Şehirleri, iskân amaçlı, ticaret gayesi veya bölgenin stratejik önemine göre kurarız, medeniyetimizde. Suyun olduğu kaynaklara erişimin kolay olduğu mahallerde, insanın toprakla ünsiyetinin oldukça yoğunlaşması tarihten bugüne aynı önemini korumuştur. Şehirlerin inşâ nedeni insanı mensubu olduğu topluluğun dağılmadan bir arada tutma, idealleri canlı kılma ve yerleşik hayata geçerken yazılı olmayan kurallar çerçevesinde sakinleri kaynaştırmaktır.
Dün, geçmişte şehirleşen toplulukların üretimden çok tüketime dayalı bir hayat tarzı olduğu, bugün de değişmemiştir, toplumumuzda. Şehirde olan varlıklı, her ay belli bir geliri olan, ticaretle uğraşan, memur kesimi dahil yöneten kesim ağırlıklı yapı söz konusudur.
Taşı toprağı altın haline getirilen şehirlerde gittikçe artan insan nüfusunun zaman içinde gelir durumları arasında gittikçe belirgin hale gelen uçurum, şehir hayatında kimi olumsuzlukları beraberinde getirmiştir.
Üretilenin tüketime sunulması alanı olan şehirde, görmekteyiz ki sadece tüketici olanların sayısındaki artış, zamanla üretimden kopan taşralının kendisinin de tüketim halkasına mensup olması, gelirle giderin birbirine denk olmayışıyla ortaya değişik-beklenmeyen bir manzara çıkartır. Çok tüketimle fazla kazanmayı amaçlayan anlayış, hazıra alıştırılan şehirliyi, rahat ortamda yaşamaya alıştırınca, bu giderlerin karşılanmasına dair farklı çalışmalar içine iter.
Şehirlerde yoğunlaşan yapıların günümüzdeki manzarasında her şeyin en iyisine yöneltilenlerin tüketim arzusu kamçılanmakta ve belli gelir düzeyi olanların daha rahat yaşam standardına gönüllü oluşları, şehrin belli ikamet alanlarının hem değerini artırmakta hem de yapıların fiyatlarını gittikçe yükseltmektedir.
Geleneğimizde paranın değer artmasının önüne geçen, şartlara razı olma hali, azla yetinip şükretme anlayışı, yardımlaşmanın bulunması önemini kaybetmeye başladıkça, kişinin çok katlı yapılarda yaşama arzusu, lüks ve şatafat içinde hayat yaşamaya insanı esir eden şartlar, kışkırtıcı hal şekline dönüşmüş, insanın nefsine hitap eden bu durum, ortaya konan yapıları ve yapılar içindeki her malzemeyi, ulaşım araçları dahil ne varsa yaşam dahil bankaların ipotekleri arasında sıkışan insanoğluna rahat bir nefes almayı haram etmiştir. Otuz seneye varan ödeme tablolarıyla başkasının sırtından bedava geçinme prensibine dayanan bankacılık işlemleri, şehirleşmelerde zaman içinde tarihî ve kültürel değer taşıyan yapıların ortadan kaldırılmasına zemin hazırlamıştır.
Şehirlerdeki yaşamı, insanları üst üste istif haline getirerek, varsılı ve yoksulu aynı muhattab bilen anlayış, daima başkalarını kendisine bağlı ve kopmaz bağlarla mecbur hale getirmiştir.
Medeniyet anlayışımızdaki mimarî yapıyı değiştirme çabaları, toplu yaşam alanları denilen konutlarla çözme biçimiyle ortaya konmuştur. Öncelikle bizi kendi yaşam tarzlarına göre yaşamaya zorlayanlar, yeme-içme, giyme-barınma dahil bir çok konuyla bizi bağlarken, şimdi de mimarî anlayışlarla şehirleri şehir olmaktan çıkartıp, yeşil alanları ortadan kaldırarak makete dönüştürüp, dünden gelen ne varsa bizi onların varlığını inkâr etme sürecindedir.
En verimli alanları imara açarak, ebediyen ekili ve yeşil alanları ortadan kaldırmada öncelikli davranan çok kazanmak için tüketimi kamçılayanlar, verimli-münbît alanları işgale başlamıştır.
Şehirleşme bilincinden uzak, bu şuurla donanmış, şehir yaşamını eğitimle kültürle harmanlamamış insan topluluklarını, belli-fasîd daire içinde yaşamaya zorlama, şehirde kültürü, sanatı ortadan kaldırmanın kendisidir, sessizce gerçekleşen bu vahîm durum, tarih-kültür-inanç-dil birliğini ortadan kaldırmanın yegane biçimidir.
Elbette insana saygı esastır ve insan, her şeyin en mükemmel olanına layıktır. İnsan, bu yönüyle değerini bildiği müddetçe Eşref-i Mahlûkat'tır. Şehirde taşradan gelen insanı şehirde istememe gibi bir arzumuz söz konusu değildir. Elbette kişi, istediği şehirde ve mekânda yaşama hakkına sahiptir.
Şehirleşmenin ölçüsü, eğitim ve kültürle donanmış olmaktan geçiyor, geleneğimizde. Son otuz senede görülen o ki, ilçelerde ve köylerde şehirlere oldukça büyük göç söz konusudur. Bu göçle birlikte şehirlerin alabileceği nüfus oranı, bu otuz senede en az % 100 artmıştır. Kimi şehirlerde bu oranın %500 olduğu göz önünde bulundurulursa, o şehrin ya da şehirlerin bunca insan kapasitesini kaldıramayacağı ortadadır. Alt yapısı yetersiz kalan, barınma alanları ihtiyacı karşılamaz hale gelen şehirlerde iş alanlarının azlığı, zamanla iş gücünün ucuzlamasını doğuracak, yaşayanlar arasındaki geçim skalası, dengesiz hale gelecek ve ülke çapında önü alınmaz meseleler kendisini gösterecektir.
Eğitim kurumlarının ihtiyaca cevap vermekten uzak düşüşü, sağlık kurumlarının artan bu sayıya hizmet sunamaması, şehre gelişle beraber yaşanan kültürel alandaki yabancılaşma ve anlaşamama-adapte olamama sancılarının önü alınamaz hale gelir, yaşanan durumlarla gelmektedir.
Şehirlerin bu dengesiz göç alma hali, genç nüfusun istihdam edilememesi, iş alanlarının sınırlılığı suç artışının doğrudan artırmakta, bu artış gecekondulaşmaların yoğun olduğu şehir merkezlerinden uzak alanlarda kendisini göstererek şehir merkezlerini tehdit eder hale gelir, gelmektedir.
Kimi zaman bu nüfus artışı zorunlu göçlerle ortaya çıkar. Baraj alanı için istimlak edilen bir ilçe halkının kendisine yakın bir şehre gelişini düşündüğümüzde o şehirde emlak satışları artar. Gündelik ihtiyaç maddelerinin fiyatlarında yükseliş kaçınılmaz hale gelir. İlk dönemlerde şehrin ekonomik hayatındaki canlılık, zamanla düşüşe geçer ve şehre uyum sağlamama hali kendisini değişik yönlerdeki sıkıntılarla gösterir. Can-mal emniyetini tehdit eder boyuta varan bu durumlar, kuşaklar arasındaki çatışmaları hızlandırır, suça meyilli insan sayısını artırır, ahlâkî boyutta değişik olumsuzlukların artmasına sebebiyet verir.
Şehir Araştırmaları Merkezi kurma çalışmalarımız devam ederken, seksen bir ilde gördüğümüz benzer durumlara yurt dışında da rastlamaktayız. Almanya, Fransa, Hollanda ve Belçika gezilerimizde bu ülkelere iş bulma ve diğer haller sebebiyle gidenler arasında yaklaşık altmış senelik dönemde adapte olmama hali, bunun kuşaklar arasında çatışmalara sebebiyet durumu ortadadır. Yapılan bir çok araştırmayı temin edip inceleyenlerden biri olarak, yabancı ülkelerdeki insanımızın uyum problemi halen çözülmüş değildir. İnanç farklılığı, dil farklılığı, gelenekten kaynaklanan uyumsuzluk dahil olmak üzere yaşanan huzursuzluklar, eğitim ve kültür farklılığı ile gittikçe olumsuzluklar arasındaki makası açmaktadır.
Şehir hayatına adapte olma hali, köyden ya da ilçeden şehre gelenimiz için yabancı bir ülkeye gidenlerden farksız manzara arz etmektedir. Yabancısı olunan yerde sadece değişmeyen dildir, kimi ortak değerlerdir. Şehre gelen için şehirli gibi yaşama arzusu, gittikçe cehenneme dönüşürken, yalancı cennetlerde kaybolan insanımızı heder ettiğimizi bir türlü görmemeye çalışıyoruz.
İlçede ve özellikle köyde tarım ve hayvancılık alanındaki üretim azalması, ülkenin ekonomisine yansımakta, ithalatın artmasına sebep olmakta, ülkenin dışa bağımlılığını artırmaktadır. Şehirde şehirli gibi yaşama isteği, ev almakla sınırlı değildir. Ev eşyası piyasası canlanırken, elindekini kısa zamanda tüketen ve şehirde yaşamanın zorluğunu anlayanların köye dönüşü de mümkün hale gelmemektedir, bu imkânsızlaşmaktadır.
Şehir Araştırmaları Merkezi kaynaklarından edindiğimiz bu tecrübe, kültürel bocalamalarla geçen ömürlerin şehirlerin kendisine has kültürüyle harmanlamaz halde oluşu, toplumda değişik anlayışların ortaya çıkışını hazırlar.
Şehirlinin geleneğe, inanca, örfe bakışının bizde sınır tanımazlığının altında kendi kendisinin olmama hali vardır. Kendi değerlerine uzun zaman yabancılaştırılan şehirli, dışarıdan geleni hor görme anlayışı, çoğunlukla alenîdir. Okumuşundan yazmışına kadar değişmeyen bu yazılı olmayan kural, gazetelerde, televizyon ve sinema yapımlarında, fikrî açıklamalarda belirgindir. Kimi beyaz şehirlilerde aşağılama, hor görme bir hak olarak algılanmakta, demokrasilerde herkesin hakkı olan oy-rey verme işleminde dahi köylü-şehirli ayrımı söz konusudur.
Toplumumuzda Cumhuriyetten bu güne şehirli olan halkın seçtiği, oy verdiği parti ile köylünün-taşralının oy verdiği parti, 1990'lı yıllara kadar değişmemiştir. Özellikle meclise gönderilen mebusların birbirini şehirli-köylü olarak bilmesi, beraberinde inanç cephesinde de belirginleşmiştir. Şehirli kendisini şehirde yaşamanın vermiş olduğu rahatlıkla inançtan uzak bir yapıda yetiştirilmiş, dışarıdan şehre gelenlerin inanç ve insanî değerlerine dil uzatmıştır. Bunun fikrî plânda izdüşümü, Osmanlı Dönemi'nde özüne yabancılaşmanın ve bugünkü global dünya düzeninin kurulmasının zemininde mevcut olan Batılılaşma-Çağdaşlaşma anlayışından beslenir.
Yüzlerce sene öncesinden domino taşlarının hesaplandığı siyaset arenasında karar almaya kendilerini yetkili (!) görenler, karıştıkları ülke işlerinde taraftar bulduktan sonra aslî vazifeleri canla başla savunan taraftarlarına bırakmakta ve aradan çekilirken birbiriyle uğraşanların mücadelesinde tarafsızlıklarını ilan etmektedir. Bizim şehirli-köylü çekişmemizde her iki tarafın siyasî düşüncesinin aynı partiden neş'et ettiğinden de habersiziz, çoğumuz. Bu kural, gelişmemiş, gelişmeye aday ülkelerin hepsinde olmasa da çoğunda aynıdır, aslında.
Günümüzde şehirli-köylü çekişmesi, seçim esnasında aynı sancıları denizlere kıyısı bulunan şehrrilerle denize kıyısı bulunmayan şehirler arasında farklı biçimde kendisini gösterirken, şehirlerde yaşayanlarla şehir dışında yaşayanlar arasında bu çekişme mevcuttur. İsmi Şehirli-Köylü olmasa bile, yukarıda belirttiğimiz tarihî gerçekliğin dışında değildir, tespitimiz.
Dünyada herkesi kendisine bağımlı halde düşünmeye mecbur hale getiren soğuk savaş rüzgârları, sıcak savaşlara yerini bırakmaya doğru giderken, ülkeler arasında belirgin hale getirilmek istenen medeniyetlerin çarpışmasından ziyade Doğu Medeniyeti'ne inanç düşmanlığı ve bu ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarına sahip olma düşüncesi-siyaseti bilinirken, birbirine düşürülen kesimlerin geride nasıl bir şehir bıraktığını, şehirleri ortadan nasıl kaldırdıklarını, harap ettiklerini görüyoruz.
Kendi ülkelerini gördüğümüz yabancı devletlerde hayat, şehirlerde güzel güzel sürerken bizim coğrafyalarda insan katliamlarına sessiz kalma halinin altında yatan gerçek sebepleri, hepimiz bilmekteyiz.
Aslında şehre bakışı farklı ele aldığımız bu makalemizde işin sosyolojik-felsefî-inanç bakımından tespitleri, şehir konulu araştırma merkezleri kurulduğunda neleri toplumla paylaşacağımızın ip uçlarını verme açısından önemlidir. Elbette bu tespitleri ve meselelere bakış açılarını uzman isimlerden dinlemek, öğrenmek, okumak daha önemlidir.
Bizim yaptığımız sadece ve sadece Şehir Araştırmaları Merkezi anlayışının yurt içinde kabul görmesine destek arama çabası. Yoksa, ele aldığımız konu başlıkları, bir merkezin senelik etkinliklerinin toplamına eş.
25.07.2014
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.