Suriye isyanı, başladığından beri en az Baas rejiminin vahşeti kadar, küresel ahlâksızlığın da odağı haline geldi. Yüzbinlerce insanın Esed tarafından katledilmesi, milyonlarca kişinin mülteci konumuna düşmesi, ülke içerisinde evini terk etmek zorunda kalanların milyonları bulması, şehirlerin harap edilmesi, kimyasal silah kullanılması ve yapılan katliamların kayıt altına alınarak dünya kamuoyuna sunulması bile Suriye’ye uygulanan siyasi ve entelektüel ambargoyu kırmaya yetmedi.
Suriye isyanı, 21. yüzyılda adalet arayışında bir mihenk taşına dönüşmüş durumda. Suriye bir isyanın ve krizin ötesinde, aktif veya pasif, pozitif veya negatif müdahil olanlar açısından bir imtihana dönüşmüş durumda. Bu imtihana devlet düzeyinde jeopolitik okumalarla girenler açısından takındıkları tutumların, yürüttükleri politikaların ahlâkî veya tutarlı olup olmadığından bağımsız olarak neticelerinin, yaşanan tefessüh halindeki rolünün çok fazla bir önemi bulunmuyor. Söylenebilecek her şey söylendi, yapılabilecek analizlerin tamamı yapıldı. Devletlerden çok daha sefil halde olanlar ise entelektüeller ve farklı siyasi muhalif hareketler. Bu durum, üzerinde kafa yorulması gereken bir mesele.
Çok geriye gitmeden, sadece 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca yaşanan benzer manzaraları gözümüzün önüne getirdiğimizde bile farklı tutumların alındığını görüyoruz. En azından muhalif hareketlerin, küresel vicdana katkı sağlayan unsurların, insan hakları merkezli yapılanmaların benzer katliamlar karşısında daha tutarlı davrandıkları sahneleri hatırlamak mümkün.
Yazının devamı için: http://haber.stargazete.com/yazar/suriye-ve-tefessuh-hali/yazi-963164






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.