Oldum olası, hangi şehre yolum düşmüşse ve hangi şehir hakkında kitap okumuşsam, bir insan hayatı ile şehri eş değer tutarım. İnsan hayatı ile şehrin ömrünü elbette karşılaştırmak oldukça güç de olsa, şehrin tarihî mirasını, kültürel değerlerini dünden bugüne taşıyamamak, bana ölümü hatırlatır, öldükten sonra geride eser bırakmamış insanın çabucak unutulmasını akla getirir.
Geride eser bırakmamış insanın hayırla yad edilmesi oldukça zordur, hatırlanması güçtür. Şehirleri şehir yapan insan yaşantısıdır, inançtır, kültürdür, tarihtir, kısacası medeniyettir. Kişi, yaşadığı şehre bir değer katmamışsa, katmaktan uzak ise şehirle bir alakası olduğu düşünülemez.
Şehirlerin insan için yaşanılır, rahat, uyumluluk hali için insana düşen görevlerin eksikliği, zinciri oluşturan halkalar misali, bir halkanın kopukluğu bile istenilene ulaşma önünde engeldir.
Şehir, bu yönüyle tümüyle insanın eseridir, insanın ilgisine, alakasına, sevgisine endeksli, insanın aynası, ruhunun yansımasıdır. Şehrin bu şekilde ele alınması elbette başkalarına tuhaf da gelebilir. İnsanın eğitimli olması, toplumun değer yargılarına saygınlığı söz konusudur.
“Şehir” derken, kazada-kasabada-köyde yaşayan insana yüksekten bakma, hor görme gibi kabul edilemez ön yargımız bulunmamaktadır, kimsenin bizi bu şekilde yargılaması ve ithamı söz konusu edilemez. Şehri oluşturan mezradan-köyden-kasabadan-kazadan gelerek, şehrin müdavîmi haline gelen halk, bir arada yaşamanın gereği olan sorumluluğun idrakinde, hayatı kolaylaştırma, zorlukları aşma adına yazılı ve sözlü kurallara uyarak, şehir insanının medenî konuma gelmesini sağlar.
İnançların şehir yapılanmasında önemini ortaya koyan sosyologlar, şehirlerin kuruluşunu su kaynaklarının yanı başında gerçekleştiğini, şehir merkezinde büyümenin ibadethaneler etrafında suya atılan taşların halkaları gibi büyüdüğünü, merkezin etrafında yapılaşmanın her yönden aynı uzaklıkta olmasına dikkat edildiğini, tarihten levhalarla göstermektedir.
Gerek Doğu gerek Batı toplumlarında aynı olan bu metodun, günümüzde şehirlerde görülmemesi, moderniteye bağlanmaktadır. İnanç merkezlerinin yerini hastane, okul, iş merkezleri alınca, şehrin ana merkezinde olan geçmişten günümüze gelen ibadethaneler, gereği gibi işleve sahip kılınmamıştır, bir çok ülkede.
Şehirler kurulurken buna uymama hali, insanların aynı yerde buluşmasının önünde bir manîa olarak durmakta, ibadethanelerde buluşanların ibadethane yerine ikâme edildiğini söyleyebileceğimiz ticarî işletmelerde buluşması, insanlar arasında kimi geçmişten gelen hasletleri zayıflatmakta ve zaman içinde meslek gruplarına göre şekillenen hayat akışı içinde ortak noktalarda buluşmayı sağlayamamaktadır.
Şehirlerin konumunda mezarlıkların yer alması, toplumumuzda, geleneğimizde, inancımızda şehirlerin girişinde genel kabul görmektedir. Ölümün hatırlatılmasının esas alındığı bu plânlamada şimdi görülmektedir ki mezarlıklar ortadan kaldırılmak istenmekte, kimi yeni mezarlıklar şehirle ilgisi-alakası kurulamayan alanlarda kurulmaktadır.
Medeniyet anlayışımızda mezarlıkların şehir girişlerinde olması ve şehrin bu yönde değil, aksi yönde büyümesi gerekirken mezarlıklara taraf gelişmesi sorgulanmalı mıdır? Ölüsüne saygı göstermeyenin dirisine saygı göstermesi düşünülebilir mi?
Kimi ülkelerde gördüğümüz mezara saygının, mezarlık alanlara gösterilen itinadan bizim mahrum oluşumuz, bize şehri şehir yapan hasletlerimizi gittikçe yitirdiğimizin birer numunesidir.
Kimi camii hazirelerinde yer alan mezarların kitabelerinin kırık hali, yerinden çıkarılmış olması, mezarların bakımsızlığı, dikkat çekici olmaktan uzak oluşu, iki kuşak önceki babalarımızın-annelerimizin isimlerinin yazılı olduğu, doğum ve vefat tarihlerinin nakşedildiği kitabeleri okuyamama halimizin sebepleri, ruhlarına okuduğumuz Fatihâ Sûresi’ni okuyamama zorluğu içinde olanların hali, kimi okuyanların sûrenin manasını idrakten mahrum oluşu… Bizim bakış açımızla şahid olduğumuz manzara, bizim innacımıza muhalif olanlarda tam tersi iken, düşünenimiz var mı?
Aslında şehirlerin geçmişini resetleme işleminin, geçmişle her türlü bağı kopartmanın işaretidir. Bu geçmişten habersiz bırakılmanın günümüzde idealden yoksun yaşama halinin, geleceğe yansıyacak köksüz- tarihsiz-dilsiz-kültürsüz olma halinin adeta değil, gerçekten plânlanmış, insanımıza kurulmuş en korkunç tuzaklardan biri olduğunu belirtme, kaç kişiyi ilgilendirir, makale okuru olarak?
Yaşadığı şehri tanımayanların kimliklerini kaybettiğini söyleyelim mi? Ceddinin mezar taşını okuyamayanların, geleceği okumaları düşünülebilir mi? “Medeniyet” derken kör aklın iman ettiği teknolojiyi esas alanların kapital dine kul olduğunu söyleyelim mi? İnsanda maneviyat bırakmayan anlayışın kime ne hayrı dokunmuştur?
Dün her Perşembe mezar ziyaretini eksik etmeyenlerin, “Hayır nasıl yapılır ve dua nasıl edilir?” sorusunu mütekâmil cevaplayanların, yetimin ve öksüzün başını okşayanların olduğu şehirden, ölen komşusundan haberdar olmayan şehirliye dönmüşsek, bu vebali bize reva görenleri bilmek, kendimizi tanımamıza bir basamak oluşturmalıdır.
05.06.2014
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.