Şehir derken ne kastediyoruz?

M. Ali ABAKAY

Yaşantının yaşamda kapsadığı alan, hayatın kendi içinde bölümlerini oluşturur. Hayatın geçtiği mekânlardan en önemlisi günümüzde şehir olmuştur.

Gittikçe üretimden tüketime meyleden ve köyden-kasabadan-kentten şehre yoğunlaşan şehir hayatında insanoğlu, önü alınması zor istekleriyle hayatını güzel yaşama arzusu içinde, gayya kuyusunda çırpınırken, hayatını ipotek altına alması yetmezmiş gibi, çocuklarının da rahat etmesi düşüncesiyle şehirde yaşama uğruna, aldığı eve, arabaya, eşyaya ve dahi yeme-içme malzemesine bankalardan aldığı kredilerle, kredi kartlarıyla  sahip (!) olmaktadır.

Kendisine ait olmayana sahip çıkan ve bunu kazanmadığı, dökmediği alın teriyle sahiplenmeye çalışan insanın şehir ortamında  huzuru arama yolculuğu, daima başkalarına eli mahkûm şekilde sürerken, içinde bulunduğumuz çağın açmazlarına çözüm yolu bulunmadıkça, huzursuzluğun toplum içinde kök salmasının önüne geçilemez.

Hayattan dışlanma üzerine kurulu sistemlerin toplumun değerlerine insanın sırtını dönmesi stratejisi, kimi fikirlerin-ideolojilerin var olma sebebi olarak görünürken, yapılan çalışmalara bakıldığında sadece tüketime yoğunlaştırılan insanın adeta çağdaş köle konumunda özgürlüğü başkalarına esarette arayan duruma düşmesi, şehir içinde gittikçe yoğunlaşmaktadır.

Yaşamın artık katlanamaz sıkıntıları ortada dururken, dünyasından inancı, kültürü, tarihi tarh etmekle sevinenlerin içinde bocaladıkları açmazlar, huzursuzluğun sebepleri olarak aşikârken, insanı bu değerlerin dışına iterek, mutluluğu altın tepsi içinde sunma hileleri gözleri olup görmeyenlerin, kulağı olup duymayanların, aklı olup düşünmeyenlerin sayısını hızla artırmaktadır.

Bulunduğu şehri artık beğenmez duruma gelenlerin dünyevî endişelerle sadece kendi kendisine yeter olma halini yaşam felsefesi olarak benimsemesi, yaşam standardı yüksek şehirleri düşlemesine zemin hazırlamaktadır.

Her şeyiyle ipoteğe teslim hayatta, kişinin mutluluğuna sevinç katacak değerlerden yoksun insanın zavallılığının yüzyılımızda getirdiği yıkımlardan biri olan savaşların yakıp yıktığı, harap ettiği, haritalardan sildiği şehirlerden habersizliği, şehirlerin nereden kurulduğu sorusuna cevap vermeyi zorunlu kılmaktadır.

Kendisine ait olmayan hale gelen hayatlarında söz sahibi olma iktidarını kaybetmiş insanın acınası durumuna baktığımızda, başkası için yaşayan ve yaşamı süresince halkaları görünmez olan kölelikle kendisini mutlu hissedenlerin sadece ben merkezli davranması, egolarına teslim bayrağı çekenlerin insanlığa katacakları hiçbir şey bulunmamaktadır.

Mimarîde yapıları taş yığını olarak görenlerin diktikleri çok katlı apartmanların demire ve betona dayalı absurd durumunda bir ruh arama, beyhude uğraştır. Bu taş yapılara mana kazandıran anlamı fehmetmekten yoksun anlayışların insanların oluşturduğu cemiyete katkı sunması mümkün olmaktan uzaktır.

Musıkîde kendisi olamayanların evrensel-beynelmillel takıntılara saplanması, kendi eserlerine yakınlığı söz konusu olamaz.

Yeme ve içme hususunda kendisi olamayanların yabancılaştığı şehirlerde, başka milletlerin yeme-içme taklidinden kazanacağı ne olabilir?

Evinin iç yapısını kendi ülkesinde üretilmeyen ev eşyası ile dolduranların, giyimde ve kuşamda yabancılaşmanın pençesine düşmemesi na-mümkündür.

Şehirde yaşayan biri olarak dile dair müdahalelere baktığımızda bize ait olan neyin kaldığını düşünemiyorum. Bize ait şehirlerde bize ait olmayan ne varsa onları baş tacı ilan etmenin birkaç sene içinde olması düşünülemez. Mühendislik kokan bu yabancılaşmanın şehirlerin bağrında kangren durumu, bilinmelidir ki diğer hastalıkların da davetçisidir.

Hekim mi tabib mi doktor mu?

Biz, kimin kime tedavi olacağından yana bir tercih seçeneği sunmuyoruz. Lokman-ı Hekimlerin olmadığı devranda şehirlerin tedavisinde mimarların kendisine yabancılaşması karşısında insanı oturtacağımız merkez mi ararsınız?

Veyl olsun kendisine ait olandan habersiz olana!..

Şehirden kaçmak istiyorum, kendi kendimce.

Bana ait olmayan mekânda yaşamam mümkün değil.

Suyu pet şişede içmeyi istemiyorum.

Hazır yiyeceklerden tat alamaz oldum.

Ağaç dallarında şakıyan kuşların sesi dindi.

Çocuklar, televizyonların belgesel kuşaklarında kedi-köpek-tavşan görür oldu.

Yaşam donuklaşınca hayat a dair emareler silindi, günümüzden.

Ben kendi şehrimin insanı olma adına alıp başımı uzaklara, toprakla ağacın ve suyun ve dahi taşın birbirine yabancı kalmadığı mekânlara gitmek istiyoruz.

Şehir araştırmalarını yaparken siz, sadece kitaplarla uğraştığımızı hissediyorsanız, kendimizi içinde olduğumuz yabancılıktan dolayı anlatamamışız, sanki.

Biz, sahibi olduğumuz topraklarda yabancı misali yaşama arzusunda değildik, olmadık, olmamız mümkün değil.

Sahi biz şehrin, kenttin, kasabanın değiştiğinin farkındayız da köy, köy olarak kalmış mı?

İşte bu bize daha çok acı veriyor!...    

Bu yazı toplam 642 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim