• İstanbul 16 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 15 °C
  • Konya 14 °C
  • Sakarya 15 °C
  • Şanlıurfa 20 °C
  • Trabzon 15 °C
  • Gaziantep 15 °C
  • Bolu 11 °C
  • Bursa 15 °C

Şehri tanımak ve eli-kolu bağlılık

M. Ali ABAKAY

Zaman içinde şehir konulu yazılarımızı sunarken, şehir tanıtımının eksikliği üzerinde duruyor ve şehri tanımadan tanıtmanın boş bir uğraş olduğunu dile getirmeye çalışıyoruz. Amacımız şehri tanıdıktan sonra eksiksiz tanıtmanın şehrin sahip olduğu değerlerin güzel-mükemmel şekilde bilinmesine zemin hazırladığını ifade etmektir.
Şehrin tanınmayışının özünde şehre sahiplenmenin olmadığını biliyoruz. Şehri sahiplenmenin günümüzde karşılığı, üzülerek belirtelim, maddî imkânlar sağlandığında gerçekleşir. Siz, istediğiniz kadar şehre dair çalışmalarda bulunun, ömrünüzden feragat edin, fedakâr davranın, makale yazın, kitap yayınlayın, bu çabanıza ses veren çıkmadığı müddetçe, sizin çalışmalarınız duyulmayacaktır.
Çalışmalarınız hakkıyla değerlendirilmemekle baş başa kalacak ve sonuç itibariyle dimdik durmadığınız, sabretmediğiniz takdirde, şehirle ilgili bağlarınız zedelenecek, şehre olan bağlılığınız özünde kalıcı bile olsa, şehri sevdiğini bildiğiniz ve şehre sevdalı olduğunuzu sandığınız çevrelerle alakanız kesilecektir.
Siz çabalarınızın karşılığını, başka şemsiye altında olmayı reddettiğiniz için nisan yağmurlarında ıslanmayı hak edecek, her yağmur yağışında acılarınız tazelenecek, hayatta sıkıntılar içinde, “Acıların Çocuğu” muamelesine reva tutulduğunuz için yüz seksen derece açıyla her şeyi ters görmeye mahkûm kılacaksınız, kendinizi.
Şehri tanıtmanın sivil toplum ayağı eksik kalınca, yirmi kişinin maharetine sahip olsanız bile, şehre dair kurulan dernekler-vakıflar destek sunmadığında, yeterince desteğe sahip olmadığınızda, şehrin bağrında filizlenen, şehrin havasıyla, suyuyla, ekmeğiyle büyüyen, toprağından ayrı kalmakla hüzne sevdalanan insanlarla tanışmak, halleşmek, muhabbet mümkün olmaz, olması imkânsız hale dönüşür.
Şehri sevmenin ibadet aşkıyla olmaması durumunda, şehrin isminden, sahip olduğu değerlerin üzerinden menfaat sağlama tavan yaptığı zaman, daha bir sevimsiz hale getirilecek isminiz, belki ihanetle damgalanacak, suçlu olmadığınız halde mücrim muamelesine eş tarzda görüleceksiniz.
Şehir konulu çalışmalarını kitaplaştıran ve bir seferde on iki kitabı çıkaran biri olarak, manzaraya baktığımızda, sadece şehirden taraf davranmanın şehri sevdiğinize dair emare olarak kabul edilmemesi, belirttiğimiz tespitlerin doğruluğu için yeterlidir, aslında.
Şehri sevmenin şarkı-türkü ve halk dansından ibaret sayan şehir sevdalısı kimi kişilerin, bu sevdalı hallerine bakınca şehrin tarihine, kültürüne, değerlerine bakışları bu tarzda şekillendikçe, şehrin tanınmasını bu şablon üzerine kuranların şehrin vebalini de taşımaları gereklidir. Şehir bu şekilde tanınmaya başladıkça, şehrin anlatıldığı şekliyle bilinmesi, hastaya yanlış tedavi uygulayan doktorun durumuyla eşdeğerdir. Kişi, şehri bu şekliyle tanıdıkça, ileride yazacağı makalelerinde, kitaplarında olumsuzlukları doğru bildiği için aktaracak, bu şekliyle hareket ettikçe, içinden çıkılamaz derecede hatalar ortaya çıkacaktır.
Sanal ortamda Diyarbakır’ın merkezinde 16 kalenin mevcut olduğunu görürsünüz. Bu şehrin yanı başından akan nehrin Dicle değil, Fırat olduğunu görürsünüz, kitaplarda. Bu şehrin haritada şekl û şemâlini bilmeyenlerin kitap yazdığı ortamda, anlattıklarına bakınca, söyleyecek çok şey bulamıyoruz. Çünkü bu şehri tanıtma misyonunu yüklenmiş kimi sivil toplum eksenli yapılanmalar, bu alanda çalışanlara mesafeli durmaya devam ediyor, dolayısıyla destekten mahrum kalan araştırmacılar ya yaptıkları işlerden vazgeçiyor ya da elindeki işi tamamladıktan sonra bir kenara çekiliyor.
Şehir konulu çalışmalarda eli kolu bağlı olmanın sıkıntısı içinde çabalayanlara, destek çıkılmadığı takdirde, gerek yerel gerek resmî manada yetkililer, şehrin nasıl tanınıp tanıtılacağına dair kalıplar içinde kaldıkça, ortaya konan eserlerin, çalışmaların kısır döngüde devr-i daim yapacağını bilmelidir.
Kişi eğer sarraf ise mücevherin, elmasın, yakutun, safirin, zümrüdün değerini bilir. Şehir için çaba harcayanların kim olduğunu öğrenir, arar, bulur, buluşur, görür, tanışır. Şayet kendisine yol gösteren bilmezse yine kendisini suçlu konumdan çıkartamaz, çünkü akıldâneleri değiştirmek sorumluluğunu taşır.
Şehirlerin tanınma ve tanıtma etkinliklerine kendi imkânıyla gidip gelen ve hiçbir zaman aracı kullanmayan, kendi penceresinden kendince eserler üreten kalem olarak, katılımında bulunduğumuz etkinliklerin dişe, göze dokunur bir etkiye sahip olmadığını özellikle vurgulayalım. Şehirlerin nasıl tanıtılacağını öğrenmenin yolu, önce şehri tanımaktan geçer. Şehrini tanımayanın kalkıp şehrini tanıtma isteği, acemî horozun hane halkını vakitsiz saatlerde uykusundan eder.
Bir şehir, birkaç yemekle tanıtılamaz. Bir şehir, iki-üç tatlı çeşidi ile tanıtılamaz. Kelle ile işkembe ile şehrin tanıtımına katkı sunduğunu ve taleplerin bu yönde olduğunu belirtenlere acınır ve yine acınır. Ağlamamız gereken hale gülmeye devam edersek, şehrin değerlerine sırt çevirerek, “Benden başkası yapamaz.”, “Bu şehri ancak ben tanıtırım.” demeye devam edersek, bu şehrin tanıtımını yapma adına harcanan her emek, boşa sallanan kürektir, suya atılan imzadır. Bu uğurda harcanan her kuruş, tanıtım yerine ranta dönüşür, şehrin sırtından asalakların artmasına zemin hazırlar, ortaya konan yemeğe kaşık uzatan eller, makarnanın isminin spagetti olduğunu öğrenir, salçalısıyla sadece tanışır, peynirlisinin olduğunu zaten bilmektedir.
Şehri tanımadıkça şehri tanıtmak isteyenlerin ortaya koyduğu pandomimde palyaçoluktan öte bir şeye rastlamanız mümkün olamaz: “Şehrimiz 33 medeniyete beşiklik etmiş, 13000 yıllık bir şehirdir. Şehrimiz surlarıyla ünlüdür, karpuzuyla meşhurdur, kadayıfın anavatanıdır, ciğer kebabı, kelle mumbar sevilen yerel yemekleridir. Halk müziğimizin sevilen isimleri vardır, Delilosuyla halayıyla herkesi şehrimize bekleriz.”  
Şimdi kalesi harap, karpuzunun tadının kalmadığı, dünyada tüm medeniyetlerin gasp edildiği, işkembeyle kadayıfla türkü ile övülen şehrin başka bir değeri yok mudur?
Kalesinde yer alan kitabeleri okumaktan, araştırmaktan aciz olanların işi-gücü sadece midelere hizmet vermek midir?
Şehrin değerlerini, tarihini, kültürünü cini kavanoza hapseder gibi, tanıtanların vicdanlarının cüzdanlarına sıkıştığını söylesek mi?
Bu şehrin bir de iltifat bekleyen bu tarz tayfa neferlerine söylenecek başka sözler yok mudur?
Bu şehrin sahibi görünür olma hakkı bende olmadığı gibi sizde de olamaz. Biz bu şehre düzinelerce kitap kazandırdık, yüzlerce konuşma sunduk, kürsülerde, konferanslarda, sempozyumlarda, binlerce yazı yazdık gazetelerde, dergilerde. Bu şehrin fotoğraflarını çektik, ilçe ilçe, köy köy, mahalle mahalle, sokak sokak, dağ tepe demeden sıcak-soğuk düşünmeden. Nerede bir kitap varsa temin etme yolunu seçtik, kendisine biçilen pahanın çok çok üstünde.
Siz, önce muhatabınız kadar alın teri dökün, emek harcayın, okuyun, araştırın, yazın, çizin. En az çıkardığımız 12 kitabın yarısına imza atın ve sonra gelin, şehre hizmet ettiğiniz için önünüzde el-pençe divan duralım.
Oturduğunuz sıcak dairenin, makamın on kişi sığan masasında, elinizin altında telefon, önünüzde bilgisayar ve oraya buraya emir vererek, “Hazırlayın bir etkinlik, bir gece. Alın size on binlerce lira. Dostlarımızdan şunları şunları çağırın, hem muhabbet edelim hem şehrimizin tanıtımını yapalım. Akıllı birine yapacağım konuşmamın metnini hazırlatın. Şöyle can sıkıcı, uzun olmasın. Hadi koçlarım göreyim sizi!..” derseniz, biz zaten bu sebeplerden dolayı yanlarınızda bulunmayız, sizin olduğunuz yerde durmayız.
Siz, önce şehrinizi tanıyacaksınız, doğru bildiğiniz yanlışlardan uzak duracaksınız, yaşınız başınız ne olursa olsun, hatalardan kendinizi arındıracaksınız, şehrinizin adının geçtiği yerde hürmetinizi ayağa kalkarak belirteceksiniz, şehrinize hizmet edenlerin bir altında oturacaksınız, mevkiiniz-makamınız bir para etmeyecek, herkes gibi sade olacaksınız, şehrinizin üzerinizdeki vefa borcunu ödeyeceksiniz. Ondan sonra kötü alışkanlıklarınızdan vazgeçip, “Ben, bu şehrin hizmetkârıyım, bendesiyim, ben bu şehir için üzerime düşen vazife ne ise yerine getirmek benim görevimdir.”  Diyerek, bu şehri sahipleneceksiniz…
Malına-mülküne-parasına güvenerek, kimse bu şehre hizmet etmeye ömrünü adayan insanlardan hayır görmez, görmemiştir, görmesi mümkün değildir. Elimizi kolumuzu bağlayan bu anlayış, ortadan kalkmadıkça şehrin tanınması, düşündüğümüz manada tanıtılması mümkün değildir. Biz, bunu söyleriz, böyle düşünür, böyle deriz. Üstüne alınan olur, kem söz söyleyen olur, ham söz sarf eden olur, bizi yerden yere çalan olur; önemli değil. Mesele şehri tanıtmaksa, tanınmasını sağlamaksa durum bu, manzara bu. Ne desek, ehl-i dil olmayan ne anlar, feryad u figanımızdan? 25.12.2014 Diyarbakır

Teşekkür: 19-21 Aralık 2014 Tarihleri arasında Diyarbakırımızı temsilen katıldığımız Kahramanmaraş 1. Kitap ve Kültür Fuarı’nda desteklerini esirgemeyen Sayın İl Valimize, Büyükşehir Belediyesi Başkanımıza, Belediye Kültür Sanat Müdürü Serdar Yakar’a, davet eden Yeni Edebiyat Yaprağı Dergisi Sahibi Ali Haydar Tuğ’a, diğer şair ve yazar dostlarımıza müteşekkiriz. 28 Aralık 2014 Tarihi’nde yazarı bulunduğumuz Değirmen Dergisi’nin daveti üzerine Sakarya’da her yıl verilen FETA Ödülleri töreninde Diyarbakır’ı temsilen bulunacağız. FETA Ödülleri Komisyonu’na davetleri için teşekkür ederiz.

Bu yazı toplam 1236 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim