• İstanbul 16 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 15 °C
  • Konya 14 °C
  • Sakarya 15 °C
  • Şanlıurfa 20 °C
  • Trabzon 15 °C
  • Gaziantep 15 °C
  • Bolu 11 °C
  • Bursa 15 °C

ŞEHİR ARAŞTIRMALARI MERKEZİ ve BİRKAÇ TESPİT

M. Ali ABAKAY

Diyarbakır ile ilgili kimi hususlara değinmek istiyoruz, bu yazımızda. Elbette Şehir Araştırmaları Merkezi, geneldir, seksen bir ili, yüz ülke şehrini içine alan genel özelliklere sahiptir. Bu makalemizde yer verilen tespitler, hemen hemen seksen ilimizde de aynı özellikler taşımaktadır. Bu nedenle, tespitleri okuyanlar, kendi şehirleriyle benzerlik kuracaktır, ister istemez.

Selçuklu Sultanı Melik Şâh, yıkıntıya dönen Roma Dönemi Yapıyı, ayağa kaldırır ve onarımını yaparak kitâbesiyle günümüze taşır: Ulu Camiî. Bu yapı için daha önce düşüncelerimizi ifade etmiştik. Ne Ashab-ı Kehf'e ne Mar Thoma Kilisesi'ne değineceğiz. Melik Şâh, önce Veziri ve sonradan kendisine baş kaldıran Nizamü'l-Mülk'ü Haşhaşî saldırısıyla kaybeder. Hasan el-Sabbah, Melik Şâh'ı da genç yaşta iken öldürtür, fedâîlerine. 1091'de Ulu Camiî Hanefî Kısmını yaptırır, Melik Şâh. Ölümü de bu yapıdan sonraya rastlar. Biz, şehri anlatan kitaplarımızda Nur-Selçuklu Burcu'nu Melik Şâh'ın 1286'da yaptığını yıllardır yazdık. Bir çok defa uyardık, ikaz ettik. Bir akl-ı evvelin yazdığı bu yanlış tarih, bir ömür boyunca kara leke misali şehri tanıtan kitaplarda yer aldı. Hangi Allahın Necip Kulu çıktı da bu yanlışlığa değindi, bizden önce?

Selçuklu Devleti'nin varlığını 1500'lü yıllarda gösteren "Resmî Tanıtım Kitaplarımız" var, bu arada. Daha nice yanlışlıklarla örülü anlı-şanlı kitaplarımız bulunmaktadır. Verdiğimiz sadece bir emsal, yeterli değil midir?

Hasan Keyf'te er-Rızk Camiî Minaresi, Parlı Camiî'den aşağı değildir. Mardin'deki Ulu Camiî Minaresi, Parlı Camiî'den farksızdır. Parlı Camiî-İhvan-ı Safa Camiî Minaresi'nin üzerindeki taş ustalığına methiye düzenler, her cuma ve her bayram günü minarenin kılıfından çıkarıldığını ve sonra tekrar kılıfa sokulduğu yalanını söyler, durur. Benim garib insanım, bu minare ile övünürken, kılıfı çalan hırsızı bir türlü merak edemez. Diğer camiî minareleri neden kılıfla örtülmez de bizdeki örtülür? Tamam Evliyamıza mİsk û amber katıldığı söylenilen harç ile minarenin yapıldığını kabul edelim. Bunun kokusunu yakın zamanda duyanlara ne demeli?
Bu şehirde tek sütun üzerine olan ve dört sütun üzerine yapılan Şeyh Mutahhar Camii Minaresi'ni gölgede bırakan Muallak Cami Minaresi'ni bilmekten uzaktır. Dönemin devletini perişan eden, yıkılmasına sebep olan İttihat ve Terraki'nin Lider Kadrosu'ndan Enver'in şehre gelmesiyle Muallak Camiî Minaresi'nin yıktırıldığı çoğunlukla belirtilir. Moğolların çapulcu sürüleri Bağdat'a kadar her yeri kana bularken, uzun camii minarelerini yıktırmadıkları, camii yıkımını yaptıkları gözlemlenir. Hani'de,Lice'de, Silvan'da halen bu minareler camiîsiz durmaktadır. Fakat bizdeki minareyi yıkan biz olduk. Bu minareler, döneminde gözetleme kulesi özelliğini taşımıştır ve yapıları aynı şekildedir. Bu tespiti bu güne kadar yapanlara rastlamayışımız, bu merkezi kurarken, yerinde yaptığımız gözlemler ve kaynaklarda yer alan kimi bilgilerin bir araya getirilişlerinden ortaya çıkmıştır.

Diyarbakır'da hatt sanatı alanında bir çok isim tanınır, araştırmalara bakıldığında bu isimlerle övünen bir çok kişi vardır. Ne yazık ki "Ah Mine'l-Eşk!.." şeklindeki bir hattı, okumak için Arapça bilen birisine ihtiyaç duyulur, hale geldik. Bu ortamda kalkıp Hattat Hamid'i anlatmaya, sormaya gerek var mı? Bir pirinç danesi üzerine Fatiha Sûresi'ni yazan Gubarî'den bahsetsek, kim inanır?

Bizim ressamlarımızdan biri de Denizci Tahsin'dir. Denizci Tahsin hakkında doğru dürüst bir bilgiye sahip değiliz. Hele yakın zamanlarda, 1970'lerde yaşayan Ressam Muzaffer'i kim hatırlar?

Diyarbakır'a dair bin bir zahmete katlanır, fotoğraf çekersiniz, köy köy dolaşır, ilçe ilçe gezersiniz. Çalışmalarınızı başka kaynaklarda isminiz olmadan görürsünüz. Rahmetli Dr. Adil Tekin, günümüzde bunun en barîz misalidir. Şehre dair bir kitap çalışması olduğunda baş vuru kaynağı fotoğrafları olur, öncelikle. Eğer, prestij bir kitapsa iki milyonluk şehirde fotoğrafçı kıtlığı baş gösterir, başka şehirlerden fotoğrafçı ithaline gidilir...

Mimarî alanında bu şehrin kalesine, ibadethanelerine, tarihî ve kültürel yapılarına ilişkin çalışmalar olunca ithalat sürer, şehirde bu işle uğraşan araştırmacılar, işinin ehli isimler kayda alınmaz, bir türlü. Çünkü yabancı daha iyi bilir, işini daha iyi yapar. Sonuçta bize gelenleri önce çevirmezdik, şimdi isteklerden uzak dururuz.
Şehrin araştırmacıları yok sayılırken, onların önüne engel koyan da bu şehirde yaşayanlardır, genellikle. Çünkü yerli olanın, yerel alanda çalışanın bilgisi teste kalkışılır, ilkokul çocuğu misali, "Hadi bakalım, şehrin adı en son ne zaman değiştirildi?" sorusuna muhattap kılınır. Biz ki Dicle Nehri'ne "Fırat Nehri", Esfel Bahçeleri'ne "Yaylalar" diyen gezi yazarlarını, Malabadînin Batman ili sınırları içinde yer aldığını iddiadan öte, yalın gerçek olarak yazan araştırmacıları makalelerine konu edinmişiz, bu şehir insanına yazdığı gezi-tanıtım kitabında" hırsız", kimilerine "Uyuşturucu Tacîri" diyenlere karşı çıkan olarak, hala camiî olan yapılara kilise diyenleri ikna edememişiz...

Diyarbakır'ın Fethi'ni işgal diyenlere geri adım attırmış iken, içimizde bunun neden düzeltildiğine itiraz edenleri biliriz.

Bu şehrin ilk İslâm Valisi'nin naaşını defnedildiği yerden çıkarıp, bilinmezliğe sürenler, alanı birçok defa işyerine dönüştürmüş, sonuçta kilise müştemilatı olarak kabul ettirmek istemiştir. Bu alanın orıjinal karesini yayınlayan kurum, nedense halen bundan habersizdir. Bizim karşı çıkışımızla kinleri durmayanlar, Mervanî Camiî için adından ötürü hazırladıkları rapora sus-pus olurken, diğer bir camiî için tarihi kemerli yapı'ya dahi tescilde karşı çıkma başarısı göstermiştir.

Bu şehirde tarihî mekânlara karşı hassasiyet gösterdiklerini ifade edenler, şehre sevdalı olduklarını dilinden düşürmeyenler, iş adamlığı damarı tutunca tarihî yapıların yanında, tarihî kültürel değerlerin alanına turizm patentli iş yerlerini kurmakta oldukça girişkendir.

İsterseniz biraz da musıkîye dönelim... Bir geziden, içmeden dönen ve çakırkeyf halde On Gözlü Köprü'de jeepi kim sürecek tartışmasıyla Suzan Suzi hikâyesi başlar. Suzan ve yanında bulunan arkadaşları, bu kargaşada jeepi süren Nakîf'in direksiyon hakimiyetini kaybetmesiyle serin Dicle Sularına gömülür.

Bunu Kırklar Dağı'ndaki ziyarete yorumlayanlar olur, içki içtikleri için. Bir bakıyorsunuz Suzan'ın dilinden ağıda dönüşen bu olay, gittikçe rayından çıkar, türkü formatına kavuşturulur.

Elbette boğulanlar candır, genceciktir. Bu işin üzücü tarafıdır. Boğulanların defnedildiğine şahid olanlarla yaptığım görüşmelerde anlatılan hikâye özetle böyledir. Şimdi kalkıp, "Saçlarıma kumlar doldu /Tarak getir sen tara" ifadesi, bana Cahit Sıtkı'nın bir şiirini hatırlattı. Hani mendilini düşüren genç kadına yazdığı şiiri vardır ya, şiirin sonunda bunları mezarında dile getirirken, öldüğünü hatırladığı şiir. Biz, bu hoş olmayan, içkili piknik sonrası şehre dönüşte istemediğimiz olayın, çığırından çıkarılıp, şehrin tanıtımına reklâm yüzü yapılmasına gönlümüz razı değil. Suzan Suzi hakkında yaptığımız yarılardan biri de ağıd söylenirken insanım

İkinci emsali de tespit olarak sunayım, bu arada. "Muradgilin Damından Hoplayamadım" eseri, bir sitem-aşk eseridir, bir gencin çaresizliğidir. Yaralanmış gönle merhem olunması gerekenler olması icap ederken, "El-âlem al geymiş ben yaralıyam" diyen bir sese, bizim kalkıp kuvvetli alkışlar sunmamız, akılla nasıl izah edilebilir?

Üçüncü misali de verelim ki itirazı olan kalmasın isterim:" Mardin Kapı şen olur/ Dibi değirman olur/ Buralarda yâr seven/ Mutlaka verem olur." Hangi akıl ve iz'an sahibi bu denli acı veren, insanı hüzünlendiren ifadeler ortada iken mendil sallayabilir, ortalıkta davul-zurna eşliğinde oyun oynayabilir?

Musıkî alanında ünlenen Celâl Güzelses hakkında bugüne kadar ilk defa biyografisini kaleme alan biriyiz. Bu zatı ele alan kitabımız korsan yayınlandı, bir bölümü kitapçık haline getirildi. bir kısmı kaynak "Taş Plâklarda Şark Bülbülü Celâl Güzelses" adında bir kitapta Hayri Yoldaş imzasıyla yayınlandı.Bir araştırmacı, bilgileri kaynak göstermeden kendine mal etti, bir kitabında. Şimdi bu makalenin yayınlanmasıyla artık izinsiz biçimde kitaptan alıntı yapmak isteyenler, çalıntı yapmama adına bizden yazılı belge almadıkça, kendilerini mahkemelerde bulacaktır.

Şehir Araştırmaları Merkezi denildiğinde aklına on-on beş raf dolusu kitap,birkaç plâk ve kaset ile yüz elli-iki yüz dergi gelenler, yaptığımız tespitleri, bu güne kadar düşünmüş müdür? Şayet düşünmüşlerse yaptıklarımız beyhude uğraş sayılır. Eminiz ki özellikle musıkî için dediğimiz yanlışlar yine devam edecek. 

Mimarî için, tarih için, coğrafya için, sanat için, resim için, hat için ve diğer alanlardaki tespitlerimiz için yanlışlıklarımızı bulamayanlar, ne yapacaktır? Yazık ve çok yazık!.. Bunca ilim ehli dururken

bizim mimarlar yerine düşünmemiz, tarihçiler yerine karar vermemiz, ressamlar yerine sözcü olmamız, sanatkârların sesi kesilmemiz, gerçekten tarih, kültür, sanat merkezi olan bu şehrimiz için düşündürücüdür, diğer şehirlerimiz için olduğu kadar. Çünkü biz şehirlerimize gereken önemi vermemişiz, şehri tanıma adına son yüzyılda hiçbir şey yapmamışız, yapanların önüne engel bırakmaktan başka bir şeyle uğraşmamış , bazıları. Sohbetler uzadıkça konuya hakimiyet dağılır, gibi olur. Arkeoloji, Sanat Tarihi olmak üzere diğer tespitlerimizi de başka bir yazıya bırakalım, bu arada.

31.07.2014 

Bu yazı toplam 741 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 1
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim