• İstanbul 15 °C
  • Ankara 15 °C
  • İzmir 16 °C
  • Konya 13 °C
  • Sakarya 14 °C
  • Şanlıurfa 20 °C
  • Trabzon 15 °C
  • Gaziantep 19 °C
  • Bolu 10 °C
  • Bursa 16 °C

Tilkinin Terazisindeki Ukrayna ve 21. Yüzyılın Güç Geometrisi

Tilkinin Terazisindeki Ukrayna ve 21. Yüzyılın Güç Geometrisi
Ercan Demirci

İnsanlık tarihinin en kadim anlatılarından biri, güç ve çıkar mücadelesini basit bir mecazla özetleyen masallardır. Batı aklının çocukluk alt bilincinin mimarı Lafontaine’in malumunuz üzere bir masalında iki karga bir parça peyniri paylaşamaz; kavga uzadıkça işin içinden çıkamazlar. Tam bu sırada sahneye giren tilki, hakem kılığına bürünerek arabulucu olur. Peynirin bir kısmını bir kargaya, diğer kısmını ötekine verir gibi görünür ama aslında en değerli lokmayı kendi hesabına geçirir. Hikâyedeki sesleniş çocuklara gibi görünse de gerçekteki hisse ticaret, siyaset, diplomasi ve iktidarın yalın mantığının ifşasının anlatısıdır: Güçlü olan hakemlik iddiasıyla oyuna girer, tarafları uzlaştırır görünür ama kazanç hep ona yazılır.

Bugünün uluslararası sistemi de adeta bu masalın vazıh bir sahnesidir. Ukrayna ile Rusya’nın kavgası ilk bakışta iki ülke arasında veyahut Avrupa’yı ilgilendiren bölgesel bir ihtilaf gibi görünse de masaya dikkatlice bakıldığında kargaların yalnız bu iki ülke olmadığını görmekteyiz. Avrupa Birliği ve özelde Almanya, ABD, İngiltere, derinlerde ve sessiz Çin, kısmen Türkiye ve daha ötede küresel sermaye de kavgaya dâhil olmuş, herkes peynirin bir parçası için mücadele etmektedir. Fakat tilki yani küresel finansın ve onun arkasındaki görünmez aklın hakemlik perdesiyle oyuna dâhil olduğunda, kimin kazandığı sorusu berrak biçimde yanıt bulur: Bu oyunda her daim risk kargalara, kâr tilkiye yazılır.

Bu yazıda, Ukrayna savaşını tam da bu metafor üzerinden okuyacağız. Görünüşte karmaşık, çok aktörlü ve belirsizliklerle dolu olan bu çatışmanın aslında berrak bir mantığı var. Yazıda iki zemin üzerinden ilerleyeceğiz: Birincisi, küresel sermayenin ve onun güdümündeki siyasal kurumların uluslararası sistemi kontrol etme kapasitesi; ikincisi ise Yalta Anlaşması’ndan miras kalan, Soğuk Savaş boyunca donmuş ve hâlâ geçerliliğini sürdüren statüko. Bu iki zemin birleştiğinde, Rusya-Ukrayna savaşının karmaşık görünen tablosu aslında berrak bir resme dönüşür.

UKRAYNA’NIN POTANSİYELİ: DEMOGRAFİ, EKONOMİ VE TEHDİT

Demografinin Stratejik Önemi

Ukrayna, Sovyetler Birliği’nin dağılması akabinde bağımsızlığını kazandığında elinde önemli bir sermaye vardı: genç, dinamik ve eğitimli bir nüfus. 1991’de yaklaşık 52 milyon olan nüfus, her ne kadar 2020’lere gelindiğinde 44 milyona gerilemiş olsa da, Avrupa Birliği’nin yaşlanan toplumlarıyla kıyaslandığında hâlâ görece genç ve eğitimli ve üretken bir insan havuzuna sahipti. Avrupa’nın medyan yaşı 45’e yaklaşırken, Ukrayna’da bu rakam 41–42 civarındaydı. Bu fark, işgücünün yenilenebilirliği ve dinamizmi açısından büyük bir avantaj anlamına geliyordu.

Ayrıca Ukrayna, eğitim düzeyi bakımından da Avrupa ortalamasının üzerinde sayılabilecek bir profil çiziyordu. Sovyet geleneğinin mühendislik ve fen bilimlerindeki güçlü altyapısı, bağımsızlık sonrası dönemde de korunmuştu. Dünya Bankası verilerine göre 25 yaş üzeri nüfusun yaklaşık %30’u nitelikli sayılabilecek seviyede yükseköğretim görmüş ya da yine nitelikli bir mesleki eğitim bölümünü tamamlamıştı. Bu oran, birçok Avrupa ülkesinin üzerinde bir seviyeyi işaret ediyordu. Demek ki Ukrayna yalnızca nüfus niceliğiyle değil, niteliğiyle de AB için potansiyel bir rakipti.

 

Tarımsal Güç: Avrupa’nın Tahıl Ambarı

Ukrayna’ya “Avrupa’nın tahıl ambarı” denmesi tesadüf değildir. Karadeniz’in kuzeyinde uzanan kara toprakları, dünyanın en verimli tarım arazilerinden biridir. 2021 itibarıyla Ukrayna, küresel mısır ihracatında %15’e, ayçiçek yağı ihracatında ise %50’ye yakın bir paya sahipti. Buğday üretiminde de ilk beş ülke arasında yer alıyordu. Tarımsal ihracat, ülkenin toplam dış satımının %30’una yakınını oluşturuyordu.

Bu tablo Avrupa için hem fırsat hem de tehditti. Fırsattı çünkü Ukrayna’nın AB’ye entegrasyonu, kıtanın gıda güvenliğini pekiştirecekti. Tehditti çünkü ucuz ve bol üretim, Polonya, Romanya, hatta İspanya ve Fransa’daki çiftçilerin rekabet gücünü kırma potansiyeli taşıyordu. AB içinde tarımsal sübvansiyonların en büyük yararlanıcısı olan Fransa için bu, ekonomik ve siyasi kriz anlamına bile gelebilirdi.

Sanayi ve Maden Potansiyeli

Ukrayna yalnızca tarım değil, sanayi ve madencilikte de önemli bir kapasiteye sahipti. Özellikle Donbas havzası, kömür ve çelik üretimiyle Sovyetler döneminden beri ağır sanayinin kalbiydi. 2013 verilerine göre Donetsk ve Luhansk bölgeleri, ülkenin sanayi üretiminin dörtte birini ve GSYH’nin yaklaşık %14’ünü sağlıyordu. Makine imalatı, metalürji, kimya ve özellikle savunma sanayii Ukrayna’nın güçlü olduğu sektörlerdi.

Bağımsızlığın ardından yaşanan ekonomik dalgalanmalara rağmen, Ukrayna 2010’ların sonlarına doğru sanayisini yeniden canlandırmaya başlamıştı. Özellikle Avrupa pazarına yakınlığı, lojistik avantajı ve düşük işgücü maliyetleri, ülkeyi yabancı yatırım için cazip hale getiriyordu. Bu yönüyle Ukrayna, önümüzdeki 20 yılda AB içinde Polonya’dan sonra en hızlı sanayileşen ve büyüyen ülke olmaya adaydı.

Makroekonomik Göstergeler ve Gelecek Projeksiyonu

2021’de Ukrayna’nın GSYH’si yaklaşık 181 milyar dolar seviyesindeydi. Kişi başına gelir 3.7 bin dolar civarındaydı; bu, AB ortalamasının oldukça altındaydı ama büyüme potansiyelinin yüksek olduğunu gösteriyordu. Dünya Bankası ve IMF projeksiyonları, savaş öncesinde Ukrayna’nın yıllık %4–5 büyüme hızına ulaşabileceğini, 2035’e gelindiğinde ise kişi başına gelirin 12 bin dolar civarına çıkabileceğini öngörüyordu. Bu, Ukrayna’yı AB içinde orta-üst gelir grubuna taşıyacak, Doğu Avrupa’daki üretim dengelerini ciddi biçimde değiştirecekti.

Almanya için bu tablo özellikle kritikti. Çünkü otomotiv, makine ve kimya gibi sektörlerde Ukrayna’nın düşük maliyetli ama yüksek eğitimli işgücüyle üreteceği mallar, Almanya’nın ihracat pazarlarını zorlayabilirdi. Başka bir deyişle Ukrayna, Almanya’nın “Avrupa fabrikası” olma rolüne rakip hale geliyordu.

Tehdidin Algılanışı

Burada asıl önemli olan, bu potansiyelin hem Rusya hem de AB tarafından nasıl algılandığıdır. Rusya açısından Ukrayna’nın Batı’ya doğru kayışı, hem güvenlik açısından doğrudan bir tehdit, hem de ekonomik-stratejik bir kayıptı. Çünkü Donbas’tan Odessa’ya kadar uzanan sanayi ve liman altyapısı, Moskova için tarihsel bir hinterlandı temsil ediyordu. AB açısından ise Ukrayna hem ucuz işgücü ve üretim kapasitesiyle bir nimet, hem de rekabet baskısıyla bir kabustu.

Bu yüzden Ukrayna’nın yükselen potansiyeli, her iki blok için de “dengeyi bozan” bir faktör olarak görüldü. Yalta’dan miras kalan statüko, Ukrayna’nın böyle bir güç haline gelmesine izin vermiyordu. Dolayısıyla Ukrayna’nın büyümesi, doğası gereği kışkırtıcı bir unsur haline geldi.

BERRAKLAŞAN TABLO

Şimdi masalın kıssasına dönersek: İki karga, yani Rusya ve AB, Ukrayna peyniri için kavga ederken, tilki çoktan oyuna girmişti. Küresel sermaye, bu kavganın sonucundan bağımsız olarak kârını garanti altına almıştı. Sigorta şirketleri, silah sanayii, enerji tüccarları ve finans kurumları, savaşın her senaryosunda kazançlı çıkacak şekilde konumlanmıştı. Risk Ukrayna halkına, maliyet Avrupa tüketicisine, yıpranma Rusya’ya yazıldı. Bu noktada asıl soru şudur: Bu kadar berrak bir tablo ortadayken, neden dünya kamuoyu hâlâ bu savaşı “karmaşık” görmektedir? Cevap basittir: Tilki hakemlik maskesini öyle ustaca takmıştır ki, kargalar kavganın hiddetiyle hakemin payını görmez.

RUSYA’NIN HAMLESİ: KONTROLLÜ SAVAŞ VE STRATEJİK AVANTAJ

Tarihsel Soğukkanlılık ve Diplomatik Geleneğin Kodları

Rusya’nın devlet aklı, tarih boyunca soğukkanlılık ve uzun vadeli sabır üzerine kurulmuştur. Çarlık döneminden Sovyetler Birliği’ne, oradan bugünkü Rusya Federasyonu’na uzanan çizgi, diplomasiyi bir bekleme sanatı olarak işler. Bir tehdit ortaya çıktığında Moskova önce gözler, sonra sabırla bekler, ardından da sert ve kesin bir hamleyle müdahale eder. Aksi durumların bedeli ağır olur ki SSCB bunu Afganistan savaşında yaşamış, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği batı, İslam ülkelerinin finans ve insan gücünü de kullanmak sureti ile başkasının deresinde başkasının taşı ile başkasının kulunu vurmuş, SSCB’nin1990 başlarında dağılmasına sebep ortam oluşmuştur.

Ukrayna meselesinde Rusya tarihsel alışkanlığından Afganistan tecrübesinin de gereği üzere çıkmamıştır. SSCB’nin dağılmasından sonra Ukrayna, Rusya açısından bir tampon bölge, Batı ile arasındaki doğal güvenlik duvarıydı. Fakat 2004 Turuncu Devrimi, 2014 Meydan olayları ve özellikle NATO ile yakınlaşma hamleleri, bu güvenlik duvarını adım adım yıkan gelişmeler olmuştur. Moskova defalarca uyarmış, diplomatik kanallar üzerinden kırmızı çizgilerini bildirmiştir. Ancak Kiev’in Batı’ya doğru kayan siyasi yönelimi, Rusya açısından nihayetinde kışkırtıcı bir tehdit haline gelmiştir.

Kışkırtılan Ayı ve Zorunlu Refleks

Burada bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek gerekir: Rusya bu savaşı başlatmayı planlayan taraf değildi; fakat Batı’nın adım adım genişleyen etkisi, Moskova’yı köşeye sıkıştırdı. Ayı kışkırtıldığında refleks gösterir. Rusya’nın 2022’deki müdahalesi, işte bu refleksin kurumsallaşmış biçimiydi. Ancak ayı refleksiyle saldırmadı; stratejik aklıyla, bugüne kadar kontrollü bir savaş yürüttü. Alaska görüşmeleri bu yaklaşımın Rusya lehine bir sonucu olmuştur. Bu yaklaşım, tüm ülkeyi yutma iştahı taşıyan bir işgal değil, belirli coğrafi ve ekonomik düğümleri hedefleyen sınırlı bir operasyondu. Kiev’e yönelik ilk hamle, pazarlık masasında el yükseltmek için yapıldı; asıl hedef Kırım’ın güvenliği ve Donbas’ın kontrolüydü.

Donbas’ın Jeoekonomik Değeri

Donbas yalnızca bir coğrafya değildir; çelik, kömür ve ağır sanayinin kalbidir. Sovyet döneminde de bağımsızlık sonrasında da Ukrayna’nın üretim gücünün belkemiğini oluşturmuştur. Donbas’ın kontrolü, Rusya’ya iki şey kazandırdı:

  • Askerî üstünlük: Ukrayna’nın savunma sanayi kapasitesi önemli ölçüde bu bölgeye bağlıydı. Burayı ele geçirmek, Kiev’in uzun vadeli savunma potansiyelini kırdı.
  • Ekonomik teminat: Sanayi ve enerji üretimi sayesinde, işgal edilen topraklar Rusya için yalnız stratejik değil, jeoekonomik bir güvence oldu.

Bu nedenle Donbas’ın işgali, sadece toprak genişlemesi değil, aynı zamanda Ukrayna’yı en az 50 yıl geri itecek bir ekonomik darbe anlamına geliyordu.

Kontrollü Savaşın Mantığı

Rusya bu savaşı “kontrollü” biçimde yürüttü. Bunun üç göstergesi vardır:

  1. Hedef Seçiciliği: Tüm Ukrayna’yı işgal etmek yerine, belirli bölgeler üzerinde yoğunlaştı.
  2. Enerji Silahı: Gaz akışlarını tamamen kesmek yerine, Avrupa’yı zorlayacak kadar baskı kurdu ama pazarını tamamen kaybetmemeye özen gösterdi.
  3. Zaman Yönetimi: Savaşın temposunu ağırdan aldı; hızlı bir işgal yerine yıpratma stratejisini tercih etti. Böylece Ukrayna’nın demografik ve ekonomik kaynaklarını tüketti, Avrupa’yı da sürekli yüksek maliyet baskısı altında tuttu.

Bu strateji, Rusya’ya kısa vadede büyük avantajlar sağladı. Ukrayna’yı hem askeri hem ekonomik açıdan hırpaladı, AB’yi enerji kriziyle yüzleştirdi, küresel gıda fiyatlarını artırarak dünya pazarlarını sarstı.

Savaşın Bedelinin Dağılımı

Fakat bu kontrollü savaşın da bir bedeli oldu: Rusya, ağır yaptırımlarla karşı karşıya kaldı. Avrupa pazarını kaybetti, yüksek teknolojiye erişimi kesildi, orta sınıfı darbe aldı. Petrol ve gazını Asya’ya özellikle Çin ve Hindistan’a satmayı başarsa da bunu indirimli fiyatlarla yapmak zorunda kaldı. Yani kısa vadeli kazanım uzun vadeli risklerle dengelendi. Ancak Kremlin’in mantığı şuydu: Ukrayna’nın yükselmesini engellemek pahasına bedel ödemek, gelecekte daha büyük kayıpları önlemekten ucuzdur. Stratejik akıl böyle çalışır; kısa vadede sancı, uzun vadede güvenlik hedeflenir.

AVRUPA VE ALMANYA: RAKİBİN ELİMİNE EDİLMESİ VE ENERJİ KRİZİNDEN YENİDEN DOĞUŞ

Avrupa’nın Kırılgan Birliği

Avrupa Birliği başta olmak üzere tüm Avrupa, Ukrayna savaşına girmeden önce zaten ciddi fay hatları üzerinde yaşıyordu. Doğu Avrupa ile Batı Avrupa arasındaki gelişmişlik farkı, kuzey ile güney arasındaki borç krizi, Almanya-Fransa ekseniyle çevre ülkeler arasındaki çıkar çatışmaları başlıcalarıydı. Birliğin içindeki bu fay hatları, Brüksel’i uzun süredir bir “bütünleşme yorgunluğu” ile malul kılmıştı.

Ukrayna krizi işte bu yorgunluğun üzerine geldi. Fakat krizin ironisi şudur: AB’nin dağılma ihtimali en yüksek olduğu bir dönemde, Rusya’nın hamlesi Avrupa’yı yeniden birbirine kenetledi. Çünkü ortak bir düşman, dağınık aktörleri hizaya sokan en güçlü silahtır. Ukrayna savaşı, AB için adeta yeni bir tutkal işlevi gördü. Tabii ki büyük ve vurgulu bir lakin dememiz gerekli burada. Bu gelişme Avrupa Birliği'ni konsolide etmekle birlikte, Amerika Birleşik Devletleri'nin Avrupa Birliği üzerindeki kontrolünün zayıflamamakla beraber daha belirgin ve baskın hale gelmesine de yol açmıştır.

Almanya’nın İkili Çıkmazı

Almanya bu krizin merkezinde yer aldı. Çünkü Berlin için Ukrayna hem bir fırsat hem bir tehditti.

Fırsattı çünkü Ukrayna, Almanya’nın ucuz işgücü ve geniş tarımsal kapasiteye sahip bir üretim üssü haline gelebilirdi. Alman sermayesi, Ukrayna’nın yeniden inşasında büyük pay alabilirdi. Tehdit idi çünkü aynı Ukrayna, sanayi ve tarımdaki verimliliğiyle Almanya’nın “Avrupa fabrikası” rolüne rakip olabilirdi. Özellikle savunma sanayii, otomotiv, makine ve kimya sektörlerinde Ukrayna’nın potansiyeli, Almanya’nın ihracat üstünlüğünü aşındırma tehlikesi taşıyordu.

Berlin bu ikili tabloyla karşı karşıyaydı. Savaş bu çıkmazı kendi lehine çözdü: Ukrayna, kısa vadede ciddi şekilde zayıflatıldı. Böylece Almanya, rakibin eliminasyonundan fayda sağladı. Ama uzun vadede yeniden inşa sürecinde Alman sermayesi Ukrayna sahasına gireceği için, “rakip” zamanla “ortak üretim üssü” ne dönüşebilirdi.

Enerji Krizi: Gaz Kozunun Çekilmesi

Savaşın en dramatik etkisi enerji alanında yaşandı. 2021’de Avrupa, gazının yaklaşık %30’unu Rusya’dan alıyordu. Almanya için bu oran daha da yüksekti. Savaş başladığında Moskova, enerji akışını baskı unsuru olarak kullandı. Kuzey Akım hatlarının sabote edilmesi, boru hattı akışlarının kesilmesi, Avrupa’yı bir enerji şokuyla yüzleştirdi.

Kıta bir kış boyunca soğuk evlerde oturma, fabrikaların üretimi durdurması ve enflasyonun fırlaması tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Ancak Avrupa, özellikle Almanya, bu krizi beklenenden daha hızlı yönetti: LNG ithalatını artırdı, özellikle ABD’den gaz almaya başladı, Norveç ve Azerbaycan gibi alternatif kaynaklarla anlaşmalar yaptı, Yenilenebilir enerjiye yatırımı hızlandırdı, Enerji tasarrufu kampanyalarıyla tüketimi azalttı. Sonuçta 2023’ün ortalarına gelindiğinde Avrupa, Rus gazına bağımlılığını dramatik biçimde azaltmıştı. Gaz kozunun tırnakları çekilmiş, AB’nin acı reçeteler pahasına çözdüğü bir mesele olmuştu.

Ekonomik Bedel ve Yeniden Doğuş

Bu süreçte Avrupa ağır bir bedel ödedi: Enerji fiyatları patladı, sanayi maliyetleri yükseldi, enflasyon çift haneli rakamlara ulaştı. Özellikle Almanya sanayisi darbe aldı. Fakat bu bedel uzun vadede stratejik bir kazanca dönüştü: Avrupa artık tek bir kaynağa bağımlı değil, Enerji güvenliğini çeşitlendirdi, Yüksek maliyet pahasına da olsa, jeopolitik bağımsızlık kazandı.

Almanya’nın bakış açısından bu, kısa vadede acı veren ama uzun vadede bağımlılığı azaltan bir süreçti. Berlin artık Moskova’ya mahkûm değildi; bunun yerine Washington’a daha sıkı bağlandı.

Ukrayna’nın Eliminasyonu ve Avrupa İçin Kazanç

Bütün tabloya bakıldığında, Avrupa ve Almanya için Ukrayna savaşı şu sonuçları doğurdu:

  1. Gelişmekte olan rakip (Ukrayna) ciddi biçimde zayıflatıldı.
  2. Rusya, enerji kozunu kaybetti ve yıprandı.
  3. AB, dağılma tehdidinden uzaklaşıp yeniden konsolide oldu.
  4. Almanya kısa vadede enerji şoku yaşadı ama uzun vadede stratejik bağımsızlık kazandı.

Başka bir deyişle, masaldaki kargalardan biri kavganın sonunda zayıflasa da tilkinin gölgesinde kısmi kazanç elde etmeyi başardı. Avrupa, bu savaş sayesinde hem iç birliğini pekiştirdi hem de enerji bağımsızlığına doğru adım attı.

ABD’NİN ROLÜ: KONSOLİDASYON, SİLAH EKONOMİSİ VE MALİYET DEVRİ

Atlantik’in Hakemi

Rusya-Ukrayna savaşında asıl tilkinin kim olduğu sorusu sorulduğunda, çoğu göz doğrudan Washington’a çevrilir. Çünkü ABD, yalnızca oyuna dâhil olmadı; oyunun kurallarını da yeniden yazdı. Avrupa’nın dağınık aktörlerini hizaya sokan, NATO’yu yeniden diri tutan, enerji akışlarını yönlendiren, finansal düzenekleri inşa eden el Amerika’ydı.

Savaş başlamadan hemen önce, Avrupa kamuoyunda NATO’nun geleceği sorgulanıyordu. “Beyin ölümü gerçekleşti” söylemleri dolaşıyor, Fransa’nın başı çektiği bir grup tarafından yüksek sesle ve ABD’den çekinmeksizin Avrupa kendi güvenlik mimarisini kurmalı deniliyordu. Fakat Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesiyle birlikte tablo tersine döndü: NATO yeniden vazgeçilmez hale geldi. Bu dönüşüm, ABD’nin en büyük stratejik kazanımıdır. Atlantik İttifakı, Washington’un gözetiminde yeniden tahkim edildi.

Konsolidasyonun Mimarisi

ABD, bu krizi üç hamleyle konsolidasyona dönüştürdü:

Ortak Düşman Kimliği: Kadim Rusya tehdidi, Avrupa’nın içindeki bütün fay hatlarını gölgeledi. Polonya’dan İspanya’ya, Finlandiya’dan İtalya’ya kadar farklı önceliklere sahip ülkeler, panik halinde Moskova’ya karşı ortak bir söylemde birleştiler.

Savunma Harcamaları: 2025 Lahey Zirvesi’nde NATO ülkeleri yalnızca %2’lik harcama hedefini değil, %3,5 “çekirdek savunma” ve %1,5 “ilgili harcama” toplamıyla %2’lik bir çıtayı kabul etmek zorunda kaldı. Bu, Avrupa için devasa bir bütçe yükü anlamına geliyor.

ABD’nin Liderliği: Kriz, Atlantik’in iki yakası arasındaki güç dengesini yeniden ABD lehine çevirdi. Washington, “olmazsa olmaz” aktör konumunu yeniden pekiştirdi. Bu konsolidasyon sayesinde ABD, yalnızca Avrupa’yı yeniden yanına çekmedi; aynı zamanda küresel liderlik iddiasını da diri tuttu.

Silah Sanayiinin Altın Çağı

ABD için savaşın en doğrudan ekonomik kazancı, savunma sanayiinde yaşandı. Milyarlarca dolarlık silah siparişi, Avrupa ve Ukrayna’dan Washington’a aktı. Roket sistemleri, hava savunma bataryaları, mühimmat, zırhlı araçlar… ABD’nin silah endüstrisi adeta altın çağının kapısını araladı. Son Alaska toplantısı ve akabinde bir grup AB lideri ile Washington’da yapılan toplantıda 100 milyar dolara baliğ bir meblağ trajikomik bir şekilde AB ülkelerinin finansına arz edildi.

Üstelik bu olanlar sadece satışı ifade etmiyor, aynı zamanda teknolojik üstünlüğün korunması anlamına da geliyordu. Avrupa, kendi savunma sanayisini güçlendirmeye çalışsa da yüksek teknoloji bileşenlerinde hâlâ ABD’ye bağımlıdır. Böylece Washington hem para kazandı hem de stratejik üstünlüğünü pekiştirdi.

Finansal Düzenek: Riskin Sosyalleştirilmesi, Kârın Özelleştirilmesi

ABD’nin ustalığı yalnızca silah satışında değil, finansal mimaride de ortaya çıktı. Ukrayna’ya yapılan devasa yardımlar, aslında bütünüyle Washington’un cebinden çıkmadı. Avrupa Birliği, IMF, Dünya Bankası ve çok taraflı finans kurumları devreye sokularak maliyetin büyük kısmı Avrupa’ya ve uluslararası sisteme yayıldı.

Kısacası: ABD yön verdi, Avrupa ödedi, Ukrayna kullandı, Küresel sermaye kazandı. Bu, tilkinin terazisinin en berrak örneğidir. Risk sosyalleştirilmiş, kâr özelleştirilmiştir.

Enerji Oyunu: Avrupa’nın Bağımlılığını Yeniden Tanımlamak

ABD’nin bir diğer stratejik kazancı, enerji alanında oldu. Avrupa’nın Rus gazına bağımlılığını azaltma süreci, LNG ithalatının patlamasıyla sonuçlandı. ABD, dünyanın en büyük LNG ihracatçısı haline geldi. Avrupa’nın enerji güvenliği için Washington’a yönelmesi, Atlantik bağlarını daha da güçlendirdi.

Enerji fiyatlarının yükselmesi kısa vadede Avrupa’yı zorladı ama uzun vadede ABD için stratejik bir bağımlılık doğurdu: Avrupa artık yalnızca güvenlikte değil, enerjide de Washington’un gölgesine daha fazla girdi.

ABD’nin Jeopolitik Temizliği

Savaşın diğer sonucu, ABD’nin küresel rakiplerini dengeleme fırsatı bulmasıdır. Rusya yıpratıldı, Avrupa ABD’ye daha fazla bağlandı, Çin ise Ukrayna meselesinde temkinli kalmaya zorlandı. Böylece Washington, tek kurşun atmadan rakiplerini sınırlayan bir stratejik temizliğe imza attı.

LONDRA SERMAYESİ: GÖRÜNMEZ HAKEMLİK VE SİGORTA TERAZİSİ

Kargalar kavga ederken sofraya sessizce giren tilkinin elinde bir terazi vardır: sigortalanabilir risk. Bu kavram, modern savaşın en çıplak iktidar araçlarından biridir. Bir limanın “emniyetli” sayılıp sayılmayacağına; bir deniz hattının ek savaş risk primi gerektirip gerektirmeyeceğine; bir çarter-parti sözleşmesindeki “güvenli liman” hükmünün nasıl yorumlanacağına; bir bankanın akreditif açıp açmayacağına, bir navlun hattının finansman bulup bulamayacağına nihayetinde kim karar veriyorsa, oyunun terazisi ondadır. Ukrayna savaşı, bu terazinin Londra merkezli hukuk–sigorta–tahkim üçgeninde nasıl çalıştığını en berrak biçimde gösterdi.

 

Hakemliğin Anatomisi: Hukuk, Sigorta, Tahkim

Deniz ticareti yüzyıllardır Londra merkezli bir hukuk diliyle yönetilir. Gemilerin hangi limana girip çıkacağı, kaptanın ne kadar sorumlu tutulacağı, yükün hasar görmesi halinde kimlerin devreye gireceği Bütün bu kurallar, belli bir sözleşme geleneğinin içinde şekillenmiştir. Şirketler, bankalar, brokerler ve sigortacılar aynı dili konuşur. Bu sayede aslında belirsizlik dolu bir dünya, belli bir “kesinlik” kazanır.

Bu düzenin en kritik noktası şudur: Sigortacılar, riskin fiyatını belirleyerek ticarete yön verir. Risk katmanlara ayrılır: önce gemi sahibinin kendi sigortası, ardından uluslararası P&I kulüpleri, daha yukarıda savaş riskini kapsayan poliçeler ve en tepede yeniden sigorta şirketleri. Böylece tek bir olayın yükü, tüm piyasa arasında paylaştırılır. Ama asıl güç şuradadır: Hangi rota “sigortalanabilir” bulunursa o işler, bulunmazsa durur. Bir ülkenin tahılını dünyaya satıp satamayacağı, yalnızca cephedeki askeri güce değil, sigortacıların verdiği olura bağlıdır.

Savaşlar uzun zamandır sadece mermilerle değil, sözleşmelerle de yürütülüyor. Bir deniz yolu “tehlikeli bölge” ilan edildiğinde, oradan geçen her gemiye ekstra prim uygulanıyor. Bu da fiiliyatta, hattın kapanması anlamına geliyor. Sigortacı “girebilirsin ama şu şartlarla” dediğinde, sahadaki askerin mevziisini sözleşme devralıyor. Kuklacının diğer elindeki bankalar kredi vermekte çekingen davranıyor, yeniden sigortacılar teminatlarını daraltıyor, tahkim mekanizmaları da ihtiyatlı yorumlarla bu tutumu güçlendiriyor. Bir sabah hiçbir bomba patlamadan bir liman “sigortalanamaz” hale geliyor. Kâğıt üzerinde ticari bir karar gibi görünse de aslında bu durum jeopolitik bir tercihin piyasa diliyle ifade edilmesidir.

Bu dilin merkezi Londra’dır. Orada yerleşik kurallar, örf-adetler ve emsaller; broker, sigortacı ve mahkeme zincirleri riskin nasıl fiyatlanacağını belirler. Sonuç basittir: Sözleşmeye kimin sözü yazılırsa kazanan odur; yazılmayanın sesi ticaret yollarında susar.”

UKRAYNA’NIN GELECEK UFKU: YENİDEN İNŞA, DİASPORA SERMAYESİ VE 20–50 YILLIK İZ

Savaşın yarattığı demografik boşluk

Ukrayna savaşının en ağır yüklerinden biri, toprak kayıpları ya da sanayi tesislerinin yıkımı değil; demografik boşalmadır. Yaklaşık 7 milyon insan ülkeyi terk etti, 4 milyona yakın kişi ülke içinde yerinden oldu. Bu rakamlar yalnızca nüfus kaybını değil, nitelik kaybını da ifade ediyor. Çünkü yurt dışına çıkanların önemli kısmı genç, eğitimli ve çalışabilir yaştaki insanlardı. Avrupa’nın farklı ülkelerine dağılan bu nüfus, kısa vadede Kiev için kayıp, orta vadede ise bir “diaspora sermayesi” olabilir. Savaştaki insan kaybı ise işin cabası. Net sayı verilememekle birlikte 200 bin ile 300 bin arasında değişen bir kayıp her ne olursa olsun savaş öncesi nüfusu 40 milyon olan bir ülke için büyük bir kayıptır.

Bir ülkenin nüfus enerjisi, kolayca ikame edilemez. Toprak yeniden imar edilir, sanayi tesisleri yeniden inşa edilir; fakat demografik dokuda oluşan tahribat, on yıllar boyunca kapanmaz. Ukrayna için bu, en az 30–40 yıllık bir travmanın başlangıcıdır.

 

 

Ekonomik Enkazın Maliyeti

Dünya Bankası ve IMF’nin güncel hesaplarına göre Ukrayna’nın yeniden inşa maliyeti, 480 milyar doların üzerindedir. Bu sadece “tuğla ve çimentonun değil; enerji altyapısının, ulaştırma ağlarının, sağlık ve eğitim kurumlarının, dijital sistemlerin yeniden inşasını da içeriyor. Daha da önemlisi: kurumsal güvenin yeniden inşası.

Bir yerli veya yabancı yatırımcı için “fabrikanızın elektrik sorunu var mı?” sorusu kadar, “yarın öbür gün bu yatırım hukuken korunacak mı?” sorusu da belirleyicidir. Ukrayna’nın en büyük sınavı, işte bu kurumsal güveni tesis edebilmektir. Aksi takdirde yeniden inşa süreci, kalıcı yatırımlardan çok geçici yardımların döngüsüne sıkışır.

Diaspora Sermayesinin Rolü

Göç eden milyonlarca Ukraynalı, kısa vadede bir kayıp gibi görünse de orta vadede ülkenin yeniden doğuşunda kilit rol oynayabilir. Diaspora, zamanla ülkeye sermaye, bilgi ve ilişki ağı taşır. Bugün Almanya’da, Polonya’da, Çekya’da, Baltık ülkelerinde yerleşen Ukraynalılar, birkaç yıl içinde iş kuran, şirketlerle ortaklıklar yapan, finansal bağ kuran aktörlere dönüşecektir. Eğer Kiev bu bağı doğru yönetirse, diaspora sermayesi yeni bir büyüme motoru olabilir. Fakat bunun olabilmesi için Hukuki güvence (mülkiyet hakkı, yatırım koruması), Mali teşvik (vergisel avantajlar, dönüş programları), Siyasi istikrar (savaş sonrası koalisyonların sürdürülebilirliği) hususlarının hayata geçmesi gereklidir ki savaştan kaynaklı travmatize olan ve totaliterleşen ülkelerde bunları yapabilmek bir hayli zordur.

Sanayi ve Tarımın Yeniden Ayağa Kalkması

Donbas’ın kaybı, Ukrayna için ağır bir sanayi darbesi oldu. Ancak ülkenin batısında hâlâ güçlü bir tarım ve hafif sanayi potansiyeli mevcut. Özellikle Lviv, Ternopil, Ivano-Frankivsk gibi şehirler, Polonya sınırına yakınlıkları sayesinde Avrupa değer zincirine daha hızlı entegre olabilecek bölgeler.

Yeniden inşa süreci doğru yönetilirse Ukrayna, “doğu sanayi üssü”nü kaybetse bile “batı entegrasyon üssü”nü kurabilir. Bu, ülkenin jeoekonomik coğrafyasını yeniden çizecek bir dönüşümdür.

Tarım tarafında ise tablo daha umut vericidir. Kara topraklar, savaşla yok olmaz. Altyapı zarar görse bile, toprağın verimliliği kalıcıdır. Savaş biter bitmez Ukrayna tarımı yeniden üretime dönecektir. Burada belirleyici olan, lojistik koridorların güvenliği ve sigortalanabilirliğidir. Eğer Karadeniz ya da alternatif kara koridorları sürdürülebilir biçimde açılırsa, Ukrayna tarımı hızla toparlanabilir.

20 Yıllık Ufuk: Bir Yeniden Doğuş Senaryosu

Eğer savaş birkaç yıl içinde dondurulmuş bir çatışmaya dönüşür, yeniden inşa fonları düzenli akmaya başlar ve diaspora sermayesi ülkeye bağlanırsa, Ukrayna 20 yıl içinde kişi başına gelirini 12–15 bin dolar seviyesine çıkarabilir. Bu, onu Avrupa’nın orta-üst gelirli ülkeleri arasına sokar. Eğitimli işgücünün geri dönüşüyle, IT sektörü ve dijital hizmetlerde de bir patlama yaşanabilir.

Yani Ukrayna’nın 20 yıllık ufkunda yeniden doğuş ihtimali vardır. Bu senaryo, Polonya’nın 1990 sonrası hikâyesine benzer; fakat daha acımasız bir başlangıç travmasıyla. Ama aynı anda şu gerçek unutulmamalıdır: Demografik kayıp, sanayi göçü, beyin göçü ve kurumsal erozyon, Ukrayna’nın üzerine 50 yıllık bir gölge bırakmıştır. Bu gölge şudur: Avrupa’nın hiçbir ülkesi, böyle bir yıkım yaşadıktan sonra tam anlamıyla “normale” dönememiştir. Yugoslavya’nın dağılmasından çıkan ülkeler, hâlâ bu gölgenin içinde yaşamaktadır.

Ukrayna da muhtemelen 50 yıl boyunca bu gölgeyle yaşayacaktır. Her inşaatın, her fabrikanın, her üniversitenin arkasında, “bir zamanlar burası yıkılmıştı” hatırası kalacaktır.

Yeniden İnşa Bir İnşaat İşi Değil, Bir Gelecek Tahayyülü İşidir

Sonuç olarak Ukrayna’nın geleceği, beton ve çelikle değil, kurgulanmış bir gelecek tahayyülüyle inşa edilebilecektir. Bu tahayyül; demografiyi geri çekmek, diasporayı bağlamak, tarımı ve sanayiyi yeniden ayağa kaldırmak, hukuku ve kurumu güvenilir kılmak zorundadır. Aksi halde Ukrayna, yüzeyde yeniden doğmuş gibi görünse de derinlerde kalıcı bir travmayla yaşar.

BERRAK KARMAŞIKLIK TİLKİNİN TERAZİSİNDEN ÇIKARIMLAR

Görünürde Karmaşa, Özde Berraklık

Rusya-Ukrayna savaşı adeta bir labirenttir: cephe hareketleri, diplomatik pazarlıklar, enerji hatları, yaptırımlar, göçler, finansal dalgalanmalar. Tablonun parçaları o kadar çoktur ki, resmin bütünü gözden kaybolur. Fakat masalın kıssasını hatırladığımızda perde açılır: Kargalar kavga eder, tilki hakemlik yapar, peyniri alır.

Burada kargalar; Rusya, Ukrayna, Avrupa ve Almanya’dır. Aralarında çıkar çatışması vardır, biri güçlenmek isterken diğeri zayıflatmak ister. Fakat hakemlik iddiasıyla araya giren tilki –yani küresel sermaye düzeni ve onun Anglo-Sakson merkezli normatif ağı oyunun terazisini hep elinde tutar. Risk, savaşanlara ve halklara dağılır; kâr, hakeme yazılır.

Rusya: Kazanırken Kaybetmek

Moskova kısa vadede istediğini aldı: Kırım’ın ilhakının uluslararası camia nezdindeki kabulü, Donbas’ın kontrolü, Ukrayna’nın ekonomik ve demografik darbesi, Batı’ya mesaj. Fakat uzun vadede bedel ödeyecektir de: Rusya’nın uzun zamandır nitelikli teknolojiye erişimi kesildi, Avrupa pazarını kaybetti, enerjisini iskontolu satmak zorunda kaldı. Stratejik akıl açısından bu, bir “defansif zaferdir: bugünü kurtarırken yarının bedellerini ağırlaştırır.

Avrupa ve Almanya: rakipten kurtulup bağımlılıktan çıkmak

Berlin için Ukrayna potansiyel bir rakipti; savaş onu eliminasyon çizgisine itti. Avrupa enerji bağımlılığından pahalı da olsa çıktı, NATO etrafında yeniden kenetlendi. Fakat bunun karşılığı ağır görece ağır enflasyon, sanayi kaybı ve ABD’ye daha sıkı bağlanma oldu. Yani Avrupa, kendi bağımsızlığını kazanırken, stratejik özerkliğini kaybetti. Avrupa Birliği, Avrupa Birleşik Devletleri olma mefkuresinden fersah fersah uzaklaşmış oldu.

 

ABD: Risk Sosyalleştirme, Kâr Özelleştirme

Washington için savaş, stratejik bir armağandı. Avrupa’yı kendi lehinde ve çıkarları doğrultusunda olacak şekilde konsolide etti, NATO’yu diri tuttu, silah satışlarını artırdı, LNG ile enerji pazarını ele geçirdi. Fakat bunların bedelini Avrupa’ya ödetti. Tilkinin terazisinde ABD, hep en ağır tarafı kendi hanesine yazdı.

Londra Sermayesi: Görünmez Hakemliğin Berrak Gücü

Görünmeyen ama belirleyici güç, sigorta-tahkim-hukuk üçgeniydi. Karadeniz tahıl koridoru, yalnızca diplomasiyle değil, poliçenin diliyle açıldı ve kapandı. Bir ülkenin küresel pazara çıkışı, artık tanklardan çok sigortalanabilirlik kelimesine bağlıdır. Bu da Londra merkezli finansal-hukuki düzenin, tilkinin gerçek terazisi olduğunu gösterir.

Ukrayna: Travma ve İhtimal

Ukrayna bu sürecin en ağır kaybedeni oldu. Siyasi derinliği olmayan bir siyasi liderlik neticesinde telafisi mümkün olmayan seviyede zayiata maruz kaldı. Demografik boşalma, sanayi kaybı, altyapı yıkımı, yarım asırlık bir travma yarattı. Ama aynı anda diaspora sermayesi, tarımın kalıcı gücü ve batı bölgelerinin entegrasyon kapasitesiyle 20 yıllık bir yeniden doğuş ihtimali de yok değil. Lakin çok ama çok zor. Yine de bu ihtimal, sadece Ukrayna için değil, Avrupa’nın geleceği için de belirleyici olacaktır.

Kendi Terazisini Kuramayan, Başkasının Terazisine Mahkûmdur

Ukrayna-Rusya savaşının öğrettiği en mühim ders, devletlerin kaderinin cephelerde değil, terazilerde belirlendiğidir. Kendi oyununu kuramayan, kendi menfaatlerin ve risklerini doğru analiz edemeyen, kendi iç barışını kendisi husule getiremeyen, kendi sigortasını yazamayan, kendi standardını koyamayan, kendi finansal mimarisini kuramayan devletler, kargalar gibi kavga ederken tilkinin terazisinde kaybetmeye mahkûmdur.

Bu savaşta Türkiye dahil orta ölçekli aktörler için çıkarılacak mühim sonuçlar bulunmaktadır; Kendi normunu üretmek, kendi finansal ve hukuki güvenliğini inşa etmek, bağımlılıkları çeşitlendirmek, tek kaynağa mahkûm olmamak, küresel oyunda figüran değil, kendi terazisinin hakemi olmak.

Bu haber toplam 982 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim