Şehirleri gezmek, dolaşmak, tarihi eserleri yerinde görmek ve kültürel değerleri, sahip olduğu mekânlarda hissetmek… Şehirler hakkında seyyahların seyahatnamelerini okuyunca, birkaç şehri görmek, anlamak ve anlatmak için çekilen zorlukları dile getirmek kolay değildir.
21-30 Mayıs 2014 Tarihleri arasında gezdiğimiz Almanya, Hollanda, Belçika ve Fransa hakkında oldukça gezi notları tuttuk, onu aşkın şehir dolaştık. İlk Avrupa gezimizde hayal ettiklerimizle, gördüklerimiz ve yaşadıklarımız arasında bir tutarsızlık olduğuna burada yer vermeyeceğiz, elbette. Yine yaşadığımız şehrin tarihî ve kültürel zenginliğinin gezdiğimiz ülkelerin tarihi ve kültürel zenginliğinin üstünde olduğunu belirtelim. Adı geçen ülkeleri küçümsemek değildir, muradımız. İki büyük savaş geçirmiş, son iki yüzyıla kadar hep kavgalarla, cinayetlerle ve yağmalarla dolu olan tarihinde eserlerin korunması güç olan Avrupa’da, son yüzyıldaki teknolojik üstünlük tarih ve kültür alanındaki eksikliği adeta ortadan kaldırmıştır.
Bir şehri dört Avrupa ülkesiyle karşılaştırmak, ilk etapta garipsenebilir. Bir şehrin tek başına sahip olduğu tarihi zenginlik, bu ülkelere kıyas edildiğinde o şehrin ne derecede önemli olduğunu gösterir. İnanç açısından daha çok kiliselerin sahiplendiği ve korunduğu Avrupa’da, diğer tarihi eserleri çoğunlukla dönemin iktidarlarından kalan saraylar oluşturur.
Gezdiğimiz yerlere ait kimi kısa notlara dönersek ne söylenebilir, şu ülkeler için?
Almanya-Bremen’de yer alan Bremen Mızıkacıları, bir adam boyunda anıt. Çektiği turist sayısı oldukça fazla. Etraftaki kiliselerle bütünleşmiş tarihî meydan, şehrin en önemli alanı. Savaşlarda korunmuş ve tahrip edilmemeye dikkat edilen bu alan, şehrin tarihî dokusunun en zengin bölümü. Essen’de ve diğer illerde görülen yerlerin azlığı, Ruhr Bölgesi’nde maden ocakları…
Fransa’da tarih daha çok ön plânda. Notre Dame Kilisesi, Louvre Müzesi tek başına ülkeyi tanıtmaya yeterli. Eyfel Kulesi, sanattan çok zekanın metalle dansına dayanan zenginlikle Fransa’nın tanıtımının sembolü. Yapılan binaların görkemli yapısı, şehir içi metro, mezarlıklar… Fransa’da yer alan tarihî mezarlık, yatanlarından çok ilginç heykellerle dikkat çekici.
Hollanda’da, Belçika’da ve Fransa’da suyun kanallarla şehirler arasında dağılımı, suyun sağladığı ulaşım kolaylığı oldukça dikkat çekici. Almanya’da kısmen gördüğümüz bu su ulaşımı fazla yaygın değil. Ulaşımda bisiklete verilen önem, oldukça dikkat çekici. Özellikle Almanya’da ulaşımın rahatlaması, trafikle ilgili problemlerin azlığı bisikletle ve metro sayesinde görülüyor.
En çok sıkıntıyı içme suyunun azlığında görmek mümkün. Et tüketiminin oldukça yoğun olduğu ülkelerde içme suyunun mineralli-sodalı-gazlı oluşu, bizim için dezavantaj… Göçmen meselesi, özellikle Almanya ve Fransa’da ön plânda… Bulunduğumuz yerlerde yemek ihtiyacını kendi insanımızın “Helal” markalı restorantlarında karşılıyoruz.
Almanya’da ve Fransa’da işsizlik oldukça yaygın… Özellikle Almanya, Hollanda Şehirleri temiz. Belçika, aslında dünya için kararların alındığı bir merkez…
Fransa’da Paris ile sınırı kalmamış, 2015’te Paris sınırlarına katılacak Pantin, bir varoş şehri, hayatın tekin olmadığı bir şehir. Tipik bir bizdenlik… Kırmızı ışıkta geçmek, yerde sigara izmaritleri, çöp hakeza… Bir adım ötesi olan Paris’te bu yok, yalnız. Eyfel civarında siyahîlerin Eyfel maketini satarken polislerle kovalamacaları, yakalananların döküm maketlerine el koyma..
Bild, Lé Figaro, Lé Monde olmak üzere belli başlı gazeteler… Bir düzine kitap ve binlerce fotoğraf karesiyle dönüyorum, on günlük yolculuktan. Aklımda Bremen’de apartman halinde dikili betondan yapılmış sığınak ve üzerinde acımasız savaşın kurbanlarının isimleri ve resmedilişleri… Ünlü Krupp Şirketi’nin sahibinin sarayı ve kendisine verilen Osmanlı Nişanı, burasının Führer’in Malikhânesi olarak kullanıldığını anlamak, dev sarayın özenle korunmuş hali, Fransızların ünlülerle dolu mezarlığı, Brüksel’de yaptığı dev eserde bir ayrıntı için intihar eden mimar ve bir çok not… İleride eklenecek birkaç ülke notlarıyla bir gezi kitabı çıkar, belki.
…
Diyarbakır’a dönünce Kaleye bakıyorum, Eski Şehri-Sur İçi’ni dolaşıyorum. Küçelere-sokaklara farklı gözle bakıyorum. Gözümün önünden İstanbul geçiyor, Ankara geçiyor, İzmir, Konya, Erzurum,.. Gezdiğim şehirlere dair karşılaştırmalar yapıyorum. İnsan, kendi memleketini sever… Günümüzde maddî imkânlar el verse bile şehirlerin dokusunu gecekondularla-uygun olmayan yapılarla bozan bizler, bu yüzden zengin olmamıza rağmen başkalarının şehirlerindeki düzene-intizama ağzı açık bakar ve şaşırır kalırız:
-İşte medeniyet bu, çağdaşlık bu!..
Bu uzun bir hikâyedir… Medeniyetin ne olup olmadığını bilmeyen için işin özü budur. Peki bizi bu hale getiren ne oldu? Bunu sorgulamaktan ve hakikati öğrenmekten o denli kaçıyoruz. Sorgulanması gereken bu olmalı, öncelikle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.