ve ameli hayatla ilgili kavramları yeniden tarife yönelerek zihinlerdeki bulanıklığı gidermeyi hedeflemekte, ileriye dönük faaliyet sahasında bilinçli, dinamik fertler ve bunlar­dan oluşan bir toplum anlayışı ortaya koymayı içermektedir. (Bolay, 2007:53) İslam’ı, çağının meseleleriyle karşı karşıya getiren Âkif’e göre bu inanç sistemi formalize şekliyle dünün ve bugünün insanına olduğu kadar yarının insanına da hitap etmeli, yeniden “ asrın idraki­ne” söyletilmelidir. (Okay, 1989:63). O’nun bu yöndeki ilkesi: "Yeniliği iyiliğinden, hususiyle lüzûmundan dolayı almak, eskiyi de fenalığı sabit olduğu için atmak” şeklinde ifade edilmiştir. (Timurtaş, 1987:67)

Kişiliği ile sanatçılığı arasına sınır koymayan, ‘fert’ ve ‘insan’ olarak aynı duruşa sahip çıkan Âkif, bu tezini, Âsım’da da; kendi sesini, anlattığı gerçekliğin bir parçası olarak kimi zaman doğrudan kimi zaman da kurguladığı kişiliklerle aktarır. Bunu yaparken, dramatik mono­logdan geniş ölçüde yararlandığı manzum metin Âsım, içeriğinin yanı sıra çok yönlü teknik yapısıyla da şairin bu yaklaşımını örnekler niteliktedir. Âkif’in Âsım’daki kişi, olay, zaman tez ve mesaj sunma biçimleri “dramatik monolog”, “otobiyografik malzeme” ve “portre çizimi” bağlamında ayrı ayrı incelenebilecek niteliktedir.

Âsım’da asıl amacının özellikle gençlere farkındalık duygusu ve bilinci tattırmak olan Meh­met Âkif Ersoy’un gençlik ideali öncelikle ruh ve beden sağlığından geçer. Türk gençliğini, “Âsım’ın nesli” olarak nitelediğini ve o gençliğin portresini ayrıntılı biçimde çizdiği bu eser, aynı zamanda didaktik-drama mahiyetli bir tiyatro eseri olarak da telâkki edilebilir.

Bu anlamda, sadece bir şair değil aynı zamanda bir sosyal bilimci ve bir düşünür duruşu­nu da sergileyen Âkif’in Türk gençliğinde görmek istediği özellikler şu şekilde sıralanabilir: Beden-ruh yapısı ve sağlığı, tahsil ve terbiye, ilim, çalışkanlık, ümit ve azim, kutsal ve manevi değerlere bağlılık, güvenilirlik, iyi ahlak, vatan sevgisi...

"Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol” ifadeleriyle Türk gençliğine yol gösteren Âkif; gençlerin, bilgi ve ahlâk sahibi olmalarının ancak tahsil ve terbiye ile mümkün olacağını;

"Hadi tahsilini ikmale tez elden, hadi sen!

Çünkü milletlerin ikbâli için, evlâdım,

Marifet bir de fazilet, İki kudret lâzım.” (s. 442) vurgusuyla dile getirir.

Geleceğin gençliğini adlandırdığı Âsım, bir bakıma şairin kendisidir. Nitekim Mehmet Âkif Ersoy’un da; koşu, güreş, gülle atma, taş atma, yüzme, ata binme gibi sporlarla uğraştığı, ancak güreş sporuna karşı ayrı bir ilgi ve sevgisinin olduğu gerçeğinden hareketle; idealindeki Türk gençliğini de, sağlıklı olmak için sporla uğraşan, vatan sevgisini, çalışmayı ve bağım­sızlık ruhunu her şeyin üzerinde tutan, ahlaka, terbiye ve öğretime önem veren, ümitsizliğe kapılmayıp her zaman azimli ve kararlı olan, her türlü tefrikadan arınmış, ayrılıkçı düşün­meyen, tek yürek olan, taklitçiliğe özenmeyen, memleketin geleceğinde söz sahibi olacak ruhen ve fiziken güçlü nesillerin yetiştiği bir gençlik tablosu düşündüğünü ve kurguladığını söyleyebiliriz.

O’nun idealize ederek simgeleştirdiği bu idealin ana ekseni vatanını, milletini, değerlerini ve tarihini sevmekten geçer. Gençliğin benimseyebileceği idealleri dile getirmeye adanan ve yankısı büyük olan ‘Âsım’ın nesli’, Çanakkale ve İstiklâl Savaşları’nı kazanmış, Osmanlı’nın küllerinden yeni bir devlet ortaya çıkarmıştır.

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım...

—Boğamazsın ki!

—Hiç olmazsa yanımdan koğarım!

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.” (s. 400)

Vatanın dört bir yandan işgal edildiği bir dönemde, geleceğe Âsım’dan kaynaklı bir güçle bakmakta olan Âkif, böylece Âsım’la teselli bulmakta, Âsım’ın iradesi ile kurtuluşun gerçekle­şeceğine inanmaktadır. Bunun en canlı ve somut örneği Çanakkale Savaşı’dır:

“Âsım’ın nesli. diyordum ya. nesilmiş gerçek;

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.” (s. 426)

Âkif, Âsım’ı çok sevmekte, vatan şuuru, teknolojik ilerleme, din ve medeniyet gibi hususlar­daki fikirlerini Asım ile özdeşleştirmektedir. Eserde Âsım hakkında yer alan fikirler, aslında Âkif’in kendi kanaatleri olarak değerlendirilebilir.

Toparlarsak;

Mehmet Âkif, VI. Kitapta/bölümde Âsım’ın nesli ile iman, ilim ve irfan yolunda kendini inşa etmiş, kişilikli, ahlaklı, dinine ve milletine bağlı, bunların ihyası ve kalkınması için tüm imkan­larını seferber eden bir gençliğin hayalini kurmaktadır.

Safahat’ta en kolay anlaşılır bölüm olduğu, realist bir manzum roman olarak da nitelenebi­lecek bu eseri okuyacakların Âsım’dan başlamalarının uygun olabileceği ve Âkif’in üzerinde en fazla çalıştığı belirtilen bu kitap Süleyman Nazif tarafından “bir şiir mucizesi” olarak nite­lendirilmiştir.

Diyalog ve monologlarla ilerleyen, tasvir-tahlil, tahkiye ağırlıklı, istifham, telmih, tevriye gibi edebi sanatlarla ve muhavereli, manzum hikâyelerle örülü bu eserde Hocazâde, Âkif’in ken­disidir. Köse İmam, babasının talebelerinden Ali Şevki Hoca, Âsım ise Ali Şevki Hoca’nın oğ­ludur; eserdeki dördüncü kişilik olan Emin ise Âkif’in oğludur.

Safahat’ın geneline bakıldığında kişilik ve kimlik modeli olarak öncelenen ideal insan tipi “Köse İmam”dır ve bunu “Âsım” takip eder. Bir bakıma bu iki isim ve kişilik, Âkif’in idealinde­ki aynı şahsın, yaşlı ve genç hâllerinin temsili, farklı koordinatlardaki görünüşleridir. Eserde asıl tema Âsım’ın neslidir. Nitekim Âkif, Hocazâde olarak Köse İmam’a karşı yeri geldiğinde “Âsım”ın neslinin faziletini, meziyetlerini ve gösterdiği kahramanlıkları överken bu coşkulu ve heyecanlı hitabesini “Çanakkale Şehitlerine” olarak bilinen destanî mısralarla bitirir:

“Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!” (s. 426)

“Mehmed Akif; kuyruklu yıldızlar gibi asırda bir doğan, fa­kat tek başına bütün bir ufku dolduran bir bahtiyardı. Yarın­ki nesiller onu gönül dünyasının bir fatihi gibi alkışlayacak­lardır.”

Hakkı Süha Gezgin

Mehmet Âkif’; Namık Kemal’in Cezmi’nin, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı’nın ikinci cildini yazmak niyeti gibi, ikinci “Âsım”ın da ikinci cildini yazmak isteği gerçekleşememiştir. Belirtildiğine göre; bu projesinin planından dostlarından bazılarına bahsetmiş, eserin bütün kurgusunu hayâlinde hazırlamıştır. İstanbul’a döner dönmez yaz­mayı tasarladığı Âsım II’de: “Âsım Avrupa’dan dönüyor, İstiklâl Harbi’ne iştirak ediyor. Onun bu muharebedeki yararlıkları... İstiklâl Harbi’nin büyüklüğü... Harbin bütün safahatı... Mille­tin gösterdiği fedâkârlık, kahramanlık... Tehlikeli zamanlar, acı, tatlı günler... İnönü, Sakarya muharebeleri... Nihayet büyük zafer... Bütün bunları tasvir ediyor... Âsım, bir timsâl. Fâziletli, imân ve irfanlı, kahraman Türk neslinin timsâli! Âsım, yükseliyor, bütün Şark milletlerine ör­nek oluyor... Matemli, felâketli sahifeler kapanıyor, şanlı bir refah, saadet devri başlıyor..” biçi­minde ilerleyecek bir kurguyu dile getirmiş olduğu bilinmektedir.

Hayatında ve eserinde hiçbir zaman ümitsizliğe düşmeyen Mehmet Âkif; “Âsım’ın nesline munkaat olacak istikbal” vurgusunda olduğu gibi iyimser, güvenli ve gelecekten umutludur. O’nun karşı olduğu şey, duyarsızlık, ilgisizlik kendine ve kültürüne yabancılaşmanın ortaya çıkarmış olduğu kişiliksizlik ve olumsuzluklardır. “.. Bari müstakbeli kurtarmaya bir azmedi­niz!” (Ersoy 1977, 182) çağrısı ile bütün hayatı boyunca, özellikle “vatan sevgisi, kahramanlık duygusu, İslamiyete sonsuz bağlılık” temelleri üzerinde yoğunlaşan (Önberk 1987, 14) Âkif, pek az şairde izi sürülebilecek bir imtiyaz sahibi olarak, sosyal meselelerle şiiri kuvvetli bir şe­kilde birleştirebilmiştir. Bu sebeple bir kalkınma programı mahiyetinde olan şiiri, sosyal ger­çekçilik, romantizm ve idealizm gibi birbirine zıt görünen vasıfların hepsini bir arada taşır.

Safahat ve bütün külliyatı ile sadece edebiyat tarihine, yenileşme dönemi edebi birikimi­mize değil; yakın tarihe ve Türk sosyolojisine de malzeme sunan Âkif’in hayatı, sanatı ve eserleri ana kaynak ışığı ayrıştıran bir prizma gibidir.

“Akif, hiçbir şey yazmamış olsaydı da bize yalnız İstiklâl Marşı’nı verseydi,, yalnız bu eseriyle kendisini edebiyat tari­himizde ebedîleştirmiş olurdu... ”

Cemil Sena Ongun

Yardımın, iyiliğin, ümidin sesi, yol göstericisi, son derece tabiî ve samimi bir kişilik olan Meh­met Âkif; hayatı boyunca bütün sun’iliklerden uzak yaşamış; hayal ile alışverişini kesmiş, her ne demişse görüp de söylemiştir. Hakikatin peşinde, toplumdaki bütün sosyal, siyasî, ekonomik olayları “fotoğraf realizmi” denilebilecek bir gerçekçilikle anlatan, bunlara çözüm yolları arayan ve üreten, kurtuluşu İslâm’ı çağın şartları içinde yeniden yorumlamakla olaca­ğını vurgulayan Âkif, “asrın idrakine söyletmeli” biçimindeki formülizasyonu benimsemiş ve savunmuştur.

Düşünen, fikir üreten, misyon ve aksiyon sahibi bir aydın olarak Âkif’in varlığı ve söylemi; 20. yüzyılın başlarından günümüze kadar süren alinasyon, ötekileştirme ve aşağılık kompleksi yaratmaya yönelik her türlü saldırıya karşı bir meydan okumadır. Söz konusu bu direnç ve meydan okuma Türkiye’den başlayıp, başta öteki İslam coğrafyaları olmak üzere Batı-dışı pek çok kültür ve medeniyeti etkileyerek yeni sentezlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. [3]

Bir toplumun ve kültürün, kendi ifadesiyle ‘gül devirleri’nde değil de, ‘viranemisal’ zamanla­rında yani 19. yüzyılın yakıcı ve yıkıcı manzaralarına tanık olmanın dışında acısını ve ıstırabını derinden yaşayan Âkif, misyonunun, hissiyatının, dil ve söyleminin bütün mahiyetini buna bağlamaktadır.

Denilebilir ki; Âkif, ızdırabı ferdi olmaktan çıkarıp umûmileştiren ve onu mâşeri bir vicdana dönüştüren dünya görüşüyle, hem sıkıntıların en zirvede olduğu dönemde en gür haykı­rışları terennüm etmiş; hem de en akılcı ve futurist olanı arayan bir toplum insanı olarak mesuliyetinin gereğini ortaya koymuş ve yol göstericilik görevini Âsım etrafında yeni nesil­lere aktarmıştır.[4] Bu aktarımı yaparken; imparatorluktan milli devlete geçişte milletin zevkini, dilini, yaşama biçimini ve dini duyarlılığını, modernitenin dikkatiyle yorumlayıp, eleştirilerle birlikte değerlendirmiş, gelecek tasarımını kurarken modern edebiyatımızda da önemli bir ihtiyacı ve işlevi yerine getirmiştir. [5]

Kültürel, teknik ve bilimsel zenginlik ile değerleri bütünleştiren, çalışkan, cesur, ilim sahibi bir nesil ümidiyle, bu gaye ve hayallerini Âsım’ın nesline hediye eden ve ‘toplumla barışık entelektüel ve aydın bir insan’ olan Âkif, çağının sadece politik ve sosyolojik gerçeklerine ha­kim olarak kendini konumlandırmakla yetinmeyip, çağın ve içinde yaşadığı toplumun genel psikolojisine de hakim olmuş’ (Emre 2014, 159), içinden geldiği toplumun sosyo-psikolojik durumu karşısında hassasiyet göstermesinin yanı sıra şair olarak da buna estetik bir boyut kazandırmıştır.

Doğu-İslâm kültür ve medeniyeti ile Batı dünyasını yakından tanımış bir aydın olarak Âkif, bu meselelere peşin hükümlerden uzak ve gerçekçi bir şekilde yaklaşmıştır. O’nun Âsım’da derinleştirerek somutlaştırdığı ve bizim özümseyebileceğimiz temel çıkarım; Batılılaşmanın kültürel bir gümrüğe tâbi tutularak sadece topluma yararlı olacak ve temel değerlerimizi zedelemeyecek bilim, teknoloji, sanat alanlarındaki yeniliklerin alınması ve geleceğin bu yönde tasarlanarak inşa edilmesine dayandırılabilir.

Seçilmiş Kaynakça

Aktaş, Şerif (2007) Türk Dili ve Edebiyatı Tarihi, Kültür ve Turizm Bak. Y., C: 3, s.203-207

Ayvazoğlu, Beşir (1997), Geleneğin Direnişi, İstanbul, Ötüken Neşriyat,

Bolay, Süleyman Hayri (2007), “Mehmed Âkif’in Gençliğe Bakışı ve Âsım’ın Nesli”,

Mehmet Âkif, Türkiye’de Modernleşme ve Gençlik, Ankara,TYB Yay.: 28

Emre, İsmet (2014), “Modernleşme ve Mehmet Akif Ersoy”, Muhafazakar

Düşünce- Gelenekten Geleceğe, Y: 10, S. 39, Ocak-Şubat-Mart

Erişirgil, Mehmet Emin (2006), İslamcı Bir Şairin Romanı-Mehmet Akif, (Yayına Haz.: Prof.

Dr. Aykut Kazancıgil, Prof. Dr. Cem Alpar), Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 3. Baskı

Ersoy, Mehmet Akif (1977) Safahat (Tertip eden: Ömer Rıza Doğrul), İstanbul, İnkılap ve Aka Yayınevi, 11. baskı / (Alıntılarda bu baskıdan yararlanılmıştır.)

Güven, Fahri: / Milli Gazetehttp://www.belgehaber.com/artikel.php?artikel id=1300

Kaplan, Mehmet 1997), Şiir Tahlilleri-Tanzimat’tan Cumhuriyet’e, İstanbul, Dergah Yayınları, s. 145

Kaplan, Mehmet. (1989), Kültür ve Dil, İstanbul, Dergâh Yay. 6. Baskı,

Karaca, Nesrin Tağızade (2011), “Süleymaniye Kürsüsünde’n Dünya Görüşü ve Varlık Tasarımı Olarak Yansıyan Uygarlık Anlayışı”, Mehmet Akif-Çanakkale’den Milli Mücadele’ye İstiklal Şairi, (Doç. Dr. Yaşar semiz, Doç. Dr. Nesrin Karaca, Dr. Emine Kısıklı, Dr. Mustafa

(2013), “Mehmet Akif Ersoy’un Hayatında ve Safahat’ta Kadın”, Vefatının 75. Yılında Mehmet Akif Ersoy, DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) Yayınları, I. Baskı, İlmi Eserler: 144, Ankara, 2013, s.149-167

Karaismailoğlu, Adnan (2007 ), “Gelenek ve Gelecek Kavşağında Mehmet Akif”, Mehmet

Âkif, Türkiye’de Modernleşme ve Gençlik, Ankara, TYB Yay.: 28

Okay, M. Orhan: (1989), Mehmed Akif- Bir Karakter Heykelinin Anatomisi-, Ankara, Akçağ Yayınevi.

Önberk, Nevin (1987), “Mehmet Akif’in Topluma Bakışı”, Hacettepe Ü.-Edebiyat

Fak. Der./Mehmet Akif Ersoy Özel sayısı, S: V, 1 Aralık, s. 5-14

Özalp, Ömer Hakan (2010) Mehmet Akif Ersoy’un Aile Mektupları, (Haz.), Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Rektörlüğü, Semih Ofset, Ankara

Şehsuvaroğlu, Lütfü (2002) Mehmet Akif Ersoy, Alternatif Yayınları, Ankara

Tansel, Fevziye A. (1991). Mehmet Akif Hayatı ve Eserleri. Polat Ofset.

Timurtaş, F. Kadri(1987). Mehmet Akif ve Cemiyetimiz, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara

Toros, Taha (1998), Türk Edebiyatında Altı Renkli Portre, İstanbul, İsis Yayıncılık Ltd

Yapıcı, Asım:http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=13632

Yücebaş, Hilmi (1958) Bütün Cepheleriyle Mehmet Akif, İstanbul, Dizerkonca

Matbaası

Mehmet Akif Ersoy Özel Sayısı,. S: 133, Ankara-Hece Yayınları.

http://blog.milliyet.com.tr/mehmet-akif-ersoy-ve-asim-in-nesli/Blog/?BlogNo=116965 09.45 http://www.ayvakti.net/ayvakti-gezi/item/mehmet-akif-safahat-ve-asimin-nesli 23.45

“Âsım” ya da Mehmet Akif Ersoy’un Manzum Kurgusunda Gençlik ve Gelecek Tasarımı Özet

“Âsım”, Mehmed Âkif Ersoy’un SAFAHAT’ta yer alan altıncı şiir kitabının adıdır. SAFAHAT’ta en kolay anlaşılır bö­lümü olarak nitelenen eserde özel olarak seçilmiş ve geleceğin sahibi olacak ideal bir gençlik modeli Âsım’ın şahsında simgeleştirilmiştir.

Âsım için, SAFAHAT’ı okumak isteyenler için altıncı kitaptan başlamalarının uygun olacağı belirtilirken, dili sade ve akıcı, kolay anlaşılır olmasıyla şairin ‘ustalık dönemi’ eseri birlikte Âkif’in üzerinde en fazla çalıştığı eseri olarak nitelendirilmiştir. Nitekim Süleyman Nazif de Âkif’in bu kitabını “Bir şiir mucizesi” olarak telakki eder... Mehmet Âkif, ‘Âsım’ın nesli’ derken; bilgi, irfan, fazilet ve imanla donanmış, karakterli, ahlaklı, kişilikli; vatanına, milletine ve kültürüne sahip çıkan, bunları yüceltmek için tüm imkânlarını seferber eden bir gençliği kasdet- mekte ve bunun hayalini kurmaktadır. Âkif; Âsım’ın neslinin nasıl olması gerektiğinin ilk ipuçlarını ortaya ko­yarken gelecek demek olan gençliğin; hurafelerden uzak, hayatı ve dünyayı varoluşcu anlamanın statik değil gelişen bilgiyle yoğrularak, çağa uygun bir dinamizm ve sinerji şeklinde algılanmasını istemektedir. Böylece Âsım; öncelikle tarihiyle, kültürüyle, toplumuyla ve diniyle barışık olacak, ürkek, korkak ve çekingen değil, mücadeleci ve özgüven sahibi bir karakter gösterecektir. Âsım’ın nesli Hıristiyan Batı’nın baskı ve tahakkü­müne karşı milletinin ve kültürünün istiklâlini savunacak, koruyacak gerekirse bunlar için canının bile feda edebilecektir.

Eser, manzum hikâye tarzında konuşma üslubuyla kaleme alınmıştır. Âkif’in belirttiğine göre yaşanmış­lıklara dayanan bu konuşmalar; I. Dünya Savaşı bütün ağırlığı ile devam ederken Fatih yangınından önce Hocazâde’nin Sarıgüzel’deki evinde geçmektedir. Eser, ‘Hocazade’ olarak tanımlanan Mehmet Âkif’in ve ha­yatındaki bazı rol-model karakterlerin izdüşümleriyle diyaloglar halinde örülürken; sade, akıcı bir anlatım ve sağlam bir realizm eşliğinde bir gelecek tasarımı sergilenmektedir.

Mehmed Âkif, Âsım ve Gençlik, 2015

Kitabın tamamı: https://kitap.tyb.org.tr/kitap/asim.pdf 

 

[1] Karaca Tagızade, Nesrin ; “Mehmet Akif Ersoy’un Hayatında ve Safahat’ta Kadın”, Vefatının 75. Yılında Mehmet Akif Ersoy, DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) Yayınları, I. Baskı, İlmi Eserler: 144, Ankara, 2013, s.149-167 150)

[2] Özalp, Ömer Hakan; Mehmet Akif Ersoy’un Aile Mektupları, (Haz.), Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Rektörlüğü, Semih Ofset, Ankara2010

[3] Emre, İsmet; “Modernleşme ve Mehmet Akif Ersoy”, Muhafazakar Düşünce- Gelenekten Geleceğe, 2014 Y: 10, S. 39, Ocak- Şubat-Mart 151

[4] Şehsuvaroğlu, Lütfü; Mehmet Akif Ersoy, Alternatif Yayınları, Ankara 2002: 93)

[5] Aktaş, Şerif; Türk Dili ve Edebiyatı Tarihi, Kültür ve Turizm Bak. Y., 2007, C: 3, s.203-207, 203)

Bu haber toplam 1613 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim